BEHDINAN – Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, KDP’yi Türk devletiyle içine girdiği işbirliği konusunda uyardı.
KDP’nin PKK’yi yok etmek için ant içmiş bir güç olarak değerlendiren Kalkan, “Bütün PKK düşmanlarıyla her türlü ilişki ve ittifaka gidiyor. Bundan sonra da kendine PKK söz söyleyince ‘benim aleyhime konuşuluyor’ diyor. Sen her şeyi yap, her türlü ihanet, işbirlikçiliğe gir; sana karşı kimse bir şey diyemesin. Var mı öyle yağma?” dedi.
KDP’nin Türk devletiyle suç ortağını olduğunu belirten Kalkan, “Bundan sonra Metîna olur, Garê olur, Xinêre olur; bir adım atarlarsa, bir kurşun sıkar hale gelirlerse ileri doğru bu artık savaş olur. Bunu herkes bilmeli” diye uyardı.
Duran Kalkan’ın değerlendirmeleri şöyle:
Tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Önemli girişimler var, mücadele sürüyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen mücadeleler hukuki açıdan da, siyasi açıdan da sürüyor. Bugün Avrupa’nın birçok kentinde halkımız, dostlarımız ayaktaydı. Gerçekten de görkemli bir duruş, net talepler, tutum ortaya koydular. Düsseldorf ve Strasbourg eylemleri şahsında Avrupa’daki Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yürütülen eylemleri, bu eyleme katılan halkımızı, dostlarımızı, gençleri ve kadınları selamlıyorum. Mücadelelerinde başarılar diliyorum. Mücadelemiz başarılı olacak. Buna yürekten de inandığımı bir kere daha ifade ediyorum.
DIŞ ALANLARDAKİ SAHİPLENME ÇOK ANLAMLI
İki buçuk yıl oldu, herhangi bir bilgi yok. En son avukatlar CPT’ye çağrı yaptı; ellerindeki bilgileri, bulguları, açıklamalarını istediler. Önemli bir çağrıydı. Bu durum cevap bekliyor.
Dış alanlardaki İmralı, işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı geliştirilen tepkiler daha büyük, daha anlamlı aslında. Bu da Önder Apo’nun İmralı tecrit duvarlarını ne düzeyde parçaladığını, Önderlik gerçeğinin nasıl bir küresel düzey kazandığının, tüm ezilenlere, emekçilere yayıldığının, başta kadınlar, gençler, emekçiler olmak üzere tüm ezilenlerin kurtuluş yolunu gösteren bir önderlik gerçeği haline geldiğinin açık göstergesi. Bunu net ifade edebiliriz.
Bir avukat diyordu; Önder Apo fiziki özgürlüğüne kavuşmadan, İmralı parçalanmadan, barıştan söz etmek bile anlamsızdır. Şu görülüyor; Önderlik fikirleri, yeni paradigma, kadın özgürlükçü, ekolojik demokratik toplum paradigması yayıldıkça, ulaştırıldıkça insanlar ilgiyle izliyor, takip ediyor, benimsiyorlar. Kendi sorunlarına çözümü orada görüyorlar.
RESMİ KURUMLARIN TEPKİSİZLİĞİNE SUÇ ORTAKLIĞI DENİLEBİLİR
Gerçekten de ciddi bir arayış var. Özellikle Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ardından başlayan bir arayış. Bu arayış, cevabını Önder Apo’nun geliştirdiği yeni düşüncelerde, yeni paradigmada buluyor. Herkes özgürlüğün, demokrasinin, eşitliğin gerçekleşeceği yolu bu paradigmada görüyor. Kendi kurtuluşunu, Önderlik paradigmasında görüyor ve bu temelde daha çok ilgi duyuyor, daha çok mücadele ediyor, katılıyor, daha yüksek ses çıkarıyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için daha kesin ve net tutum takınıyor. AKP-MHP faşizmini ciddi biçimde sorguluyor.
Fakat resmi kurumlardan bir tepki yoktur. Bunu defalarca ifade ettik. Tayyip Erdoğan yönetimi -bu konuda tekrar etmekte hiç sakınca yok- tam bir yalancı çıktı. Gerçi diyeceksiniz, hangi konuda gerçekçi ki? Zaten ortada bir yalan imparatorluğu var. Yalan ve korku imparatorluğu demek lazım. Tayyip Erdoğan’ın geliştirdiği faşist diktatörlüğe en gerçekçi tanımlama bu oluyor. Bu konuda kamuoyuna açık deklarasyonda bulundular. Ama söylediklerinin hiç birinin gereğini yerine getirmediler. Bunu anlıyoruz, niyetlerini anlıyoruz, politikalarını biliyoruz, zihniyetlerini biliyoruz. Faşist, sömürgeci, soykırımcıdırlar, dolayısıyla böyle saldırıyorlar.
Fakat İmralı’dan sorumlu diğer kurumların aynı Türkiye yönetimini onaylarcasına sessiz kalmalarını anlamak zor. Esas sorun burada. Bu anlamda bir ortaklık var. Buna suç ortaklığı da denilebilir, çıkar ortaklığı da denilebilir. Hepsi de vardır. Böyle bir ortaklıkla Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü engelleniyor; İmralı’da tarihin tanıdığı en ağır faşist, sömürgeci, soykırımcı bir baskı, zulüm, işkence, soykırım uygulanıyor. Bu açık bir gerçek.
KÜRT SORUNU SIRADAN BİR SORUN DEĞİL
Ne yapmalı? Tabii ki her zaman bu soruyu soruyoruz, sormalıyız da. Mücadele edeceğiz. Mücadeleden geri durmamak gerekli. Mücadelede erken ve aşırı sonuçlar beklememek lazım. Çünkü İmralı işkence ve tecrit sistemi Kürt sorunundan kaynaklanıyor. Kürt sorunu nedir? Kürt halkına dayatılan soykırımcı zihniyet ve siyaset demektir. Bu da öyle sıradan bir sorun değil. Belki de insanlığın tanıdığı en ağır sorunlardan biri. Arap-İsrail çelişkisi, çatışması tarihin en ağır, en eski sorunudur. Fakat Kürt sorunu onu da geçti. Neden? Çünkü bu, sadece TC ile, Ortadoğu’daki devletlerle de sınırlı değil. Küresel kapitalist hegemonya Kürt’ü inkar eden ve imha etmek isteyen zihniyet ve siyaset temelinde kurulmuş. Dolayısıyla AKP-MHP faşizmini istediğin kadar zorla, Türkiye’deki yönetimi zorla, darbele, çöküşe getir, çözüme zorla; bir bakıyorsun birileri hemen destek veriyor, kurtarıyor. Bu defalarca gerçekleşti şimdiye kadar.
Bu bakımdan şu gerçekliği görmemiz lazım. Kürt sorunu öyle hızlı, erken, kolay çözüm bulunacak bir sorun değil. Böyle sananlar yanılırlar. Yanılmak ve hata yapmamak için bir defa sorunu iyi kavramak lazım. Tarihin en kapsamlı özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak ifade edilebilir, ki zaten böyle olduğu için tarihin diğer en kapsamlı sorunu olan kadın özgürlük sorunuyla, kadın özgürlük mücadelesiyle birleşti. Bunlar da tesadüf değildir. Kürt özgürlük mücadelesi içerisinde Jineolojinin gelişmesi, kadın özgürlük devriminin başlaması kesinlikle bir tesadüf değil. Bu sorunun özüyle, kapsamıyla ilgilidir. Bu temelde bir mücadeledir.
