HABER MERKEZİ-
Toplumun en dinamik ve özgürleşmeye yatkın kesimi gençliktir. Egemenler, gençliğin enerjisini heba etmek ve sisteme muhalif olmaktan çıkarmak için her yola başvururlar. Fuhuş, uyuşturucu, sanal alem vb. bunun için kullanırlar.
Okumuş gençlik, devlet için en tehlikeli kesim olarak görülür. Sistem, okul yoluyla gençlere hep sistemde bir yer edinme umudunu verir. Kapılarını kapatırsa gençliğin dinamizmi devrim saflarına akacaktır. Kapıyı hep aralık tutar ama tam da açmaz. Üniversiteyi kazanma sınavı, dershane derken birkaç yıl böyle gençliğin elinden alınır. Gençliğin yeri, iktidarlara köle olmak değildir. İnanıyorum ki, gençlik bu durumun bilincine vardıkça özgürlük saflarına akacaktır.
ORHAN KENDAL;
Her şeyden önce eğitimin hangi amaçla yapıldığı önemlidir. Devlet ve iktidarcı güçler eğitimi kendi çıkarları doğrultusunda, biat eden, itaatkâr insanlar yaratmak için verirler. Burada daha çok terbiye etme, kurala, düzene ve hizaya çekme hedeflenir. Apolitik, bilinçsiz bir toplum üzerinde iktidarını rahatça sürdürmek tüm egemenlerin amacıdır.
Düşünen, sorgulayan beyinler ve dinamik, bilinçli bir toplumu yönetmek zordur. Bu nedenle devletçi eğitim sistemi daha erken yaşta çocuğu aileden alarak, toplumdan kopararak, değirmen taşını aratmayan kurumlarında öğüterek kendi amaçları doğrultusunda şekillendirmeye çalışır. “Ağaç yaşken eğilir” misali genç dimağlar öğütülür, devlet karşısında boyun eğen nesiller yetiştirilmeye çalışılır. Elbette bunun toplumsal eğitimle bir alakası yoktur. Hatta her yönüyle toplum dışılığı, toplum karşıtlığını ifade etmektedir.
Kürtçede eğitime ‘perwerde’ denilir. Kelime ve kavramların etimolojik incelenmesi, kendi içinde derin anlamlar taşımaktadır. Kavramların da bir ruhu vardır. ‘Felsefe’ kavramı “bilgi sevgisi” anlamına gelmektedir. ‘Perwerde’ ise “sevgi bilgisi”, “uçmak, kanatlanmak, uçurmak” gibi anlamları kendi içinde barındırmaktadır. Bilgiyi sevmek bir yönüyle iyidir ama bu bilgiyi ne amaçla kullanacağın önemlidir. Bir kapitalist de bilgiyi sever. Bu bilgiyi bir güç olarak değerlendirir. Sermayesini büyütmek, iktidarını güçlendirmek veya bencil amaçlarını gerçekleştirmek için kullanmaya çalışır. Demek ki, tek başına bilgiyi sevmek, bütünlüklü bir anlam ifade etmez. Sevmeyi bilmek, sevmeyi öğrenmek ise toplumsallığa, dayanışmaya, kolektivizm ve komünaliteye işaret eder. Uçmak, kanatlanmak da özgürlüğe, özgürleşme çabasına tekabül eder. Toplumsal eğitimin amacı bu olmalıdır. İnsanı, toplumu, doğayı seven; her türlü iktidar ve tahakkümü reddeden, köleci dayatmalara isyan eden, özgürlüğünden asla taviz vermeyen; kendi hakikati ile yaşamakta ısrar eden insan ve toplumlar yaratmayı amaçlamalıdır.
Devlet toplumun bilinçlenmesi ve özgürleşmesi için eğitim yapmaz. Egemenlerin öncelikli amacı iktidarlarını sağlama almak ve sürdürmektir. Okul, üniversite gibi kurumlar devlete adam yetiştirmek üzere kurgulanmış ve kurulmuş yapılardır. Devlet yönetimine uzmanlar, profesyonel kadrolar hazırlar.
