Duran Kalkan: Faşizm yıkılacak, birleşik devrim kazanacak

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, HDBH ve bileşenlerinin seferber olması halinde içeride ve dışarıda tüm imkanlarını tüketen AKP-MHP faşizminin tarihe gömüleceğini söyledi.

HABER MERKEZİ – “Türkiye’nin bütün imkânlarını kullanmış, sevk etmiş ama hepsini tüketmiş bir artık AKP-MHP’nin pazara, savaşa süreceği hiçbir gücünün kalmadığını söyledi. Kalkan, “Satacağı kadar sattı, kendisini pazarlayacağı kadar pazarladı, verebileceği kadar bütün tavizleri verdi. Artık hiçbir şey kalmadı. Suriye’de, Irak’ta, Ortadoğu’nun her yerinde başarısız kalmış, yenilgiye uğramış bir politik duruştur. Ne Rusya’ya yaranabilir ne Amerika’ya. AKP-MHP faşizmi için artık sonun görüldüğü bir süreçtir ama şu da görülmeli; hiçbir şey öyle kendiliğinden de çökmüyor. HDBH ve bileşenlerinin asgari düzeyde yürüteceği bir anti faşist direniş, AKP-MHP faşizmini çökertecek, tarihe gömecektir. Her türlü mücadele yöntemi kullanılacak” dedi.

Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin (HBDH) kuruluş ilanında yer alan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Kalkan, 4. mücadele yılına girilirken HBDH’la ilgili soruları yanıtladı.

HBD-H, 12 Mart 2016’da Medya Savunma Alanları’nda kuruluşunu ilan etti. Siz de kuruluşunda yer alan bir isim olarak geçen üç yılı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açıklamayı Ulaş ve Delal arkadaşlar yapmışlardı. Her ikisi de şehit düştü. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle Ulaş ve Delal yoldaşları saygıyla anıyorum. Çok kısa sürede bir şehitler hareketi olmayı başardı. Dolayısıyla HBDH kuruluşu, ilanı, kuruluşta yer alan ilkelerin gerekleri mutlaka başarılmayı gerektiren birer emir haline geldi. Şehitler emrine dönüştü. Bu geçen üç yıl içerisinde de 12 Eylül faşist askeri rejimin günümüzdeki en bütünlüklü somutlaşması olan AKP-MHP faşizmine karşı en bütünlüklü, dinamik, radikal mücadele yürüten hareket HBDH oldu. Bütün eksikliklerine, zayıflıklarına rağmen etkili oldu. Yaşanan gerçeklik budur. Kurucuları, ilan edicilerinden başlamak üzere bu üç yıl içerisinde yüzlerce şehit verdi. Kürdistan’da, Türkiye’de faşizme karşı direndi, savaştı; AKP-MHP faşizmini sürekli darbeleyerek çöküş noktasında tuttu. Bununla da yetinmedi, bölgesel düzeyde de gelişmeler üzerinde rol oynayan bir hareket olmayı başardı. Özellikle Kuzey-Doğu Suriye’de DAİŞ faşizmine karşı mücadelede çok önemli bir rolün sahibi oldu. QSD güçlerini savaş meydanlarında en güçlü destekleyen hareket olmayı başardı. Savaş arkadaşlığı yaptı, siper yoldaşlığında bulundu. Kadın-erkek bu savaşta 40’tan fazla şehit verdi.

Böylece küresel sermaye düzeninin bölgesel düzeyde halkların başına bela etmeye çalıştığı faşist çetecilik karşısında en güçlü, iddialı duran, radikal mücadele yürüten her türlü faşist egemenliğe, kapitalist sömürüye karşı bölgesel düzeyde özgürlük ve demokrasi isteyen, başta kadın özgürlüğü olmak üzere, halkların özgürlüğünü, dillerin, kültürlerin özgürlüğünü öngören, demokratik sistemi savunan en tutarlı hareket oldu. HBDH’nin üç yılını bu temelde değerlendirmek lazım. Bunlar az bir olay, mücadele değildir. İstanbul’dan Karadeniz’e, Suruç’tan Reqa’ya, Serhat’tan Çukurova’ya kadar geniş bir coğrafyada siyasi ve silahlı direniş yürüten, faşizm karşısında özgürlük ve demokrasiyi en güçlü, etkili sağlam bir biçimde savunan bir devrim hareketi olmayı başarmıştır. İşin bir boyutu ve esas yanı bu. Diğer yandan başlangıçtaki ilkelerini korumuş, geliştirmiş, mümkün olduğu kadar örgütsel sistem haline gelmeye çalışmış bir hareket de olmuştur. Bu konuda başlangıçta soru işareti oluşturan birçok husus esas olarak aşılmıştır. Bu soru işaretleri de daha çok bu alandaki olumsuz pratiklerden kaynaklanmaktadır.

İTTİFAK YAPILABİLECEĞİNİ GÖSTERDİ

Bir yandan ilişki, ittifak çeşitli güçler arasında, devrimci siyasi güçler, toplumsal kesimler arasında gereklidir denilmesine rağmen sağlıklı, ilkeli hiçbir uzun ömürlü ittifakın yaratılamadığı bir coğrafyada üç yıl boyunca örgütsel duruşunu, ilkelerini koruyan, geliştiren bir özelliğe sahip olmuştur. Bu bakımdan da aslında çok fazla uzun ömürlü olmaz yaklaşımlarını kırabilmiştir. İlkeli yaklaşılırsa, dürüst olunursa, özellikle sözlü ve yazılı olarak ifade edilen ilkelere ve amaçlara tutarlılıkla bağlı kalınırsa, her türlü görüş ayrılığına rağmen farklı hareketlerin asgari müştereklerde birleşerek ittifak yapabileceklerini, ortak örgütlenip birlikte mücadele yürütebileceklerini kanıtlamıştır. Bu da önemli bir durum oluyor. Aslında biraz da özellikle sol-sosyalist devrimci hareketlerin kaderi gibi gösterilen bölünme, parçalanmayı aşmada çok önemli bir deneyimi ifade ediyor. Bu üç yıllık pratik bu konuda da oldukça öğretici, önemli, anlamlı. İttifak yapılabileceğinin, birlikte mücadele edilerek ortak kazanılabileceğinin yolunu göstermiştir. Bu çerçevede farklı örgütlerin, hareketlerin birbirlerini daha iyi tanımaları, daha çok yakınlaşmaları, yoldaşlaşmaları, ortak örgütlenip iş yapmada birbirine daha yakın, birbirini daha çok anlayan konuma gelmelerini sağlamıştır, bu da önemli bir kazanım. Bu noktada da HBDH’nin üç yılı Türkiyeli sol-sosyalist hareketi, devrimci güçlerin pratiği açısından önemli bir tecrübe birikimini ifade ediyor. Bu gerçekliği de görmemiz lazım.