ÖNDER APO İÇİN MÜCADELE İNSANLIĞIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN MÜCADELEDİR
Önder Apo, Kürt sorununa çözüm aradığı için uluslararası komplo düzenlendi, İmralı’ya götürüldü. İmralı sistemi uluslararası komplonun devamı olan bir sistem. Komployu sürdürmeye ve sonuca götürmeye çalışan bir sistem. Önder Apo’yu da komplo amacıyla götürdüler. Niye? Kürt soykırımını gerçekleştirmek için, Kürt sorununun çözümünü, dolayısıyla Türkiye’nin demokratikleşmesini, bunların Ortadoğu’da ve dünyadaki demokratik etkilerini engellemek için yaptılar bunu. Bunu da görmek lazım. Bu bakımdan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele Kurdistan’ın özgürlüğü, Kürt özgürlüğü için mücadeledir, Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadeledir. insanlığın daha özgür bir yaşama kavuşması için mücadeledir.
Demokrasinin turnusol kağıdı, İmralı’daki durum, İmralı’ya yaklaşım, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne yaklaşımdır. Bu açık bir gerçek. Dolayısıyla çözüm bu mücadeleyi geliştirmekte. Bu mücadeleyi her alanda geliştirmemiz gerekiyor. Kurdistan’ın özgürlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesini her yöntemle, her alanda en güçlü bir biçimde geliştirmemiz gerekli. Bu temelde hukuki mücadeleler geliştirilebilir. Her zaman söyledik, tekrarlamakta fayda var. Demokratik hukuk çerçevesinde İmralı sistemi tartışılmalı, didik didik edilmeli. Nasıl bir sistem? Bundan geri durmamak lazım. Teşhir etmek gerekiyor iyice. Siyasi mücadeleyi, kitlesel mücadeleyi, gençlerin, kadınların eylemini her alanda geliştirmek lazım. Zaten hareketimiz özgürlük mücadelesini geliştiriyor. Gerillamız kahramanca mücadele ediyor. Bütün bunların toplamı, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayacak mücadele oluyor. Biz bu mücadelede ısrarlı olmalıyız, inatçı olmalıyız, iradeli ve sabırlı olmalıyız, zafere inanmalı ve zafer kazanana kadar da kararlılıkla mücadele etmeliyiz. Bu mücadeleyi yürütenlere tekrar başarılar diliyorum.
İMRALI’DAKİ DURUM ZİNDANLARI DERİNDEN ETKİLİYOR
Önder Apo şunu söylemişti; “Buraya böyle öyle bir sistem kuruldu ki ben kendim için bir şey demiyorum ama benden, benim yüzümden dolayı, bu sistemden kaynaklı olarak yüzlerce insan aşırı baskı görecek, zulüm görecek, zindanlarda kalacak, işkence görecek. Bu, herkesi etkileyecek. Dolayısıyla buna karşı çıkılmalı, mücadele edilmeli.” Şimdi o durumu görüyoruz, o sonuçlar yaşanıyor. Neredeyse bütün cezaevleri, siyasi tutsakların durumu, İmralı haline getiriliyor demeyelim, o düzeyde olmaz ama ondan çok derin olarak etkileniyor.
Çok ağır bir faşist baskı, terör, işkence zindanlarda var. Bu açıkça yayılıyor, zindanlardan cenazeler çıkıyor, tutsaklar şehit düşüyor. En son Şakir Turan şehit düştü; saygıyla anıyorum. Onun şahsında bütün zindan şehitlerimizi anıyorum. Halkımızın, ailesinin acılarını paylaşıyorum.
Şimdi bu zindanlarla aileler uğraşıyor, bu önemli. Bu uğraşın daha örgütlü, daha planlı bir mücadele konumuna gelmesi de önem taşıyor. Öyle yapılması lazım mevcut durumuyla. Gerçekten de yetersizlikler var, zayıflıklar var; güçlendirilebilir.
Fakat sorun, sadece ailelerin sorunu değil. Geçenlerde bir insan hakları örgütü bilanço açıkladı. Şu ana kadar 313 tutsak, mahkemelerin verdiği cezalar bitmiş olmasına rağmen keyfi nedenlerle tutuluyor, zindanlarda bırakılıyorlar. Çok ciddi bir durum bu. İmralı’daki hukuksuzluğun her alana yayılması oluyor bu. 313 kişi az bir şey değil. Kimisi altı ay, kimisi bir yıl, kimisi iki yıl, üç yıldır cezalar bitmiş olan ama çıkarılmıyorlar. Böyle deyince sanki o cezaları onaylıyormuş gibi olmayalım. Onlar da haksız cezalardır. Hiçbir demokratik hukuki yönü yoktu. Tamamen faşist sömürgeci soykırımcı mülahazalarla verilmiş cezalardı ama ona bile uyulmuyor artık. Artık her şey keyfiyete bağlanmış. Bir kurul oluşturmuşlar. Karşılarına alıyorlar insanları. Ortada bir insani yaklaşım bile kalmıyor.
DÜNYA ÜÇ MAYMUNU OYNUYOR
Aynı raporda, 2022 yılında bize gelen başvuru bin 201 işkence başvurusu var, deniliyor. Düşünebiliyor musunuz? Tayyip Erdoğan yönetiminin nasıl bir işkenceci yönetim olduğu ortada. Böyle bir yönetim değil, bunun dörtte biri kadar baskı, işkence uygulayanlar olsaydı kıyamet kopardı birçok çevreden. Ama dikkat edelim, Tayyip Erdoğan yönetimine fazla ses çıkarılmıyor. Hepsi duymazlıktan, görmezlikten, bilmezlikten geliniyor. Deniliyor ya üç maymunlar… Dünya gerçekten de Kürtlere, AKP yönetiminin, TC devletinin yaptıkları karşısında üç maymunu uyguluyor.
Kürtlere uygulanan, Türkiye’nin işçilerine, emekçilerine, kadın ve gençlerine, devrimci demokratik sosyalistlere de uygulanıyor tabii. Bunlar birbirinden öyle kopuk değiller. O bakımdan durum ciddi. Zindanlarda tutsaklar direniyor. Çünkü onlar 14 Temmuz direniş geleneğinin takipçileridirler. 1982 direniş çizgisini yürütüyorlar. Hiçbir baskı, zulüm onları amaçlarından vazgeçiremez, iradelerini kıramaz. Kıramadı zaten. Ne dedi son şehit? Başım dik, dedi. Herkes dik dursun. Bu kadar.
ZİNDANLARDAKİ HERKES DİK DURDU, MÜCADELE EDİYOR
Ne yaptı Tayyip Erdoğan yönetimi? On binlerce insanı, kadın-erkek tuttu zindanlara koydu. Hiç birisini kendi istediğini yapar kılamadı. Herkes dik durdu, mücadele etti, ediyor. Zindanlarda mücadele ediliyor. Bu mücadeleyi tekrar tekrar selamlıyoruz. Başarılar diliyoruz. Zor olabilir, acı olabilir, işkence yaşayabilirler, şehit düşebilirler.
