BEHDÎNAN- PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’nin sorularını yanıtladı.
İmralı işkence ve tecrit sisteminin, soykırım sisteminin kırılamaz, yenilemez, aşılamaz demenin yanlış olduğunu dile getiren Kalkan, “Zafer her zamankinden yakın. İyi bir mücadele ile bu önümüzdeki haftalarda, aylarda, günlerde gerçekten de tarihin en önemli, özgürlükçü ve demokratik gelişmelerini ortaya çıkarabiliriz. Buna inanalım, kendimize güvenelim ve uluslararası komploya karşı 27. yılda mücadelemizi zafer çizgisinde yürütüp mutlaka uluslararası komployu, onu sürdürmeye çalışan İmralı işkence tecrit ve soykırım sistemini paramparça ederek Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayalım.” dedi.
AVRUPA KONSEYİ’NİN KARARI
Kürtlerin ve dostlarının öncelikli gündemi tecrit ve tecride karşı mücadele. Küresel özgürlük hamlesi bir yılını doldurdu. Öncelikle hem bu bir yıllık süreci hem de en son Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin aldığı karar üzerinde duralım.
Öncelikle İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele eden herkesi de selamlıyorum, başarılar diliyorum. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi devam ediyor. Önder Apo 25 yıl, 7 ay, 15 gündür bu tecrit ve soykırım sistemi altında tutuluyor. Buna karşı mücadele de sürüyor. Tabii büyük bir mücadele var her alanda. Özellikle son bir yılda da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen bir hamleyi bütün insanlık yürütüyor. Halkımız yürütüyor, kadınlar, gençler yürütüyor. Dünyanın dört bir yanında devrimci, demokratik güçler, akademisyenler, insan hakları sahipleri; özgürlükten, demokrasiden yana olan herkes yürütüyor. Bu mücadele de önemli bir düzeye geldi.
Geçtiğimiz 1-2 hafta içerisindeki önemli olay, tabii Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin kararı ve o temelde yaşanan gelişmeler oldu. Yönetimimiz bu karar karşısında hareketimizin tutumunu açıkladı. Halkımız, dostlarımız 21 Eylül’de Frankfurt’ta tutumunu ortaya koydu. 32. Kürt Kültür Festivali ile bir irade beyanında bulundu. Hem komplonun yıl dönümüne cevap, küresel özgürlük hamlemizin birinci yılını doldurması da yıl dönümünde eylemliliği geliştirmek üzere bir tutumdu. Ama bir de somut olarak Bakanlar Komitesi’nin verdiği karara karşı Kürt halkının ve dostlarının, demokratik sosyalist güçlerinin tutumu nedir; bunlar ortaya konuldu. Bu temelde birçok alanda yine tartışmalar da gelişti. Daha önce 69 Nobel ödüllü insan tutum geliştirmiş, mektup göndermişti değişik yerlere. Onlar itirazda bulundular, girişim yaptılar. Çeşitli inisiyatifler Önder Apo’nun özgürlüğü için tutumlar geliştirdi. Tartışıldı bu tutum. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 10 yıl sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararı görüşmeye almıştı. Sonuç olarak da Türkiye’ye bir yıl daha zaman verdiler, hukukta değişiklik yap, umut hakkı konusuna çözüm getir diye. Bunu eleştirdi haklı olarak. Yönetimimiz de eleştirdi. Belirttiğim bütün eylemler de aslında buna dönük bir eleştiriydi, tutumdu. Bu bakımdan onları tekrarlamaya gerek yok.
Fakat eklenecek bazı şeyler söylenebilir mi? Evet.
Bir tanesi; Bakanlar Komitesi siyasi karar aldı dendi bazı tartışmalarda. Zaten siyaset kurumudur yani. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin kararını hukuki açıdan değerlendirmemek lazım. Onlar hukuki kurum değillerdir, hukuk açısından karar vermiyorlar. Siyasi karar veriyorlar, siyaset kurumudurlar. Hukuki kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi vermişti zaten. O kararın hayata geçirilmesinden uygulanmasının takibinden sorumlu siyaset kurumuydular. Bir değerlendirme yaptılar. O temelde siyasi karar aldılar. Bir yıllık süre verme de TC devletine aslında bir siyasi karardı. Siyaset açısından bunu değerlendirmeliyiz. Şu çok ilginç. 18 Mart 2014’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karar veriyor; siyasetten haberi yok, gelişmeler ne olacak belli değil. Fakat biz biliyoruz ki 30 Eylül 2014’te çöktürme eylem planı denen bir Kürt Özgürlük Hareketini imha ve tasfiye kararı planı ortaya çıkartıldı. Bunu TC devleti, AKP-MHP hükümeti kararlaştırdı, uygulamaya koydu. Öyle görüldü ama bu tümüyle Kürtlere ilişkindi. Kuşkusuz Önder Apo’yla da ilgiliydi. Aslında daha o zamandan erteledi. 10 yıl bekletti yani. Bakanlar Komitesi neyi bekletti? Çöktürme eylem planı temelinde PKK’nin imha ve tasfiye olmasını bekledi. Aslında bu süreçte PKK imha olacaktı, tasfiye olacaktı, çok zayıf duruma düşecekti. Artık Kürdistan’da özgürlük mücadelesi yürütülemez hale gelecekti. Gerilla ezilecekti. Halk, önderlikten ve özgürlükten kopacaktı. Soykırım gelişecek, asimilasyon ilerleyecekti. Umutları oydu. Ondan sonra da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararı görüşmenin bir anlamı kalmayacaktı. Görüşseler de görüşmeseler de Önder Apo’nun düşüncelerini hayata geçirecek örgüt, halk, topluluklar ortadan kalkmış olacaktı. Umut, beklenti bunaydı. Neden 10 yıl bekledi? Avrupa Konseyi ne yaptı? Bunu bilmemiz lazım. Avrupa Konseyi, işte çöktürme eylem planı temelindeki saldırılar başarılı olsun da ondan sonra girişimde bulunalım, diye beklediler. Fakat ne yaptılarsa da sonuç alamadılar.
‘ÇOK AÇIK GÖRÜLDÜ Kİ MÜCADELEYİ BÜYÜTÜRSEK MECBUR KALACAKLAR!’
Artık daha fazla bekleyemez hale geldiler. 17-18-19 Eylül’deki toplantılara gündem yapma bu temelde gerçekleşti. Aslında çok daha öncesinden umutları, hesapları, planları bu imha ve tasfiye planının başarıya gideceği yönündeydi. Öyle olsaydı daha erkenden aslında tartışma gündemini alacaklardı. Şimdi mecbur kaldılar, aldılar. Bu bir yıllık uzatma Türkiye’ye zaman verme ne anlama geliyor? Belli ki AKP-MHP hükümeti kendilerine zaman verilmesi için talepte bulunmuş, Bakanlar Komitesi de hükümete bu zamanı verdi. Bu ne zaman oluyor? PKK’nin imha ve tasfiye edilmesi zamanı… İlgili çevreler, -Bakanlar Komitesi de içinde- umut ve hesap ediyorlar ki, bu bir yıl içerisinde PKK’yi imha ve tasfiye edeceğiz, zayıf düşüreceğiz, ondan sonra Önder Apo’ya umut hakkı tartışılsa da tartışılmasa da çok fazla bir anlamı kalmayacak. Önder Apo’nun düşüncelerini uygulayacak güçler ortada olmadıkça Önder Apo yalnız başına ne yapsın? O bakımdan bir anlamı kalmayacak. Hesap bu. Bunu hepimiz çok iyi görmeliyiz, anlamalıyız. Bu bir yıl daha çöktürme eylem planı temelindeki imha saldırılarını sürdürmek istiyorlar. AİHM kararını uygulamayı da buna bağladılar. Durum böyle. Böyle anlamamız lazım. Buradan çıkaracağımız sonuç ne? Dikkat edelim, 10 yıldır beklentileri yıkmışız, planları bozmuşuz. Saldırıları kırmışız yani. Bir bu. Bu çok önemli.