HATA VE EKSİKLİKLER DE VARDI

Fakat özeleştirel de yaklaşmak lazım. Aralık sonunda yapılan Genel Konsey toplantısı da bu konular üzerinde epeyce durmuş, geçen pratiğin eleştirel-özeleştirel sorgulamasını yapmıştı. Şimdi üç yıllık pratik tamamlanırken 3. yıl dönümü yaşanır, resmi ilanının 4. yıl dönümüne girmeye hazırlanırken tabi geçmiş üç yıllık pratiğe eleştiri-özeleştiri temelinde bakmak, irdelemek, yapılanların, başarıların derslerini çıkartmak kadar, yapılamayanların, hatta ve eksikliklerin de derslerini çıkartarak 4. yılda bu dersler temelinde hem daha doğru hem de daha başarılı bir pratiği geliştirmek gerekiyor. Bu çerçevede ele aldığımızda eleştiri-özeleştiriyi geçtiğimiz üç yılın, genel olarak Ortadoğu’da 3. Dünya Savaşı denen süreç çerçevesinde yaşananlar, özel olarak da Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan yoğun mücadele ve bu mücadelenin devrimci örgütlenme ve eyleme geçme açısından taşıdığı çok elverişli imkan ve fırsatlar çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

HBDH’nin var olduğu ve mücadele ettiği bu üç yıllık süreç öyle normal bir süreç değildi. Olağanüstü özellikler taşıyan, adına dünya savaşı denecek düzeyde Ortadoğu’da çelişki ve çatışmaların yoğun olduğu bir süreçti. Bu da bölgenin her alanında olduğu gibi özellikle Türkiye ve Kürdistan’da halkları eğitme, bilinçlendirme, örgütleyip devrimci pratiğe çekme bakımından son derece objektif bir ortam sunuyordu. Bu ortamın içerdiği büyük imkanlar ve fırsatlar vardı. Çelişki ve çatışmaların yoğunluğu, toplumsal kesimleri; başta kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler olmak üzere bütün ezilen kesimleri daha fazla arayışa ve mücadeleye itiyordu. Bu imkan ve fırsatların devrimci cephede doğru ve yeterli kullanılması gerekiyordu. Buradan baktığımızda söz konusu imkan ve fırsatların örgüt ve fırsatlara dönüştürülmesi, halkların bilinçlendirilme ve eğitilmesinin bu düzeyde geliştirilmesi bakımından yeterli olmadığını görüyoruz. Ciddi eksiklikler var, yapılması gerekip de yapılmayan görevler var.

YERİNE GETİRMEDE SORUN YAŞANDI

Aslında HBDH’nin göremediği, bilince çıkaramadığı hususlar var desek doğru olmaz. Bu üç yıl içerisinde örgütsel sistemini sürekli işletmiştir. Genel Konsey toplantılarını, Yürütme Komitesi toplantılarını, Ortak Komutanlık toplantılarını, Kadınların Birleşik Devrim Hareketi çalışmalarını sistemsel işleyiş bakımından çok fazla engelle karşılaşmadan yürütmüştür. Geliştiremediği bir örgütsel sisteme kavuşturamadığı hareket Birleşik Gençlik Mücadelesi olmuştur. O konuda gerçekten ciddi bir eksiklik yaşandı. Hala da tamamen aşılabilmiş değil. Fakat onun dışında sistemli bir örgütsel çalışma yürütmüştür. Bu sistem dahilinde sürekli toplantı, tartışma, kararlaşma halinde olmuştur. Bu toplantı ve tartışmalarda nelerin nasıl yapılması gerektiği konularında ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmiş, tartışılmış, plan ve karar haline getirilmiştir. Bu anlamda süreci anlamada, görev ve sorumlulukları görmede aslında çok fazla bir yetersizliği olmamıştır. Yetersizlik eleştirilip, özeleleştiriyle düzeltilmesi gereken yan aslında görülüp kararlaştırılan, planlanan görev ve sorumlulukların gereklerini pratikte yerine getirmede ortaya çıkıyor.

HALKI ÖRGÜTLEMEDE DAR KALDI

Pratik tarz, üslup, tempo haline gelmede yetersizlik var. Zayıflık, dar, tutucu, erteleyici yaklaşımlar, ağır hareket etme var. Daha doğrusu dar bir örgütsel yapı kazanılmış, bu dar kabukları kırarak birlikte daha geniş kitlelere açılma ve daha aktif mücadeleye yürümede bir zayıflık, ürkeklik, var olanı koruma, savunma refleksinde aşırı düzeye gitme yaşanan bir gerçeklik oldu. Bu çerçevede bir yanı ile faşizme karşı en etkili savaş yürüten, aslında tutarlı bir biçimde en güçlü savaşımı veren hareket olmasına rağmen bu savaş halkı bilinçlendirme ve örgütlemede dar kalmıştır, yetersiz kalmıştır. Savaşta gösterilen cesaretin, fedakarlığın, gözü pekliğin, fedailiğin gerektirdiği düzeyde bir halklaşma, örgütsel genişleme, büyüme gücünü gösterememiştir. Bu konuda özellikle Türkiye kentlerinde, büyük metropollerde çok daha etkili bir anti-faşist hareketi olma imkânı varken ve temel görevde bu iken bunun yeterince başarıldığı söylenemez. Birçok kez anti-faşist direniş hareketi haline gelme, birleşik direniş güçleri örgütleme, faşizmi günlük olarak devrimci eylemlerle darbeleme gerekli görülüp kararlaştırılmış olmasına rağmen böyle bir pratik içerisine girme adımları atılamamıştır.

METROPOLLERDE ETKİLİ OLUNAMADI

Aslında bu cesaret sorunu olarak görülemez. Çünkü diğer alanlarda faşizme karşı savaşmaktan geri kalmayan bir hareket söz konusu. Yeni alanlara açılmada daha cüretkâr, cesaretli olması gerekirken, onun gösterilemediği söylenebilir. Daha çok da tarz tutturmada, yaratıcı olmada, küçük imkânlarla büyük gelişmeleri yaratacak bir tarzın sahibi olmada, bu konuda bir ortak iş yapma tutumunun daha etkili, hızlı işletmede bir zayıflık yaşanmıştır. Bu bakımdan aslında metropollerde de anti faşist direnişin güçlü geliştirildiği geçen üç yıllık süreç olsaydı, DAİŞ faşizminin yenilgisi gibi AKP-MHP faşizminin de yenilip tarihin çöp sepetine atıldığı bir sürece ulaşılmış olabilirdi.

TAM BİR ZAFERE GİDİLEBİLİRDİ

Kuşkusuz faşizm bu mücadeleyle darbelendi, Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü çöküş ve çözülüş sürecinde, bunu kendileri de ifade ediyor. Böyle bir duruma gelmelerinde HBDH mücadelesi belirleyici rol oynuyor, bu da bir gerçeklik. Bu süreçte tam bir zafere gidilebilirdi, faşizm kesin yenilgiye de uğratılabilirdi. HBDH’nin örgütleniş, pratiğe yürüyüş mantığında, hedefinde kesinlikle bu vardı. Ortaya çıktığı koşullar devrimci demokratik güçlerin önüne bu görevi koyuyordu. Bunu rahatlıkla gerçekleştirebilir, en azından eşiğine getirebilirdi. İşte belirttiğimiz dar, tutucu, yaratıcı olamayan, değişikliklerden ürken, biraz aşırı savunmacı, çok ihtiyatlı yaklaşımlar aslında fazla koruyucu olmadığı gibi, geliştirici de olmamıştır. Bu üç yıldan çıkarttığımız en önemli ders bu oluyor. Bu bakımdan 4. yıla girerken kuşkusuz değerlendirme gücü korunacak ama pratikte daha cesur, daha atak, daha yaratıcı olmak gerekiyor.