Toplumsal eğitimin amacı ise her alanda özgür insan yaratmaktır. Her yaş ve cinsten insanın bilinçlenmesi ve özgürleşmesini hedefler. Özgür insan ancak demokratik bir toplumsallıkta kendini var edebilir. Özgür insanın hem örgütsel yaşam, hem de kendini eğittiği alan demokratik komündür. Öyle toplumdan kopuk, sistem kurumlarında buna ulaşılamaz.
Kürt halkı, özellikle son yüzyılda tam anlamıyla kültürel soykırım kıskacında tutulmaktadır. Buna beyaz soykırım veya asimilasyon da diyebiliriz. Kürt halkına karşı fiziki soykırımlar, katliamlar da uygulandı. Her iki soykırımın biçim ve uygulamaları iç içe yürütüldü. Türk devletinin kuruluş felsefesi Kürt’ün inkâr ve imhasına dayanmaktadır. Bir ulus devlet olarak kurgulanan sömürgeci Türk devleti, tepeden tırnağa kadar faşizmi kendi içinde barındırmaktadır. Tüm ulus devletler topluma karşı savaş halindedir ama Türk ulus devleti, bunun en kaba şeklini temsil ediyor.
1925’de Şark Islahat Planı’ndan tutalım günümüzde uygulanan Çöktürme Planı’na kadar Kürt halkı üzerinde sistemli bir şekilde kültürel soykırım, yani asimilasyon uygulanıyor. Kürt halkı TC anayasasıyla değil, adı bazen “Plan”, bazen “Proje” olan ve devletin derinliklerinde kararlaştırılan bu politikalarla yönetiliyor.
Bir halkın, bir toplumun elinden öz yönetimini almak, politika yapamaz hale getirmek; kendisi için düşünemez, tartışamaz ve karar alamaz hale getirmek, onu en kötü durumda bırakmak demektir. Kürtlere uygulanan kültürel soykırım politikaları bunun çok daha ilerisindedir. Kürt halkı, toplum olmaktan çıkarılmaya çalışıldı. Köklerinden koparılarak hafızasız bırakılmak istendi. Toplumsal zihnimiz bulandırıldı, adeta zehirlendi. Ülkemiz, coğrafyamız kadar toplumsal bedenimiz olan öz kurumlaşmalarımız da işgal edilip dağıtıldı. Bunların hepsi Türk uluslaşmasının gelişmesi için yem olarak kullanıldı. Dil yasağına varan uygulamalarla kendine, kültürüne, kimliğine, tarihine ve öz değerlerine yabancılaşma o kadar ileri düzeye vardırıldı ki, Önder Apo bunu “kendisine ihanet etmeyen tek bir birey bırakılmadı” şeklinde tanımladı.
PKK böyle bir zeminde ortaya çıktı ve mücadeleyi başlattı. Yaşanan bu yabancılaşma, ancak güçlü bir eğitimle aşılabilirdi. Kendini ve toplumunu eğitmek böyle bir ihtiyaç ve zorunluluk olarak kendini dayattı. Sömürgecilik sadece ülkemizi işgal etmemişti, aynı zamanda ve daha tehlikeli bir biçimde beyinleri de işgal etmişti. Sömürgeciliğe ve işgale son vermek için öncelikle Kürt insanının beyninde kurulan karakolların yıkılması gerekiyordu.
PKK’nin öncülük ettiği Kürdistan devrimini, askeri, siyasi mücadele ve ulusal kurtuluşla sınırlı görmek çok eksik ve yetersiz bir değerlendirme olur. PKK, toplumsal dönüşümü esas aldı. Toplumsal dönüşüm olmadan devrim yapanlar bile yıllar sonra erimekten, dağılmaktan kurtulamadılar. Devrimimiz yıkılması gerekeni yıkmak kadar, daha fazla yapmayı, inşayı öngören bir devrimdir. Sosyalizm, özgürlük, demokrasi, kadının özgürlük ve eşitlik mücadelesi vb. olgular devrimden sonraya bırakılacak olgular değildir. Bugünden yaşanması, mücadelesinin verilmesi ve yaratılması gereken süreçlerdir. Bu nedenle PKK ortaya çıktığı ilk günden itibaren hem kendini, hem de halkını eğitmeye çalıştı.