İkincisi; artık uzatamıyorlar süreyi. Bir yıl içerisinde durumu değerlendirmek zorunda kalıyorlar. O halde umutları, beklentileri ne? PKK’nin tasfiyesi, gerillanın ezilmesi, halkın özgürlük mücadelesinden vazgeçirilmesi. O zaman burada ne sonucu çıkarabiliriz? Bu gerçekleri anlar, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yürüttüğümüz hamleyi daha etkili geliştirirsek, özgürlük mücadelesini her alanda daha güçlü, etkili yürütürsek, bir, bir yılı beklemeden de Bakanlar Komitesi’ni de ilgili diğer kurumları da sorunla ilgilenmek zorunda bırakırız. Umutlarını kırarız yani. Beklentilerini boşa çıkartırız. Bir yıl sonra ne yapacaklar? Çok daha güçlü bir örgüt, mücadele, halk duruşu, dostlar duruşu olursa Önder Apo’nun fikirlerini dünyanın dört bir yanına daha çok yayarsak bu temelde eğitim, örgütlenme, çalışmaları, özgürlük mücadelesi daha çok gelişirse, artık yapacakları bir şey kalmaz. O zaman ne yapacaklar? Belli ki bazı çareler aramak zorunda kalacaklar. En azından uzlaşma aramak zorunda kalacaklar. Şöyle görelim: İşi finale getirmişiz. Bu bir yıl aslında bu mücadelenin final süreci. Ne kadar güçlü mücadele edersek o kadar başarılı olacağız, biz sonuç alacağız, biz kazanacağız. İşin gerçeği bu. Buna göre mücadele etmeliyiz.
Hamlenin 10 Ekim’de birinci yılı tamamlanıyor, ikinci yılına giriliyor. Hem bu yıl dönümü sürecini hem de ikinci yılı her alanda çok daha güçlü ve etkili mücadele yılı haline getirmeliyiz. Herkes daha güçlü mücadele etmeli. Dört parça Kürdistan’da, dünyanın dört bir yanında bu mücadeleyi çok daha etkili, çok daha kitlesel yürütmeliyiz. Gerçekten de seferber olmalıyız. Çünkü ışık görülmüştür. Mücadeleyle sonuç alacağız. Bunu herkes bilmeli. O halde sonuçta benim de katkım olsun, hem de çok olsun diye her birimiz adeta yarışırcasına Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele etmeliyiz. Olduğumuz her yerde mitingler yapmalıyız, eylemler geliştirmeliyiz. İşte bazı planlanmış eylemler var. Propagandası yapılıyor. Yapanlar diyorlar, irade beyanında bulunacağız. Gerçekten de her yerde hem Kürt halkı, kadını, genci, işçi, emekçisiyle hem de dostları irade beyanında bulunalım. Bölge bölge, kıta kıta, şehir şehir, kişi kişi hatta, en geniş mitingler yapalım. En güçlü eylemler geliştirelim. Önder Apo’ya sahip çıkalım. Her zamankinden daha fazla sahip çıkalım. Önder Apo’nun özgürlüğü için çok zengin yöntemlerle ama çok daha kitlesel mücadeleler geliştirelim. Bununla sonuç alırız.
Bu anlamda gerçekten de mücadele gittikçe yoğunlaşıyor. Etkinlikler var her yerde. Hafta içinde de bu hafta sonunda da… Cenevre’de konferans oluyor, Hamburg’da gençler yürüyorlardı ‘Bijî Serok Apo’ diyerek; hepsini selamlıyorum. Alkışlıyorum. Gerçekten de tutumları çok önemli. Almanya’nın devrimci kenti tabii Hamburg bildiğimiz kadarıyla. Tarihine yakışır bir biçimde de Önder Apo gerçeğine sahip çıkıyor. Rojava ayakta. Kuzey Kürdistan’da birçok toplantı var, miting var. Kampanya başlatıldı zaten. Hazırlık yapılıyor. Her yerde böyle. İşte 13 Ekim’de Amed’de ikinci yıl mücadelesinde en geniş kitlesellikle başlatılması hedefleniyor. Buna en güçlü bir biçimde katılmalıyız. Herkes katılmalı. Türkiye’den, Kürdistan’dan çağrılar oluyor. Biz o çağrıların hepsine katılıyoruz. Gerçekten de bir tutum koymalıyız. Faşizme, sömürgeciliğe ve soykırıma geçit vermeyeceğiz. Önder Apo etrafında çok daha fazla kenetlenmeliyiz, daha güçlü sahiplenmeliyiz. Öyle ki herkese şunu göstermeliyiz: Yaşam Önder Apo ile olacak. Özgür ve demokratik yaşam olacaksa Önder Apo ile olacak. Başka türlü olmaz. Herkes bunu bilecek ki Önder Aposuz, özgür ve demokratik yaşam olmaz. Bunu her yerde haykırmalıyız. Herkese anlatmalıyız. Herkes bu gerçeği bilmeli. Avrupa bir sürü mitingler planlıyor. 16 Kasım’da yeni bir yıl mücadelesinin startını vermek istiyorlar. Herkes katılmalı. en geniş katılımları sağlayabilmeliyiz. Yıl dönümünde de 10 Ekim’de gerçekten herkes olduğu yerde belli bir mücadele yürütebilmeli. Her yerde eylemler yapılabilmeli. Bunlar önemli.
Küresel özgürlük hamlesi… Bir yılda neler oldu? Önemli bir düzey tutturdu. Arkadaşlar da değerlendiriyorlar, tartışıyorlar. Onlara katılıyoruz. Çok ekleyeceğimiz şey yok. Fakat şunu görmeliyiz. Ne yarattı? Bir, gündemimizi doğrulttu. Hangi gündemde olmalıyız? Niçin mücadele etmeliyiz? Bunu herkes için geçerli kıldı. Gündem, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüdür. Kürt sorununun siyasi çözümü de buna bağlı, faşizmin yıkılması da, Kürdistan’ın özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesi de buna bağlı. Erkek egemen zihniyet ve siyasetinin zayıflaması da buna bağlı. Kadın özgürlüğünün gelişimi, her şey buna bağlı. Bütün bu özel saldırıların hepsinin kırılması buradan geçiyor. O bakımdan da anahtarı bulduk; Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüdür. O halde yürüteceğimiz bütün mücadeleleri Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüyle bağlamalıyız. Bir parçası o olmalı. Önceliği ona vermeliyiz. Çünkü doğrusu bu. Herhangi bir şans tanımıyoruz. Doğru olanı yapıyoruz. Gerçeği yapıyoruz. Gerçek olan budur yani. Çünkü Önder Apo’suz özgür yaşam olmaz. Herkesin mücadelesi, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğün için mücadelesi, kendinin özgür yaşamını sağlaması için, özgürlüğü kazanması için oluyor. Bunu bilmemiz gerekiyor.
İki; birlik olduk. Bu bir yıl içerisinde ortak eylemlikler her düzeyde gelişti. Güçlü eylemler oldu. Üç, dört parça Kürdistan’dan dünyanın dört bir yanına yayılan bir mücadele gücü haline geldik. Dahası çok zengin, değişik mücadele yöntemleri uygular hale geldik. Konferanslar oluyor. Okuma günleri düzenleniyor. Çeşitli çeşit eylemler yapılıyor. Eylem biçimlerinde çok zengin hale geldik. Birçok şeyi kazandık. Bu bir yıllık mücadele önemli gelişmeler yarattı. Sonuçlar ortaya çıkardı. Bu oldukça anlamlı ve önemli. O halde ikinci yılda bu eylem biçimlerini çok daha yaygın, zengin ve etkili bir biçimde hayata geçirirsek, o zaman gerçekten de ikinci yılın mücadelesi birinci yıla göre kat kat artacak. Zaten ifade ettik, gerçekten final yılı gibidir.
Bir de ilginç; hep Eylül 2025’e tarih veriyorlar. Bu Eylül 2025’te ne olacak onu da tam anlayamadık! Aslında önümüzde çok kritik süreçler var. Önemli küresel düzeyde tarihi gelişmeler ifade eden olaylar olacak. Belli ki böyle gelişmeler yaşanacak. O halde böyle bir süreçte Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele, aslında sadece bir kişi olarak Önder Apo’nun özgürlüğünü istemek ve onu sağlamak değil, aslında bütün özgürlüklerin ve demokratikleşmenin önünü, kilidini açmak gibi olacak. O halde bu yıl dönümünü iyi değerlendirelim her alanda. Daha farklı eylemler yapalım. Eylemlerimiz hem biçim, yöntem olarak zengin olsun, hem daha çok olsun hem de tabii çok daha kitlesel olmalı. Gerçekten de Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istiyorum, Önderliksiz yaşam istemiyorum, bu özgür ve demokratik olmayan yaşamdır, diyerek bütün dünya önünde bir irade beyanını halk olarak geliştirelim.
‘ÖNDER APO’YA KOMPLO OLMASAYDI ORTADOĞU’DA ÇÖZÜM GELİŞİRDİ’
Komplo ve komploya karşı mücadelenin 26. yıl dönümüne giriliyor. Çokça tartışıyoruz ama ne kadar anlaşılıyor komplo? Ve bu bağlamda 26 yıldır sürdürülen mücadele nasıl bir düzey ortaya çıkardı?
Uluslararası Komplo, 9 Ekim 1998 günü Önder Apo’nun Suriye’den çıkarılmaya zorlanmasıyla başladı. 26. yıl dönümü yaşanıyor komplonun. Komployu planlayanlar, kararlaştıranlar, örgütleyenler, uygulamaya koyanlar biliniyor. Bu konuda da herhangi bir muğlaklık, belirsizlik yok. Her şey son derece net, açık, belirgin. Gerçekten de onların durumu, tutumu üzerinde de durmak gerekli. 26 yıl… Çeyrek asrı aştı. Çok önemli bir zaman. Dönüp bu 26 yıla bakmamız gerekiyor. Bir de komployu hazırlayan sürece de bakmamız gerekiyor. Öyle olursa yirmi altı yıl, otuz yıl, otuz beş yıla bakmak gerekli. bu süreçte neler oldu, neler yaşandı? Bu olup bitenlerin uluslararası komplo saldırısı dediğimiz Önder Apo’nun imhasını hedefleyen saldırıyla bağı nedir? Bu süreci aynı zamanda Üçüncü Dünya Savaşı süreci olarak tanımlıyoruz. Aslında ’90’ların başında Üçüncü Dünya Savaşı başladı, komplonun zeminini hazırladı. Ondan sonra da Üçüncü Dünya Savaşı’nı yürüten güçler kendi amaçlarında başarılı olmak, çıkarlarını egemen kılmak için komplo saldırısına dahil oldular. Saldırıyı yürüten oldular. Birbirleriyle çelişseler de bunu yaptılar, birleşseler de yaptılar. Karşıt olanlar da yaptılar, aynı safta olanlar da yaptı. Herkes bunu yürüttü. Şimdi dönüp bu sürece baktığımızda ne görüyoruz? Saldırı neydi? Önder Apo’ya dönüktü. Neyi hedefliyordu? Önder Apo’nun imhasını hedefliyordu. Başaramadılar; İmralı, işkence, tecrit ve soykırım sistemi içine koydular. Başarabilselerdi, imha etmek istiyorlardı. Niye Önder Apo’ya saldırdılar? Niye Önder Apo’yu imha etmek istediler? Şöyle de diyelim. Uluslararası Komplo saldırısı olmasaydı, Önder Apo bu geçen 20 yıl içerisinde özgürce mücadele etseydi, Kürdistan’ın özgürlük mücadelesine öncülük etseydi, Kürt halkının özgürlük mücadelesini yürütseydi, gençleri, kadınları eğitseydi sonuç ne olurdu? Bir de buradan bakalım. Ne istiyordu Önder Apo? ’90’ların başında yeni bir sürece girildi. Bakur’da serhildanlar gelişti. Başûr’da Körfez Savaşı ile boşluklar oluştu. Bakur’da da Başûr’da da birlik olsun istedi. Kürt özgürlüğünün gelişmesini istedi. Kürt özgürlüğü gelişseydi, bu temelde Önder Apo bu amaçlarını, bu doğrultudaki kararlarını, anlayışını yürütme imkânı bulup hayata geçirseydi ne olurdu? Kürt özgürlüğü gelişirdi. Buna dayalı olarak Türkiye’de demokratikleşme gelişirdi, Irak’ta demokratikleşme gelişirdi, Suriye’de, İran’da demokratikleşme gelişirdi, Ortadoğu’da demokratikleşme olurdu. Özgür Kürdistan, demokratik Ortadoğu’yu yaratırdı. Demokratik Ortadoğu ne olurdu? Birlik olurdu, kardeşlik olurdu, dayanışma olurdu, paylaşım olurdu. Neler olmazdı!
Bu 26 yıldır-30 yıldır akan kana bakalım. Yaşanan zulümlere, katliamlara bakalım. Ortadoğu kan deryasına döndü. Kürdistan kan deryasına döndü. Uluslararası komplo demek, bu kan deryası demek. Bu katliamlar demek. Aslında Önder Apo’nun özgürce mücadele etmesi demek ise, bunların engellenmesi, ortadan kaldırılması, bunlara karşı özgür yaşamın, demokratik yönetimin, demokratik konfederal birliğin, halklar birliğinin gelişmesi demek olacaktı. Bu, insanlık için ne kadar iyi olacaktı!