BÜYÜTMEDEN VAR OLAN SAVUNULAMIYOR

Bu üç yıllık pratikte şunu gördük; büyütmeden, geliştirmeden, yeni şeyler eklemeden var olanı savunmak da mümkün değildir. Ancak var olanı, kazanımları korumak, savunmak, pekiştirmek yeni kazanımlar yaratmakla mümkün oluyor. O da açılımcı olmak, yeni örgüt ve mücadele biçimlerini geliştirmek, ona adım atmak, bu anlamda büyümekten, kitleselleşmekten, geniş kitleleri harekete geçirmekten korkmamak, çekinmemek, ürkmemek, böyle büyük bir devrim mücadelesini göze almaktan geçiyor. Bu dersleri çıkartıyoruz. İnanıyoruz 4. mücadele yılında HBDH böyle bir açılımı sağlayacak ve AKP-MHP faşizmini tarihe gömecek.

TOPLUMUN GIRTLAĞI SIKILIYOR

Bu kadar saldırının olduğu, savaşın bu kadar sirayet ettiği bir dönemde Türkiye toplumunun siyasi, toplumsal açıdan durumunu nasıl görüyorsunuz?

Artık çok geniş kesimler mevcut faşist baskı ve terörü, sömürüyü çok yüksek sesle ifade ediyorlar, o noktaya gelindi. Sivas’taki konuşmasında Tayyip Erdoğan’a bu temelde açık müdahalelerde bulunuldu. Şu ortaya çıkıyor. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Toplumun gırtlağı sıkılıyor. Bu düzeyde bir ekonomik kriz var. Siyasi, ekonomik kriz. Aslında düşünsel kriz, psikolojik kriz vardır. Böyle bir baskı ve sömürü altında toplumun sırtına deyim yerindeyse bir deli gömleği geçirilmiş gibi sıkıldıkça sıkılıyor, sömürüldükçe sömürülüyor, ezildikçe eziliyor. Geçen süreçte bu tür durumlara bazı aydın çevreler, akademisyenler tepki gösterdiler, karşı çıktılar. AKP-MHP faşizmi bunların üzerine çok sert gitti. Giderek kadınlar belli bir düzeyde örgütlenip tacize, tecavüze, katliamlara karşı seslerini yükseltmek istediler. Faşizm onlar üzerinde de gizli-açık baskı terör uygulamalarını fazlasıyla geliştirdi.

CÜRETLİ ADIMLAR ATMAK LAZIM

Şimdi daha çok yoksul kesimlerin, işçi, emekçilerin itirazlarının yükselmeye başladığı bir süreci yaşıyoruz. Çünkü gerçekten de yokluk ve yoksulluk had safhada, pahalılık çok, enflasyon yükseliyor, kitlelerin alım gücü fazlasıyla düşmüş durumda. Böyle bir durumda tabi tepki hareketleri gelişiyor, gelişecek. Faşizm bunları şiddetle bastırıyor, göz açtırmamaya çalışıyor ama cesaretli olmak gerekiyor, cüretli adımlar atmak lazım. Faşizme karşı direnilmezse, mücadele edilmezse faşizm yine saldırıyor, sömürüyor, eziyor, yıkıyor. Dolayısıyla suskunluk çare değildir, çözüm değildir. Baskı ve sömürüyü azaltmıyor, tersine daha çok arttırıyor. O halde daha çok direnmek gerekli. Toplumsal yapı bunun bilincine daha çok varıyor. Aslında bu konuda toplumu en çok olumsuz etkileyen yan Kürdistan’da yaşanan savaşın, AKP-MHP faşizminin Kürdistan’a dayattığı katliam ve sömürünün Türkiye’ye ters taşırılması oldu.

FAŞİZMİN MASKESİ DÜŞÜYOR

Bir yandan bin yıldır birlikte yaşayan bir toplumsal kesimi en vahşi yöntemlerle katlederken, diğer yandan bunu devletin bekası, ‘birliğimizi bölen teröristlere karşı mücadele’ biçiminde yansıtarak ırkçı, şoven, milliyetçi duygu ve düşünceleri kabarttı, toplumu aldattı. Uyguladığı ağır faşist baskı, terör ve sömürüyü bununla gizlemeye çalıştı. Bu şoven milliyetçi duyguları körükleyerek, geliştirerek belli ölçüde başarılı da oldu. Ama artık onu yapamıyor. O konuda da bir çözülme, faşizmin maskesinin düşmesi gibi bir durum yaşanıyor ki daha fazla bu toplumun direnişe geçmesi kesinlikle gereklidir. Böyle bir ortamda bu kadar açık faşist baskı, terör, sömürünün olduğu bir ortamda, ekonomik, siyasi krizin yaşandığı bir ortamda ezilenler, kadınlar ve gençler, işçi ve emekçiler suskun kalamazlar, kalmamalılar. Daha fazla anti faşist direnişe yönelmeleri gerekiyor.

GENÇLİK ARTIK BU DURUMU KIRMALI

Aslında bu konuda en çok gençliğin eleştirilmesi lazım. Bu kadar üniversite öğrenim gençliği var, orta öğrenim gençliği var, aydınlanıyorlar, dinamiktirler, gerçekleri görüyorlar ama faşist baskı ve terör karşısında bu kadar bilinçsiz, örgütsüz ve suskun davranamazlar. Faşizmin psikolojik savaş kapsamında yönlerini başka yöne çevirmesine, onları uyutmasına, toplumsal sorunlardan uzaklaştırılmasına razı olamazlar. Öyle bir ortamda kalamazlar. Bu kadar baskı, sömürüye katliama göz yumamazlar, bu gençlik ruhuna, bilincine, inancına, dinamizmine uygun değil. Bu bakımdan gençlik üzerinde özel bir savaş politikası uygulandı. Gerçeklerden uzaklaştırılmaya çalışılan, uyutulmaya çalışılan bir tutum içinde olundu, gençlik artık bu durumu kırmalı, görmeli, daha sorgulayıcı olmalı.

Türkiye gençliğinin geçmişi şanlıdır. Dev-Genç gibi bir geçmişi var. Halkı bilinçlendirme ve örgütlemeye, devrime çekmeye öncülük etmiş, emperyalizme sömürgeciliğe karşı kahramanca eylemler yapmış bir gençliğin günümüzdeki devamı oluyorlar. Mahirleri, Denizleri, İbrahimleri bağrından çıkartan bir gençlik bu. Dolayısıyla şimdi faşizme böyle boyun eğen, faşizm temelinde yönlendirilen bir gençlik olamaz.