PKK’de muazzam bir düşünsel yoğunluk vardır. Önderliğimiz, geliştirdiği felsefe ve paradigmayla düşünsel ihtiyaçlarımıza fazlasıyla yanıt olmuştur. Bunu sadece Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi için değil, tüm halklar ve insanlık için yapmıştır. Kadın özgürlük çizgisi, ekolojik bilinç, demokrasi bilinci, kısacası devrim ve sosyalizm için gerekli olan düşünsel birikim, Önderliğimiz tarafından oluşturulmuş ve adeta bal kıvamında bizlere sunulmuştur. Eksik olan felsefe ve düşünsel birikim değildir, bunu kadro ve halk olarak yeterince özümseyememiş olmamızdır. Süreklileşen eğitimlerle bu konuda yaşadığımız eksiklikleri gidermeye çalışıyoruz.
PKK’nin eğitme mücadelesi, ölü bir halktan devrime öncülük eden en dinamik bir halk ortaya çıkarmıştır. Kendi olmaktan çıkarılmış, bilinci çarpıtılmış bir halktan, kendini kendi küllerinden yaratan bir halk gerçekliğine ulaştırmıştır. Korku duvarları içine hapsolmuş bir halktan, cesarette sınır tanımayan ve kahramanlık destanları yaratan bir halk yaratmıştır. En önemlisi de özgürlük için mücadele etmekten asla vazgeçmeyen politik bir halk ve toplum gerçekliğine ulaşılmıştır. Bunların hepsi Önderliğimizin eşsiz çabaları ve eğitim sayesinde olmuştur.
Entelektüellik sadece bazı bilgilere ve teorik bir birikime sahip olmak veya kimi soyut fikirler ileri sürmek değildir. Eğer bu düşüncelerin toplumsal bir karşılığı varsa, pratik mücadeleye akıyorsa, politik süreci besliyorsa ve ondan beslenerek gelişiyorsa bir anlam ve değere sahiptir. Yoksa elit bir kesimin, bireyci kişiliklerin laf kalabalığından öteye gitmeyecektir. Bu anlamda PKK’de açığa çıkan, hatta Kürt halkında gelişen entelektüel düzey ve politik bilinç, ileri düzeydedir.
PKK, bir öze dönüş hareketidir. Kendi kökleriyle buluşma ve kökleri üzerinden kendini yeniden yaratma hareketidir. Bir diriliş ve kurtuluş hareketidir. Hareket ve öncülük, kaybettiği ne varsa bulma, özgürlüğü için her bedeli ödeme kararlılık ve iradesine sahiptir. Eğitim çalışmalarımızın amacı bu doğrultudadır. Yoksa bazı bilgiler edinme, bazı şeyleri ezberleme değildir.
Eğitimimizin amacı, hakikatle buluşma ve buluşturmadır. Kendi hakikatimiz, halk ve toplumsal hakikatimiz, düşmanın gerçekliği vs. Kendini bilen ve tanıyan insan ve toplumlar, kölelik kabul etmezler. Biz de bu eğitimlerde kendimizi bilmeye ve anlamaya çalışıyoruz.
Eğitim müfredatımız Önderliğimizin felsefe ve paradigmasını eksen ve esas alıyor. Tüm dersler, ideolojik bir perspektiften ele alınıyor. Toplumsal doğayı, tarihsel gelişimi temelinde anlamaya ve bilince çıkarmaya çalışıyoruz. Her konuyu, toplumsal ve tarihsel olarak ele almak önemlidir ve bizi daha doğru sonuçlara götürecektir. Sosyoloji ve tarih bilimi tüm konuları kapsamaktadır. “Tarih sosyolojikleştirilmeli, sosyoloji tarihselleştirilmelidir” yaklaşımını temel bir eğitim yöntemi olarak ele alıyoruz. Önder Apo, bir kişiliği çözümlerken bile “buradan çözümlenen an değil tarih, kişi değil toplumdur” diyerek, hakikate ulaşmanın bir yöntemi olarak belirlemiştir.