Sadece Kürtler için değil, sadece bölge halkları için bile değil. Aslında demokratikleşen Ortadoğu, insanlığa; onun özgür ve demokratik yürüyüşüne büyük katkı sunacaktı. Bütün bunlar engellendi işte. Komployu böyle anlayalım. Komplo evet, Kürt soykırımını gerçekleştirmek için, Kürt özgürlüğünü engellemek için, Kürt halkının özgürlük iradesini imha ve tasfiye etmek için ağır bir saldırı oldu. Hiçbir kural tanımayan, haksız, çok haksız, insanlık tarihinin en haksız saldırısı oldu. Ama sadece Kürtlere olmadı. Önder Apo bu komplonun Türkiye boyutunu değerlendirdi; iyi anlayalım. Türkiye kazandı mı kayıp mı etti acaba? Evet, bu süreçte Tayyip Erdoğan iktidar oldu. Devlet Bahçeli iki sefer hükümet oldu. Kasalarını doldurdu. Bunlar soydu soğana çevirdiler, zengin oldular. Hiçbir şeyleri yokken bu süreçte komplodan yararlandılar. Ama Türkiye ne oldu? Türkiye gelişti mi, geriledi mi? Türkiye neler kaybetti? Diğer yandan Ortadoğu’daki duruma bakalım. Bütün bunların komplo ile kopmaz bağı var. Demek ki komplo Kürt özgürlüğüne karşı değildi sadece. Onunla birlikte demokratik Türkiye’ye karşıydı. Demokratik Ortadoğu’ya karşıydı. İnsanlığın özgürlük yaşamına karşıydı. Kadın özgürlük mücadelesine karşıydı. Kadın özgürlük iradesinin, özgürlük devriminin gelişimine karşıydı. Bütün bunlara karşı bir saldırı olarak ortaya çıktı, gelişti. Bunu ABD yaptı, İngiltere yaptı, İsrail yaptı. Avrupa devletlerinin hepsi katıldılar. Rusya katıldı. İhtiyaç duydukları herkesi kattılar, ortak ettiler. Kimisine zorla, kimisine çıkar karşılığında. Herkes bu suça bulaştı. Şimdi peki ne yarattılar bununla? Yarattıkları sonuç ortada.
KÜRT HALKINA ÖZÜR BORÇLARI VAR
Bu bakımdan gerçekten de bu politikaları doğru anlamak lazım. İyi değerlendirmek gerekli. Hepimiz iyi anlamalı, değerlendirmeliyiz, ona karşı doğru politik tutum geliştirmeyi bilmeliyiz. Ama bu politikaların sahipleri de doğru anlamalılar. Gerçekten de biraz insanlıktan, demokrasiden, insan haklarından yanaysalar; haksızlık yaptılar, zalimlik yaptılar. Bu kadar kanın, katliamın sorumlusu oldular. Biraz sorgulayıp bundan vazgeçebilmeliler. Biz böyle söyleyince, bu tür değerlendirmeler, eleştiriler yapınca bu işten sorumlu olanlar diyorlar ikide bir komplo demeyin, bize dayatmayın bunu. Ne diyeceğiz peki? Yok mu sayacağız? Hâlâ devam ediyor komplo. 43 aydır Önder Apo’dan hiçbir bilgi bile yok. Hukuk yok, adalet yok, insanlık yok, hiçbir şey yok. Kimsenin gıkı çıkmıyor. Kimse bir kelime söylemiyor. Bu işten sorumlu olanlar, sahipleri. Peki ne diyelim? Komplo demeyelim de. Hata burada yapılmış. Suç burada işlenmiş. Dolayısıyla düzeltme buradan olacak. Hatalar, suçlar ortadan kaldırılarak olacak. Yoksa atlayamayız. Atlarsak yeni bir şey inşa edemeyiz hata ve suç üzerine. Doğruluk inşa edemeyiz. Başarı inşa edemeyiz. Hatadan başarı doğmaz. Yanlıştan doğruluk gelişmez. Bunu çözmek gerekiyor. Sorumlu olanlar da çözümleyici olabilmeliler. Biraz kendilerini sorgulayabilmeliler. Biraz öz eleştiri yapabilmeliler.
Kürt halkına tarihin en büyük haksızlığı yapıldı. Önder Apo’ya saldırı, evet, Önder Apo’ya en büyük haksızlıktı, en büyük baskıydı, işkenceydi. Fakat sadece Önder Apo’ya olmadı bu, bütün Kürt halkına oldu. Kadınlara, gençlere oldu. Ortadoğu halklarına oldu. Türkiye halklarına ve insanlığa oldu. O halde bu haksızlığın giderilmesi lazım. Bu kadar zulmedildi, bu kadar baskı, işkence altında kaldı, özel savaş uygulamalarına maruz kaldı Kürt gençleri, çocukları, kadınları. Bu kadar katliam yaşadılar. Bu işten sorumlu olanlar; ABD yönetimi, o zaman da demokratlar yönetimdeydi, şimdi de yönetimler. Bunu daha önce de söyledik. İngiltere’de İşçi Partisi yönetime geldi. Bu güçler biraz daha bu yaptıkları haksızlığı görerek bunu telafi etme yoluna girebilirler, girmeliler. Kürt halkına özür borçları var. Kürt halkına yaptıkları bu 26 yıllık baskı zulüm, öncesini bir yana bırakalım, zulmü giderme sorumlulukları var. Bunları davet ediyoruz böyle yaklaşmaya. Bu geçmişe bir baksınlar. Önder Apo’nun yapmak istediklerine bir baksınlar. Onu engelleyerek nelere yol açtılar? İyilik mi yaptılar? Kürdistan’da çözüm mü ürettiler? Ortadoğu’da çözüm mü ürettiler? Çözümsüzlüğü geliştirdiler. Çözüm gücü Önder Apo’ydu. Çözüm gücünü engellediler. Bu kadar kanın, katliamın, işkencenin sahibi ve sorumlusu haline geldiler. Yıl dönümü vesilesiyle böyle hatırlatalım ilgili tüm güçlere. Yaptıklarından vazgeçmeye, düzeltmeye, Kürtlere uyguladıkları baskı ve işkence nedeniyle özür dilemeye davet ediyoruz.
‘ZAFERE YAKINIZ, YETER Kİ MÜCADELEYİ BÜYÜTELİM’
Diğer yandan komploya karşı 26 yıllık mücadele çok önemli. Önder Apo’yu imha etmek istiyorlardı. 9 Ekim Komplosu bir imha saldırısıydı. Başarısız kılındı. 15 Şubat Komplosu bir imha saldırısıydı. İdam etmek istediler. Onun için Önder Apo’yu Kenya’dan kaçırıp, kanunsuz ve ahlaksız bir biçimde Türkiye’ye teslim ettiler. Bu, mücadeleyle boşa çıkartıldı. İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde Önder Apo’yu çürütmek; düşünemez, üretemez, dolayısıyla siyasi güç olmaktan çıkar hale getirmek istediler. bu 26 yılda komploya karşı tarihin en büyük mücadelesi verildi. İnsanlık tarihinin en ağır, haksız ve ahlaksız saldırısı idi ise komploya karşı 26 yıllık mücadele de tarihin en anlamlı, en özgürlükçü, en demokratik direnişidir, mücadelesidir. Önder Apo bu mücadeleye öncülük etti her şeyden önce. Bütün Kürt halkı, diğer halklar, dostlarımızın hepsi verdi. Herkes katıldı bu mücadeleye. Bu mücadele içerisinde herkesin payı var. Ne oldu? Mücadele defalarca komployu yenilgiye uğrattı, başarısız kıldı. Birçok planını boşa çıkardı. Önder Apo’yu İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde düşünemez, düşünce üretemez noktaya getirmek isterlerken, Önder Apo başta kadınlar olmak üzere, bütün ezilenlerin kurtuluş yolunu gösteren bir düşünce gücü haline geldi. Küresel bir önderlik oldu. Evreni en iyi anlayan ve tanımlayan oldu. Önder Apo’yu imralı işkence, tecrit sistemi içerisinde boğmak, sesini kısmak istediler. Şimdi Önder Apo dünyanın her yerinde, bütün insanlığın elinde. Dedi ki savunmalarım neredeyse ben oradayım. Savunmalar şimdi dünyanın dört bir yanında. Gençlerin, kadınların, işçi ve emekçilerin… O halde Önder Apo her yerde, herkesin yanında, herkesle birlikte. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi Önder Apo tarafından defalarca delik deşik edildi, paramparça edildi. Şunu söylemek için bütün bunları tekrarladım; mücadele kazandırıyor. Mücadele edilerek kazanılıyor. 26 yıllık uluslararası komploya karşı mücadele pratiğinden çıkartacağımız en temel ders bu. Mücadele edersen kazanırsın. Mücadele etti, Önder Apo kazandı. Önder Apo’nun mücadelesini izleyerek Kürt halkı, Kürt özgürlük güçleri, Kürt gerillası mücadele etti, kazandılar hepsi. O halde İmralı işkence ve tecrit sistemi, soykırım sistemi kırılamaz, yenilemez, aşılamaz demek yanlıştır. Zafer her zamankinden yakın. İyi bir mücadele ile bu önümüzdeki haftalarda, aylarda, günlerde gerçekten de tarihin en önemli, özgürlükçü ve demokratik gelişmelerini ortaya çıkarabiliriz. Buna inanalım, kendimize güvenelim ve uluslararası komploya karşı 27. yılda mücadelemizi zafer çizgisinde yürütüp mutlaka uluslararası komployu, onu sürdürmeye çalışan İmralı işkence tecrit ve soykırım sistemini paramparça ederek Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayalım.