Yine işçi ve emekçiler açısından durum benzerdir. Geçmişte büyük eylemler yapmalarına rağmen şimdi belli bir baskı uygulanıyor diye var olana razı olamazlar, suskun kalamazlar. O yöntemin çare olmadığı, baskı ve sömürüyü azaltmadığı ortaya çıkmıştır. O halde direniş kazandıracak, faşizme karşı mücadele kazandıracak. Bu gerçeğin görülmesi lazım.

SUSKUNLUK DAHA FAZLA TERÖR GETİRİR

Kadın bilinçlenmesi ve örgütlenmesinde belli bir düzey var, bir bilinç oluşuyor. Fakat dardır, toplumun yarısı kadındır. Bu kadar baskı, taciz, tecavüz, katliam var. Bu kadar toplumsal yaşamdan uzaklaştırılma, dıştalanma gerçekliği var. Bunlara karşı dar tepkiler yeterli değil, sonuç vermiyor. Kadın özgürlük hareketine, özgürlük mücadelesinin gelişmesinde daha ideolojik yaklaşmak gerekiyor. Bazı hakları elde etmek için bir tepki hareketi değil de bir özgürlük devrimi haline gelmesi lazım; bilinç olarak, örgütlülük olarak, kitleselleşme ve eyleme geçme bakımından. Kadın kurtuluşu bununla mümkün. O dar, bireyci, küçük burjuva tepki hareketleri belli ki istenilen sonuca götürmüyor. Bu bağlamda kadınların da kendi mücadelelerinden de ders çıkartarak özellikle Kürdistan’da gelişen kadın özgürlük devriminin çizgisini, pratiğini daha doğru anlayıp, onunla daha güçlü birleşerek aslında Türkiye Demokratik Devrimini güçlü bir biçimde öncülük edecek, onu gerçekleştirecek devriminin geliştirilip örgütlenmesi mümkündür. Kadın Özgürlük Hareketinin de böyle bir düzeye gelmesi lazım. Bir bütün olarak toplumsal harekette yükselme gerekiyor. Faşizme karşı daha etkili duruş ve direnç gerekli. Çünkü bıçak kemiğe dayanmıştır. Suskunluk daha fazla baskı ve terör getirir, sömürüyü artırır. O halde daha cesur, daha fedakar olmak, bu temelde daha çok mücadeleci olmak gerekir.

ERDOĞAN İTİRAF ETMEK ZORUNDA KALDI

Türkiye’de üstü örtülmeye çalışılsa da ciddi bir ekonomik kriz var. Bu krizin nedenlerini açabilir misiniz?

Toplumu bu duruma getiren yaşanan ekonomik krizdir. Bu kadar baskı, sömürüye maruz kalmasına yol açan, bu kadar ezen, sömüren gerçeklik budur. Gerçekten büyük bir ekonomik kriz var. Bunu geçen süreçte AKP-MHP faşist yönetimi saklamaya, gizlemeye çalıştı. Tayyip Erdoğan bir sürü demagojiyle üstünü örtmeye çalıştı. Bazı araştırılıp gerçekleri ortaya çıkartılmayan rakamlar vererek böyle bir şeyin olmadığını göstermeye çalışan demagojik açıklamaları oldu ama şimdi artık takke düştü kel göründü, maskeler tümden düştü, hiçbir şey gizlenemez hale geldi. Toplum bunu ortaya koydu, koyuyor. Her fırsatta açıklamalar oluyor, Tayyip Erdoğan’a en son mitinginde de bu temelde yönelim oldu. Çok ilginç itiraf etmek zorunda kaldı. Hem kriz olduğunu, hem de yaşanan ekonomik krizin temel nedenini; evet bir ekonomik kriz var ama onun altında siyasi kriz vardı, siyasi kriz ekonomik krizi getiriyordu. Bunun nedenini mermi olarak gösterdi. Pazarda, sebzenin, meyvenin fiyatı çok yüksek olduğunu söyleyen insanlara merminin fiyatı nedir biliyor musunuz, dedi Tayyip Erdoğan. Toplumun mermi diye bir sorunu yok. İnsanların meyve, sebze, ekmek sorunları var, eğitim sorunları var, mermi Tayyip Erdoğan’ın sorunudur. Dolayısıyla tabi toplum bunu reddetmeli, topluma o merminin kazandırdığı hiçbir şey yok. Tersine kaybettiriyor.

KRİZİN SEBEBİ MERMİ SİYASETİDİR

Ama şu ortaya çıktı. Toplumun gündemi ile Tayyip Erdoğan’ın gündemi farklıdır. Tayyip Erdoğan’ın gündemi mermidir, toplumun gündemi ekmektir, meyvedir, sebzedir, yiyecektir. İnsanlar açlıktan ölüyor, yaşam sınırlarının altında yaşıyor. O kadar imkanı olan bir ülke bu duruma getirildi. Çünkü her şey durdu, tarımı-hayvancılığı yok etti. Ciddi bir sanayi üretimi yok. Her şeyi dışarıdan ithal ediyor, çok derin bir ekonomik kriz var ve bu öyle dışa bağlı bir durumda değil. Elbette kapitalist sistemin bir krizi var. Türkiye’deki sistem de dünya kapitalizmine bağlı, dolayısıyla o krizin etkileri var. Türkiye’de biraz daha artıyor denemez. Öyle değil, Türkiye’deki kriz farklıdır. Genel dünyada yaşanan ekonomik krizin çok çok ötesindedir. Ondan çok ileri düzeyde bir derinliğe ve genişliğe sahiptir. Neden? Mermiden dolayı. Cevabı Tayip Erdoğan verdi, Allah söyletti gerçekten de. Çok net ortaya koydu, herkes anlamalı. Demek ki mermi Türkiye’deki insanı aç bırakıyor, gırtlağını sıkıyor, ölümle yüz yüze getiriyor. Ama bu mermiden dolayı silah fabrikatörleri de zengin oluyor. O mermi siyaseti Amed’de, Van’da, Hakkâri’de Kürt’ü öldürüyor. Efrîn’de, Minbic’de Kürt’ü, Arap’ı öldürüyor. Irak’ta Kürt’ü, Arap’ı öldürüyor. Türkiye’de, İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da insanları açlıktan ölür hale getiriyor ama Albayrak şirketi de sömürüyü her yıl on kat arttırıyor. Maliye Bakanı Lord olacak neredeyse. Enişte o hale geldi. Bazı dost, akraba çevreleri, silah fabrikatörleri bu dönemde en çok kazanan, karını katlayan bir gelişmenin sahibi oldular. Kürt’ün katledilmesinden Türk’ün açlıktan ölüm sınırına getirilmesinden kazanan bazıları var. Hısım, akraba çevreleri, bazı zengin çevreler karlarını kat kat arttırdılar. Bu gerçeği görmek lazım. Erdoğan yönetimi böyle bir sistem yarattı, herkes bunu görmeli.

