HABER MERKEZİ
Üçüncü dünya savaşı olarak adlandırdığımız günümüz dünya koşulları kimi yönleriyle birinci dünya savaşı koşullarına önemli oranda benzerlik oluşturmaktadır. Türk devleti açısından bu çok daha fazla böyledir. Birinci dünya savaşına gelindiğinde Osmanlı imparatorluğundan geriye sınırlı bir toprak parçası ve dağılıp parçalanmayla yüz yüze olan bir devlet gerçeği söz konusudur. Savaşlarda sürekli yenilerek geri çekilen, her seferinde toprak kaybeden ve giderek Anadolu’ya sıkışan bir devlet vardır. Orduda ve devlet bürokrasisinde bu durumdan çıkışların arayışları güçlüdür. Devleti hem toprak anlamında genişletip büyütmenin hem de devleti güçlendirmenin yolları aranmaktadır.
Bir taraftan var olan devleti kaybetmenin korkusu diğer yandan dünya savaşının kaosundan bir çıkış yaparak ve kazanan tarafta yer alarak yeniden büyük bir imparatorluk olmanın düşleri arasında gidip gelinmektedir. Devleti büyütmek için en hayalperest, maceracı ve gözü kara politikaların temsilini ittihat ve terakki partisi yapmaktadır. Enver, Talat ve Cemal Paşalar devleti ele geçirince bu emellerini gerçekleştirmenim imkanlarını da yakalamışlardır. Bir koyup on almak istemişlerdir. Kumar oynar gibi en tehlikeli ve riskli oyunlara atılmaktan geri durmamışlardır. Büyük oynayıp büyük kaybetmişlerdir. Osmanlı imparatorluğunu Pan Türkist bir anlayışla yeniden büyütmek istemişken eldekini de kaybetmekten kurtulamamışlardır. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuşlardır.
İttihat ve Terakki partisi bu devlet geleneğinde bir çizgi ve zihniyettir. Yoksa birkaç paşanın marifeti olarak şekillenmiş ve onlarla birlikte geçmişte kalmış bir olgu değildir. Bu çizgi ve zihniyet ırkçı, militarist, devlet ve iktidar için her türlü katliam ve soykırımı gözü kırpmadan yapabilen zehirli bir zihniyettir. Ermenilere uygulanan soykırım bile tek başına bu zihniyetin gerçeğini ortaya koymaya yeterdir.
Diğer bir örnek de Sarıkamış seferidir. İnsanlıktan nasibini alamamış Enver Paşa Ruslara karşı ucuz bir zafer elde etmek için hiçbir askeri komutanın göze alamayacağı ve onay veremeyeceği bir sefer düzenlemiştir. Sarıkamış kışının çetin koşullarında 90 bin askeri sefere çıkararak kırımdan geçirmiştir. Ölen bu 90 bin askerin çoğunun Kürt olduğunu biliyoruz. Kürt olması nedeniyle bu askerlerin telef olması Enver Paşa ve ittihat Terakki nezdinde bir kayıp olarak görülmemiştir. Sefer başarılı olsa zafer elde edilmiş olacak, olmasa da bu kadar Kürt’ten kurtulmuş olunacaktır. Gerek Ermenilerin soykırıma uğratılması, gerekse de Sarıkamış seferinde sebep olunan kırım bu zihniyet ve kişiliklerin toplum için ne kadar tehlikeli olabileceğini göstermesi açısından ibret verici olmaktadır.
Bugün bu çizgi ve zihniyetin temsiliyetini AKP-MHP hükümeti, Erdoğan ve Bahçeli yapmaktadır. Enver Paşanın ruhu Erdoğan’da vücut bulmuştur. Aynı ırkçı, milliyetçi, halk ve toplum düşmanı zihniyet iktidara gelmiştir. Bu faşist zihniyet savaş politikaları ile devleti büyütüp genişletme peşinde koşmaktadır. Nasıl ki, Enver Paşa birinci dünya savaşında, bir oldubittiye getirerek Osmanlı devletini savaşa sokmuşsa aynı mantıkla Erdoğan ve Bahçeli ikilisi de Türk ulus devletini üçüncü Dünya Savaşının ateşine atmaktadır.
İttihat ve Terakki çetesi nasıl Ermeni ve Kürt halkını hedefleyip ortadan kaldırmak istemişlerse bugün AKP-MHP iktidarı da Kürtlerin tüm kazanımlarını hedefleyip ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bunun için yapmayacakları bir kötülük, göze alamayacakları bir kıyım yoktur. Bu kirli ve soykırımcı zihniyet devleti güçlendirmek ve iktidarlarını ayakta tutmak için başvurmayacakları bir yöntem yoktur. Amaçları için her yol mubahtır. Bunları yakın zamanda Bakur’da öz yönetim direnişlerinde, Efrin işgali sırasında, şehirleri yakıp yıkarken, sivilleri fark koymaksızın katlederken gördük.
Bu devlet yüz yıldır beka sorunu yaşamaktadır. Yani devletin parçalanıp yok olma korkusunu yaşamaktadır. Korku derindir. Korku insana en akıl almaz hareketler, en çılgın işler yaptırabilir. Korkudan kurtulmak için en saldırgan yönelimlere girebilir. Korku kaynağı olarak görülen olguya bütün devlet gücüyle ve imha amaçlı saldırabilir. Bugün Erdoğan ve AKP şahsında Kürt halkına yönelen saldırganlık tam da bunu ifade etmektedir. Nerede özgür bir Kürt varsa, nerede bir Kürt kazanımı varsa bunu kendine, devletin beka sorununa bir tehdit olarak görmekte ve bütün imkanlarıyla saldırarak yok etmeye çalışmaktadır. Başur’a yönelik geliştirilen işgal operasyonları, Rojava’yı her gün tehdit etmeleri ve fırsat bulursa saldırmak için yaptığı hazırlıklar bu kapsamdadır.
Üçüncü Dünya Savaşının kriz ve kaos koşullarını Kürt halkının tüm kazanımlarını tasfiye etmek ve devlet sınırlarını genişletmek amacıyla değerlendirmeye çalışmaktadır. Bu nedenle hem yayılmacı, işgalci bir politika izlemekte, hem de katliamcı, soykırımcı uygulamalara başvurmaktadır. Korku ve panikle etrafına saldırmaktadır. Büyük oynayıp büyük kazanmak istemektedir. Ülkenin tüm imkan ve değerlerini bunun için sağa sola peşkeş çekmektedir. Yeter ki, Kürtler sömürgecilik sisteminden çıkmasınlar, statü sahibi olmasınlar, kendi öz yönetimlerine kavuşmasınlar.
Ancak bunda asla başarılı olamayacaklarını, bu kirli ve saldırgan politikalarla sonuç alamayacaklarını biliyoruz. Nasıl Enver Paşa, İttihat ve Terakki benzer politikalarla bir sonuç alamamışsa, yenilgiden kurtulamamışsa ve Osmanlı devletinin dağılmasına yol açmışlarsa, onların izinden giden AKP-MHP, Erdoğan ve Bahçeli’nin de akıbetleri aynı olacaktır. Türk ulus devleti can çekişmektedir. Ya kendini siyaset, akıl ve yumuşak güç yöntemleriyle yenileyecek ya da büyük bir hezimeti yaşayacaktır. Mevcut politikalarında ısrar ederse kaybeden bu faşist rejim, kazanan Özgürlük Hareketimiz öncülüğünde direnen Ortadoğu halkları olacaktır.
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi