HABER MERKEZİ – Kemal Söbe: Emperyalist Avrupa Birliği ve Kürt Sorunu
AB (Avrupa Birliği) 2. dünya savaşı sonrası kuruldu. İlk kuruluşu Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksenburg’un katılımıyla, sonrası da İngiltere ve sırasıyla diğer Avrupa ülkelerinin katılımıyla günümüze kadar bu birliktelik genişledi ve Rusya sınırına kadar geldi. Hatta Letonya, Estonya ve Litvanya gibi eski bazı küçük Sovyet Cumhuriyetleri bile katıldı. Bu birliktelik esasen 1. ve 2. Dünya Savaşının yol açmış olduğu çok yönlü yıkımın önüne geçmek, olası sosyalist devrimin önünü almak ve Avrupa kapitalizmini korumaya ve devamlılığını sağlamaya yönelik bir birliktelikti. AB’nin askeri kanadı olan NATO’nun ne gibi bir işlevi olduğu göz önüne alınırsa, AB’nin siyasi, askeri ve ekonomik hedefleri daha net anlaşılmış olur. AB öncelikle kendi aralarında savaşa yol açmayacak, dünyayı ortaklaşarak kendi egemenliklerine almak amacı taşıyor. Dikkat edilirse 2. Dünya Savaşı sonrası, Avrupa ülkeleri arasında hiç savaş olmadı, daha çok SSCB’ ye karşı tetikte durdular. AB’de bazı demokratik, sosyal ve ekonomik hakların olması esasen Avrupa halkının eseridir. AB ülkeleri kendi topraklarında sosyalist bir devrimin olmasını engellemek için bazı hakların ve halkın refah seviyesinin yüksek olmasını bunun için gerekli gördü, çünkü gelişmiş bir işçi sınıfını ve toplumu, gelişmiş bir kapitalist sistemde, vahşi kapitalizm koşullarında tutmak zordur.
Yanı başlarında 2. Dünya Savaşını kazanıp, Avrupa’nın büyük bir bölümünü kendi kanatları altına alan Kızılordunun varlığı, AB kapitalizmini gerçekten ürkütüyordu. Hem Avrupa’nın gelişmiş toplumsal yapısı ve hem de tam olarak güçlenmiş Sovyetlerin varlığı, AB’yi en azından kendi içinde demokratik olmaya zorlamıştır. AB eğer bugün sahip olunan bazı demokratik kriterlere sahip olmayıp halkın refahını halkı memnun edecek düzeye getirmeseydi, AB’nin sosyalist bir devrimin ikinci büyük merkezi olma ihtimali hayli yüksekti. Yani AB’nin öyle düşünüldüğü gibi demokratik bir birlikteliği olmayıp, halkların kardeşliğine dayalı bir özü ve yapısı yoktur. AB daha çok Avrupa burjuva ve elit tabakanın kendi aralarında kurdukları, pastayı paylaşma birlikteliğidir. Hatta resmi olarak olmasa bile ABD’nin bile gayri resmi olarak bu birliktelikte yer aldığını söyleyebiliriz. AB 1950’ler itibariyle açık işgaller değil de, gizli işgal olarak bilinen ekonomik borçlandırma ve kendine bağımlı hale getirme politikasını uyguluyor. IMF, AB’nin para kasasıdır ve birçok ülke IMF aracılığıyla Avrupa kapitalizmine bağımlı hale getirilip, emperyalizmin ileri karakol rolünü oynadı. Mesela Türkiye bu ülkelerden biridir. Türkiye bu borçlanmanın sonucu Kore’ye asker göndermek zorunda kalmıştı.
