HABER MERKEZİ
Komutan Agit keşfe çıkmıştı, düşmanı arıyordu. Elini kaldırarak, “alçak düşman, alçak” diye bağırdı Agit. Aslında önceden fark etmişti. Türk askerinin üzerimize geleceğini biliyordu.
Zaten çok karışık bir araziydi. Fakat yerel öncülerimiz bizi bu konuda yanılttılar. Düşmanın bizi fark edip pusu attığı yere götürdüler. Oysa plan çok farklıydı. Nasıl olduysa öncüler araziyi şaşırdılar.
Kayalık bir sırtı tırmanıyorduk. Geceydi, hava buz gibiydi. Gabar’ın yüksekleri hala karla kaplıydı.
Bir yerde izlere rastladık. Agit arkadaş eliyle dokunduğu izleri inceleyerek, ‘’Bu izler taze ve düşmana ait. Dikkatli ilerleyin’’ diyerek uyardı.
Yeniden yürüyüşe geçtik.
Yürüyüş kolumuzun öncüsü, Deşta Lalalı Abdurrahman’dı.
Kimler vardı, şimdi tam hatırlamıyorum. Fakat Agit arkadaş ile aramızda Xixila Kemal (Veli Tayhan) ile Selim (Fevzi Aydın) arkadaşların olduğunu anımsıyorum.
Bir anda tırmandığımız sırtta, kurşunlar üzerimize gelmeye başladı. Pusuya düşmüş, düşmanla iç içe girmiştik. Önümüzde büyük bir kayalık yükseliyordu. Düşman, önümüzü kesen bu kayalıkta pusuya yatmıştı. Saat gece yarısı, 2-3 suları olmalıydı.
Çatışma sırasında bulunduğum siperden ön hatlara bakarken Selim ile Hayri’nin donmuş karın üzerinde parende atarak aşağı vadiye doğru çekildiklerini gördüm. Bir süre sonra onlardan biraz daha ilerde Agit arkadaşa benzeyen uzun parkeli birinin daha parende attığını gördüm.
Bu arada, daha sonra akademi sahasında intihar eden Ferhat (Ömer Kaya) yanıma geldi. Ben grubu korumak için düşmanla bir süre daha çatıştım. Ferhat ise çatışmıyordu. Neden savaşmıyorsun dedim. Ferhat ‘’Mermim bitti’’ dedi.
Bir pusuda bütün mermileri bir anda yakmak olacak iş değildi. Gerilla açısından bu kuralsızlıktı. Üstelik huzursuz ve heyecanlıydı… Bütün bunlar normal değildi.
Çatışma fazla sürmedi. En fazla yirmi dakika, yarım saat sürmüştü. Vadiye indik, arkadaşlar toplanmıştı. Orada Metin (Kalender İlhan) arkadaşın yaralı olduğunu gördüm.
Bizim de gelmemizle birlikte sayım alındı. Agit arkadaş ile Lezgin yoktu. Metin arkadaşın dışında başka yaralıda yoktu. Pusu noktasından hızla çekildik. Agit arkadaş ile Lezgin’in gruptan koptuğunu, birazdan buluşma noktasına geleceğini bekliyorduk. Akşam BBC haberlerine kadar buluşma noktasında bekledik. Agit arkadaş gelmedi. Şehadeti aklımızdan bile geçmedi. Akşam BBC’den şehadet haberini aldık. Yıkılmıştık, çaresiz kalmıştık…
Mücadelenin her döneminde Agit’in boşluğu hissedildi. Defalarca o boşluğu doldurmaya yönelik örgütün ve hareketin müdahaleleri olmuştu. Fakat hiçbir zaman Agit arkadaşın yeri ve boşluğu doldurulamadı.
‘Burada ağalık yapamazsın’
Aradan yıllar geçti. Agit arkadaşın yokluğunu bugün daha çok hissediyorum. Onu her zamankinden daha çok arıyorum. O bir insan sarrafıydı. İnce, derin ve keskin bir gözlemci; titiz ve kararlı bir uygulayıcıydı. Alışıla gelmişin dışında sade paylaşımcı, eşitlikçi, bütünlükçü bir komutandı. Aramızda asla ayırım yapmazdı.
