BEHDÎNAN – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, 15 Ağustos Atılımı’nın 37. yıl dönümü vesilesiyle ANF için yapılan programda gerilaların sorularını yanıtladı. PKK’nin büyük komutanlarından Agit (Mahsum Korkmaz) öncülüğünde gelişen atılımın Botan’da geliştiğini belirten Duran Kalkan, Botan gençliğinin ve kadınlarının büyük katılım sağladığı 15 Ağustos direnişinin Botan direnişi olduğunu vurguladı. Kalkan, “Partinin ikinci kongre sürecindeki planlaması zaten atılımı Botan’da geliştirmekti, kitaplarda da yazılıdır. Daha atılım olmadan da devrimcileri görünce birçok genç katıldı.
15 Ağustos eylemleri, Eruh ve Şemdinli eylemleri olunca zaten en çok Botan’da duyuldu. Öyle de planlanmıştı duyulsun diye. Yani iyi yönetilseydi bir tür ayaklanma bile olabilirdi. Yarı bir ayaklanma, bölgesel ya da yerel ayaklanma türü gelişmeler bile ortaya çıkabilirdi. Öyle bir heyecan yarattı Botan’daki toplumda. Ama doğru yönlendirme, eğitip gerillaya kanalize etmede zayıf kaldık” diye konuştu.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan 15 Ağustos Atılımı’nın yıldönümü vesilesiyle gerillaların sorularını yanıtladı. Kalkan, programın birinci bölümünde şunları belirtti:
Bugünkü duruma bakılarak 37 yıl öncesi için neler söyleyebilirsiniz, o süreci nasıl değerlendirebilirsiniz?
Ben öncelikle 15 Ağustos atılımının mimarı Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Ölümsüz komutanlarımız Agit ve Zilan yoldaşlar şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygıyla, sevgiyle, minnetle anıyorum. Yine başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlarının, halkımızın, dostlarımızın 15 Ağustos Diriliş bayramlarını, yine HPG ve YJA Star gerillalarının gerilla bayramlarını kutluyorum. 38. özgürlük yılında, 15 Ağustos yılında hareket ve halk olarak 15 Ağustos çizgisinde çok daha güçlü savaşıp büyük başaracağımızı ifade etmek istiyorum. Tabii bugün koşullar farklı. 37 yıl önce durum çok çok farklıydı. Bugünü böyle görmek mümkün müydü? Elbette denemez. Fakat hayal ve umudun olmadığı yerde de hiçbir gelişme olmaz. Dolayısıyla kuşkusuz çok belirgin olmasa bile söz konusu gelişmelerin yaşanacağına dair büyük bir umut vardı.
Hayallerimiz vardı. En başta Önder Apo’nun gerçekten de öngörüler ile birlikte büyük hayalleri vardı. İnançlar vardı. Koşullar her alanda büyük bir mücadeleyi gerektiriyordu. Bunlar 15 Ağustos atılımına götürdü. Çok fazla imkan ve fırsat yoktu. Onu bilmek lazım. 15 Ağustos gerilla atılımı başlatırken maddi koşulların, imkanların çokluğuna bakmamak lazım. Öyle bir şey yoktu. Yani bir avuç insan vardı diyelim. Ama 12 Eylül faşizmi kuzeyde Türkiye’de gerçekten de ezmişti her şeyi. Dış müdahaleler bölgeye dönük çok fazla vardı. Kürt siyaseti KDP şahsında yenilmişti, 1975 yenilgisiyle. Klasik Kürt isyancılığı çok ağır bir yenilgi almıştı. Aslında sonu gelmişti yani. Onun yerine küçük burjuva, milliyetçi, reformist hayaller, eğilimler öne çıkmak istiyordu ama çok fazla maddiyatçıydılar. Düzene çok bağlıydılar. Dolayısıyla çok reformisttiler. Teslimiyetçi bile denebilir. O tarzla Kürdistan gibi inkar edilen, parçalanmış, soykırım altına alınmış bir ülkede özgürlük ve kurtuluş savaşı yürütmek mümkün değildi.
Yani koşullar ağırdı, zordu. Fakat peki yani hiç umut ışığı görünmüyor muydu? Belirttim, hayalsiz ve umutsuz hiçbir şey gerçekleşmez diye. Vardı tabii. Umut ve hayal olacak şeyler de vardı. Çokça değerlendirdik. Örneğin çok ağır bir baskıyı yaşamıştı Kürt halkı 12 Eylül faşist askeri darbesi altında. Ama bu öfkesini, tepkisini halkın daha fazla arttırmıştı. Yani özgürlük istemlerini ve taleplerini artırmıştı. Çok iyi hatırlıyorum. 82 başında Ulusal Kurtuluş Cephesi programını hazırlarken Önderlik bir defter verdi elinize. Bir yıldız masasının üzerinde duruyordu. Defteri açtım. Yazacak bir cümle vardı. Ulusal kurtuluş halkımızın durdurulamaz bir arzusu haline gelmiştir diye. Sadece o cümleyi öyle aldık, onun üzerine bir program inşa ettik. ERNK programı o belirlemeden oluştu. Bu vardı tabii ki Kürt toplumunda örgütlenmemiş, güç olarak açığa çıkartılmamış ama içten içe yaşanan bir bilinç vardı.
15 AĞUSTOS ÖNDER APO’NUN DEHASIYLA GELİŞTİ
Maddi olarak, siyasi ve askeri bakımdan İran-Irak savaşının etkileri vardı. Bunu küçümsememek lazım. İran Irak savaşının etkisi ne demek? Kürdistan dörde bölünmüş. Ulus devletlerin, dört ulus devletin egemenliği altına alınmış. Soykırım uygulanıyor ama bunu bu devletler yapmamışlar. Bunu küresel kapitalist sistemi yapmış. Bu devletler aslında bununla görevlendirmiş sistem. Böyle olunca şunu söylemek istiyorum. Parçalı her parçada bir devlet yönetimi var ama bir de ortak Kürdistan yönetimi var. Siyasi ve askeri yönetim. Yazılı mı sözlü mü bazı şeyler açığa çıkmamıştır fakat öyle anlaşmalar vardır. Sistemin kendi içinde devletler arasında ortak yönetim vardı. Yani mesela bir başka bir devlet öbür devletin aleyhine oradaki Kürtlere destek veremezdi. Bu bir ortak yönetim kuralıydı. İşte sınır tümüyle tahkim edilmişti.
