Hiç kimse Erdoğan’ın “bir gece ansızın Yunan adalarına gelebiliriz” demesini hafife almamalıdır. Erdoğan bu lafları ister seçim propagandası olarak yapsın, ister Yunanistan’la ağız dalaşı için sarfetmiş olsun, “işgal ettiğiniz adalara bir gece ansızın gelebiliriz” cümlesi Türk devletinin Yunanistan’a karşı savaş ilan etmesinden bir önceki adımı işaret ediyor. Bir bakıma bu laflar “yarım savaş ilanıdır.”
Böylece yaşlı Avrupa anakarası, Ortadoğu’da başlayan Üçüncü Dünya Savaşı’nın Rusya işgali ile birlikte Ukrayna’ya sıçramasından sonra, şimdi de savaşın Türk işgali ile Yunanistan’a sıçrama ve Balkanlara yayılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Avrupalı devletler “Türklerin mülteci” şantajından sonra Balkanlar’da Türk süngüsünün gölgesini görmüş olmaktan acaba gerekli sonuçları çıkardılar mı? Şimdi soru budur ve Erdoğan’ın yakında Balkan ülkelerine yapacağı ziyaret tam da bu soruya verilecek cevapların ışığında ele alınmalıdır.
Erdoğan’ın “bir gece ansızın gelebiliriz” tehdidinin 6-7 Eylül 1955 yılında gerçekleştirilen Rum pogromunun tam da yıldönümüne rastlaması kesinlikle tesadüf değildir. “Ey palikarya” lafları, 1955 yılında İstanbul’daki pogroma yol açmakla kalmamış, devletlerin tarihi bakımından kısa bir zaman sonra bunun sonucu önce Kıbrıs’ın bombalanması (1963), ardından da işgal edilmesi (1974) olmuştur. Şimdi jenositle yok edilecek bir Rum nüfustan söz edemesek de, “Ey Yunan İzmir’i unutma” tehdidinin Ege’de Yunan adalarını işgal etmenin işaret fişeği olduğundan şüphe bile edilemez.
Tehdit varsa “yapabilir mi, yapamaz mı?” tartışmasının hiçbir anlamı yoktur. “Ya yaparsa” demek ve savaş tehditini ciddiye almak barıştan yana herkesin görevidir.
“Ya yaparsa” demek bile azdır. Çünkü Türk devleti zaten “yapmaktadır.” Suriye’ye de facto savaş açmış, bu devletin bir çok şehrini işgal etmiş, bu şehirlere kaymakam atayarak, burada Türk Lirasını tedavüle sokarak, Türk okulları açarak, Türk bayrağını resmi dairelere çekerek ve yerli Kürt halkını topraklarından ederek buraları yine “de facto” ilhak etmiştir. Şimdi PKK ile savaş bahanesiyle Irak devletine ait toprakları işgal etmekle meşguldür. Libya’ya, Karabağ’a silahlı müdahaleleri de bu yayılmacı siyasetin birer parçasıdır. Ve dikkatle izleyin, Kıbrıs’ın Kuzey bölgesini de Yunanistan’a karşı yarattığı gerginlik koşullarında resmen ilhak etmeye hazırlanmaktadır.
İşte şimdi Avrupa uygarlığının beşiği sayılan Helen ülkesine “bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek savaş tehdidinde bulunmuştur. Yakın, kısacık tarih bu tehdidi ciddiye almayı gerektiriyor.
Türk devleti bu fütursuz kabadayılığı nasıl yapabiliyor? Bir NATO ve AB üyesini nasıl işgal etmekle tehdit edebiliyor?
Bu sorulara yanıt vermenin formülü apaçıktır: Erdoğan’ın Yunanistan’a, dolayısı ile Avrupa Birliğine tehditleri sadece “sonuçtur”, “sebep” Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü kanlı savaş ve bu savaşa Avrupa ve Amerika’nın destek vermesidir. Kürt’ün varlığına ve kültürüne çevrilen namlu, şimdi Hellen ülkesinin Sokrates’ine, Aristo’suna çevrilmiştir. Şu acı bir gerçek değil mi? Daha dün Avrupa başkentlerini kana bulayan DAİŞ’ten, onbinlerce şehit vererek insanlığı kurtaran Kürt halkı Türk kimyasal silahlarıyla vurulurken, bu savaş suçlarını “bizi mültecilerden koruyor” diye seyrettiniz. Şimdi aynı Türk devleti tıpkı DAİŞ gibi Avrupa’nın manevi kalbine süngüsünü dayamış, Panteon’un altına dinamitlerini döşemiştir.
İngiltere ve Fransa “Münih”te Hitleri yatıştırmak için Avusturya’yı Hitler’e kara ünlü “Anschluss” ile hediye etmişti. Avrupa Birliği ve ABD aynı yolda yürüdü. Hitler taslağı Erdoğan’ın ne menem bir despot olduğunu bile bile Rojava’nın Kürt yerleşimli şehirlerini Erdoğan faşizmine hediye etti. Hitler Avusturya ile nasıl doymadıysa, Türk devleti de Kürt kanı içmekle doymadı ve Hitler nasıl Avusturya’dan sonra Çekoslavakya’ya girdi ise Erdoğan da Rojava şehirlerini yuttuktan sonra Atina’yı tehdit etti. Başkan Apo yıllar önce “üçüncü dünya savaşı başladı” dediği zaman bu benzerlikleri Avrupa ciddiye almamıştı. Ciddiye alma zamanı gelmedi mi?
Erdoğan elbette Hitler değil. Onun acemi bir karikatürist tarafından çizilmiş karikatürüdür. Ama unutmamak gerekir ki bu karikatür, bir anda ete kemiğe bürünebilir, karşımıza bir “küçük Hitler” olmasa da bir “şişko Mussolini” olarak dikilebilir. 15 Eylül’de Özbekistan’da yapılacak Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısından “çakma Benito Mussolini” olarak dönebilir. “İt kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgem sanırmış” denir ya, Erdoğan da “Rusya ve Çin gölgesinde” yürür ve ürürken, hem Rusya ve Çin gölgesini ve hem de bu ikilinin gürültüsünü kendi gölgesi ve ürümesi sanabilir.
İşte o zaman yıllardır yatırım yaptığı Deniz Çıkartma Filosu ile Ege Adalarına saldırabilir.
Sonrası Türk-Yunan savaşıdır ki, gazetem izin verirse yarın da bu savaşın nasıl sonuçlanabileceğini, özellikle “Mavi Vatan” sevdalısı “ulusalcı ve ulusolculara” anlatmaya çalışacağım. İzin alamazsam yazımı Cuma günü okuyabilirsiniz.
Veysi Sarısözen Yazdı….