‘FEDAİ ÇİZGİSİNDEKİ DİRENİŞ KAZANDIRIYOR’
1 Ekim, Rojhat ve Erdal yoldaşların tarihi Ankara eyleminin birinci yıl dönümü oluyor. TC hâlâ bu eylemin şokunu atlatabilmiş değil. Bu bağlamda gerilla öncülüğünde süren savaşı sormak istiyorum…
Evet, gerçekten de tarihi fedailiğin yıl dönümü. AKP-MHP, bütün Türkiye Ankara’daki eylemin şokunu hâlâ atabilmiş değil. O sarsıntıdan kendini kurtarabilmiş değil. 1 Ekim 2023 böyle bir büyük kahramanlık eylemi oldu, fedai eylemi oldu. Tabii sadece o değil. Önceki yıl 26 Eylül’de Rûken ve Sara yoldaşların Mersin’deki eylemi vardı. Mersin kahramanlığı, Ankara kahramanlığı birleşti. Ve herkes için, bütün ezilenler için umut olurken, bu faşist, sömürgeci, soykırımcı güçleri de kahretti yani. Şoka uğrattı. Bu anlamda bu eylemleri her zaman doğru anlamak, sahiplenmek, selamlamak lazım yıl dönümü vesilesiyle. Bu kahramanlıklar, -ki gerçekten de insanüstü varlık olma buna deniyor- Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nde çok yaşandı. Fakat bu eylemler son yılların belirgin, hepimize umut veren, inanç veren ve hepimizi mücadeleye çeken eylemler oldular. Bunların sahiplerini Rojhat ve Erdal yoldaşları, Sara ve Rûken yoldaşları, onların şahsında fedaice mücadele eden Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da, Xakurkê’de, Kürdistan’ın dört bir yanında mücadele eden HPG ve YJA-STAR’ın kahraman şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Her gün şehit veriyoruz. Büyük savaş yürütüyoruz çünkü. Dünya savaş halinde. Biz de var olmak ve özgür yaşamak için böyle bir savaş yürütmek zorunda kalıyoruz. Başka türlü özgürlük kolay elde edilmiyor. Demokrasiye kolay ulaşılmıyor. Varlığını korumak, yaşamak ancak mücadeleyle, hem de fedai çizgisindeki mücadeleyle gerçekleşiyor. Gerçekler bu. Mücadele eden tüm komutan ve savaşçı gücünü de HPG ve YJA STAR’ın selamlıyorum, başarılarını kutluyorum.
Rojhat ve Erdal arkadaşların eylemi yön verdi, çizgi oluşturdu. Herkese doğruyu gösterdi. Herkesi doğruya çekti. Önceki yılı Sara ve Rûken arkadaşların eylemleri yönlendirmişti. Demek ki bize komuta eden gerçekler bunlar. Yol gösteren gerçekler bunlar. Doğruyu bu kahramanca duruşta ve onların başarılı eylemlerinde gördük, bulduk. Hareket olarak, halk olarak, tüm gerilla güçleri olarak. Buna yaraşır bir kahramanca direniş de var. Bu çizgiyi devam ettiriyor Kürdistan Özgürlük Gerillası. Bakurê Kürdistan’ın dört bir yanında devam ettiriyor. Medya Savunma Alanlarında devam ettiriyor. Zap, Avaşîn, Metîna, Xakurkê’de her gün eylemler oluyor. Tepê Cûdî, Tepê Amediyê, Tepê Bahar’da, Metîna’nın direniş alanlarında, Xakurkê’nin çeşitli yerlerinde her gün eylemler yapılıyor. Heftanîn’de eylemler oluyor. Gerilla direnişi gelişerek ve derinleşerek devam ediyor. Buna karşı TC saldırıları da sürüyor. KDP ihanetinin desteğiyle 3 Temmuz’dan bu yana çok daha fazla olmak üzere, Irak yönetiminin verdiği destekle bu saldırıları yürütmeye çalışıyorlar, işgal ettiler, ilhak etmeye çalışıyorlar.