O klasik isyan dediğimiz direnişler birlikte ezilmişlerdi. İran-Irak savaşı bunları kırdı. İran, Irak’taki Kürtlere, Irak İran’daki Kürtlere kendi çıkarı için sözde destek vermeye yöneldi. O küresel sistemle birlikte 4 devletin içinde yer aldığı Cento’ydu, Bağdat paktıydı ortak örgütlenmeler vardı. Onlar parçalandı, işlemez hale geldi. Böylece Kürdistan üzerindeki siyasi ve askeri denetimde kısmi bir parçalanma olmuştu. Fakat 15 Ağustos esas olarak Önder Apo’nun dehasıyla gelişti. Yani o zor koşullarda, umut bile denemeyecek, hayal bile edilemeyecek şeylerin olduğu koşullarda Önder Apo bunları yarattı. Zaten ben umudu, hayali yaratıyorum dedi. İnancı ve kararlılığı burada Önder Apo’nun rol oynadı. Kürt gençliği gerçekten de cesur, fedakar. Önderlik düşüncesiyle birleşince inanmış tutumu bu atılımın gelişmesinde rol oynadı.
Tabii 70 başında 12 Mart darbesine karşı Türkiye devrimci hareketinin ortaya koyduğu direnişin tecrübesi, Filistin halkının yürüttüğü mücadelenin ve verdiği desteğin etkileri, Önder Apo’nun bu çabasıyla, isteğiyle, dehasıyla birleşti. Kürt gençliğinin cesareti, fedakarlığı buna zemin oluşturdu. Her şeyi motor biçiminde yürüten ise 1982 Zindan Direnişi oldu tabii. 14 Temmuz Direnişi önceki direnişler, Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerim, Ferhatların, Saraların direnişi gerçekten de bütün bu az denen imkanların çok güçlü bir biçimde bir araya getirilerek böyle bir direnişe cesaret etmeye götürdü. Bu cesareti Önder Apo gösterdi. Bu çok bilinçli cesaretti. O bilinç derin tarih anlayışına dayanıyordu. Özgür yaşam tutkusuna dayanıyordu.
EĞER BİR BİLİNÇ, HAYAL, UMUT OLMASAYDI 14 TEMMUZ DİRENİŞİ OLMAZDI
Daha sonra Önder Apo dedi olacaksa bir yaşam özgürce olacak ya da hiç. Bu Önderlik gerçeğinin baştan itibaren temel yaşam anlayışı, yaşam felsefesiydi zaten. Bütün bunlar 15 Ağustos 1984 gerilla atılımına, Eruh ve Şemdinli eylemleri ile başlayan atılıma götürdü. Yani bugünün koşulları farklı tabii. Ama şöyle denebilir. Derler ya tünelin ucunda ışık çok belirgin olmasa da o hep vardı. Eğer öyle bir bilinç, hayal, umut olmasaydı büyük zindan direnişi olmazdı. Mazlum Doğan olmazdı. 14 Temmuz yine Dörtlerin eylemi kesinlikle gerçekleşmezdi. Böyle bir görüş, öngörü olmazsa, Önder Apo bu kadar az imkan da demeyelim, imkansızlıklar içerisinde bu kadar çalışma yürütme cesaretini, fedakarlığını göstermezdi. Böyle bir şeye girişemezdi, dayanamazdı böyle bir çalışmaya. O gördüğü için yaptı yani.
Umut zayıftı, hayal denebilecek kadar azdı. Onun için çok çaba gerekiyordu. Çok cesaret ve fedakarlık gerekiyordu. Bu da insan işi olmalıydı. Böyle bir insan yarattı. Yaratımına öncülük etti. Böyle bir kişiliği kendinde yarattı ve bütün Kürt gençliğine, kadınlarına, halkına böyle bir kişiliği, 37 yıllık mücadele yedirdi. Yeni bir toplum, yeni bir birey, özgür bir toplum yaratıldı. Dolayısıyla 15 Ağustos bir Kürt miladı oldu. Yani şunu söyleyebiliriz. 38. özgür Kürt yılı kutlu olsun. Herkese böyle dememiz lazım. Çünkü baş aşağıya gidiş, ulusal yok oluş 15 Ağustos’ta durduruldu. Özgürce var oluşun ilk kurşunları 15 Ağustos’ta sıkıldı. 37 yıl mücadele ederek özgürce yaşıyoruz. Bu özgür yaşamın özgürlük takviminin 38. yılına giriyoruz. 38. yılı kutluyorum.
15 Ağustos’un hazırlık aşaması için neler belirtebilirsiniz? Nasıl bir hazırlıkla gidildi 15 Ağustos Atılımı’na? Kürdistan’da etkili olan atılım Türkiye’ye de yayılamaz mıydı? Neden Türkiye’yi kapsayamadı, bunun nedenleri nelerdir?
Şimdi Kürt direnişi diyoruz, ulusal direniş, demokratik direniş, özgürlük direnişi. Kuşkusuz Kürt direnişi ama bu direniş sadece Kürdistan’da sınırlı, Kürtlere ait bir direniş değildir. Bu direniş Ortadoğu direnişçiliğinin süzülüp gelen ve Kürdistan’da Önder Apo’nun öncülüğünde yeni bir sentez denmesidir. Bunu böyle bilmemiz lazım. Bunun arkasında Türkiye halklarının direnişçiliği var. Arap halklarının direnişçiliği var. İrani halkların direnişçiliği var. Birlikte yaşadığı halkların, Ermenilerin, Asuri Süryanilerin direnişçiliği var. Kürt gerillası da böyle bir gerilla, yani Kürt gerillası evet, bir kimlik olarak öyle kazanılıyor ama bir sentez gerilladır. Kürdistan’da Dünya halklarının deneyimlerini de teorik olarak çok aldı. Fakat pratik olarak Ortadoğu gerillacılığını tümüyle kendi şahsında birleştirdi.
Örneğin işte 12 Mart 71 darbesine karşı Türkiye’de gelişen gerilla direnişinin tecrübelerini oradan çıkan dersleri esas aldı. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya’nın, Sinan Cemgil’in. Bunlar Türkiye dağlarına çıktıkları gibi Kürdistan dağlarına da çıktılar. İlk gerilla kıvılcımını bunlar yaptılar. İlk kurşunu bunlar sıktılar aslında. Türk ve Kürt gençliğinin ortak devrimci direnişiydi, direniş o zaman başladı 12 Mart darbesi karşısında. Fakat önderler katledildiler. Yani ezildi direniş, sürdürülemez bir kesintiye uğradı. Ama büyük bir deneyimdi. Ciddi bir tecrübeydi. Önderliksel çıkış tamamen bu tecrübe üzerinden oldu.
Önder Apo hep ben o devrimci önderlerin hayalleri, amaçları gerçekleştirilmemiş vaziyette kalmasın diye bu işe girdim dedi. Onların emirlerini yerine getiriyorum dedi. Yani o direnişleri devam ettirdi. Ama tabi eleştirel ve özeleştirel bir sorgulama temelinde dersler çıkartarak. Yani onlar ilktiler, tecrübesizdiler, hatalar yaptılar. Onun için ezildiler. Önder Apo’nun hata yapmadan başarıyla gerillayı Kürdistan dağına dağında var еtmеsі yürütmesi o hatalardan çıkarttığı dersler sonucunda oldu. O dersler olmasaydı ne olurdu belli değildi. Tabi o derslerin önemini çok iyi bilmek gerekli.
GERİLLA GÜCÜ FİLİSTİN KAMPLARINDA EĞİTİLDİ
Diğer yandan zaten gerilla eğitimini biz Filistin gerilla direnişi içinde aldık. 15 Ağustos atılımı gerçekleştiren gerilla gücünün hepsi Lübnan, Filistin sahasında, Filistin kamplarında eğitildi. Filistin halkının büyük desteği çabası oldu. Hepsini saygıyla bir kere daha anıyoruz. Bu değerli katkıları yani onlar da Sovyetler Birliği sosyalist güçlerle ilişkiliydiler. Oradan eğitimlerini alıyorlardı. Dolayısıyla onlar üzerinden yani sosyalist hareketin de gerilla şeyi geçti. Ama pratik olarak tümüyle Filistin gerillacılığı oldu. Filistin’de herkes vardı. Bütün Arap direnişi oradaydı. Sadece Arap değil, İrani topluluklar da öyle.
Benim ismim bir İranlı devrimcinin ismidir. Abbas, oradan aldık yani. İranlı devrimci halkın fedaileri devrimcilerin birisiydi. Büyük bir komutandı. Lübnan Filistin alanında arkadaşlarla birlikte eğitim görmüşlerdi. Onlar ayrılınca arkadaşlar çok üzülmüşlerdi. Ben gidince dediler, senin adını böyle koyalım, dolayısıyla onu yaşatalım. Bu düzeyde orada bir sentez vardı, onu aldı Kürdistan’a taşıdı Kürt gerillası, PKK. Zaten Kürt halkının tarihten gelen bir direnişçiliği var. Bu direnişçilik çok büyük ölçüde gerilla özellikleri taşıyor. Onların hepsini inceledi Önderlik. Yeniden nasıl canlandırabilir sorusunu sordu, araştırdı, buldu. Onlar üzerinde yürümek istedi.
Böylece yani Kürt gerillası aslında bir sentez gerilla oldu. Kürt direnişçiliği gibi direnişi yürütüyor. Ortadoğu gerillası demek lazım. Ortadoğu halklarının bütün gerillacılığını aldı. Bununla da sınırlı değil. PKK’yi ve Önder Apo gerçeğini bu noktada da iyi anlamak lazım. Teorik olarak dünya halklarının bütün deneyimlerini de inceledi. Avrupa’daki halklar ulus olmak için nasıl direnişmişler, onlar da gerillacılık yaptılar. Asyalı halklar nasıl direnmişler? Vietnam’da, Kamboçya’da, diğer yerlerde. Büyük devletler denen hegemonik küresel güçler denen güçleri nasıl yenilgiye uğratmışlar? Onları sanki kendisi yapmış gibi inceledi PKK.
DİRENİŞ KÜRDİSTAN’DA OLDU AMA SADECE BİR KÜRT DİRENİŞİ DEĞİLDİ
Amerika’da, Latin Amerika’da, Afrika’da, o siyah ırk, -ki çoğu insan nazarıyla bile bakmıyordu- ama nasıl emperyalizme, kapitalizme karşı savaştılar, örgütlendiler, gerillacılık yaptılar o alanlarda. Bütün bunların hepsini Mozambik’te Angola’da bunları inceledi. Dönemin bütün yani gerilla savaşlarını inceledi. Onların hepsini birleştirdi. Böylece yeni bir hamle ortaya çıktı. Direniş, gerilla. Bu konularda şunu söyleyeyim, 82 Eylül’den itibaren yurtdışından Kürdistan Dağı’na dönerken gerilla PKK gerillası olduğu kadar faşizme karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin de gerillasıydı. Yani bir cephemiz vardı. 82 Baharı’nda imzalandı, programı oluştu. FKBDC’ye 8 örgüt katılıyor, 2 örgüt destekliyordu. 12 Eylül, faşist askeri rejimine karşı savaşmak üzere kurulmuş bir cepheydi.