Onlar büyük bir davanın savaşçılarıdırlar. Özgürlük ve demokrasi davasının, şehitler ordusunun emrinde mücadele ediyorlar. Onlar ne yaptıklarını, nasıl yaşadıklarını, niye böyle bir işkenceye tabi tutulduklarını biliyorlar.
ZİNDANLARDAKİ MÜCADELEYE SAHİP ÇIKILMALI
Bu mücadeleyle dayanışma içinde olmak, bu mücadeleyi görmek, anlamak, buna sahip çıkmak gerekli. Bu anlamda da sorun sadece aileler sorunu değil, aslında bütün toplumun sorunudur. Çünkü bugün zindanlarda bu hale gelmişse işkence düzeyi, yarın bütün topluma daha çok yayılacak. Şimdi herkes diyor; İmralı işkencesi hepimize yayıldı. İmralı tecridi her yere yayıldı. Bu baskı, zulüm, sömürü, açlık, kriz, ekonomik kriz, siyasi kriz her şey buradan kaynaklanıyor. Doğrudur, oradan kaynaklanıyor. O da Kürt sorunundan kaynaklanıyor. İmralı da Kürt sorunu için var. Bu kadar savaş, kan, ölüm hepsi Kürt sorununun ortaya çıkardığı şeylerdir. Dolayısıyla bunun sorumlusu Kürt sorununu ortaya çıkartan ve çözmeyenlerdir. Kürtlere baskıyı, zulmü, soykırımı, sömürgeciliği dayatan, Kürtlerin varlığını, özgürlüğünü, demokratik haklarını kabul etmeyen Kürt’ü yok etmek isteyenlerdir. Kürt sorunu deyince kimse sorumlu olarak Kürtleri görmesin. Tersine Kürtler üzerinde bu zulüm, baskı, yok etme uygulaması var, bunun da sorumluları ortaktır.
Bu temelde zindanlardaki direnişi doğru anlamak, zindan direnişleri ile daha çok dayanışma içinde olmak, daha fazla destek vermek, bu zulüm, işkence uygulamalarını daha çok teşhir etmek gerekli. Hiçbir rejim böyle bir işkenceye dayanamaz, teşhir edilirse çöker. Zindanların durumu bir ayraçtır. Ne olup olmadığı orada belli oluyor, daha çok görülüyor. O bakımdan da zindan direnişlerini daha güçlü desteklemek gerekli.
SEKİZ YILDIR BÜYÜK BİR DİRENİŞ VAR
4 Eylül’de şehit düşen Mehmet Guyi, Mêrxas ve Rêvan yoldaşları şehadetlerinin 11. yıl dönümünde saygıyla anıyorum. Wan eyaletimizin komutanlığıydılar. Büyük bir eylemi başarıyla gerçekleştirmişlerdi. Uzun yıllar mücadele etmişlerdi. Böyle bir eylemin ardından şehit düştüler.
Onlar gibi yüzlerce, binlerce, on binlerce şehidimiz var. Şehitler ordusunun yönlendirdiği bir fedai gerilla var, fedaileşen halk var. Bu temelde mücadele ediyoruz, direniyoruz, savaşıyoruz. Zap, Avaşîn, Metîna’da; yani Medya Savunma Alanlarında somutlaşan bir savaş gerçeği var. Ama sadece orayla sınırlı değil savaş; Bakur’un her yerinde. Dikkat edelim; Garzan’da, Mardin’de, Amed’de, Serhat’ta, metropollerde, bütün kentlerde, Başûr’da, Rojava’da tüm Kurdistan’da savaş var. TC, Kürtlerin yaşadığı her yerde Kürt halkını soykırıma tabi tutmak üzere saldırıyor. Buna karşı direniyoruz biz de.
Zap savaşı direnişi belirleyici konumda. Bir buçuk yılı buldu. Belli alanları işgal etmek üzere saldırıyorlar, hala saldırıyorlar. İki buçuk yıldır aynı sahaya saldırıyorlar. Aslında sekiz yıldır saldırıyorlar. Bu işgal saldırısı 26 Ağustos 2016 tarihinde başladı. Sekizinci yılına girdi. Sekiz yıldır sürdürülüyor. Buna karşı büyük bir direniş var.
Son saldırılar ve direniş tabii çok daha önemli. Bunu herkes görüyor. Aylık bilançoyu açıkladı Merkez Karargahımız. 323 eylem oldu, diyor. Gerilla her gün kaç tane eylemde bulunmuş, 134 asker ölü, bilmem ne kadar yaralı, ne kadar tahribat var, araç gereç imha edilmiş. Ağır bir bilanço var, büyük bir savaş var.
Kıyamet koparılıyor şurada savaş var, burada savaş var diye. Bilanço açıklanıyor. 5 ölü olmuş, 10 ölü olmuş. Bir gün, iki gün çatışma olmuş, o kadar. Burada her gün, her saat, günün 24 saatinde aylarca ve yıllarca savaş var. Saldırı var ve savaş sürüyor. Düşman onlarca, yüzlerce kez saldırı yapmış. Uçakla saldırıyor, helikopterle saldırıyor, kimyasal silah kullanıyor, taktik nükleer silah kullanıyor, her türlü silahı kullanıyor, her yöntemi kullanıyor.
KÜRTLÜK VARLIĞINI DİRENİŞTE SÜRDÜRÜYOR
Geçen yıl işgal edeceğim diye saldırdığı alanların üzerinde etkisini kurmaya çalışıyor, başaramıyor. Bazıları diyor; pençe kilit operasyonuydu, kilitlendi. Türk ordusu gerçekten de kilitlendi. Batı Zap alanında bir tepeyi almak için aylardır yıllardır uğraşıyor. Bir devlet tüm gücünü, NATO’dan aldığı tüm desteği harekete geçiriyor ama bir türlü başaramıyor. Darbe üzerine darbe yiyor, kayıp üzerine kayıp veriyor. Bu bakımdan Medya Savunma Alanlarındaki savaş önemli. Herkes dikkatle takip etmeli. Bu savaş çok anlamlı bir savaş, tarihi bir savaş. Tarihin en önemli direnişi. Herkes sahiplenmeli, selamlamalı. Bu savaşı yürüten kahramanlar, bu savaşın kahraman şehitleri her zaman saygı, sevgi ve minnetle anılmalı. Bunu fazlasıyla hak ediyorlar.
Çünkü Kürtlük varlığını burada sürdürüyor. Kürt özgürlüğü böyle bir direnişle kazanılıyor. Kürt’ün geleceği bu direniş ile yaratılıyor. Bunun başka yolu, izahı yok. Kimse başka bir şey söyleyemez, başka türlü gösteremez.
