HABER MERKEZİ- Soydan Akay: En büyük yalnızlık: Anlaşılmamak
Kitaba, Lotte’nin kitabına dönüyorum. Elinize aldığınızda sıkıntıdan bir kenara atacağınız kitap burada bir eleştiri olarak karşınızdadır. Burada hayat politik olduğu kadar edebidir de. Etik, estetik ve politik olan öylesine iç içedir ki bunu ayırt edemezsiniz. İşte büyük edebi bakışın dokunduğu bir cümle daha: “Ama ciddiyim. Büyük adamdan hep ve yalnızca “Büyük”, “Büyük” diye söz etmek yararsız ve yakışıksız görünüyor (…) İşte böyle, o aramızda yaşıyor ve peygamber ağzıyla konuşuyor. Peygamber ağzıyla…” Tabii kahraman neşelidir her zaman. Yine de bu söz karşısında acı bir gülümsemenin gelip dudaklarına konduğunu tahmin edersiniz. Hiçbir zaman haz etmedi sevgi ifadesi olarak kendisinden “büyük” diye söz edilmesinden. Bu yüceltmenin altındaki Ortadoğu sosyolojisini iyi bilir. “Büyük” sözünün arkasına saklananlar kendilerinin oldukça “küçük” olduklarını kabullenir ve üzerine yatarlar. Oysa HAKİKATLİ olan, özgürlüğün, aşkın, birlikte yürümenin ve birlikte varolmanın sosyolojisi ve de ölçüsüdür. Çocukluğunda başlar bu serüven. Ondaki büyüklük (Rehberlik) hiçbir zaman yakalanmayabilir. Böyle bir beklentisi de yoktur. Ama büyük anlama -buna stratejik düşünüş diyelim- ve uygulama (taktik) birlikte yürümenin mutluluk yaratıcı ilkesidir. “Aşkım” dediği özgür insanının ANLAMA ve UYGULAMA kapasitesinin gelişmesi Bilge olanın mutluluğudur. Beklentisi, bireysel varoluşlarda bunun yakalanmasını istemekten ziyade bunun topluluk düzeyinde, kolektivite ve kurumsallığa kavuşturulmasıdır. Hani şair de söylemiş ya “Aşk örgütlenmektir” diye, aynen öyle.
Sitem hala zamanın ruhunda yankılanmaktadır: Anlaşılamamak! Oysa söylenmesi gereken söylenmiş, verilmesi gereken verilmiştir. “Benden başka ne istenebilir ki? Aşkın bütün gerektirdiklerini yerine getirdim.” Öyle bir duruş ki bu; düşmanı, muarızı bile kendisinden bir şey isteyemez. Gerçek böyledir. Ve herkes bunu bilir. Anlaşılamamak acıtır büyük yaşayanları. Ondandır yalnızlıkları. Düşmanı da bilir bunu. Sanki kendisi doğru anlamışta! Koşar adım felaketine yürüyor. Yine de savaşı O’nunladır. Bir voltayı bile cezaya dönüştürmek, tüm haberleri, üslubu, dili psikolojik olarak tam bir savaşa dönüştürmek; size karşı değil O’na karşıdır. Çıldırtma denemeleri boşuna olsa da asıl savaş buradadır. Size karşı olan tüm uygulamaların mantığı da aynı temeldedir. “Bu aşkı sen başlattın, sen bitireceksin. Gel vazgeç bu aşktan.” der habire… Dağın dibinde durup dağa kafa tutan adam misali düşman. Dağ, yani Hakikatli hem büyük başarmış olmanın onuruyla, mutluluğuyla hem de tüm eleştiri ve sitemlerine rağmen aşkına olan güveni, tarihsel hakikatlere bağlılığı ile gülümser zamanın ruhunda tüm yalnızlığı ile. Tarihe büyük bir armağan sunmuştur: Paradigması, Özgür Kadın Destanı ve özgürlüğün hevallerini, halkını. “Çocuklarım” dediği kitapları…
O’nun aşkı olarak en zalimane saldırılara maruz kalmak ve ayakta kalmak… Kendini büyüterek, sabırla yenilenmek ve o an’ı kollayıp mutluluğun, demokratik modernitenin kapılarını halklar için aralamak… Düşman boşuna zafer naraları atmaktadır. Kendisi, simgesel ve de medyatik iktidar gerçeğinin ötesine geçmemektedir. Politikleşmiş bir aşkın karşısında yapacağı şey kendini güçlü göstermektir. Zamanın, dolayısıyla demokratik uygarlık çağının ruhuna aykırı olanlar, dünyayı yeniden keşfedenler(!) kendileri hakkında öngörülmüş kaderlerine koşar adım gitmekteler. Kahraman tüm bu olup bitenleri görmenin, büyük anlamanın ifadesi olarak elbette ki mutludur. Çünkü zaman kendisini doğrulayacaktır. Doğru anlaşılıp uygulandığında, yaratıcı olunduğunda zaman daha da anlamlıca karşılanacaktır. Yalnızlığa her yönüyle son vermek: Bu büyük sevilenin elindedir. Sadece büyük sevdiğinizi düşünmeyin, büyük seviliyorsunuz da. Yaşamı hep trajik kılmanın anlamı yok bu durumda. Destan kahramanı Derweş’in, büyük Aşk Edule’nin Derweş’inin dediği üzere: Herin ser kar! Yani süreklilik kazanmış bir pratikleşme…
Kaynak: Yeni Özgür Politika