KÜRT DÜŞMANLIĞIYLA AYAKTA DURUYOR

Demek ki bu krizin altında savaş politikası var, mermi politikası var. Türkiye’nin bütün bütçesi, geliri, toplumun verdiği vergilerle toplanan bütün maliye savaşa harcanıyor. Silah üretimine, mermi üretimine harcanıyor ve su gibi kullanılıyor. Bu rejim her gün binlerce kilometrelik geniş alanda sürekli bir askeri saldırı operasyonlarındadır. Peki, neden saldırıyor? Bunu sorgulamak lazım. Bu saldırıyla mı Türkiye toplumu ayakta duruyor? Hayır, hiçbir alakası yok. Toplum yerli yerindedir. Bu saldırıdan dolayı açından ölür hale geliyor. O bakımdan krizin temel kaynağı savaştır. AKP-MHP faşizmi içerde 24 saat siyasi soykırım operasyonları temelinde faşist baskı ve terör uyguluyor. Kürdistan’da da ister Amed’de olsun, ister Rojava ve Başûrê Kurdistan’da olsun 24 saat savaş yürütüyor. Niye? Birincisi, Kürt düşmanıdır, gerçekten ırkçı, şoven, soykırımcı zihniyetleri ve siyasetleri böyledir. İkincisiyse faşist diktatörlüğü bu savaşa dayanarak ayakta tutuyorlar. İşte ayakkabı kutularıyla doldurulmuş dolarları bu savaş sayesinde elde ediyorlar. Buna dayanarak karlarını kat kat arttırıyorlar. Baskıyı, sömürüyü bu savaş politikasıyla yürütüyorlar. Evet, ekonomik kriz var da, kriz toplum üzerindedir. Toplumun yaşamı üzerindedir. Yoksa silah fabrikatörlerinin karı noktasında değil. O noktada karın üzerine kar katma var.

SADDAM’IN NEYİ KALDI, TUZLA BUZ OLDU!

Şunu söylemek lazım; AKP ateşkes ortamında iktidara geldi. Bir şeyleri yapıyor, kalkınma sağlıyor dendi, adını da öyle koydu. Neye dayalıydı bu? Ateşkes ortamına dayalıydı, savaşsızlığa dayalıydı. Kriz çözücüsü gibi çıktı onun altında savaşsızlık yatıyordu. Şimdi savaşı esas alan bir yönetimin tabi ekonomik krizden kurtulması mümkün değildir. Peki, neden buna yöneldi? Çünkü gerçekten o zaman yokluğa karşıyım, yoksulluğa karşıyım, diyordu; orta kesimi gözetiyordu biraz. Şimdi büyük zenginlerin daha fazla zengin olması siyasetini gözetiyor ve başka hiçbir şeyi gözetmiyor. Yani her şeyini sömürüye verdi. Daha fazla hileye, yalana, çarpıp çırpmaya, zengin olmaya verdi. Bu biçimde sömürebildiği kadar sömürmek, zengin olabildiği kadar zengin olmak istiyor, ne yapacaksa artık. Böyle faşist diktatörler başka ülkelerde de böyle yaptılar. Çaldılar, çırptılar, soydular, kanun haline getirdiler, kendilerini büyük bir hazine sahibi kıldılar ama sonun da mesela giderken hiçbir şeyi götüremediler. Hiçbir şey de ellerinde kalmadı. En yakın örnek olarak görülmesinde fayda var. Saddam’ın neyi kaldı, tuzla buz oldu.

KRİZ ÇIKIŞ, BU SİYASETİN YOK EDİLMESİNDE

Şimdi bunu bilmek lazım. Bu savaş politikası ona yol açan, Kürt’ü inkar ve imha zihniyeti ve siyaseti, Kürt’e soykırım dayatan, düşmanlık siyaseti dayatan besbelli ki Türkiye ekonomik, siyasi krizden kurtulamayacak yani faşist diktatörlükten çıkamayacak, demokratikleşemeyecek. Kürt’ün özgürlüğüyle Türkiye’nin demokratikleşmesi etle tırnak gibi birbirine bağlıdır. Krizin aşılması da demokrasi demektir. O bakımdan krizin altında kesinlikle Kürt’ü inkar ve imha siyaseti ve zihniyeti var. Bu savaşa yol açıyor. Savaş ekonomik krizi yaratıyor. Yoklukla, yoksullukla mücadele edenler, ekonomik krizden yakınanlar bunun nedenlerini iyi araştırmalılar. Başka hiçbir yerde de neden bulmamalılar. Tek neden var; Kürdistan’daki soykırımdır, Kürt halkına karşı yöneltilen gerçekten de insanlık dışı, vahşi savaştır. Bu savaşta da AKP-MHP hiçbir kural, hiçbir kaideyi tanımıyor. Hukuk kuralı, ölçü tanımıyor yani sorgusuz-sualsiz insanları hapse doldurmaktan tutalım bombardımanla katletmeye kadar gidiyor. Kürt’ün dirisini katlettiği gibi ölüsüne de saldırıyor. Hiçbir ahlaki kural, demokratik ölçü, hukuk yaklaşımı kalmadığı gibi hiçbir İslami yaklaşım da kalmamıştır. Hiçbir zalim AKP-MHP kadar zulmetmemiştir. İşi o noktaya vardırdılar. Bu krizden çıkmanın yolu bu zihniyet ve siyasetin kesinlikle yok edilmesidir. Kürt düşmanı faşist zihniyet ve siyasetin ortadan kaldırılması lazım.

FAŞİST BASKI İNSANLARI BU NOKTAYA GETİRDİ

‘Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım’ hamlesinin de geldiği düzeyi sormak istiyorum. Çünkü Hareket olarak birçok kez ‘bu hamle aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleştirilmesi hamlesidir’ dediniz. Peki, Türkiye’deki sol-sosyalist, demokratik devrimci güçlerin bu hamleye desteği nasıl?

Öncelikle direnişçileri saygıyla selamlıyorum. Başta Leyla Güven ve Nasır Yağız olmak üzere zindanlarda yüzlerce devrimci, yurt dışında direnen onlarca devrimci yurtseveri, açlık grevi direnişçilerini özel olarak selamlıyorum. Dört parça Kürdistan’da, Türkiye’de dünyanın dört bir yanında söz konusu hamle temelinde günlük olarak eylem halinde olan tüm insanları, kadınları, gençleri, emekçileri selamlıyorum. Başarılı olacaklarına dair inancımı yineliyorum. Son dönemde Almanya’da Uğur Şakar isimli bir yurtsever bedenini ateşe de verdi. Ona da acil şifalar diliyorum. Çok tasvip edilen bir eylem biçimi olmasa da faşist baskı ve terör, soykırımcı saldırının şiddeti ne durumda, toplumu ne kadar etkiliyor, nasıl etkiliyor bunu ortaya koydu. Artık insanları kendini yakacak noktaya getirdi. İnsanlar kedini yakmayı da göze alıyorlar. Yüzlerce gün açlığa yatmayı göze alıyorlar, hücre hücre bedenlerini eritiyorlar. Faşist baskı ve terörün düzeyi insanları işte bu noktaya getirdi. Bu çok önemli bir durumdur. Önemli bir gelişme de sağladı.