O halde Kürt varlığından ve özgürlüğünden yana olan, hatta Kürt olduğunu söyleyen herkes bu gerçeği görmeli. Sadece Kürt olduğunu söyleyen değil, Kürt özgürlüğünden yarar gören herkes bu gerçeği görmeli. Zap direnişi, ‘82 zindan direniş çizgisinde sürüyor, İmralı direniş çizgisinde sürüyor. Tarihin tanık olduğu en anlamlı, en kahramanca fedai direnişi. Bunun örnekleri yok. Bu düzeyde bir direniş.
Bu bakımdan iyi anlamak lazım. Düşman saldırıları sürüyor. Direniş de sürüyor, sürecek bu. Görünen odur. Hızla sonuç alacağım diye girdiği yerde kilitlenmiş, tıkanmış, çıkamayan bir düşman gerçekliği var.
SAVAŞI GENİŞ BİR ALANDA SÜRÜYOR
Savaş sadece burada sürmüyor dedik ya; diğer alanları görmek lazım. Onlar yani çok öne çıkmıyor, yokmuşlar gibi sayılıyorlar, üstü örtülüyor. Öyle değildir. Kuzey Kurdistan’ın birçok alanında gerilla savaşları var, direnişler var, çatışmalar var, eylemler var, şehit düşüyorlar.
Bir de dikkat edelim. Kurdistan’ın her tarafı yasak bölge. Türk ordusunun her yerde askeri saldırısı var. Savaş değil de nedir? Ama gizliyor bütün bunları. O eski bakanlar diyorlardı ya, “bitirdik, bitiriyoruz”. O havaya girilmiş. Şimdi her yerde var, savaşıyoruz denilirse bitirildiği yalanı açığa çıkacak. Onun açığa çıkarmamak için gizliyorlar.
Kentlerde de sürüyor, o da çok önemli. Hafife almamak lazım. Halkların Birleşik Devrim Hareketimiz bu konuda önemli bir rol oynadı. Aslında daha güçlü roller de oynayabilir. HBDH milisleri etkili iş yaptılar, rol oynadılar. Faşizme hiçbir yerde rahat uyuyamayacağını hissettirdiler. Her an korku içinde yaşatıyorlar. Her an faşizmin ensesindedirler. Yani faşizmin korkulu rüyası haline geldiler.
Yine YPS ve benzeri örgütlenmeler belli bir etkinlik gösteriyorlar. Bunlar da önemli. Neredeyse Türkiye’ye kadar yayılabilmiş bir direnme gerçeği var. Önemlidir, tarihidir. Hepsini görmek lazım.
BÜTÜN GELİŞMELER SAVAŞLA BAĞLANTILI
Düşman işgal saldırılarını da sürdürüyor. Buna karşı da bir direniş var. Öyle anlaşılıyor ki saldırılarını daha çok yayarak sürdürmek isteyecek. Bu da tabii gerillanın da direnişini yayması, daha güçlü direnmesi, daha güçlü savaşması, düşmana daha ağır darbeler vurması anlamına geliyor.
Bilanço az bulunabilir. Biz geçen toplantıda da rakamlarla konuşmamak gerekir, ayıptır, günahtır, dedik. 134 asker vuruldu diye açıklıyor HPG-BİM. Hiçbir tepki yok Türkiye’den. Kötü olan bu aslında. Değil 134 kişi, bir kişi bile olsa, üç kişi bile olsa aslında kıyamet kopmalıydı Türkiye’de, toplumda, kadınlarda, gençlerde, işçi ve emekçiler de. Herkes sormalıydı. Bu toprağın çocukları, bu toplumun çocukları, sen nasıl bunları böyle ölüme gönderiyorsun, sürüyorsun diye. Yakası tutulmalıydı bu faşist diktatörlüğün. Ama hiç öyle olmuyor. Tersine. Dikkat edin, gösteriler yapıyor; şu kadar uçak yapıyoruz, şu kadar top yapıyoruz, bu kadar öldürücü şey geliştiriyoruz, diye reklam yapıyor ve toplum da ilgiyle izliyor. Seni öldürecek onlarla, kimi öldürecek? Bugün Kürt’ü öldürüyor, onu öldürürken seni de öldürüyor. Zindanlar ne hale geldi? Yaşam ne hale geldi? Ekonomik kriz ne durumda? Açlıktan ölünecek neredeyse. Asgari ücret, açlıktan ölme sınırına doğru gidiyor. Bütün bunların hepsi bu savaşla bağlantılı.
Bunlar gizleniyor toplumdan. Bunları göremeyen, görüp de söyleyemeyen bir toplum yaratılmış. Yalanla, bir kısmı göremez haline getirilmiş. Bir kısmı da görüyor, korkudan söyleyemiyor. Irkçı, milliyetçi, şoven, Kürt düşmanı bir zihniyet ve siyaset var. Öyle olmuş ki, Karasu arkadaş diyordu; mevcut TC Türklüğü, Kürt’ün öldürülmesi demektir. Kürt’ün yok edilmesi demektir, Kürt düşmanlığı demektir.
Niye? Hani bin yıldır Kürt ile Türk kardeşti. Malazgirt’ten başladı, bilmem nereye kadar bu Türklüğün oluşmasına en çok katkı sunan Kürtler oldu. Bunun karşılığı bu katliam, zulüm mü olacak, ölüm mü olacak yani?
Ciddi sorgulanması lazım Türkiye’deki durumun. TC devletinin kuruluş ilkelerinin, politikasının, bugün AKP-MHP faşizminin yürüttüğü Kürt düşmanı, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyasetin çok iyi sorgulanması lazım ve aşılması gerekli. Bu olmadan Türkiye’de demokratikleşme olmaz. Bu bakımdan da gerilla direnişi aslında Türkiye’de demokratikleşmeyi geliştiren en büyük mücadele oluyor. Herkesin görmesi lazım.
TC İŞGAL HAREKATINDA BAŞARISIZ, DESTEK ARIYOR
Hewlêr yönetiminin ne yaptığı ortada. Bunlar biliniyor. Bu kadar gerilla katliamı yaptı. Tolhildan arkadaşların şehadetinin de ikinci yıl dönümünü yaşıyoruz. Xelîfan’da şehit düştüler. Bir kere daha saygıyla anıyorum.
Bu görüşmeler değerlendirildi. Daha da üzerinde duruluyor. Ne yapıldı, ne yapılmak istendi; herkes anlamaya çalışıyor. Çünkü Tayyip Erdoğan demişti, “seçim ardından hem saldırıları arttıracağız hem de diplomasiye ağırlık vereceğiz”. Veriyorlar. Bağdat’ta durum çok istedikleri gibi gitmemiş görünüyor. Yani nasıl gitsin ki? Argümanlar çok zayıf. Gitmişler, Kürt’ü katletmek için Kürt’ün petrolü ile Kürt’ün suyunu pazarlık konusu yapıyorlar. Oradan Kürt katliamı sonucu çıkartılmak isteniliyor. Tayyip Erdoğan yönetiminin akıllılık düzeyi bu düzeyde. Kurnaz olunur da bu kadarı fazla olur denilir ya, o noktaya gelmiş.