İçinde tek Kürt örgütü PKK’ydi. diğer örgütlerin hepsi Türkiyeli örgütlerdi? Yani o örgütlerin içerisinde de en az PKK kadar gücü olanlar vardı. Daha fazla da örneğin Dev-Yol vardı ki sayı olarak da, nitelik olarak da kadroları daha çoktu. Lübnan-Filistin sahasında daha fazla insan götürmüşlerdi. Hepsi birlikte eğitildi cephe gücü olarak. Dolayısıyla ikinci kongre ardından kongre kararı temelinde direnişi geliştirmek için zindan direnişinin de emriyle Kürdistan’a gelirken gerilla hem PKK gerillasıydı hem de FKBDC gerillasıydı. FKBDC daha sonra doğdu. Kürt özgürlüğü için Kürdistan dağına yürüdüğü, çıktığı kadar gerilla Türkiye’nin demokratikleşmesi için de Kürdistan Dağı’na çıktı. FKBDC’nin savaşçılarıydılar, gerillasıydılar. Onun programının öngördüğü Türkiye demokratikleşmesini hedefliyorlardı. 15 Ağustos eylemini yapanlar da, eylemi sürdürenler de, bu atılımın bütün şehitleri buna sonuna kadar inanıyorlardı. Bunun derin bilincine sahiplerdi. Bunu böyle ifade etmemiz lazım.
Yani öyle sadece bir PKK gücü olarak gelinmedi. Direniş Kürdistan’da oldu ama sadece bir Kürt direnişi değildi. Fark ne oldu? 12 Mart darbesine karşı Türkiye devrimciliği Türkiye ve Kürdistan’da bir direniş geliştirirken, 12 Eylül darbesi karşısında 71 direnişinden sonuçlar çıkartan PKK, Kürdistan’da benzer bir direnişi daha doğru yol ve yöntemlerle daha etkili temellerde 15 Ağustos atılımı ile Kürdistan’da yenilmeyen ezilmeyen, bir gerilla hamlesine, atılıma dönüştürdü. Türkiye devrimciliği buna cesaret edemedi. Buna giremedi. İşte FKBDC’de parçalanma, bölünme, FKBDC’nin dağılması aslında gerillanın Kürdistan’a yürüyüşüyle geri dönüşüyle başladı.
1971’DE TÜRKİYE DEVRİMCİLERİ ÖNDERLERİNİ KAYBETTİ
Buna karşı çıktılar, cesaret edemediler. Niye? Çünkü bir, liderler 71 Direnişi’nde katledildiler. Liderliği önemsemek lazım. Lider değil, önder deyip geçmemek gerekli Bir hareket açısından. Bunlar her şeydir, belirleyicidir. Evet, herkes mücadeleye katılır ama mücadeleyi, böylesine mücadeleleri Önderlik mücadelelerini önderler yürütürler, yol yöntemini, doğrularını, önderler belirlerler. Şimdi 71’de Türkiye devrimciliği, önderlerini kaybetti. Onlar ezildi. Ondan sonra o önderlik çizgileri yürütülemedi. Doğru dersler çıkartılamadı. Onu takip edilecek, Önderlikler geliştirilemedi. Özeleştirel yaklaşılmadı onlara. 74’ten itibaren yeniden örgütlenen Türkiye devrimciliği öz eleştirel yaklaşmadı ders çıkartmak için. Büyük bir direniş olmuştu. Miras vardı. Aslında bu miras bize her yere götürür diyerek zayıf yaklaştılar, ders çıkarmadılar. Hatalarını eksikliklerini görmediler. Kendilerini ona göre hazırlamadılar, eğitmediler. O çizgiyi doğru yöntemlerle yürütmenin yol yöntemini bulamadılar.
Bu sefer 12 Eylül darbesi ile karşılaşınca bir de daha ağır bir darbe, saldırı olunca, yani yeniden 12 Eylül darbesine karşı da tepki Mahirlerin, İbrahimlerin, Denizlerin yaptığı gibi Sinanların yaptığı gibi gerillaya yürüyemediler. Yoksa başka herhangi bir nedeni yoktu. Türkiye ortamı da Kürdistan kadar açıktı. Yani darbe herkesi eziyordu. 12 Eylül darbesine karşı çıkanlar için destek Kürdistan’da olduğu kadar Türkiye’de de vardı. Eğer böyle bir öncülük sorunu olmasaydı. Kürdistan’daki kadar Türkiye’de de gerilla gelişirdi. Bir de Kürdistan’da böyle bir öncü gerilla var olduğu müddetçe tabii Türkiye’de daha etkili gelişirdi. Yani o 1972’de yaşanan katliamlara, ezilmelere fırsat vermezdi. Yani onlar biraz da öyle Türkiye’den başladılar. Tek yanlı kaldılar. Şimdi Kürdistan’a dayanan -ki Kürdistan’da Ortadoğu’ya dayanıyor- bütün bunları arkasına alan bir Türkiye devrimciliği ve gerillacılığı çok daha fazla gelişirdi.
Şunu söyleyeyim eğer böyle bir devrimcilik, FKBDC’nin planlandığı gibi doğru yürütülseydi 1990’lı yılların başında TC devleti, faşist diktatörlük, 12 Eylül diktatörlüğü tümüyle yıkılır, Türkiye’nin çehresi tümüyle değişirdi. Yepyeni bir durum ortaya çıkardı. Eğer bunlar olmadıysa bu koşulların olmamasından, ya da 12 Eylül rejiminin Evren cuntasının çok akıllı ya da çok başarılı olmasından kaynaklanmadı. Onları doğru anlayıp aşan, onları yenilgiye uğratacak bir devrimciliği ortaya çıkartılamamasından, devrimci öncülüğü gelişememesinden oldu. Şimdi Türkiye’nin devrimcileri bunu aşmaya çalışıyorlar. İyi bir çabadır ama daha köklü, daha derin yaklaşmalılar daha cesur olmalılar. Özellikle eleştiri, özeleştiri konusunda buna çok fazla ihtiyaç var. Eleştiri, özeleştiri yapabilmek için daha önce de belirttim özel mülkiyet dünyasından kopmaları lazım. Yani hem düzeni yaşayacaksın, özel mülkiyetçi olacaksın. Yani bireyci yaşayacaksın. Hem de özeleştiri yapacaksın. Hata yaptım diyeceksin. Bu olmuyor işte öyle. PKK’nin özeleştiri yapması, yani hatalardan ders çıkartan bir güç olması özel mülkiyet dünyasından, bireycilikten kopuşu ile bağlıdır. Önder Apo bu kopuşu sağladı. Bütün bu gelişmeleri yarattı. Kopamayanlar büyük imkanları da heder ettiler.