Eğitimlerimiz parti merkez okulları, kadro eğitimleri, akademiler, askeri branş eğitimleri, özgün eğitimler, alan ve komite iç eğitimleri, dil eğitimleri, halka yönelik eğitimler vb. çok kapsamlı ve yaygın olarak yapılıyor. En önemlisi de savaşın en ağır koşullarında da bu eğitimlere ara verilmiyor. Bu koşullarda eğitim mi olur, erteleyelim, sonra yapalım denilmiyor. Çünkü mücadelemizin önemli bir parçası, Kürt’ü eğitme savaşıdır. Bu ihmal edildi mi, yapılmadı mı çok ciddi boşluklara ve olumsuz sonuçlara yol açmaktadır.
Eğitim sürecimizde öğretmen-öğrenci ilişkisi yoktur. Temel yöntemimiz diyalog ve tartışmadır. Bilen-bilmeyen ilişkisi yoktur. Eğitime sadece dinleyici olarak pasif katılmak tarzımız değildir. Her arkadaşın aktif katılması esastır. Her arkadaş bildiği ve anladığı kadar katılır ve birbirimizi tamamlarız. Bilgi fazlalığını esas almıyoruz. Bazen pratik mücadeleden, yaşamdan süzülmüş ve sade bir şekilde dile gelmiş bir cümle bile tek başına anlam yüklüdür ve bize çok şey öğretmektedir. Ölçümüz bilgi değildir ve bilgimizi yarıştırmıyoruz. Ezberleme değil, anlamlandırma ve içselleştirmeyi hedefliyoruz. Bilgiyi depolamak değil, kişiliğimize yedirerek değişim ve dönüşümü kişilik ve zihniyetimizde yaratmak istiyoruz. Elbette bilgiye de ihtiyacımız vardır. Kuantum fiziğinden tutalım ekolojiye, evrenin ortay çıkışı ve yapısından tutalım kadın özgürlük çizgisine, yöntem ve hakikat rejimine kadar her konuda bilgi ve anlam gücümüzü geliştirmeye çalışıyoruz.
Eğitimlerimizin diğer önemli bir özelliği de zengin bir bileşimle yapılıyor olmasıdır. Parti merkez okullarımıza her parçadan ve her çalışma alanından arkadaşlar gelmektedir. Yine Kürt, Türk, Arap, Fars, Çerkes, Alman ve diğer birçok halktan arkadaşımız katılmaktadır. Bileşenimiz, adeta diller ve kültürler toplamı gibidir. Bu durum birbirimizi ve alanlarımızda yaşanan sorunları yakından tanımak ve anlamak kadar, birbirimize tecrübe aktarımını da mümkün kılıyor.
Eğitimde kendimizi keşfetmek, tanımak ve kendimizle yüzleşmek istiyoruz. Sonuçta kapitalist modernitenin ve geldiğimiz toplumun özelliklerini kişiliğimiz ve zihniyetimizde taşıyarak parti saflarına geliyoruz. Bununla birlikte sisteme ait olan bu özellikleri aşmak ve geride bırakmak da istiyoruz. Kişiliğimizi tanıdığımız ve onunla yüzleşme cesaretini gösterebildiğimiz oranda bunu başarabiliriz. Bu nedenle eğitimlerimizin temel bir konusu da kişilik çözümlemeleri olmaktadır. Gördüğümüz eğitimlerle pekiştiğinde bunun önemli oranda sonuç aldığını belirtebiliriz.