Herkes Tayyip Erdoğan değil tabii. Herkes TC yönetimi gibi değil. Bağdat yönetiminin böyle bir Kürt düşmanlığı karşıtlığı yoktur. Ortada bir Kurdistan bölgesi var. Aslında Kürtlerin demokratikleşmesi gerçekleşseydi, bunun Irak’a etkileri, yansıması daha özgürlükçü ve demokratik olacaktı. Bu bakımdan umutları da var. Fakat çeşitli pazarlıklar oluyor.
Gerisi Hewlêr’deki görüşmelerdi. KNK “utanç verici” diye açıklama yaptı. Biz şöyle diyelim, TC devleti bir işgal alanı belirlemiş; oraları işgal etmek için saldırıyor, başaramıyor. Mevcut haliyle durum böyledir. Gerçekleştirebilmesi için öyle anlaşılıyor ki daha başka yerlere geçmesi gerekiyor. Bu işgal saldırıları başladığında bir tepeye saldırdıklarında biz demiştik ya orayı tutamazlarsa yayılmak zorunda kalıyorlar. Başarısızdırlar. Kilitlenmişler, tıkanmışlar. Yayılamıyorlar. Güçleri yoktur. Gücü yetse her tarafa yayar, her yeri işgal etmek ister.
Koca haritalar çizdi. Misak-ı Milli gerçekleştireceğim, diyor. Yeni Osmanlıcılık geliştiriyor. Her yeri işgal etme çabası içerisinde. Kurdistan’ı Misak-ı Milli ile işgal ederse Arap sahasına yönelecek. Ne olacak, nerede duracak belli değil. 16’ıncı yüz yüzyıl başındaki Osmanlı yayılması gibi…
KÜRT DİRENİŞİ EMPERYALİST YAYILMAYI BOŞA ÇIKARDI
Şimdi de Türkiye’de küresel sermayelere dayalı olarak oluşan sermaye birikimi ile yayılmak istiyorlar. Kurdistan’ı, Arabistan’ı daha fazla sömürmek istiyor. Bazıları diyor, emperyalist emeller besliyor. Evet, sömürgeciliği yeniden geliştirmek istiyor fakat buna gücü yetmiyor. Kürt direnişi bütün planlarını bozdu. Bu emperyalist yayılmayı, sömürgeci emelleri boşa çıkardı. Bir de çöküş noktasına getirdi. Bu kadar kriz, kaos içerisine soktu. Şimdi onun için güce ihtiyacı var. Hakan Fidan’ı gördünüz; nasıl kucaklıyor Neçirvan ile Mesrur’u. Muhtaçtır da onun için. Neye muhtaç? İşte onları daha fazla kullanmak istiyor. Daha fazla savaşa sürmek istiyor. Gücünün yetmediği yerde onları hareket ettirmek istiyor. Gücü yetse zaten kendisi saldıracak. Hiç kimseye söyleyeceği yok. Gücü yetmediği için onları çekmek istiyor. Onlar da artık destek vereceğiz, diyorlar. Verdiler de. Şu ana kadar suç ortağıdırlar. Ama bundan sonrası açısından da şunu söyleyelim. Bundan sonra Metîna olur, Garê olur, Xinêre olur bir adım atarlarsa, bir kurşun sıkar hale gelirlerse ileri doğru; bu artık savaş olur. Bunu herkes bilmeli.
HER TÜRLÜ OLASILIĞI DEĞERLENDİRİYORUZ
KDP ne yaparsam yanıma kalır, sanmasın. PKK zayıflamış diyor bazıları, Türkiye kendine göre konuşuyor. Geçmişi hatırlasınlar. Geçmişte de TC onları böyle yanılttı; başlarına neler geldi. O bakımdan ateşle oynamamalılar.
TC açısından durum ortada. KDP’nin de öyle çok çok gücünün olacağını sanmıyorum. Girdiler bir şeye, işin içinden çıkamayacak durumdadırlar. Nasıl çıkacaklar? Zordur. Sonunda yine de kendilerini çıkartacak başka güçler arar duruma gelebilirler. Bunu da böyle görmek gerekli fakat tehlikeli. Özellikle Başûr toplumu, halkı iyi görmeli. Başûr’daki halkımız, bütün Kürtler de bilmeli ki bunları yapamıyorlarsa kahramanca direnen fedai çizgisinde direnen gerilla sayesindedir. Bir fırsat bulurlarsa yaparlar. Yapmak istiyorlar da. KDP de yapar. Çünkü KDP gerçekten de PKK’yi yok etmeye ant içmiş, yemin etmiş. Bütün PKK düşmanlarıyla her türlü ilişki ve ittifaka gidiyor. Ondan sonra da PKK söz söyleyince, “benim aleyhime konuşuluyor” diyor. Vallahi çok iyi! Sen her şeyi yap, her türlü ihanet, işbirlikçiliğe gir, sana karşı kimse bir şey diyemesin. Var mı öyle yağma? KDP ne sanıyor Kürt toplumunu, Kurdistan’ı? Onlar da gerçeği görmeliler.
Durum bu çerçevede. Bakalım, takip ediyoruz. Yani biz her türlü olasılığı değerlendiriyoruz. Şu olmaz, bu olmaz demiyoruz. Değerlendiriyoruz birçok şeyi. Neleri yapmak isteyebilirler üzerinde duruyoruz. Kendimizi de ona göre hazırlıyoruz. Herkes de böyle yapmalı. Tüm yurtsever halkımız bu gerçeği görmeli, değerlendirmeli. Bu tür saldırılara karşı hem hazırlıklı olmalı hem de artık bu sömürgeci soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı direnişin, mücadelenin, işbirlikçiliğe ve ihanete karşı mücadeleden geçtiğini unutmamalı, görmeli. İşbirlikçilik ve ihanete karşı mücadele edilmeden sömürgeci soykırımcı zihniyet ve siyaset yenilgiye uğratılamaz, mücadele edilemez. Bu, bu kadar etle tırnak gibi bir hale gelmiştir, birleşmiştir. Böyle yaparsak kazanırız diyoruz.
AÇIKTAN İŞGAL YAPAMADI, HER GÜN SALDIRI YAPTI
Aslında seçimden sonra bir araştırma içerisine girdi Tayyip Erdoğan yönetimi. Astana’ya gitti. O cepheden destek almaya çalıştı. NATO’ya gitti. İsveç’in NATO’ya girişini pazarlık konusu yaparak oradan destek almaya çalıştı. Bu, Medya Savunma Alanlarına dönük saldırı için daha fazla destek bulmak içindi. Bu güçlerin KDP’yi daha fazla savaşın içine girmesi için teşvik etmelerini sağlamaktı.
İki; Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırı yapmaktı. Fakat o dönemde böyle bir şey bulamadı. O ilişkilerden, diplomatik faaliyetlerden çıkan sonuç şu oldu. Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük işgal, yeni bir işgal saldırılarının önü kapalı o an için. Öyle olunca neler yaptı? Her gün saldırı yaptı, uçakla saldırı, SİHA saldırısı. Hiç durmadı saldırı, top atışları. Arabaları her gün vuruyorlar, her gece vuruyorlar, gündüz vuruyorlar. Böyle bir yöntemi izledi.