15 Ağustos Atılımı yapıldığı zaman nasıl bir ortam vardı? Kürdistan halkı, özellikle Botan halkı nasıl bir durumdaydı? Bir diğer sorum, HRK’nin ARGK olması neden gerekli görüldü? Bu değişimin ardından nasıl bir gelişme sağlandı?
15 Ağustos sürecine yönelirken PKK Botan’a yeni girdi. Bunu bilmek lazım. 1979’da Kürdistan’ı birlikte yöneten yönetimin, ‘PKK Mardin’i geçememeli, Botan’a girmesine izin verilmemeli’ diye bir kararı vardı. Biz bunu net biliyoruz. Somut bilgiler olarak o zaman bize geldi. Çünkü diğer Kürt örgütlerinin, bize karşı örgütlendiklerini duyduk. Biz o zaman yönetim olarak dostları görevlendirdik, sempatizanlarımızı ki biz bütün Kürt örgütleriyle kayıtsız şartsız her türlü ilişki ve ittifaka hazırız. Görüşmeler yürüttük Kürt birliğini yaratmak için. 3 ay çalıştılar. Geldiler dediler ki mümkün değil. Kimse görüşmüyor, kabul etmiyor. Kendi aralarında anlaşmışlar, böyle bir anlaşma var. 1980’in Ocak’ında da Ceylanpınar’da ilk saldırı başladı. İşte Ulusal Demokratik Güçbirliği diye bir ittifak yaptılar. Hedef Anti Apocu gruptu, hareketimizi saldırdılar. 70 civarında kadro ve yurtseveri katlettiler.
Bu saldırılar Mardin’de gelişme sağlamıştı. Oradan Botan’a geçişine, Botan coğrafyası ve toplumsallığıyla PKK çizgisinin buluşmasına izin vermemek, engel oluşturmak için bunu açıktan söylüyorlardı. Diğer yandan Serhat üzerinden Van üzerinden Colemerg’e dönük 77’de sonra çalışma girişimleri oldu hareketin fakat çok gelişme sağlayamadı. Hazırlıklar eksikti diyebiliriz. Çalışanlardan da kaynaklandı. Daha sonra tasfiyeci çıktılar zaten. Dolayısıyla 82 Eylül’den itibaren Botan ve Behdinan alanına gerilla dönerken, Botan’da herhangi bir örgütlülüğü yoktu PKK’nin. Diğer örgütleri de zaten 12 Eylül ezmişti. Dolayısıyla örgütlü yapı kalmamıştı. Ağırlıklı olan KDP sempatizanlığıydı? Bütün ağalar KDP sempatizanıydı doğal olarak. Yeni orta küçük burjuva olanlar biraz diğer hareketlere kaymışlardı, onları da 12 Eylül darbesi ezmişti. Bir boşluk oluşmuştu Botan’da. Onu söyleyebiliriz.
Botan’da bir siyasi ve askeri boşluk oluşmuştu. 12 Eylül rejimi saldırılar yapmış tanınanları yakalanmış, baskı yapmış, ezmiş ama bütün topluma inememişti. Botan da çok güçlü değildi o zaman. Ordu denetimliydi. Şimdi en yüksek dağın en yükseğinde bile büyük karakolları vardı. O zaman yeni kasabalarda bile küçücük karakollar vardı. O kadar askeri tahakküm etkili olamamıştı. Bu da topluma biraz nefes aldırıyordu. Tarihten gelen yurtseverlik, direnişçilik aşiretler düzeyinde, bireyler düzeyinde çok etkiliydi. Arkadaşlar girince Botan’a Kürdistan’ın diğer hiçbir bölgesinde olmayan şeylerle karşılaştılar. Büyük coşku ve heyecan verdi, umut verdi. Aslında yurt dışından Botan’a dönüş bu bakımdan umudu biraz güçlendirdi. Böyle bir halk varsa bu kadar yurtsever çok iyidir. Fakat biraz yanılgı da yarattı sonrası için. Niye? Sanki o düzeyiyle halk çok iyidir, çok bilinçli, eğitimli, örgütlü, onunla savaşabiliriz gibi sanma ortaya çıktı. Öyle olmadığı ortaya çıktı.
YURTSEVERLİĞİN ANLAM İFADE EDEBİLMESİ İÇİN YENİ BİR BİLİNÇ GEREKİYORDU
Gördük ki öyle değilmiş. Evet, iyi bir yurtseverlik var ama eğitimsiz, örgütsüz, defalarca ezilmiş. İsyan etmiş, kırılmış. Dolayısıyla sadece onu biliyor. Bir daha da KDP yenilgisi ardından öyle isyan edecek örgütlü yapısı da kalmamış. O halde o yurtseverliğin anlam ifade edebilmesi için yeni bir bilinç, örgütlülük, öncülük gerekiyor. PKK bunu verdi. 15 Ağustos atılımı bununla gelişti. Botan atılıma sahip çıktı. Botan gençliği, kadınları en büyük katılım orada oldu. 15 Ağustos Direnişi Botan Direnişiydi. Partinin ikinci kongre sürecindeki planlaması zaten atılımı Botan’da geliştirmekti, kitaplarda da yazılıdır. Suriye ile İran sınırı arasındaki bir de Irak’a dayanan bölge temel savaş bölgesi ilan edilmiştir. Şimdi Şırnak ve Colemerg dediğimiz iller aslında temel savaş bölgesi, gerilla bölgesi, merkezi ilan edilmişti, belirlenmişti, değerlendirmelerden o sonuç çıkartılmıştı.