AB kapitalizmi, kendilerine bağımlı hale getirdikleri birçok ülkede kendi gizli servislerinin devreye girmesiyle sayısız ülkede askeri darbeler planlamış, kendilerine karşı olabilecek antiemperyalist yönetim ve hükümetleri devirmiş, yerine günümüze kadar farklı isim ve etiketlerle, renklerle varlığını devam ettiren hükümetler kurmuşlardır. Türkiye’deki DP, AP, ANAP ve şu anki AKP bunlardan bir örnektir. AB dışarıda bakıldığında sanki özgürlüklerin ve insan haklarının cennetiymiş gibi görünüyor. Acaba gerçekten öyle midir? Türkiye’de Kürt sorununun hala çözülmemiş, çözülememiş olması esasen AB’nin Ortadoğu ve Kürdistan’a geleneksel yaklaşımıyla ilgilidir. AB isterse, Kürt sorununu bir haftada çözer, çözdürür. Türkiye her bakımdan AB’nin avucunun içindedir. Tabi Kürtlerin de artık ulusal bir güç haline geldiğini ve büyük bir aktör olduğunu, önemli roller oynamaya aday olabileceğini görüyorlar ve son zamanlarda Kürtlerle taktik gereği de olsa ilgilenmeleri, Kürtleri de kendi kamplarına alma amacı taşıyor. Ama Kürtlerin, halkların kardeşliğine dayalı demokratik Ortadoğu projeleri, Avrupa’yı Türkiye ve Kürdistan arasında bir seçenek yapmaya zorluyor ve bu konuda AB hem Türkiye’yi hem de Kürtleri kaybetmeme siyaseti izliyor. AB kapitalist bir projeyle hem Türkiye’yle hem de ulusal meseleleri çözülmüş bir Kürdistan’la beraber hareket etmek istiyor. AB kendisine karşıtlık oluşturacak ve Ortadoğu’da alternatif sistem ortaya çıkarabilecek her oluşuma karşıdır. Kürt hareketini hala ulusal bir hareket olarak kabul etmemeleri ideolojik nedenlere dayanıyor. Kürt hareketinin, kapitalizme yatkın olmadığı ve kendilerine alternatif bir güçlü Ortadoğu’yu hedeflediğini bildiklerinden dolayı Kürt hareketini kabul etmiyorlar ve Türkiye’yi Kürt hareketiyle anlaşmış ve Kürt sorununu çözmüş haliyle görmek istemiyorlar. Eğer Türkiye Kürtlerle olası bir anlaşma yapar da, Kürt sorunu çözülür ve Ortadoğu halklar birliği kurulursa, bu, AB’nin yüzyıllık Ortadoğu planlarını bitirir. İşte bundan dolayı AB, Türkiye’nin özellikle son 8/9 yıldır bütün Kürdistan’a yönelik çok şiddetlenen savaşı ve saldırılarını, Kürtlerin öldürülmesini, şehirlerin yıkılmasını görmezden geliyor. Yani AB emperyalist politikalardan vazgeçmemiş, tam tersi vahşice bu politikaları Ortadoğu’ya dayatmak istiyor. Ama Kürt hareketi önderliğindeki mücadele Türkiye’yi demokratikleştirecek, Kürtleri özgürleştirecek ve AB’yi artık eskisi gibi Ortadoğu’da emperyalist politikalar yapamaz hale getirecek ve AB kendi içinde daha çok demokratikleşmek ve dünyaya karşı da demokratik olmak zorunda kalacaktır. Yani başta Ortadoğu olmak üzere, dünyanın birçok yerinde verilen mücadeleler aslında Avrupa’yı sosyalist değişime zorlayacaktır. Çünkü AB emperyalizminin siyasi ve ekonomik etki alanları daralırsa bu, AB’de büyük krizlere yol açar ve AB istemezse bile değişimi yaşayacaktır. Avrupa’da sosyalizme geçişin kısmen de olsa kitlesel, en azından da, ekonomik ve teknik alt yapısı hazırdır. Bir ülkede toplumun demokratik olması, ekonomik, siyasi ve teknik imkanların yeterli olması, sosyalist devrimi demokratik yollarla kısa sürede gerçekleştirme imkanını verir. Tabi bu, sosyalist devrimin hiç kan dökülmeden olacağı anlamına gelmemeli, çünkü her ne kadar demokratik ortamda sosyalizme geçiş fazla kanlı olmasa da, yine de belli bir bedeli olur.