TECRİDİ KIRMANIN İKİ SONUCU

Kuşkusuz tecridi kırmak ve faşizmi yıkmak iki temel sonucu doğuracak. Birincisi, Kürdistan’ı özgürleştirmek; ikincisi de Türkiye’yi demokratikleştirmek, bu temelde demokratik Ortadoğu’nun önünü açmaktır. Bunu biz çok iyi biliyoruz. Türkiye’deki faşizm Kürdistan’daki soykırımcı zihniyet ve siyasetten besleniyor. Faşizm de soykırımcılığın doğal sonucudur, bu da tecrit rejimi oluyor. Hepsi Önder Apo üzerinde İmralı da uygulanan baskı ve işkence sistemi olarak ortaya çıkıyor. Bu bir kişi üzerinde ya da bir yerde uygulanan tecrit ve işkence değildir. Bir zihniyet ve siyasettir. Bir yönetim tarzıdır. Dolayısıyla tecrit AKP-MHP’nin yönetim tarzı, yönetim sistemi haline gelmiştir. Bu yasak, baskı, katliam demektir. Faşist baskı ve terör demektir. Kürtlere karşı katliam ve soykırım demektir. İş bu noktaya gelmiştir. Buna karşı başta Kürtler olmak üzere halklar büyük direniş yürüttüler. Bu direniş artık içinde bulunduğumuz süreçte daha örgütlü ve bilinçli hale geldi. Planlı bir hamleye dönüştü. Sadece direnip baskıyı ve terörü kırmayı sağlamakla yetinmiyor, faşizmi yenip demokrasiyi getirmeyi hedefliyor. Zaferi hedefleyen bir direniş hamlesi haline gelmiş bulunuyor. ‘Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım’ hamlesi böyle örgütlü, amaçlı bir hamledir. Kürdistan’ın özgürlüğünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlamayı hedefleyen bir hamledir. Bu bakımdan bu gerçekliği görmek lazım tabi.

ÖZGÜR KÜRDİSTAN, DEMOKRATİK TÜRKİYE İÇİN

Artık insanları bedenlerini açlığa yatırmak, ateşe vermek haline getiren bir faşist soykırımcı diktatörlüğe karşı topyekûn bir özgürlük, demokratik direniş zorunlu hale gelmiştir. İşte hamle böyle ortaya çıkmıştır. Bu bir özgür Kürdistan, demokratik Türkiye hamlesidir. Demokratik Ortadoğu hamlesidir. Kendisini böyle ifade ediyor. Siyasi etkisi bu temelde gelişiyor. Zaten bu anlamda gerçekten de tecridi kırıp faşizmi yıkma hedefiyle en çok Türkiye toplumunu, halklarını kadınlarını ve gençlerini bu ağır faşist baskı, terör, sömürü, işkenceden kurtarmayı hedefliyor. Öyle oldu ki Türkiye’de insanlar sıkboğaz ediliyorlar. Yaşama imkanı kalmadı. Yaşanılır demokratik bir ortamı böyle bir mücadeleyle yaratmak zorunlu hale geldi. İşte hamle böyle bir süreçte ortaya çıktı. Böyle bir özgür ve demokratik yaşamı yaratmayı da hedefliyor. Biz HBDH olarak da böyle ele alıyoruz, sahipleniyoruz. Aslında tecridi kıralım, faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim, Türkiye’yi demokratikleştirelim hamlesi düzeyinde ele alıp yürütüyoruz. HBDH’nin ortaya çıkış mantığı böyleydi. Temel sloganı şuydu; faşizmi yıkacağız, halklarımızı kurtaracağız. HBDH’nin temel sloganı buydu. Temel mücadele felsefesi böyle oluştu. Bu slogan etrafında kuruldu ve üç yıldır da temel mücadelesi bu çerçevede gelişti. Kürdistan’da soykırım olarak kendini dayatan bu faşizmi yıkmak. Bunun için ne gerekiyorsa öyle bir mücadele vermek temel hedefi oldu. Şimdi Diyarbakır zindanında Leyla Güven’in başlattığı, bütün zindanlarda, yurt dışında açlık grevleri ve halk hareketi olarak yayılan hamle, işte böyle bir amacın güncel planda en etkili uygulanması oluyor. Böyle bir mücadeleye gerçekten de bir mesafe kat ettirdi. Daha planlı, örgütlü hale gelmesini sağladı. Daha derin bir içerik kazandırdı.

MÜCADELEDE ZAFERE KİLİTLENMELİ

Şunu ortaya koydu; aslında var olanlar yetersizdir, parçalıdır, örgütlü değildir. Bir de amaca tam kilitlenmiyor. Sonucu tam öngörmüyor, yarım kalıyor, parçalıdır. Dolayısıyla parçalı, yarım mücadelelerle sonuca gidilmez. O halde mücadele edecekseniz doğru etmelisiniz, örgütlü olmalısınız, birlik olmalısınız, zafere kilitlenmelisiniz. Tam sonucu elde etmeye kilitlenmeli oraya yürümelisiniz. İşte Leyla Güven öncülüğündeki tecridi kıralım, faşizmi yıkalım direniş hamlesi bu temelde gelişti ve aydınlattı, gerçekleri ortaya koydu. Eksiklik nerede, hata nerede yapılıyor, doğru nedir, başarının yolu nereden geçiyor, zafer nasıl kazanılacak bunları ortaya koydu ve gösterdi. Biz bu temelde kuşkusuz mücadele ediyoruz, edeceğiz.

HBDH TÜM GÜCÜNÜ SEFERBER EDİYOR

HBDH içinde yer alan bütün hareketler olarak böyle bir hamlenin zaferi için tüm gücümüzü seferber ediyoruz, edeceğiz. Çünkü gün mücadele günüdür. Faşizmi yıkma, özgürlüğü ve demokrasiyi kazanma günüdür. O halde bu günün yüklediği bütün görev ve sorumlulukları yerine getireceğiz. Başka yol yoktur. Bu konuda sorun sadece hareketlerin bir şeye karar vermiş olması değil tabi. Dikkat edilirse böyle bir hamleyi şu hareket bu hareket başlatmadı. Böyle bir hamleyi baskı altında olan insanlar başlattılar. Gerçekten de faşist baskı, sömürü, katliam altında, bıçak kemiğe dayandı, bıçak kemikte diyen insanlar bu konuda en cesur ve bilinçli olanlar, buna dur deme temelinde böyle bir özgürlük yolunu, kurtuluş yolunu ortaya çıkardılar. Böyle tarihi bir mücadeleyi başlattılar. Biz devrimci demokratik güçlere, örgütlere onların en büyüğü ve en geniş ittifakını oluşturan HBDH’ye düşen görev; bu sese kulak vermek, bunu duymak, bu direnişi sahiplenmek, bunu daha örgütlü, bilinçli kılmak. Daha çok kadınlara, gençlere, işçi ve emekçilere yaymak. Toplumu böyle bir direnişe daha çok seferber etmektir. Bunları yapıyoruz. Yapmaya çalışıyoruz. Tüm gücümüzü seferber ederek de yapacağız. Çünkü bu bir ortak mücadele, bütünlüklü bir mücadeledir.