Açığa çıkıyor ki, el altından çeteleri örgütledi, teşvik etti. Açıktan işgal yapamadı. Ama içten karıştırmak ve çetelerle saldırılar düzenlemek için de hazırlandı hava saldırılarının yanı sıra. Bu görülüyor.
Yeniden destek bulma arayışı denebilir Soçi’ye gidiş. İran’ı sürekli yokluyorlar işte. Dışişleri Bakanı İran’a gidecek, deniliyor. Orayı yokluyorlar. Kuzey ve Doğu Suriye’de olaylar da var. QSD Güvenliği Güçlendirme Operasyonu adı altında bir çalışma ve mücadele başlattığını ilan etmişti. Şimdi bazı çevreler diyor; Derazor’da çatışmalar var, bazı aşiretler girmiş deniliyor ama önceden çetelere karşı mücadele, DAİŞ artıklarına karşı mücadele edeceğiz, diye açıkladı QSD. Bu, Türkiye ve yakın çevrelerinin söylemleri.
KÜRT-ARAP KARDEŞLİĞİ GELİŞİYOR, ÖDLERİ PATLIYOR
Diğer yandan ise eşzamanlı olarak hemen Türk güçleri ve çeteleri Minbic’e saldırdılar. Köylerde çocukları katlettiler. Fırsat bulsalar daha fazla işgal yapmaya kalkacaklar. Bunların hepsi danışıklı dövüş oluyor.
TC devleti sadece bir işgal saldırısı arayışında değil, sadece hava saldırılarıyla da yetinmiyor. İçten istihbarat, ajan, çete örgütlenmesini her yere yayıyor ve bozmaya çalışıyor, tahrik ediyor herkesi. Bütün bunların arkasında birinci planda Tayyip Erdoğan yönetimi var. Hiç kimse başka yerde aramamalı çünkü DAİŞ çeteciliğini de, Suriye’deki bütün çeteci güçleri de Tayyip Erdoğan yönetimi destekledi. AKP-MHP faşizmi bu güçlere destek verdi en ileri düzeyde. Şimdi de sürdürüyorlar, bu desteğin sahibidirler.
Orada bir özgürlük devrimi gelişiyor. Bunu boğmak için zaten Kobanê saldırısından itibaren bizzat Tayyip Erdoğan, planlı saldırılar yürütüyor. Burada demokratik ulus sistemi gelişiyor. Bunu bozmak için çalışıyorlar. Kürt Arap ilişkileri, dostluğu, kardeşliği gelişiyor, pekişiyor; Kürt Arap ilişkilerini bozmak için her türlü şeyi yapıyorlar. Ödleri patlıyor. Kürtlerle Araplar dayanışma içerisine girerlerse, bir demokratik ulus çizgisinde kendi özgürlükleri çerçevesinde demokratik birlik olurlarsa bu faşist soykırımcı saldırıları nasıl yapacaklar? Nasıl yaşatacaklar kendilerini? Tabii ki yaşatamayacaklar. Bunu gördükleri için ödleri patlıyor. İşin gerçeği bu.
KUZEY VE DOĞU SURİYE YÖNETİMİ OYUNLARI GÖRMELİ
Bu Dêrazor tarafı üzerinde çeşitli planlar var. Çeşitli güçlerin arayışları da var. Küresel güçler de bu işin içinde, bölgesel güçler de. Enerji kaynakları var, enerji yol hatları var, Şii hilali var. Herkes oradadır. Çatışmalı bir alan; bunu görmek lazım.
Diğer yandan Dêrazor tarihsel olarak gerçekten yönetilmesi zor bir alan. Osmanlı’nın sürgün yeriydi. Yani katliamlar da yaptı orada. Kim biraz saraya muhalefet ediyor, karşı duruyorsa hemen oraya sürülüyordu. Böyle bir alan, böyle bir toplumsal birikim var.
Şimdi de herkesin eli içinde. Tahrikler çoktur. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi daha sakin, serinkanlı yaklaşmalı. Olayları daha iyi anlamaya çalışmalı, tahriklere kesinlikle gelmemeli, oyunları görmeli ve bunlara karşı dikkatli, duyarlı olmalı. Oyunlar var ama tabii tedbirlerini almalı, mücadelesini de etmeli. Tam bir hakimiyet olmalı bu konuda.
ARAP HALKINA ÇAĞRIMDIR, GÜÇLERİMİZİ BİRLEŞTİRELİM
Arap toplumuna, Arap aşiretlerine de bir çağrı yapmak isterim buradan. Kuzey ve Doğu Suriye’deki en büyük gelişme, demokratik ulus gelişmesidir. Çok farklı etnik yapıların kendi özgürlükleri temelinde kendilerini örgütleyerek nasıl bir demokratik birlik, kardeşlik kurduklarını burada gördük. Bu çok önemli bir durumdu, tarihi bir durumdu. Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik ulus çizgisinin hepimiz için, herkes için özgürlük, demokrasi, kurtuluş yolu olduğu kanıtlanmıştır. Bunu daha doğru anlayalım. Daha çok sahiplenelim. Tahriklere gelmeyelim. Basit, ucuz hesaplar içerisinde olmayalım. Tahrik edenler çoktur. Kürt-Arap ittifakının gelişmesine karşı olan, korkanlar çoktur. Bunu bozmak isteyenler çoktur. Başta Tayyip Erdoğan yönetimi olmak üzere, o tür şeyleri iyi tanımak lazım.
On binden fazla şehit vererek, DAİŞ’e karşı savaşıp onu yenme temelinde ortaya çıkartılan, geliştirilen bu özgürlük alanını koruyalım, demokrasi alanını koruyalım, geliştirelim. Bunu geliştirmek için çalışalım, tartışalım, konuşalım, güçlerimizi birleştirelim. Doğru olan budur. Geliştirici ve yaratıcı olan budur. Biz inanıyoruz ki gelişmeler bu temelde olur. Başta yönetim olmak üzere herkes daha doğru anlar, yaklaşır ve bu tür oyunların hepsini bozar.
BARIŞ DEĞİL SAVAŞ GÜNÜ
Bazıları barış günü, barış eylemi yapacağız derken Tayyip Erdoğan yönetimi, en yaygın saldırılarını aynı gün yaptı. Asos’tan Kandil, Behdînan’ın her tarafına, Kuzey’de öyle Rojava’ya ve Minbic’e kadar saldırdı. 1 Eylül bir barış günü değil. 1 Eylül, Hitler faşizminin Polonya’ya saldırdığı gündür. Yani İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı gündür. Savaş günü aslında. Günümüzün faşisti de saldırıyor. Aslında o güne uygun davranıyor. Hitler’in günümüzdeki devamı olduğunu buradan da görebiliyoruz. Bu bile açık ve anlaşılır bir durum.
Diğer yandan bizim Kürtler açısından hatta demokratik güçler açısından aslında günümüzde barıştan ne kadar söz edilebilir? Avrupalı bir avukat net söyledi; Önder Apo fiziki özgürlüğüne kavuşmadan barıştan söz etmek anlamsızdır, dedi. Yani şunu yapmak, bunu yapmak değil, barıştan söz etmek bile anlamsız, yanlıştır. Bir defa bu gerçeği herkes görmeli. Hangi barış? Ne barışı? Bu kadar saldırı var.