Gerçekten de Medya Savunma Alanlarını, Güney Kürdistan’ın geniş bir alanını AKP-MHP faşizmine, TC faşizmine satanlar oldu. Savaşın durumu bu. Bütün şiddetiyle, yoğunluğuyla ve derinliğiyle sürüyor. Öncelikle Bakurê Kurdistan’da, kuzeyde sürüyor. Dikkat edelim. İşte Merkez Karargah Komutanlığımızın da zaman zaman bilgilendirmeleri oluyor, açıklamaları oluyor. Geçen gün Haki arkadaşın değerlendirmeleri vardı. Gerilla direnişi her yerde, diyordu. Her direnişte AKP-MHP faşizminin büyük kayıpları var ama saklıyorlar, gizliyorlar. Onları açıklıyordu. Gerçekten de öyle. Her yerde savaş var. Bagok’tan Amed’in her yerine, bütün Botan alanı, her yerde çatışmalar oldu bu süreçte. Serhat’a kadar eylemler var, çatışmalar var. Sürekli saldırı halinde, operasyon adı altında askeri hareketlilik var. Bakur’un bu direnişini görmek lazım. Bu faşist, sömürgeci, soykırımcı AKP-MHP saldırılarına karşı bütün yaşamı yönlendiren yine de gerillanın bu kahramanca duruşu ve mücadelesi oluyor. Bunu böyle görmemiz gerekli. Bunun için her türlü ahlaki değeri yok ediyorlar, çocuğa saldırıyorlar. Diyorlar ki Türkiye’deki kayıp çocuk sayısı Birleşmiş Milletler’e bağlı bilmem kaç tane ülkenin nüfusundan daha fazla. Bu kayıp çocuklar nereye gidiyorlar? Ne yapılıyor bunlara? Parçalanıyor, organları mı satılıyor? Köle olarak mı kullanılıyorlar? Tecavüz mü ediliyor erkek egemen zihniyet ve sistem şahsında? Durum böyle. Fuhuş, uyuşturucu her yerde. Colemêrg’de açıklandı; çeteler kurulmuş, her yerde çeteler var. Eskiden de vardı. Bu TC sömürgeciliği Kürdistan’da toplumu denetim altında tutmak için çeşitli ailelere çeşitli mıntıkaları veriyor ve orada çeteleştiriyordu. Mesela işte Siverek mücadelesinden söz ediyoruz, PKK mücadelesi başlarken Celal Bucak böyle bir çeteydi. Şırnak’ta Alixan Tatar böyle bir çeteydi yani. Hep bunlar devlet tarafından özel olarak yetiştirilmişti. Şimdi özel savaş çeteleri var. Bu bir gerçek. O halde şaşırmamalıyız. Öyle şaşkınlıkla karşılanmamalı. Ne yapmalıyız? Mücadele etmeliyiz. Doğru anlayarak AKP-MHP faşizminin, TC devletinin nasıl bir güç olduğunu doğru anlayarak, ona karşı yaşamak için, özgür ve demokratik yaşamı elde etmek için mücadele etmeliyiz. Her şey mücadeleyle olur. Bakın, 30 sene önce gerilla mücadelesini yenilgiye uğratamayınca, ezemeyince gerillaya karşı üstün olabilmek için Botan başta olmak üzere binlerce köyü yaktılar, yıktılar, yok ettiler. Kırsal alanları insansızlaştırdılar, köysüzleştirdiler. Şimdi de bütün dağa, taşa maden, baraj, her şeyi yapıyorlar. Şırnak’ta baraj koyuyorlar bu sefer de. Botan’ın yerleşim olmuş, tarih olmuş bütün köy alanlarını suyla kaplayacaklar. 30 sene önce köyleri yok etmek istediler, şimdi de doğayı yok ederek gerilla karşısında sonuç almak istiyorlar. Bu kadar saldırıyı göze alıyorlar yani. O halde sahip çıkmalıyız, bunlara karşı mücadele etmeliyiz. Daha çok bilinçlenme, daha fazla örgütlülük, daha etkili, zengin yöntemler kullanan mücadelecilik gerekli. Daha cesur, daha fedakar olmalıyız. Gerçekten de yaşamı özgürce kılacaksak, özgürlük savaşçıları haline gelmeliyiz. Yaşamın her alanını özgürlük mücadelesi olarak kılmalıyız. Bu kesinlikle gerekli. Bu her zaman da gerekli. Yaşamın doğrusu, güzeli böyledir. Yaşam olacaksa ya özgürce olacak ya olmayacak, dedi Önder Apo. Özgürce yaşam ancak bu mücadeleyle sağlanır.
BAŞÛR HALKI TUTUMUNU ORTAYA KOYMALI, TARİHİ DERS VERMELİ’
Diğer yandan Medya Savunma Alanlarındaki direniş gerçekten de Türk devletini kilitledi, batağa sapladı. İşte kilitliyoruz, bitiriyoruz, diyordu. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne de yalvarıp oradan izin aldıklarını gördük. Demek ki başarısızlıklarını kendileri de aslında görmüşler. Kabul etmeseler, açıktan söylemeseler de başarısız kalmışlar. Bir tepede üç senedir savaşıyor ve onu geçemiyor. Başûr halkımız bu gerçeği görmeli. Medya Savunma Alanlarındaki direniş, bütün Kürdistan’ın direnişidir, insanlık direnişidir, özgürce var olma direnişidir. Zap’ta, Metîna’da, Xakurkê’de direnenleri bütün insanlık sahiplenmeli. Bunlar en fazla da Güney Kürdistan’ı savunuyor, onurunu savunuyor, özgürlüğünü savunuyor, varlığını savunuyor. Herkes diyor ki Başûrê Kurdistan bitecek. Güney Kürdistan halkımız, aydınları, siyasetçileri, gençleri, kadınları, emekçileri buna karşı sessiz kalmamalı, cesur olmalılar. Biraz daha seslerini yükseltmeliler.
Deniliyor ki 20 Ekim’de seçim olacak. Gerçekten olacak mı olmayacak mı bilmiyoruz. Ama bu faşist, sömürgeci, soykırımcı saldırılardan hesap sormak için önemli bir fırsat. “Ben ne yapabilirim, elimde bir şey yok” dememeliler. Bu işgalci, ilhakçı, soykırımcı saldırılara “dur” demeliler. Buna kapı açan iktidara “dur” demeliler. Fırsat ellerinde. Aslında bu bir irade beyanıdır. Güney Kürdistan yurtseverliği gerçekten de tutumunu ortaya koymalı. Herkes Güney Kürdistan toplumunun nasıl bir yurtsever olduğunu geçmişte Saddam faşizminin soykırımcı saldırılarına karşı nasıl mücadele ettiyse, şimdi de AKP-MHP faşist saldırganlığına ve ona işbirlikçilik ihanet edenlere karşı nasıl bir duruş sahibi olduğunu; Kürt özgürlüğünden, varlığından, iradesinden yana olduğunu ortaya koyabilmeli. Böyle bir irade beyanında bulunabilmeli. Gerçekten bu bakımdan da çok önemli, tarihi bir süreç. Öyle günlerden geçiyoruz. Tarihi bir fırsat oluşmuş.
Biz inanıyoruz ki Güney Kürdistan halkımız 20 Ekim’de hem işgalci, ilhakçı saldırgan güçlere hem de onlara işbirlikçilik, uşaklık edenlere tarihi dersi verecek.
İSRAİL’İN SALDIRILARI VE 3. DÜNYA SAVAŞI’NIN GİDİŞATI
Kürdistan’daki savaş ve saldırılardan sonra Ortadoğu’daki savaşa gelirsek; Gazze’den sonra İsrail, son 1-2 haftadır Lübnan’ı vuruyor. Bu savaşa ve 3. Dünya Savaşı’nın gidişatına dair neler belirtmek istersiniz?
Evet, Gazze Savaşı’nın da yıl dönümü yaklaşıyor. Gazze olayı dünyada bir şok yaratmıştı herkeste. Şimdi bir yılı dolmadan Lübnan’a benzer saldırılar var ve benzer şok edici durum yine yaşanıyor. Biz değerlendirdik bunları çeşitli dönemlerde. Hemen Gazze Savaşı başladıktan sonra bunun nedenlerini, amaçlarını, savaşı yapan güçleri, bu savaşa nasıl yaklaşılması gerektiğini ifade ettik. Ne dedik? Dedik ki sıra Lübnan’a gelecek buradan sonra. Bu bilinmeyen bir durum değildi. Gerçekten de sıra Lübnan’a geldi. Fakat biz böyle derken Lübnan’da bu düzeyde bir savaş olur diye düşünmüyorduk. Olacağını sanmıyorduk. Gazze Savaşı’ndan doğru dersler çıkartılır, savaşan güçler de biraz daha doğru yaklaşırlar, böyle bir vahşete, benzer vahşete Lübnan’da da izin verilmez diye düşünüyorduk. Fakat öyle olmadı. Hizbullah öyle bir tutum gösteremedi. İran buna engel olamadı. Aslında Gazze Savaşı’nda bir tutumu vardı. Ona dayanarak İran basiretli yaklaşıyor, bunlara izin vermez diye de düşündük aslında. Gerçekten İran böyle mi olmasını istedi yoksa engel olmaya gücü mü yetmedi, bilemiyoruz. Yeni seçilen Cumhurbaşkanı, ümmetin birliğinden söz etti. “Hizbullah yalnız başına savaşamaz” dedi.