Bunu yaptı tabii. Gelişti ama eksiklikler de tam iyi değerlendirememekten kaynaklandı. Daha atılım olmadan da devrimcileri görünce birçok genç katıldı. 15 Ağustos eylemleri, Eruh ve Şemdinli eylemleri olunca zaten en çok Botan’da duyuldu. Öyle de planlanmıştı duyulsun diye. Yani iyi yönetilseydi bir tür ayaklanma bile olabilirdi. Yarı bir ayaklanma, bölgesel ya da yerel ayaklanma türü gelişmeler bile ortaya çıkabilirdi. Öyle bir heyecan yarattı Botan’daki toplumda. Bunu insan rahat ifade edebilir. Ama doğru yönlendirme, eğitip gerillaya kanalize etmede zayıf kaldık.
Diğeri HRK evet, gerillanın ilk kimliği HRK’dir, Hezen Rizgariye Kurdistan. Bu bir başlangıçtı, çıkıştı, ilk adımdı. Bir ilandı yani gerilla direnişinin ilanı. Buna PKK adına yapmak değil de bir kurtuluş örgütü, bir askeri örgüt adına yapmak daha doğru görüldü o zaman. Yanılgılarımız vardı, sonradan anladık. Sanıyorduk silah kullanana terörist diyorlar. Dolayısıyla PKK’ye terörist demesinler diye PKK adına silahlı eylem yapmak istemiyorduk, sonra gördük ki silahla, teröristlikle kimsenin alakası yok. İdeolojik bir kavram olarak kullanıyorlar bunu. Onu anladık yani ama o zaman bilmiyorduk. Biraz bunun etkisi de vardı. Fakat normal olan da bir birlikti. Yani daha ilk eylemi yapmamış, kendini ilan etmemiş, ilk kurşunu sıkacak bir orduyum derse biraz abartı olurdu. Adım adım gelişme yasası var, ona tam denk düşmeyebilirdi. Bunlar böyle değerlendirilerek ilk adım HRK olarak atılırsa iyidir denildi ve atıldı. Başarılı oldu o adım başlangıç itibariyle. Ama öyle devam edemezdi. Sonrasında görüldü ki evet başlangıç yapıyor ama gelişmeyi yaratmada yetersiz kalıyor.
HPG DEĞİŞİMİ PARADİGMASALDIR
Bir Kürdistan gerçeğinde bir özgürlük savaşı ulusal kurtuluş savaşı geliştirmek için yetersizdi. İkincisi paradigma açısından öyle yetersiz kalıyordu. Yani PKK’nin paradigması, ulusal kurtuluş paradigması çizgisi, 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı geliştirdiği devrimci halk savaşı stratejisi, ordulaşmayı, halk ordusu olmayı gerektiriyordu. Savaşı büyütmek, yaymak, kurtuluşu savaşla sağlamak için Kurtuluş Ordusuna ihtiyaç vardı. Dolayısıyla iki sene sonra 86’da üçüncü kongre bu durumu değerlendirdi, zamanının geldiğine karar verdi. Onun için de HRK’yi ARGK olarak değiştirdi. ARGK kararını üçüncü kongre verdi. Tüzüğünü, yönetmeliğini hazırladı. Amaçlarını ortaya koydu.
Böylece yani ARGK daha ileri büyük yüksek bir adımdı. Öyle bir hamle de yaptırdı tabi. 87’den itibaren ARGK ile gerilla 84 atılımı gibi başta Botan olmak üzere Kürdistan’ın diğer birçok alanında da gerçekten hamle yaptı, atılım yaptı, eylemlerini büyüttü, birliklerini büyüttü. Öyle küçük gerilla grupları ve eylemleri olmaktan çıkarak gerilla bölükleri haline geldi. Önder Apo üçüncü kongrede Agit arkadaşın anısına bir yılda gerilla bölükleri biçiminde hareket eder düzeye gelme hedefini koydu. Bu kongrenin hedefiydi. Önderlik değerlendirmesiydi. 87’ye böyle yüründü, 87’de sonunda böyle bölükler çıktı ortaya. Yani artık bölük oldu dolayısıyla ordulaşma yönünde gerilla bir adım atar hale geldi.
HPG değişimi paradigmasaldır. Yani onu öyle bilmek lazım. 2000’lerin başında Önder Apo’nun yaşadığı paradigma değişiminin gereği olarak, askeri açıdan da askeri çizgiyi anlayış bakımından da ARGK anlayışında, sisteminde değişiklik yapmak gerekiyordu. O değişimleri düşünce olarak yaptı. Sistem olarak yaptı. Kimlik olarak da gerekti tabii. Dolayısıyla artık o yeni tanımlanan direniş çizgisine ARGK denemezdi. Öz savunmaya dayalı bir savunma gücü, gerilla öncülüğündeki bir öz savunma, halk savunması gibi bir şeydi. Dolayısıyla HPG olarak tekrar şekillendi.
Gerilla ve halk olarak 15 Ağustos’u bayram olarak kutluyoruz, bizim için kutsal bir gündür. 15 Ağustos Atılımı’nın gelişmesinde komutan Agit nasıl bir rol oynadı? Heval Agit ile birlikte kalmış biri olarak heval Agit ile anılarınızdan biraz bahseder misiniz?
Ben Agit arkadaşı 1977’den itibaren tanıdım. Batman’da biliyorum gençlik içerisinde mücadelede öne çıkan en genç arkadaşlardandı. Mazlum arkadaş çalışıyordu esas olarak Batman’da. Batman ve Amed bir bölgeydi. Sıkı ilişkileri vardı. Hem nasıl kararlı duruşu, hem de pratikteki yaratıcılığı, esnekliği dolayısıyla başarısı dikkat çekiyordu. Bu temelde Batman çevresindeki askeri eylemlerde yer aldı. Ardından Siverek direnişi oldu, Siverek direnişine gitti. Oraya da katıldı biraz, 79 yazında. İlk grubun Önder Apo’nun çağrısı üzerine Filistin’e eğitim görmek için gönderilmesi sürecinde seçilen 15 kişi arasında yer aldı. 15 arkadaştan birisiydi. Onların her biri bir bölgenin askeri sorumlularıydı aslında. Agit arkadaş da Batman sorumlusuydu. Bizzat Siverek direnişi oradaki gerilla çalışmaları içerisinde de yer alıyordu. Böylece ilk çıkan gruptan oldu. İlk eğitim gören grubun içinde yer aldı aktif olarak Kemal Pir arkadaşlarla birlikte. Bu ilk gruptur.