ANAHTAR İMRALI’DADIR

Tecridin kırılması özellikle de İmralı işkence ve tecrit sisteminin kırılmasının Kürtlere nefes aldıracağı, Kürt özgürlüğünün yolunu açacağı, Türkiye’de faşizmin yıkılışının önünün açılacağı net bir biçimde görülüyor. Çünkü her şey İmralı işkence ve tecrit sisteminde kilitlenmiş durumundadır. Anahtar oradadır. Dolayısıyla özgürlükçü demokratik, anti-faşist olmanın tek ölçütü İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı çıkmak oluyor. Bütün gericilik, faşist zihniyetle siyaset İmralı’da Önder Apo üzerindeki baskı da kilitleniyor. Her türlü şovenizm, milliyetçilik bu işkence ve tecrit sisteminden besleniyor. Böyle bir işkence ve tecrit sisteminin kırılması, milliyetçi-şoven sistemi yıkacak, faşizmi yıkacak, sömürgeciliği yıkacak, özgür ve demokratik yaşamın gerçekten önünü açacaktır. Bu bakımdan da tecridi kırmak bütün özgürlükçü ve demokratik gelişmelerin önünü açmak oluyor. Bunun üzerinde kuşkusuz odaklanılıyor. Bu doğru bir odaklanmadır. Bu temelde aslında daha fazla yayılması gerekiyor. Şunu söyleyebiliriz; bunlar teorik olarak doğru ama pratik hale de gelmesi gerekiyor. Bu noktada da zayıflıklar var tabi.

YAPTIKLARIMIZ AZDIR

Biraz eleştiri de gerekli. Çaba harcıyoruz ama yaptıklarımız azdır. Örneğin, böyle bir mücadeleye katılım yetersiz oldu. Zindanlarda bütün devrimci demokratik hareketlerin, güçlerin tutsaklarının tümü birden direnişe geçebilmeli. Bu zafer için gerekli.

Diğer yandan başta İstanbul, Çukurova, Ankara, İzmir gibi Türkiye metropollerinde anti faşist direnişin çok daha güçlü hale gelmesi gerekiyor. Başta kadınlar, gençler, emekçiler olmak üzere bu hamleye katılım gereklidir. Çok değişik biçimlerde mitingler yaparak, protesto ederek, oturma eylemleri yaparak, açlık grevlerine girerek, gençler, kadınlar, işçi ve emekçiler işte bahara geliniyor, Mart ayıdır, direniş ayı, kahramanlık ayı ve yine 8 Mart ve Newroz var. 30 Mart var, Mahir Çayanların yiğitçe direnişe geçtikleri gün ki bütün bunların yaşanması, anlamlı, canlandırılması olarak da gerçekten çok güçlü ve bütünlüklü bir anti-faşist direnişe, bütün kesimlere yönelmesi gerekiyor. Bu konuda eksiklikler var. Biraz böyle seyredici durum var. Türkiye cephesinde, metropollerde ne olacak diye bakılıyor, suskunluk var. Bu yanlıştır.

FAŞİZM KARŞISINDA SUSULMAZ

Genel kuralı bir daha hatırlatmakta yarar var; “Susma, sustukça sıra sana gelecek”. Faşizm karşısında susulmaz. Kaldı ki gelecek bir sıra da yok ortada. Kürt’e dayatılan katliam Türk’e de açlıktan ölme olarak dayatılıyor. Bıçağın kemiğe dayatılması olarak dayanıyor, sıra gelmişte geçiyor anlamına geliyor o halde. Daha somut olmalıyız, daha gerçekçi olmalıyız. Türkiye’nin bütün dinamiklerini içinde bulunduğumuz süreçte direnişe seferber edebilmeliyiz. Gün direniş günü, zafer bu anda kazanılacak, sonrası yoktur. Şimdinin kazanılması gerekli. Bu temelde bu vesileyle HBDH içerisinde yer alan bütün örgütleri, onların kadro ve sempatizan yapılarını direnişe daha fazla sahip çıkma çağrımı yineliyorum. HBDH dışında da tüm özgürlükçü, demokratik, anti faşist cephelerin AKP-MHP faşizmini yıkmak için gelişen bu direniş hamlesine bulunduğu her yerde imkanlarını seferber ederek katılım göstermeye çağırıyorum, çünkü mücadele ortaktır. Faşizm ortak düşmanımızdır, faşizmden kurtuluş ancak ortak mücadeleyle, birlikte mücadeleyle gerçekleşecektir.

AKP-MHP’NİN SONUÇ ALMA ŞANSI KALMADI

HBDH 4. yılına giriyor. İktidarın ve devrimci güçlerin durumuna baktığınızda 4. yılda görülen imkanlar ve yapılması gerekenler için neler söylersiniz?

HBDH, 4. yılına büyük bir direniş hamlesiyle giriyor. Şu ortaya çıkıyor; demek ki geçen üç yıllık mücadele önemli bir birikim ortaya çıkartmış, ayakları yere sağlam basar hale gelmiş, 4. yılda faşizmi yıkmayı, zafer kazanmayı hedefleyen bir hareket düzeyine ulaşmış. Bu gerçekliği gösteriyor. Gerçekten de içinde bulunduğumuz süreç böyle bir sonucu elde etmek için yeterli imkân ve fırsat sunuyor. Nereden bakılırsa bakılsın, ne derse desin, Erdoğan-Bahçeli diktatörleri 24 saat demagojiyle ne kadar bağırırsa bağırsın, faşizm çöküyor. Ekonomik-siyasi kriz derinleşiyor. Bunun nedeninin faşizm, sömürgecilik, soykırımcılık, savaş olduğu açığa çıkıyor. Artık insanlar bu gerçeği görüyor. Söz konusu faşist soykırımcı savaş politikalarına karşı çıkıyorlar. Dolayısıyla oyun bozuluyor. Yani AKP-MHP yönetiminin toplumu aldatma, gerçekleri maskeleme fırsatı ortadan kalkıyor. Diğer yandan bölgesel politikalar, dış politika tümden iflas etmiştir. Yani AKP-MHP faşizminin tüm gücüyle kendini pazara sürmüş olmasına rağmen yürüttüğü politikaları başarı kazanma, sonuç alma şansı ve imkanı kalmamıştır. Rusya’yla Amerika’yı birbirine karşı tahrik ederek bir şeyler kurtarmaya çalışırken iki taraftan da kaybetme durumundalar. Soçi’de de çöktü, ABD ilişkileri ile de çöktü, İdlib politikası da başarısızdır, Minbic, Kuzey-Doğu Suriye tehditleri de boşa çıkmıştır. Güney Kürdistan’a yönelik saldırılarının hepsi Dêralok ve Şêladizê halk serhildanlarıyla yerle bir edilmiştir. Kuzey Kürdistan’da halk tüm soykırım ve saldırılara rağmen biriktirerek özgürlük ve demokrasi çizgisinde karar kılmıştır. Her gün eylemiyle bunu ortaya koyuyor. 31 Mart yerel seçiminde de Kürdistan’da kazanmak, Türkiye’de de faşizmi yenilgiye uğratmak çizgisinde tam bir birlik ve seferberlik halinde mücadele ediyor.