Şimdi o bakımdan olup bitenleri doğru anlamak gerekli. Buradan baktığımızda gerçekten de Amed’de barış mitingi yapmak gerçekte ne kadar gerekli ve anlamlıydı? İnsan değerlendirebilir. Çünkü Kürtler savaş yapmıyorlar, saldırmıyorlar. Fakat bir savaşın ateşi altındalar. Katliam ve soykırım saldırısının altındalar. Ve böyle bir saldırıya maruz kalıyorlar. Ortada gerçekten bir savaş da yok. Gerillayı ezmek, PKK’yi tasfiye etmek, bu temelde Kürt soykırımını tamamlamak için Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetiminin geliştirdiği ve yürüttüğü faşist soykırımcı saldırı var, katliam var.
1 EYLÜL’DE SOKAĞA ÇIKANLAR 15 AĞUSTOS’TA DA ÇIKSAYDI
Buna karşı Kürtler direniyorlar, direnmek durumundalar. Yok edilmek isteniyorlar ve yok edilme saldırısına karşı direniş halindeler. Başka ne yapabilirler? O halde bu direnmeyi ortaya koymak lazım. Amedliler saldıran taraf değiller ki saldırmayın diye barış öğüdü verelim bir yere. Kim saldırıyorsa, nerede saldırılıyorsa, bu saldırılar kimin adına yapılıyorsa onlara o öğütleri vermek lazım. Ankara’da yapsalar, İzmir’de yapsalar, İstanbul’da yapsalar… Yapıyorlar da ama daha fazla yapsalar daha anlamlı olurdu. Çünkü bu saldırılar o temelde yapılıyor.
Ben şunu ifade etmek isterim; barış isteniyor, 1 Eylül’e sahip çıkılıyor ama 1 Eylül’de Amed sokağına çıkanlar, isterdik ki 15 Ağustos’ta da çıksalardı. 1984 Atılımı’nın 40’ıncı yılına girişini kutlasalardı, selamlasalardı. Çünkü insanlığın en anlamlı özgürlük ve demokrasi eylemlerinden birisidir 15 Ağustos 1984 Atılımı. Bu anlamda aynı zamanda bir barış eylemidir de. Bu sadece lafla da değil, pratikte de öyle oldu. 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra TC devleti bir kişiyi idam etti. Ondan sonra hiç kimseyi idam edemedi, idamı Anayasası’ndan kaldırmak zorunda da kaldı. Bu kadar barışa hizmet etti bu atılım. Bu gerilla eylemi, gerilla deyip öyle hemen savaş diyerek burun bükmekle bir yere varılamaz. Dikkatli olmamız lazım kullandığımız kavramlarda, söylediğimiz sözlerde.
12 Eylül’ün yıl dönümüne geliyoruz. Bu gerilla direnişi, 15 Ağustos Atılımı, 12 Eylül faşist askeri darbesini boşa çıkardı. İnsanların idam edilmek, öldürülmek yerine zindanlardan sağ çıkmalarını sağladı, işkenceyi azalttı, demokratik teamülleri geliştirdi. Diğer yandan Eylül ortası, 15 Eylül oluyor. DAİŞ’in Kobanê’ye saldırısının yıl dönümü. Kobanê saldırısının başladığı gün. Kobanê’de DAİŞ’in yenilgisini başlatanlar, 15 Ağustos Atılımı’nın ortaya çıkardığı gerillalardı. İnsanlığı DAİŞ belasından kurtardılar.
Gerçekten de doğru anlamak, doğru sahiplenmek lazım. Her şeyi doğru tanımlamak da gerekli. Böyle bakınca biraz somut duruma, gerçekliğe uymayan yaklaşımlar var. Bunları aşmak gerekli.
SAVAŞMAK ZORUNDAYIZ
Halkımıza, Türkiye halklarına şunu söyleyebilirim. Kurdistan, Kürt gerçekliğine şunu söyleyebilirim. Ağır bir imha, soykırım saldırısı altındayız. Bunu biz başlatmadık, Lozan Antlaşmasıyla başladı. Dünya siyaseti bunun içinde. Devlet bunu yürütüyor. Son saldırıları da biz başlatmadık. 24 Temmuz 2015’te yetmiş uçakla bize saldırıldı. 25 Nisan 2015’te İmralı’da masayı Tayyip Erdoğan yönetimi devirdi. Önder Apo da bu saldırıları Tayyip Erdoğan yönetiminin başlattığını söyledi. Varlığımıza ve özgür varlığımıza kastetmek, özgürlüğümüzü yok etmek üzere. Bir imha saldırısı altındayız. Buna karşı direnmek zorundayız. Savaşmak zorundayız. Düşmanı anladığı dille yenmek, vurmak zorundayız. Bu işin başka yolu yok. Başka çaresi yoktur. Bu gerçek iyi tanınmalı, bilinmeli. Öyle bizden kaynaklı bir şey olmamıştır. Ama bizi yok etmek için bir saldırı var. Ne yapacağız? Boyun eğmeyeceğiz. Kendimizi kurbanlık koyun mu yapacağız? Bir iki laf söylemekle mi yetineceğiz? Birisi saldırırken dur ben barış istiyorum mu diyeceğiz? Durur mu öyle dersek?
APOCU GENÇLİK SAVAŞ GENÇLİĞİDİR, DİRENME GENÇLİĞİDİR
Mücadele edeceğiz. Bu bakımdan gerçekler iyi görülmeli, halkımız iyi görmeli. Bu saldırıları kırmak zorundayız. Bu saldırganlığa karşı mücadele etmek zorundayız. Bu mücadeleyi her yöntemle yapmak zorundayız. 40 yıldır gerilla olmasaydı hiçbir şey olmazdı. Zap’ta, Avaşîn’de o tünellerde aylarca hiçbir insanın dayanamayacağı düzeyde dayanan, direnen gerilla gerçeği olmasaydı Kürtlüğün adı bile olmazdı. Kürt varlığı ve özgürlüğüne dair hiçbir şey kalmazdı. Bu kadar gerçek. Her şey bu direnişte oluyor, her şey bu direnişle yaratılıyor, kazanılıyor. Kürtlük adına, özgürlük adına, insanlık adına, kadın özgürlüğü adına… O halde bu gerçek iyi görülmeli. Hamaset edebiyatından uzak durulmalı, gerillaya sahip çıkılmalı. Gerilla direnişi, sahiplenilmeli, savunulmalı, gerillanın anlam bilincine iyi bakılmalı. Böyle korkuyla, ürküntü ile durarak bir yere gidilemez. Özellikle Kürt gençliğine, Apocu gençliğe çağrı yapıyorum. Apocu gençlik, savaş gençliğidir, direnme gençliğidir, özgürlük mücadelesi gençliğidir. Öyleyse şöyle böyle olmaz. Kim ne der bilemeyiz ama biz PKK olarak bu faşist, sömürgeci, soykırımcı savaşa karşı gerilla tarzıyla savaşıyoruz.