Ast üst-emir komuta kalıplarının dışında ve çok ötesinde; sanırım üzerinde özel olarak durulup mutlaka tanımlanması gereken karşılıklı ilişkilerimiz, bağlarımız ve bağlılıklarımız vardı. Bu bağları, bağlılıkları ve ilişkileri büyük bir emekle kuran, özenle besleyip geliştiren Agit idi.
Alabildiğine şakacıydı, her fırsatta bize takılırdı. Kendisine yapılan yerinde şakalara da bayılırdı. Yaşamın ve mücadelenin her alanında önde ve öncüydü. Her zaman titiz, örgütlü ve planlıydı.
Doğru bildiğini uygulamada ısrarcıydı. Bazen bu yüzden yalnız kaldığı oldu. Hemen her konuda bize danışır, görüşümüzü alır, ısrarla görüş belirtmemizi isterdi.
Yaşamın ve mücadelenin her alanında ölçü ve ilke sahibiydi. Agit arkadaşın sahip olduğu ölçüler ve ilkeler Önderliğin ve örgütümüzün ölçü ve ilkleriydi. Onun bu ölçü ve ilkelerin dışına çıktığını hiç görmedim. Aramızdan hiç birimizin bu ölçü ve ilkelere karşı duruş ve davranışımızı, onun hiçbir zaman ve hiçbir biçimde kabul ettiğine tanık olmadım.
Her şeyde ve her konuda çok doğal çok büyük bir paylaşımcıydı. Agit arkadaş için paylaşmak, paylaşımın özellikle verme boyutu, mutluluk ve sevinç kaynağıydı.
Grup içinde kendine özel yaşam alanı açmaya çalışan Zeki (Şemdin Sakık)’ye, ‘’Yetiştiğin ve geldiğin ortamı biliyoruz. Ağa çocuğu olabilirsin. Fakat burada ağalık yapamazsın! Sana burada ağalık yaptırmayız’’ demişti.
‘Agit benim uçurumdan kurtardı’
Bir ara grup olarak eyleme hazırlanıyorduk. Bir kayalığa tırmanacağız. O da önde gidiyordu. Benim de bir özelliğim vardı, biri önümde yürürse asla ilerleyemiyordum. Araziyi de iyi biliyordu. Öyle dönmüştü. Ben de o ara dalmıştım. Vurdum kendimi kayalığa. Volkanik bir kayalıktı, kırıkları, çıkıntıları vardı. Tırmanma da sorunum yoktu. Daha sonra tam kayanın ortasına ulaştım. Ne aşağıya inebiliyordum ne de yukarı çıkabiliyordum. Bu durum gururuma çok dokunuyordu. Yardım etmeleri için arkadaşları çağırmıştım. Agit arkadaş öbür tarafa gitmişti. Öyle bir uçuruma gelmiştim ki, düşersem paramparça olacaktım. Üste çıkmam da mümkün değildi. Gittikçe gücüm de tükeniyordu. Tabii ki o tür yerlerde bir insanın sesin duyulması çok zordu. Bir ara baktım, kayalığın üzerine gelen Agit arkadaş gülüyordu, “Ne yapıyorsun” diye sordu. Bende, “çabuk yardım et” dedim. O anda hemen şutiğini çıkarıp, beni oradan kurtardı.
Direnişle geçen bir ömür
PKK’nin öncü kadrolarından Ramazan Toptaş (Sarı İbrahim) 30 yıl kesintisiz bir devrim mücadelesi yürüttü. 1978 yılında aktif devrimciliğe adım attı. Sarı İbrahim, 1980 askeri darbesi ardından Lübnan sahasında askeri ve ideolojik eğitim aldı. Kuzey Kürdistan’a dönüş yapan ilk silahlı gurupta yer aldı. 15 Ağustos Atılımı’nın hazırlanması sürecinde, gerillanın Botan, Zagros, Behdinan alanında yerleşme-üstlenme faaliyetlerine aktif olarak katıldı. 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra Botan’da Mahsum Korkmaz’ın da (Agit) kumandasında görev aldı. Lübnan’dan, Botan’a, Güneybatı, Karadeniz, Amed, Koçgiri ve Amanoslardan Güney Kürdistan’a kadar 30 yıl boyunca özgürlük için savaştı. Mazlum Doğan, Kemal Pir ve Mahsum Korkmaz’ın öğrencisi olan Sarı İbrahim, 2006’nın 1 Ağustos’unda şehit düştü.
Ramazan Toptaş*