1980 Mayıs’ında tekrar Siirt’e Botan döndü, Botan Karargahı’nı örgütlemek üzere Kemal Pir arkadaşla birlikte. Hem Botan Karargahını, hem de gerillanın genel karargahını örgütlemek ile görevlendirmişti Önderlik. 3 karargah biçimindeydi. Bir Toros karargahı, bir kuzey Dersim karargahı, Bir de Botan Karargahı oluyordu. Botan Karargahı aynı zamanda diğerlerini de yönlendirecekti. Şimdi Merkez Karargah diyoruz ya. Öyle bir karargahtı. Daha başlamadan talihsizce Kemal Pir arkadaş yakalandı. Agit arkadaş da yaralı kurtuldu. O kurtuluş bile bir mucize gibiydi aslında. Yani öyle bir ortamda öyle atlayınca örneğin Kemal Pir arkadaş bayılmıştı, baygın yakalandı tabii. Yoksa mümkün mü Kemal Pir’i yakalamak. Fakat Agit arkadaş böyle bir durumu yaşamadı, köprücük kemiği kırılmıştı. Fakat o haliyle o ortamdan çıktı.
Sonra 12 Eylül darbesi oldu, yurt dışına çıktı, eğitimler gördü etkili bir biçimde. Konferanstan sonraki ülkeye dönüş hazırlık eğitim devresinin yönetiminde yer aldı. Eğitim devresi bittikten sonra 81 Kasımı’nda Başur-Rojhilat alanına görevlendirdi Önderlik. Karasungur arkadaş, Hoca arkadaş çalışıyordu o zaman. Onunla birlikte ülkeye dönecek gerilla için pratik hazırlıklar yapmak üzere. Yani gerillanın ilk hazırlık çalışmalarını yapacaklardı. Böylece çalıştılar, hazırlıklar yaptılar ve 82 Eylül’den itibaren dönen gerillaların hepsini Karasungur arkadaşla Agit arkadaş karşıladı, yerleştirildiler, 82-83 kışında hazırladılar. Bundan sonra da 83 baharından itibaren gerillanın Kuzey Kürdistan’a görevlendirilmesinde yönetim düzeyinde yer aldı. Birimleri gönderdi.
AGİT HEVAL 37 YILLIK SAVAŞIN KOMUTANIDIR
Bu operasyon deniliyor ya, şimdi de geçen KDP’liler de açıklıyorlardı. Mayıs’ta 83’te operasyonu olup Türk ordusu Habur’dan girince Botan’a geçti. Botan’da belki isyan çıkar, katılabiliriz amacındaydı. 83’te Botan Garzan alanlarını gördü, denetledi oradaki birimleri. 84 Baharı’nda da partinin yeni planlaması temelinde pratik eylemliliği geliştirmek üzere Botan sahasında görev aldı. Bu görev daha sonra 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği Komutanlığı olarak somutlaştı, Eruh eylemini yapma biçiminde somutlaştı. Bunları gerçekleştiren oldu. Yani 83’te o sahalarda birimlerin denetlemesi. 84’te Eruh eylemi ile birlikte gerillanın ilk kurşunun sıkılmasını komuta etti. 84 güzünde Botan savaştı onun devamında.
Sonra önderlik sahasına gitti. Önderlikle sonuçları değerlendirdi. Önder Apo’yla resimleri var. Bu resim o zaman çekilmiştir Önderlik sahasında 85 Nisanı’nda tekrar geldi, Botan’a geçti. 85 Botan Savaşı’nın komutası düzeyinde yer aldı. 28 Mart 86’da Gabar’da pusuda şehit düştü. Bir tarihçe olarak kısaca insan bunu söyleyebilir. Yani tanımak lazım. Bu süreçleri bilmek gerekli. Yani Agit kişiliğini tanımak lazım. Dikkat edilirse yaşamı sürecinde de komutanlık yaptı. Pratik hazırlıkları yaptı, Başur’da, Rojhilat’a, Bakur’da yaptı. Yani ilk üstlenme hazırlıklarını yaptı. Arkasından 15 Ağustos eylemine komuta etti. Ardından da şehit düşene kadar savaşı yürüten birliğin komutanıydı.
Aynı zamanda Botan’da bütün gerillanın komutanıydı. Yönetim Kongre için çekilmişti. Sadece Bakur’da komuta göreviyle Agit arkadaş kalmıştı ve o görevi de yürütürken şehit düştü. İşte 37 yıllık bir savaşın komutanıdır. İki yıl hazırlık yaptı öncesinde. İki yıl da bu savaşı fiili komutanlığını yaptı. Yani 35 yıldır da Agit komutasında insanlar ruh, cesaret kazanıyorlar. Bilinç, örgütlülük ediniyorlar, eyleme geçiyorlar. Savaşıyorlar. Bu bir gerçek.
BİLİNÇLİ, İNANÇLI BİR MİLİTAN
Şimdi biz birçok kez aktardık. Kitaplarda yazılıyor. Zaman olsa daha çok aktarılabilirdi. Ama gerçekten de Agit kişiliğini tanımak lazım. Arkadaşlar geçen programlarda değerlendiriyorlardı. Çok önemli. Her şeyini gerilla çalışmasına, hazırlığına veren, ruhunu, bütün yoğunlaşmasını gerillayı geliştirmek için harcayan bir kişilik. Böyle yapması da emirle şununla bununla olmuyor. Özgürlüğe inancından, Kürt varlığına bağlılığından, Kürdistan toprağına bağlılığından ileri geliyor. Yurtseverliğinden, devrimciliğinden, özgürlükçülüğünden, Önderlik çizgisine bağlılığından, inancından ileri geliyor. O inanç da bilinçten ileri geliyor. Böyle bir bilinçli ve inançlı bir kişiliktir Agit arkadaş.