PAZARA SÜRECEK HİÇBİR GÜCÜ KALMADI

Bu temelde aslında içte ve dışta artık tüm imkânları tüketmiş olan bir faşist diktatörlükle yüz yüzeyiz. Her türlü fırsatı, imkânı kullanmış. Türkiye’nin bütün imkânlarını kullanmış, sevk etmiş ama hepsini tüketmiş bir faşizm var. Şunu herkes iyi bilmeli; 40 yıldır 12 Eylül faşist askeri darbesinden bu yana bu devlet Kürdistan’da savaş halindedir. Çeşitli dönemlerde topyekûn özel savaş konseptleri yürütüldü. 90’ların başında Çiller, Demirel, Ağar faşist çetesinin saldırıları en kara dönemler yaşandı. Ama AKP-MHP diktatörlüğü kadar Türkiye’nin bütün imkânlarını savaşa sevk eden, pazara süren hiçbir yönetim olmadı. Bu yönetim kadar faşist baskı ve sömürü uygulayan, terör, katliam uygulayan, hukuk-ahlak dinlemeyen hiçbir yönetim görülmedi. Bu yönetim kadar Türkiye’nin imkânlarını savaşa süren hiçbir yönetim olmadı. Sonuç hepsinin tükenmesidir. Artık AKP-MHP’nin pazara, savaşa süreceği hiçbir gücü kalmamıştır. Neyi varsa elinde hepsini sürdü. Kürtlerin, kadınların, Alevilerin, halkların başında en ağır baskı ve işkenceyi uygulayarak savaşa sürdü. 3. Dünya Savaşı içerisinde yer edinebilmek, ayakta kalabilmek için savaşa sürdü, tüketti artık. Başka elinde koz kalmadı, imkân kalmadı. Sıfırı tüketme diye bir kavram var. Mevcut durumda AKP-MHP faşizminin geldiği nokta olarak bu deyim kullanılabilir. Gelinen nokta sıfırı tüketme noktasıdır. Artık elinde yeni hiçbir şey yoktur. Ne savaşa ne de dış politikaya sürecek hiçbir şeyi yok. Satacağı kadar sattı, kendisini pazarlayacağı kadar pazarladı, verebileceği kadar bütün tavizleri verdi. Artık hiçbir şey kalmadı. Bütün bunların sonucunda da işte Sivas’ta yakasını tutan halktır. Suriye’de, Irak’ta, Ortadoğu’nun her yerinde başarısız kalmış, yenilgiye uğramış bir politik duruştur. Rusya ile Amerika’yı karşıtlaştırarak oraya dayanma siyaseti iflas etmiştir. Ne Rusya’ya yaranabilir ne Amerika’ya. İki arada bir derede kalma durumu var ki hepsini birlikte kendi çizgime çekeyim, faşist soykırımcı amaçlarım temelinde kullanayım derken hepsini birlikte kaybetme durumunu yaşıyor. Gerçek durum bu.

ÖYLE KENDİLĞİNDEN ÇÖKMÜYOR

Bu bakımdan içinde bulunduğumuz süreç gerçekten de AKP-MHP faşizmi için artık sonun görüldüğü bir süreçtir. Bunu herkes görebilmelidir. Ama şu da görülmeli; hiçbir şey öyle kendiliğinden de çökmüyor. Öyle durduk yerde devrilmiyor. Bir mücadele gereklidir. Asgari düzeyde yürütülecek bir anti faşist direniş, AKP-MHP faşizmini çökertecek, tarihe gömecektir. Bu bir gerçekliktir. Ne faşist baskı ve terör, ne de emperyalist destek bu faşizmi ayakta tutmak, onun ömrünü uzatmak için yeterlidir. Dolayısıyla dönem faşizmin yıkıldığı, özgürlük ve demokrasi çizgisinin zafer kazandığı bir dönemdir. HBDH’nin 4. yılı yaşanacak gerçekliğin böyle olduğunu gösteriyor. 4. mücadele yılına girilirken ortada faşizmin çöküp çözüldüğü özgürlük ve demokrasi güçlerinin ise ‘Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım’ direniş hamlesi temelinde topyekûn direnişe geçtiği, ayağa kalktığı, canlandığı, kendini yeniden var ettiği bir direnişle karşılanıyor. Bu oldukça önemli ve anlamlıdır.

4. yılda hem HBDH’nin öncülüğünde Türkiye ve Kürdistan halklarının nasıl bir anti faşist demokrasi mücadelesi yürüteceğini gösteriyor bize hem de bu mücadelenin nasıl büyük bir zafer kazanacağını ortaya koyuyor. Dolayısıyla 4. yıl daha büyük, daha zengin, daha çok yönlü bir mücadele yılı olacak. Türkiye metropollerinde olduğu kadar Kürdistan’da, Ortadoğu’da genel bir mücadele olacak. Her türlü mücadele yöntemi kullanılacak. Silahlı mücadeleden ideolojik mücadeleye kadar kitle mücadelesinin bütün biçimlerine başvurulacak. 4. yıl böyle asgari bir mücadeleyle özgürlük ve demokrasi cephesinin zafer kazandığı yıl olacak.

Buna kesinlikle inanmak lazım. Asgari düzeyde böyle bir mücadeleyi yürüttüğümüz ölçüde HBDH’nin 4. yılını, AKP-MHP faşizminin yıkıldığı, yenilgiye uğratıldığı, tarihin çöp sepetine atıldığı bir yıl olacağını görmek gerekiyor, bu kesindir. Mart sonundaki yerel seçimlerde de faşizmi yenilgiye uğratacak bir sonuçla daha da önemli bir hale getirilecek. Dahası bahar ve yaz başında hamle temelinde Türkiye’de, Kürdistan’da, yurt dışında ve dünyanın dört bir yanında geliştirilecek direnişin zafer çizgisindeki yürüyüşünde kendini gösterecek. Biz inanıyoruz; HBDH güçlerini seferber ederse, güçlü bir öncülüğü yerine getirirse bu temelde de işçileri, emekçileri, halkları, kadınları, gençleri, özgürlük ve demokrasi isteyen tüm anti faşist güçleri içte olduğu kadar dışta da dostları-müttefikleri AKP-MHP faşizmini yıkmak üzere bütünlüklü bir mücadeleye seferber ederse hem demokrasi mücadelesinin zirve yaptığı, doruğa ulaştığı hem de faşizmin yerle bir edilerek tarihe gömüldüğü bir süreç olacak. HBDH’nin çıkış sloganı hayat bulacak. Çıkış felsefesi pratikte gerçekleşecek. Faşizm yıkılacak, birleşik devrim kazanacak. Faşizm yıkılacak, halk demokrasisi kazanacak, kadınlar, gençler kazanacak.

Sonraki Yazı