Eğitimin ne kadar sonuç aldığını akademilerimizde düzenlenen eğitim devreleri boyunca gözlemleyebiliyoruz. Sürekli iç içe ve birbirimizle ilişki içindeyiz. Okul, akademi kurulları öyle üstte kalan, ayrı duran, komünal ilişkilerden kopuk yönetimler değildir. Eğitimin her aşamasında bir paylaşım ve diyalog içinde bulunuyoruz. Diğer bir ölçü de düzenlemesi yapılan arkadaşların gittikleri yerde devrimci mücadelede ne kadar güçlü ve yeterli bir şekilde katıldıklarıdır. Öyle anket tarzı yoklama yöntemlerine başvurmuyoruz. Parti ortamı açık ve şeffaf bir ortamdır. Kendini gizleme veya farklı yansıtma zeminleri yoktur. Kişinin yaşam ve mücadele tarzı esastır. Eğitimlerde alınanlar ne kadar yaşamsallaşıyorsa, pratikleşiyorsa ve mücadele tarzında başarılı kılıyorsa bizim için o önemlidir. Eğitim sürecinden geçen arkadaşların genelde gelişme gösterdikleri, mücadeleye daha güçlü katıldıklarını belirtebiliriz.
Kesinlikle bir dezavantaj yaratmıyor. Aksine bir avantaj oluşturduğunu söyleyebiliriz. Sistemin kurumları, binaları ne kadar büyük ve görkemli ise içi o kadar boştur. Orada verilen eğitim ve yapılan bilimsel çalışmalar, o duvarların içinde hapistir. Orada özgür bir eğitim ve bilim yapılamaz. Türkiye’deki okul ve üniversitelerin hali ortadadır. O binalarda bilim üretilmiyor. Resmi ideoloji ve devlet politikalarını onaylayan ezberler ve kalıplar veriliyor. Orada özgür düşünen beyinlere, öğrenci de olsa eğitmen de olsa yer yoktur. Resmi ideolojinin dışına taşan en ufak bir girişim, Barış Bildirisi’ni imzalayan akademisyenlerin başına geldiği gibi her türlü baskı ve devlet terörüyle karşılaşıyor. Bu onurlu akademisyenler barış istedikleri için soruşturmalardan geçtiler, gözaltına alındılar, mahkemelerde yargılanıyorlar ve zindanlara atılıyorlar. Bu tablo bile tek başına durumun vahametini anlamaya yeter. Demokratik ve barışçıl bir tutum takınan, özgürlükten yana bir girişimde bulunan öğretmenler açığa alınıyor, akademisyenler üniversitelerden atılıyor ve her türlü baskıyla yüz yüze bırakılıyorsa o büyük binalarda ne kadar küçük kafalar yetiştirildiği anlaşılacaktır.
Akademi ve okullarımız için böyle binalara ihtiyacımız yoktur. Doğa bize bağrını açmış her türlü imkânı sunuyor. Bir şikeft, bir ağaç altı vs. eğitim görmemiz için yeterlidir. Bürokrasi ve hiyerarşiden uzak, sınav ve rekabetten muaf, sade ve komünal bir yaşam içinde kolektif bir zihin çalışması biçiminde geçen eğitimlerimiz, en verimli ve sonuç alıcı olmakta, özgürleşme yolunda bize mesafe aldırmaktadır.
Devletlerin eğitim sistemi, egemenlerin sınıf çıkarını, iktidarlarını toplum üzerinde sağlamlaştırmayı gözetir. Devlet ve iktidar, toplum karşıtlığını ifade ediyor. Özgür hiçbir birey ve toplum, devlet iktidarı altında yaşamayı kabul etmez. Devletin ortaya çıktığı ilk günden bugüne kadar böyledir. Devlet, iradesi kırılmış, zihniyeti çarpıtılmış ve köleliğe alıştırılmış insan ve toplumlar üzerinde varlığını sürdürebilir. Bu nedenle her devlet, insanı toplumdan ve her türlü toplumsal örgütlenmeden kopararak kendi vatandaşı haline getirmeye çalışır. Ahlaktan kopararak hukuka bağlamayı hedefler. Devlet ve iktidarların amacı maymunlaşmış bireyler ve sürüleşmiş toplumlar yaratmaktır. Bir toplum ne kadar apolitikse o kadar rahat yönetilir ve üzerinde hüküm sürdürülebilir.