Elbette herkeste olan bazı özellikleri de vardı. Bunları hepimiz biliyoruz ama Agit arkadaşta olan, başkalarında o kadar çok olmayan özellikler var mıydı? Mesela gerçekten de bilinç ve inanç üzerinde yoğundur. Yani inanmadan bir şey yapmıyordu. Bilerek yapıyordu, isteyerek yapıyordu. Öyle emirle çalışan bir yaklaşımda değil, memur filan değil. Yani bilinçli, inançlı bir militan. Böylece çalışıyor. Diğer yandan zamanını çok iyi değerlendiren bir insandır. Zamanı boş geçiren, boş sohbetçi öyle rastgele hareket eden bir kişilik değildi. Son derece saygılıydı insanlara karşı, disiplinli.
Sürekli düşünen, okuyup araştırdığı kadar. Her şeyi yaparken sürekli planlayan, örgütleyen, yapan. Dolayısıyla söz olarak da, yaşam, eylem olarak da kendini iyi planlayan birisiydi, böyle bunun üzerinde çalışıyordu. Yoğundu yani. Yoksa öyle bir fizik gücü yoktu. Evet judo öğretmişti. Bireysel bir kavgacılığı vardı, silah kavgacılığı vardı. Silah kullanmayı öğrendi. Ama öyle fizik güç hareket eden birisi değildi. Teknik ve taktikle hareket etti. Onun tarzı yani 24 saat gerillacılık tarzıydı işte. 24 saat yaşam üzerinde, savaş üzerinde yoğundu. Üzerinde duruyordu. Düşünüyordu. Yani gerçekten de bireysel hırsları şeyleri olan bir kişi hiç değildi. Agit arkadaş savaşçı olması gereken yerde savaşçı komutan olması gereken yerde komutan alt komutan olacaksa komutan. Yani olduğu yerde zorluklar neler, ne tür görevler düşüyorsa onu üstlenen ve yapan birisiydi. Böyle bir kişilik özelliği vardı.
SAVAŞIN YÜKÜNÜ OMUZLAYAN AGİT ARKADAŞIN SAVAŞ KOMUTANLIĞIYDI
Amacın gerçekleşmesi onun için esastır. Zorlukları irade ile yeniyordu, eğitimle yeniyordu, bilinçle yeniyordu. Taktik yaratıcılıkta yeniyordu. Agit arkadaş hem komutandı, hem savaşçıdır. Bir çizgidir Agit komuta çizgisi, saptırıldı sonradan. Çetecilik saptırdı, Önder Apo çok üzerinde durdu o saptırmaların. Onu çok iyi bilmek lazım. Tehlikeli bir durumdu o saptırma. O komuta özelliklerinin bozulması istendi ki çünkü o komuta özellikleri hakim oldukça gerilla yenilmez oluyordu, 84 15 Ağustos’ta eylem oldu. 86 Mart ayına kadar da savaş yürüttü. Birliğinde kendisi şehit düştü. O da kendi bіrlіğі değil şehit düştüğü birlik. Toplantı için geliyorlardı başka arkadaşlar. Yoksa savaş için örgütlediği birlik olsa öyle şehit düşmesi, bu tarzda bir pusuya düşmesi zordu.
Her şeye çok dikkat ediyordu. Çok kurallıydı bu anlamda. Yani nasıl dogmatik kalıpçı değil ama yaratıcı bir biçimde disipline, düzene, hele hele askeri şeylere çok bağlıydı. Öyle yürütüyordu. Bir şehit vermedi yani, Agit arkadaşın birliğinde öyle bir şey olmadı. O iki sene boyunca en çok eylemi yapan savaşa giren komutandır. Hatta savaşı omuzlamış diyelim. Onun dışında da olmadı mı savaş oldu tabi. Kürdistan’ın her tarafında Zagros’tan, Amed’e, Dersim’e kadar hatta Toroslar’a kadar gerilla yayıldı. Ama savaşın yükünü omuzlayan Agit arkadaşın savaş komutanlığıydı. Bu önemli yani. Daha sonra o çetecilik bozdu onu fiziki güce indirgedi. O ciddi bir saptırmadır. Agit arkadaş sakin bir insandı da. Öyle çok tepki duymaz, öfkelenmez, düşünür anlar ona göre yaklaşım gösterirdi. Eğiticiliği, örgütleyiciliği, pratikte yardımcı oluşu, çünkü komutanlık yapıyor. Komutan olmak demek birçok savaşçıya eğitim vermek demektir, ulaşmak demektir. Böyle olunca herkes tarafından seviliyordu tabii. Herkes birliğinde olmak istiyordu.
Çaba harcıyordu, şunu söyleyebilir insan deneme yapıyordu. Günlüklerinde vardır denemeleri. Yaşanan zorluklar, ortaya çıkan engeller, ruhsal olarak düşünsel, pratik olarak engeller bunların hepsi üzerinde kafa yoruyor, araştırıyordu. Agit arkadaşla yaşamın hepsi bir anı doluydu. Yürümekte en çok zorlanandı mesela. Bazen öyle takılıyorduk. Herhalde düz tabanlı. Bazı arkadaşlar öyledir, biz o zaman öyle olup olmadığını bilmiyorduk. Yani 82-83 kışındaki hazırlıklarda epey hazırlandı. Biraz çaba harcıyordu da. Zor teorisi derler ya. Çivi çiviyi söker Önderlik diyordu. Faşist, soykırımcı zoru devrimci zor söker. Dolayısıyla onun üzerinde tartışmalar vardı. O odun kırıyordu bir defa. Büyük bir odun, zorlanıyordu. Ben dedim bizde derler ki odun odunu yarar, ahmak kendini yorar. Sen baltanla değil odunla şey edeceksin. Tarif ettim, vurdu, parçalanınca dedi ki demek ki devrimci zor da böyle yapacak, düşmanı parçalayacak. Hazırcevap olarak oradan bir sonuç çıkardı.