İyi de, doğru değerlendirmek lazım. Bu ümmeti yüzyıllardır kimler parçaladı? İktidar ve devlet güçleri parçaladı. Ulus devlet gücü parçaladı. Bir de sadece ümmetin birliği yok. Sen ümmetin birliği dersen, Hristiyanı da kalkar “Mesihi birlik” der, Yahudisi de birlik olmak ister. Herkesin birliğini, bütün insanlığın birliğini istemek lazım. Bu dinciliği aşmak gerek. Dincilik ve milliyetçilik, 100 yıldır, 200 yıldır kasıp kavurdu Ortadoğu’yu. Şimdi de bütün bu kasıp kavuran savaşların temel nedeni bu dincilik ve milliyetçilik oluyor. Karşıdakini yok etme var, birlikte yaşama yok. O diyor illa onu yok edeceğim, diğeri diyor onu yok edeceğim. Bu yanlış! Demokrasiye inanmıyorsa, o zaman bütün dinlerin kardeşliğine inansın. Bütün insanların birlikte yaşama hakkının olduğuna inansın. Böyle bir yaşam düzeni öngörülsün. Sinlerin, “seni yok edeceğim, ben kendim yaşayacağım” şeklindeki yaklaşımı reddetmesi lazım her şeyden önce.Bizim bildiğimiz, dinin özünde aslında bunun reddedilmesi var. İktidarlaştırılan, devletleştirilen dinler bu hale geldiler, milliyetçilikle birleştiler. Ulus devlet milliyetçiliğiyle herkese düşman, her yeri çatışma alanı haline getirdiler. Bunun sonucunda Gazze halkı kurban edildi. Şimdi Lübnan halkı kurban ediliyor.
Daha önce de söyledik; Filistin halkının desteğini çok gördük. Kürt halkı olarak, onun özgürlük güçleri olarak ekmeğini yedik, suyunu içtik. Başta Şii toplumu olmak üzere Lübnan halklarının da ekmeklerini yedik, sularını içtik. İnsan ne diyeceğini bilemiyor. Onlar bizim kardeşlerimizdir. Acılarını derinden paylaşıyoruz. Ne diyelim? Bu olmamalıydı yani. Böyle bir şeye fırsat verilmemeliydi. Buna fırsat vermiş olmak, bunu engellememiş olmak başlı başına bir suç. Bunu kim yaptı? Kimler yaptı? Suç işliyorlar. Dikkat edelim; en çok kimdi Lübnan’da savaş isteyen? AKP-MHP’ydi, Türkiye’ydi. AKP’nin yayın organları, tartışmacıları 24 saat Hizbullah’la İsrail’in nasıl savaşacağını, Lübnan’da İran’la İsrail’in nasıl karşı karşıya gelip savaş yapacağını ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Şimdi savaş yaptırdılar. Lübnan’da herhalde istekleri yerine geldi, başarılı oldular. Memnunlar mı istediklerine? Şimdi onu yapanlar pısmış görünüyorlar. Biliyorlar, suç işlediler.
İran kendine göre yine de biraz daha dikkatli davranıyor. Ama neden Lübnan bu hale geldi ve bu kadar sert bir savaş durumu yaşandı? İnsanlığı şok edici durum. İsrail’in saldırıları vahşi. Türkiye buna karşı çıktığını söylüyor. İşte TC’nin yaptığı saldırılardır. Cihazlar patlattılar, teknik kullanılıyor, deniliyor. Bunları 10 yıldır TC devleti kullanıyor. Biz bunları biliyoruz. Şimdi bütün insanlığın Lübnan’dan gördüğü, Hizbullah çevrelerinin yaşadığı şaşkınlığı zamanında biz de yaşadık. Çok zarar gördük. Merkez karargahımız defalarca teknik kullanılıyor diye açıklamalarda bulundu. Bunu söylerken kullanılmaması gereken, savaş suçu olan teknikler kullanılıyor. Savaş suçu işleniyor demek istiyordu. Biz de anlamadık. Zaten durum bu. Bu tekniği hep kendi yararımız için icat ediliyor sanmak, nasıl icat edildiğini bilmemek en kötüsü. İşte gördük ki bütün dünya Lübnan’daki uygulama da insanların yararı için değil, savaş için yapılmış… Önce savaş, sonra başka şeyde kullanma oluyor. İktidar ve devlet sistemi var oldukça teknik üretim bu temeldedir. Böyle de oldu. Bunu defalarca biz açıkladık ama kimse demek ki üzerinde durmadı. Yeterince anlatamadık. Şimdi herkes Lübnan’dakini görüyor. İsrail şok edici bir saldırı yapıyor. Öyle ki karşısında kimse var olamasın. Her türlü şeyi kullanıyor. Yasak olması gereken şeyleri. Eskiden kullanmıyordu böyle. Engelleyicilikler vardı. Dünya bu hale geldi. İşte 3. Dünya Savaşı’nın durumu bu ve geldiği nokta da böyle. Bunu herkes bu biçimde görmeli. En fazlasını da AKP-MHP faşizmi kullanıyor. Kimyasal silahtan taktik nükleer bombaya kadar. daha bunların bir kısmı kullanılmadı. Örneğin İHA’lar kullanılmıyordu, SİHA yasaktı eskiden. Yürütülmesi de satılması da. Şimdi hiç kimse engel çıkarmıyor ve en çok kullanan TC devletidir Kürt gerillasına karşı.
Bu savaş niye çıktı? Yüz yıldır, yüz yirmi yıldır süren bir savaş bu. Birinci Dünya Savaşı sonuçlanmadı. Ekim Devrimi o savaşın mantığına göre sonuçlandırmadı, kendi mantığına göre sonuçlandı. İkinci Dünya Savaşı da öyle sürdü. 3. Dünya Savaşı da aslında 1. Dünya Savaşı’ndan kalanları tamamlamak istiyor. Kapitalist modernite sistemi, yüz yıldır ortaya çıkan sonuçlara göre kendisini yeniden şekillendirmek istiyor. İsrail ile yapılmak istenen bu.
İsrail’in arkasında NATO var, ABD var, Avrupa var. Çok açık bu. Her türlü güç, imkân ellerinde ve çıkarları ve bir enerji yolu açmak için imha edici saldırı yürütüyorlar. Enerji kaynakları ve yolları üzerindeki hakimiyet savaşı bu. Çeşitli çıkar çevreleri, güçleri arasındaki mücadele olarak gelişti bu savaş. Tabii zararını halklar görüyor. Eskiden kendileri savaşıyorlardı bu güçler. Şimdi vekillerini savaştırıyorlar.
Ne olacak sonuç? 1990’lı 2000’li yıllarda Basra Körfezi’ni ele geçirmek için bu savaşı sürdürdüler 15-20 yıl. 2010’dan bu yana da Doğu Akdeniz’i ele geçirmek için sürdürüyorlar. İlan ettiler ya; Hindistan’dan, Körfez’den, İsrail’den, Kıbrıs’tan, Yunanistan’a enerji yolu açmak istiyorlar. ABD’nin planı bu. NATO bununla uzlaşmış durumda. Bu saldırılar, bu temelde enerji yolunun temizleme saldırısı oluyor. Lübnan’daki engel ortadan kalkmış durumda. Herhalde daha fazla uzatılamaz. Nasıl sonuçlanır bilemiyoruz. Suriye engel oluşturacak mı? Bunlardan ders çıkartırsa Suriye çok engel olmayabilir.