Bundan dolayı devletlerin eğitim sistemi sorgulamayan, özgürce düşünemeyen, isyan edemeyen, evcilleştirilmiş ve terbiye edilmiş vatandaşlar yetiştirmeyi hedefler. Ana okulundan başlayarak, YİBO’lara ve diğer kurumlarda verilen eğitimlere kadar amaç böyle bireyler yaratmaktır. Güçsüz, kendine güvensiz, örgütsüz birey ve toplumlar, devleti dehşet bir güç olarak görür ve ona karşı çıkma cesaretini gösteremez. Ona sığınmaktan başka çare ve alternatif görmez.
Önderlik felsefesiyle yapılan eğitimlerin amacı bunun tam tersidir. Bireyi de toplumu da güç ve irade haline getirmek ister. Kadını da erkeği de iktidar ve kölelikten arındırarak özgürleştirmeyi hedefler. Eğitimimizde bir sınıfın, birilerinin iktidarı ve çıkarı söz konusu değildir. Tüm toplumun kurtuluşu ve özgürlüğü söz konusudur. Önderliğimizin eğitimlerinde şekillenen kişilik, devlet ve her türlü iktidarı reddederek kendi toplumsallığını inşa etmeyi, öz yönetimleriyle yaşamayı, politika yapmayı ve kendini savunmayı esas alır. Hiçbir güce dayanmaz, öz gücüne güvenir ve toplumsallığına dayanır. Doğayla barışık ve dosttur, ekolojiktir. Kadın ve erkek olarak eşit yaşamayı ve paylaşmayı ön görür.
Sorunlar, sistemin içinde ve sistemin zihniyetiyle aşılamaz. Çünkü sorunlar egemenler tarafından bilinçli bir şekilde oluşturulmuştur. Bundan rahatsız olduklarını veya aşmak istediklerini sanmamak gerekir. Toplumun en dinamik ve özgürleşmeye yatkın kesimi gençliktir. Egemenler, gençliğin enerjisini heba etmek ve sisteme muhalif olmaktan çıkarmak için her yola başvururlar. Fuhuş, uyuşturucu, sanal alem vb. bunun için kullanırlar.
Okumuş gençlik, devlet için en tehlikeli kesim olarak görülür. Sistem, okul yoluyla gençlere hep sistemde bir yer edinme umudunu verir. Kapılarını kapatırsa gençliğin dinamizmi devrim saflarına akacaktır. Kapıyı hep aralık tutar ama tam da açmaz. Üniversiteyi kazanma sınavı, dershane derken birkaç yıl böyle gençliğin elinden alınır. Üniversite, sistemde bir memurluk elde etmenin umuduyla geçirilir. Diploma aldıktan sonra da iş bitmez. Kuyrukta binlerce, yüz binlerce diplomalı işsiz beklemektedir. Tekrar KPSS sınavıyla bu işsizler ordusu birbirine kırdırılır. Bunlar içinde az bir kesimi iş bulur, diğerleri ortalıkta dolanmaya devam eder, bir sene sonrasına kadar.
Bu kısır döngü tekrarlanır. Birisi bir memurluk mu buldu, bu sefer bir krediyle sanki iyilik yapıyormuş gibi kendine bağlar. Bir ev veya araba almak için kredi borcu altına giren bir memur artık ömrünü bu borcunu geri ödemenin telaşı, stresi ve boğuşması içinde geçirir. Çağdaş köleliğin yöntemlerinden biri de budur. Binlerce genç okuduğu bölümlerle ilgili bir yerde iş bulamadığı için en sıradan başka işlerde karın tokluğuna çalışmak zorunda kalır. Kimisi de bunalıma girip intihar etmeyi seçer. Basında bu konuyla ilgili haberlere her gün rastlamak mümkündür. İşsizlik, bir kader değildir. İnsanları işsiz bırakmak en büyük eziyetlerden biridir. Ancak mevcut sistem işsizlik üretir. O zaman sistemin dışına çıkmak gerekir. Gençliğin yeri, iktidarlara köle olmak değildir. İnanıyorum ki, gençlik bu durumun bilincine vardıkça özgürlük saflarına akacaktır.