HABER MERKEZİ
Hadi gidelim… Eski baharları, sonbahar defterlerini deşmeden gidelim. Ama dün ve bu günün melodisini dinleyerek, bir şehrin kalabalığını kendimize yük yapmadan gidelim. Saatimize bakmadan, çöl vadisinde kaybolmadan, ayları, yılları ve asırları saymadan, bıkmadan, usanmadan gidelim.
Hadi kalk; yorulmadan, sıkılmadan, durmadan gidelim. Kalemimizi de, silahımızı da alıp gidelim. Yazdıklarımız, çizdiklerimiz ne varsa, geriye bakmadan kan kırmızı papatyalara, ters lalelere gidelim.
Menekşe toplamaya, bir uçurumun zirvesinde halay çekmeye, bağırarak; dağların ve bir mağaranın köşesinde mumları yakmadan “zamanın ve duvarın çığlığı” adlı şiirini okumaya gidelim. Sonbaharı beklemeden, sarı yaprakları yüreğimizde kurutmadan bir daha beyaz atlara binip gidelim. O güzel insanları görmeye gidelim…
Vapura, metrobüse, gemiye binmeden gidelim. Ayaklarımızın izlerini ve sesini bu bahar da dinleyerek gidelim. Öndekilerin ardına takılıp gidelim. Tenimizi silmeden koşa koşa, nefes nefese kalıp; hiç dinlenmeden bir pazar ya da bir perşembe gününde gidelim. Çantamızdaki kırık ekmekleri de alıp gidelim. Ülkemizin kaybolmuş yırtık fotoğraflarını da kendimizle götürelim. Hatta ve hatta kalabalık bir mekana gidelim. Cumartesi anneleriyle yürüyelim.
Yine bu bahar da sessiz sedasız ve usulca gidelim. Derinden, gürültü yapmadan gidelim. Düşlerin yarım kaldığı yerlere gidelim. Renklerin, çiçeklerin, böceklerin ve kelebeklerin yaralanmadığı uzak yerlere gidelim. Yılanların, çıyanların bizden rahatsız olmadığı, çıplak kralların ve maskesi düşmüş tanrıların bizi üzmediği mekanlara gidelim. Elbet bir gün bu bedenlerimiz toprak olacak diyenlere gidelim. Roza’ya, Hîva’ya, Rûbar’a, Nûbar’a gidelim…
Zagrosların eteklerine, bir kuytuluk taşın arkasına sırtımızı verelim. Bir akşam vakti ay ve yıldızların misafiri olalım. Yaşlı amcanın tütününden zamanı ve özgürlük türküsünü yüreğimize, mahpus önlerinde evladını arayan ananın beyaz tülbendini ellerimize kavuşturalım. Sonsuz bir yolculuğa çıkalım. Kelimelerin ortasında, zamanın ruhuna kulak verelim.
Amed’e gidelim, zindanların duvarlarına dokunmaya. Sabah olmadan gidelim, narın çiçeğini incitmeden. Dersim’e, Mardin’e ve Harran ovasına gidelim. Yolumuz uzak olsun, kilometrelerce uzak… Kuş cıvıltılarını dinleyerek, nehirlerin, ırmakların sesine kulak verelim. Dudaklarımızı yağmurlu bir havada ıslatmadan gidelim. Bir Ermeni köyüne, bir kemancıya, bir gerilla sohbetine gidelim. Kobanê’ye, Efrîn’e, Şengal dağlarında bir Êzîdî kadının öyküsünü yeniden dinlemeye kulak verelim. Ne olur, yeter ki güneş batmadan, geç olmadan gidelim.
Peki gecenin bir karanlığında nereye gidelim? Şêrko Bêkes’e, gidelim Ferzad Kemanger’e… Dörtlerin yaktığı ateşi büyütmeye gidelim. Neresi olursa olsun, yeter ki şairin şiirine ilham bulsun. Hadi son bir defa gidelim. Baharlar, çiçekler, renkler bizi beklerken ve özgürlük ırmağının tadına vararak gidelim. Yeter ki durmadan yağmurlara, dağlarla ve yükseklerde yüreğimizi dinletmeye ve dinlemeye gidelim.
Hadi gidelim… Akşam olmadan taşları yastık yapmaya, toprağa, suya ve sessizliğin deryasında kendimizi, özgürlük düşlerimizi bir çocuğun alnında yarını kucaklamaya gidelim.
Enes YILDIZ