HABER MERKEZİ
Merkezi Ortadoğu olan ve yıllardır sıcak savaş biçiminde süren üçüncü dünya savaşının ekseni bir süreden beri Suriye’den İran alanına kaydırılmaya çalışılmaktadır. ABD’nin İran’ı hedefleyen politikaları sadece Ortadoğu’daki güçler üzerinde değil, bölgeye dahil olan tüm güçler üzerinde etkili olacaktır. Bu gerginlik uzun bir zamandan beri vardı ve bölgedeki dengeleri oluşturan temel bir faktör durumunda bulunuyordu. Farklı gelişmelerin yaşanmasını engelleyen ve çözüm ihtimallerini ortadan kaldıran bu gerginlik politikasıdır. Her iki devlet bu gerilimi kendi iç ve dış politikası açısından elverişli bir araç olarak kullanmaktadır. ABD’nin saldırgan ve emperyalist politikalarının yanında İran devletinin toplumun, halkların demokrasi taleplerine duyarsız kalması bu kilitlenme ve kısır döngünün zeminini oluşturmaktadır. Bunun bir biçimde aşılması yeni gelişmelere de olanak tanıyacaktır.
ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda bu politikayı bir üst aşamaya çıkarmayı düşündüğü anlaşılmaktadır. İsrail’in güvenlik kaygıları, Amerika seçimleri bunda etkili olmuştur.
Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi El Mühendisi’nin hedeflenmesi ve katledilmeleri bu politikayla bağlantılıdır. Bu saldırı sıradan bir olay olarak görülüp geçilemez. Kasım Süleymani İran politikalarını uygulamış olan beyindir. Bu amaçla Lübnan’dan Yemen’e, Suriye’den Irak’a kadar birçok örgüt ve hareketi oluşturup yönlendirmektedir.
Bu anlamda ABD’nin Kasım Süleymani’yi hedeflemesi boşuna değildir. ABD öncelikle bu dış ayaklarını keserek İran’ı Ortadoğu’dan izole etmek, etkisini azaltmak ve böylece güçsüz bırakmak istemektedir. Dikkat edilirse son yıllarda bu yönlü birçok adım atmıştır. Başka bir ifadeyle ABD Ortadoğu’da geliştirdiği ilişki ve politikalarda hep bunu gözetmiştir. Günlük olarak karşımıza çıkan olayların uzun vadeli bir strateji ve planlamanın sonucu olduğu açıkça görülmektedir. Kasım Süleymani ABD’nin bu doğrultuda attığı birçok adımı karşı ataklarla boşa çıkarmıştır. Bağdat’taki olaylardan tutalım Lübnan’da hükümet istifasının engellenmesine, Suriye’deki gelişmelere kadar gelişen anti ABD politikaların beyni durumunda olan kişi Kasım Süleymani’ydi. ABD büyük riskleri göze alma pahasına bu engeli ortadan kaldırmak istemiş ve böyle bir adımı atmıştır.
Bunun karşısında İran’ın tutumu zevahiri kurtarmanın ötesine geçememiştir. Bir Amerikan üssüne birkaç füze atmanın dışında etkili bir politika geliştirememiştir. Sivil insanları taşıyan bir uçağı yanlışlıkla da olsa vurması süreci iyi yönetemediği ve adeta yüzüne gözüne bulaştırdığı söylenebilir. İran’ın bu temkinli yaklaşımının altında içte yaşadığı ekonomik ve toplumsal sorunların ağırlığı altında ezilmesi yatmaktadır. Bu nedenle süreci tırmandırmayı göze alamamıştır. Bir iki etkisiz eylemle görüntüyü kurtarmaya çalışırken uzun vadede gerginliği azaltma politikasına gittiği görülmektedir. Kasım Süleymani’nin öldürülmesini içte anti Amerikancı duygu ve düşüncelerin etrafında toplumu kenetlemenin vesilesi haline getirmeye çalışmıştır. Cenaze törenine milyonların katılması aynı zamanda dışa karşı bir gövde gösterisi olmuştur. Çünkü İran’ın teknik olarak ABD ve dış güçlerle boy ölçme veya onlara meydan okuma şansı yoktur. Dayandığı temel güç örgütlediği insan gücüdür. Cenaze törenindeki milyonların öfkeli görüntüsüyle dış güçlere bu mesajı vermiştir. Bu olaylar bağlamında denilebilir ki, İran’ın en büyük kazanımı bu olmuştur.