BU SAVAŞIN MERKEZİ TÜRKİYE’DİR
Ben sonuç olarak şunu söyleyeceğim, önce de birkaç defa ifade ettim. Dananın kuyruğu Kıbrıs’ta kopacak. Bu savaşın merkezi Türkiye’dir. Türkiye, 1. Dünya Savaşı’nın da 2. Dünya Savaşı’nın da sonucuna göre oluşmuş bir devlet değildir. Türkiye, Rusya’daki Ekim Devrimi’nin ve Sovyetler Birliği’nin varlığı temelinde oluşmuş bir devlettir. Sovyetler Birliği yıkıldıktan, 3. Dünya Savaşı başladıktan sonra artık oluşturulan enerji yoluna göre yeni bir Ortadoğu şekillendirilmek isteniliyor. Türkiye bunun dışındadır. Dolayısıyla bu Türkiye değiştirilecek. İçinde yer aldığı sisteme en karşıt konumda olan, sistemle en çok çelişen, 3. Dünya Savaşı’nın bir tarafı olan Türkiye’dir. Önder Apo 15 yıl önce, 20 yıl önce bunları defalarca yazdı, uyardı. Dikkat çekti, “başınıza büyük felaketler gelir” dedi; dinlemediler. Şimdi AKP-MHP faşizmi Türkiye’yi böyle bir felaketin içine soktu. Sıra Kıbrıs’a gelecek, Türkiye sınırına gelecek ve savaş Türkiye’de yoğunlaşacak. Ne yapacak TC devleti? Ya tümüyle uşak olacak, teslim olacak, uydu haline gelecek, her şeyini kaybedecek ya da kafa tutmaya kalkarsa parçalayacaklar. Önder Apo, “sizi kırk parçaya bölerler” dedi.
Şimdi şunu söylemek istiyorum. Demek ki kapitalist modernite sisteminin küreselleşmesi içinde ya da küresel kapitalist modernite sistemi içerisinde bugünkü TC devletine yer yoktur. O zaman kendine bir yol araması lazım. Onun için alternatif önerdi Önder Apo. “Bu ulus devlet milliyetçiliği ve dinciliği sizi de paramparça eder” dedi. Ona karşılık olarak bütün Ortadoğu’da bunların aşılması için Türkiye’de de aşılması için demokratik ulus ve demokratik konfederalizm projelerini önerdi çözüm olarak. Bu son derece net ve açık bir durum. Fakat bunu dinlemedi. Kimse dikkate almadı. Türkiye’yi AKP-MHP’nin sürüklediği felaketten kurtaracak tek düşünce Önder Apo’nun ulus demokratik konfederalizm düşüncesidir. Kürt özgürlüğüne dayalı demokratik Türkiye’nin yaratılmasıdır. Bunu sağlayacak tek güç de Önder Apo’dur. İçine sürüklendiği felaketten, AKP MHP’nin sürüklediği felaketten, mevcut devletin sürüklediği felaketten kurtaracak tek kişi Önder Apo’dur. Şimdi onu da 43 aydır hiç hakkında bilgi alınmayacak kadar bir baskı, işkence ve soykırım sistemi altına almışlar. Nefessiz bırakıp boğmak istiyorlar. Halbuki Türkiye’yi kurtaracak güçte bu düşünceler.
O halde neyi söylemek istiyorum? Bu Türkiye’yi sevenler, aydınları, siyasetçileri, sanatçıları, kadınları, gençleri, Türkiye’nin gerçek yurtseverleri bu gerçeği görmeli. Dolayısıyla Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istemek, Kürtlerden daha çok Türkiye yurtseverlerinin, demokratlarının işi olmalı. Kürdistan’ın özgürlüğü kadar Türkiye’nin demokratikleşmesine de hizmet edecek, Kürtleri kurtaracak kadar Türkiye’yi de kurtaracak bir çözümdür. O halde İmralı işkence ve tecrit sistemine Kürtler kadar Türkiye halkları, kadınları, gençleri de karşı çıkmalı. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü Kürtler kadar Türkiye halkları, Türkiye’yi sevenler, işçi ve emekçileri de istemeliler. Bu felaketten kurtulmak istiyorlarsa bunun tek yolu var; Kürt özgürlüğüne dayalı olarak Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bu, AKP-MHP faşizminin, milliyetçiliğinin, dinciliğinin yıkılmasıdır yani. Bunlar felaket getirir. “Ben bununla yıkarım, vururum, kırarım, ele geçiririm. Kimse bana bir şey diyemez” denilemez. İşte bakın Lübnan’a, görürsünüz. Bu dünyada orman kanunu hakim. Kimin gücü varsa odur. Senin gücün var; Kürt’ü eziyorsun, Kürt’e istediğini yapıyorsun. Sana da senden büyük gücü olan yarın bunu yapmaya kalkarsa ne yapacaksın? Yaparlar mı? Yaparlar! Sadece senin elindeki bir güç değildir. Bu bakımdan AKP-MHP, bu hale getirdi Türkiye’yi.
‘ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN YÜZ BİNLERİN KATILIMIYLA MİTİNGLER YAPILMALI’
Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için Türkiye’de seferber olunmalı. İşte Amed’de 13 Ekim’de miting olacak. 50 bin kişi, 100 bin kişi Amed’e gelsin. İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da, Karadeniz’de, her yerde, Çukurova’da mitingler yapsınlar. 50 bin, 100 bin, 500 bin. Toplum bu gidişe “dur” desin. Başka türlüsü yoktur.
Ortadoğu’yu bu felaketten kurtaracak olan, bu dinciliğe ve milliyetçiliğe karşı, bu ulus devlet zihniyetine karşı demokratik ulus zihniyetinin geliştirilmesi tek çözüm demokratik ulus ve demokratik konfederalizm. Türkiye’yi de içine sürüklendiği, neredeyse her an batacağı noktadan çıkartacak kurtaracak tek şey, Kürt özgürlüğüne dayalı Türkiye’nin demokratikleşmesi; demokratik ulusun kabul edilmesidir. Bunun için de Önder Apo “bana fırsat verilsin, bir haftada düzelteyim her şeyi” dedi. Türkiye toplumu Türkiye’yi kurtarmak için, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için ayağa kalkmalı. Ortadoğu’nun bu felaketlerden kurtuluşunun yolu da bu aslında. Fakat çok zaman geçti, katliamlar oldu, kan döküldü. Bunlar nasıl temizlenir bilemeyiz. Biz önce de söyledik; bizim savaşımız böyle bir savaş değildir. Bu çıkar savaşlarının hepsine karşıyız. Halkların varlığı, insanların varlığı, özgürlüğü, demokratik yaşamı için mücadele etmeye, meşru savunma temelinde kendi varlığını, özgürlüğünü korumak için savaşmaya evet diyoruz. Bizim savaşımız böyle bir savaştır. Bunların dışındadır. Dünya savaşının geldiği nokta tehlikeli bir nokta, dikkatli olmak gerekiyor. Bunun için de evet, biz özgürlük mücadelemizi her yerde geliştirmeliyiz. Gerillamızı büyütmeli, güçlendirmeliyiz. Öz savunmamızı her yerde kesinlikle güçlü hale getirmeliyiz. En önemlisi de Önder Apo’nun Demokratik Ulus ve Demokratik Konfederalizm çözümünü her yere taşırmalıyız. Komşu halklarla birlikte kurtuluşu öngörmeliyiz.
Bu temelde bu zalimce, halklara zarar veren saldırılara karşı direnen herkesi selamlıyorum. Bir kere daha Lübnan halkının acılarını paylaşıyorum.