Stratejimiz savaşmaktır. Mecburuz. Ancak bununla var oluyor ve kazanıyoruz. Kürtlüğü böyle var ediyoruz. O halde gençliğin yolu bu olmalı. Gençlik bu gerçeği iyi görmeli, bu mücadeleyi daha çok benimsemeli, katılmalı, daha iyi tanımalı. Parti gerçeğimiz de, gerilla gerçeğimiz de onun için daha çok koşmalı gerillaya, Zap’a koşmalı, Medya Savunma Alanlarına koşmalı, gerilla alanlarına koşmalı.
SAVAŞ VERİLMEDEN BARIŞ NEREDEN GELECEK?
Buralara ulaşamıyorsa Dêrazor’a gitsin, DAİŞ’e karşı savaşa katılsın. Ama bu AKP, MHP, DAİŞ, KDP gericiliğine karşı, kontra ittifakına ve gericiliğe karşı direnerek, savaşarak, gerilla tarzıyla mücadele ederek ancak kazanabiliriz. Böyle yapıp kazanmak zorundayız. Kürt gençliği özellikle bu gerçeği iyi bilmeli. Başkaları başka sözler söyleyebilirler. Özel savaşa karşı, devrimci savaşla karşı durulur. O halde devrimci savaş gücü olmalıyız. Devrimci savaş eylemine yönelmeliyiz. Başkaları ne diyor bizi ilgilendirmez. Herkes kendi bildiğini yapar ama Apocu gençlik olacaklarsa, PKK ve gerillayı esas alıyorlarsa çizgileri budur. Bu temelde mücadele etmelidirler.
Önder Apo bir defa şunu söyledi “Barış barış diyorsunuz ama barış için savaşmak savaşların en ağırıdır. Bu savaşla olur.” Öyle söz söylemekle, istiyorum demekle olmuyor. O halde barışı kazanmak da istiyorlarsa, bunun yolu özgürlük ve demokrasiden geçiyor. İşte Şırnak direnişimizin büyük komutanı vardı, Zeryan yoldaş; .“Barışınız sizin olsun, biz özgürlüğümüzü istiyoruz” dedi. Özgürlük olmadan, demokrasi olmadan, kurtuluş olmadan bunu sağlayacak savaş verilmeden barış nereden gelecek? Sadece söz söylemekle elde edemeyiz. O halde gerçekleri daha iyi görmeli, bu özgürlük mücadelesine daha çok sahip çıkmalıyız. Özellikle gençliği bu dönemde gerillaya katılmaya, her alanda bu AKP-MHP faşist saldırılarına karşı devrimci savaşı kendi gücüyle örgütlenerek, bilinçlenerek daha çok geliştirmeye çağırıyorum.
FESTİVALE MESAJ
Bu önemli bir festival. 92’den bu yana sürüyor, her yıl yapılıyor. Avrupa’daki Kürt ulusal topluluğunun varlığını temsil ediyor. Anlamlı bu yönüyle. Diğer yandan şunu bilelim; askeri saldırı yapıyor, tutukluyor, işkence yapıyor, katlediyor, zulmediyor. Bunların hepsi kültürel soykırımı başarmak için. Bir kısım Kürt’ü yok ederek, geri kalanlarını asimile edip Türkleştirmek istiyor. Bunun için bu ekonomik baskı, askeri baskı, polis baskısı yanında en çok kültürel saldırı yürütüyor. Dil asimilasyonu, kültür asmilasyonu, tarih asimilasyonu geliştiriyor. Bunu propagandayla yapıyor, sanatla yapıyor, edebiyatla yapıyor. Çok yoğun bir saldırı var bu konuda.
Bu anlamda Kürt kültür festivalleri yapmak, kültürel etkinlikler geliştirmek, kültürel çalışma yürütmek çok önemli. Kürt sanatını, edebiyatını geliştirmek, dilini geliştirmek çok önemli. Ama bunları özgürlük mücadelesiyle birlikte yapmak, gerilla değerleriyle bütünleşerek yapmak gerekli. Ancak böyle olursa anlam taşır. Bu bakımdan da kültürel etkinlikler önemli, anlamlı. Fakat ben şunu bu vesileyle eleştirmek de istiyorum. Aslında biraz Avrupa’daki halkımıza dönük eleştirilerimiz de oldu. Yine de eklememiz lazım.
AVRUPA’DA HER GÜN KÜLTÜREL ETKİNLİK OLMALI
Yılda bir festivalle olmaz. Bu bir günlük, birkaç günlük kültürel çalışmayla olmaz. Avrupa’da her gün kültürel etkinlik olmalı. Ulusal düzeyde bir kültür festivali birkaç ayda bir ya da yılda bir yapılabilir. Ama bir bölgede, üç bölgede, beş bölgede kültürel etkinlik her zaman olmalı. Her gün olmalı, Her gün birkaç bölgede mutlaka olmalı. Bu eskiden böyleydi. Newroz’da böyleydi. En az iki-üç ay kutlanıyordu. 15 Ağustoslar kutlanıyordu. 27 Kasımlar kutlanıyordu. Aslında Avrupa’da her gün en az 3-4 yerde kültürel etkinlik vardı. Sanatçılar bu etkinliklere koşuyordu. Kürt sanatçısının sanatçılığı bu etkinliklerde gelişiyordu yani. Bunu Önder Apo geliştirdi. Önder Apo’nun tarzı idi. Şimdi bu etkinlikler durdurulmuş, en aza indirilmiş. Sanatçılar çalışmıyor. Sanatçı alanlarda, derneklerde toplumla yüz yüze bir araya gelmiyor ki! Adı kültür derneği ama kültür çalışmaları yapılmıyor. Çocuklar kendi kültürleriyle, dilleriyle buralarda eğitiliyordu aslında. Önder Apo’nun geliştirdiği sistem biraz değiştirilmiş görünüyor. Tekrar eski Önder Apo’nun sistemine dönmek, tarzına dönmek lazım. Onu da geliştirmek gerekli. Diğer türlü olmaz.
Hem soykırım altında bir halkın mensubu olacaksın, hem de yurtdışında başka toplumların içinde olacaksın da Kürt kültürüyle kalacaksın. Bu mümkün değil. Ancak böyle bir kültürel duruş, çalışma içinde olunursa bu başarılabilir. Nitekim Avrupa’daki Kürt toplumu, Kürt demokratik uluslaşmasının çekirdeği oluyor. Bu 15 Ağustos Atılımı ile birlikte oluştu. 15 Ağustos’u sahiplenme temelinde oluştu. 15 Ağustos’tan aldık ruhunu, bilincini, iradesini. Örgütlülüğünü partiden aldı, Önder Apo dan aldı. O halde bunları yine almalı, daha fazla yayılmalı, geliştirmeli, kültürel etkinlikleri, değişik kitle çalışmamızı ve yaşamımızın günlük parçası haline getirmeliyiz.
Bu vesileyle bunları böyle ifade etmek istedik. 9 Eylül’de yapılacak festivali de kutluyorum. Şimdiden parti yönetimimiz adına üstün başarılar diliyorum. Festivale katılan herkesi saygıyla selamlıyorum. Etkinlik gösterecek, çaba harcayacak herkese teşekkür ediyorum. Sanatçılara da diğer emekçilere de daha çok festivallerde birleşelim diyorum.”