Rusya’nın İran’a olası bir ABD saldırısının karşısında cepheden durmasını beklememek gerekir. Hatta bunun Rusya’nın işine geleceğini söylemek bile mümkündür. İran ne kadar sıkıştırılır, zayıflatılırsa o kadar Rusya’ya muhtaç ve mahkum duruma gelecektir. Rusya Suriye’de jeostratejik kazanımların sahibi olmuştur. İran’a yönelik bir savaşta da benzer çıkarlar elde edebilir. Geçen yıllarda Rusya’nın çok dar çıkarcı, faydacı, pragmatist bir politika izlediği görülmüştür. Bundan sonra da hiçbir ittifaka katı bir şekilde angaje olmadan, çıkarları temelinde değişken, oynak bir politika izleyeceğini öngörmek mümkündür.
Durumdan yararlanmaya çalışan diğer bir güç de sömürgeci Türk devletidir. Üçüncü dünya savaşının fırtına, kriz ve kaosunda ayakta kalmak için yüzyıllık politikasını değiştirerek içte ve dışta savaş anlayışına geçmiştir. İşgalci, militarist bir çizgide politika yürütmektedir. Bunu da ancak faşist bir diktatörlükle yürütebilmektedir. AKP- MHP ittifakının rengini verdiği rejim bir özel savaş rejimidir. Mevcut hükümet de bir özel savaş hükümetidir. Bu hükümetin hiçbir meşruiyeti yoktur. 2015 seçimlerinde iktidardan düşmüştür. Burjuva sisteminin hukuk ve ölçüleri bile ayaklar altına alınarak ömrü uzatılmaktadır. Özel savaş yöntemleriyle, hile ve oyunlarla ayakta tutulmaktadır.
Özel savaş rejiminin en temel ve stratejik hedefi Kürtlerin özgürlük ve statü kazanmaması ve fırsat bulduğu oranda tümden soykırıma uğratılmasıdır. Tüm diğer politikalar bu amaca hizmet edecek şekilde hayata geçirilmektedir. Libya’da savaşa girme hevesinden tutalım, Rusya ve İran’la geliştirdiği ilişkilere kadar her adımı anti Kürt politikasına hizmet temelindedir. Kürtlerin tüm kazanımlarına azgınca saldırdığı gibi, konjektürün el vermediği durumlarda, verdiği tavizlerle başka güçlerin eliyle bu amacını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Asla görüşmez ve meşru görmeyiz dedikleri Suriye rejimiyle u dönüşü yaparak görüşmeye başlaması ve ilişkiler içine girmesi Faşist rejimin Kürtleri yok etme hedefinin sonucudur.
Sömürgeci devlet ve faşist Erdoğan yönetimi artık savaşsız ayakta duramaz. Dün Suriye ve Rojava, bugün Libya yarın başka bir yerde savaş içinde olacaktır. Düşman yoksa yaratılacak savaş yoksa çıkarılacaktır. Bu iktidar savaş olmadan milliyetçilik, ırkçılık etrafında örgütlediği toplumun bir kesimini bir arada tutamaz. Beka, vatan, millet demagojisiyle tabanını kanla beslemekte, muhalefet etkisiz kılınmakta ve toplum üzerinde tam bir terör estirilmektedir. Her geçen gün derinleşen ekonomik sorunlar, işsizlik, yoksulluk gibi sorunlar bu sayede bastırılmakta, gündemden uzak tutulmaktadır. Erdoğan’ın elinde iktidarını sürdürmeye yarayacak savaştan daha elverişli bir araç yoktur. Bu aracı da sonuna kadar kullanmaktan kaçınmayacaktır.
Ancak nasıl İtaat ve Terakki Partisi savaş çılgınlığıyla sonuç alamamış ve Osmanlının sonunu getirmişse, aynı akıbet AKP iktidarının da başına gelecektir. Gerilladan yaz kış demeden darbe üstüne darbe alması, ekonomik olarak artık savaşın yükünü kaldıramaması, işsizlik, yoksulluk gibi toplumsal sorunların intiharlarla su yüzüne çıkmaya başlaması bu iktidarı çöküş ve iflasa doğru sürüklemektedir. Sağa sola savaş açması sonunu uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Tüm bu dile getirilenler gerçek olsa da, Türkiye’de Erdoğan Bahçeli faşizmini götürecek olan direniştir, mücadeledir. Bunun da yolu demokrasi güçlerinin birleşerek etkili politikalarla toplumsal muhalefeti örgütlemelerinden geçmektedir.