HABER MERKEZİ
Kürt halkı 14 bin yıldır Kürdistan topraklara kök salmıştır. Sümerlerin Kurti, Büyük İskender’in Kurdiye, Selçuklu Sultanı Sancar’ın Kürdistan dediği coğrafyadır.
Eğer hatırlarsak geçen günlerde Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Kürdistan’ın yok olduğundan dem vurdular. Tabi bu yok sayma halleri ne ilk oluyor, ne de son olacaktı. Bu yok sayma sonunu kestirmek ise çok zor. Buraya kadar olanı aklımızda tutup, tarihe bir göz atarsak yararlı olabilir. 1071 ile Türklerin Anadolu’ya girişleri ve ardın gelen süreç, Kürtler ve diğer halklar için asimilasyon, yalan, dolan ve hileler ile altın çağına giriş yaptı. Ümmet kardeşliğinin Türkler açtığı Anadolu kapıları ne yazık ki Kürtlerin lehine kendi kara günlerin başladığı milat olacaktı. Bir toplum için yeni bir gün doğarken diğer toplum için çoktan güneş o topraklarda batmıştı. Her geçen gün devam eden fetih hareketleri sonucunda Osmanlı saltanatıyla zirveye ulaştı. Nasıl ulaşıldı ve hangi yöntemlerin kullanıldığına ilişkin bu yazıda değinmeyeceğiz. Resmi kaynaklar ve Türkiye’nin beli süreçlerinde resmi tutanaklarında ve resmi kurumların yazışmalarında ve arşivinden yola çıkarak ‘Kürdistan’ terimini ilk kez, son Büyük Selçuklu Sultanı Sancar’ın (Ö. 1157) merkezi bugünkü İran’ın Hemedan kentine yakın Bahar kenti olan ‘Kürdistan Eyaleti’ için kullanılmıştı. Ancak bu kaydın Sanar döneminden 200 yıl sonra tutulduğunu belirtelim. Yani kaynağa ihtiyatla bakmakta yarar var. Yavuz (I) Selim’in (1512-1520) Safevi Devleti ile 1514’te yaptığı Çaldıran Savaşı sonrasında Osmanlı ile Kürtler arasındaki ilişkiler önemli bir dönüşüm geçirdi. Kürtlere yeni bir statü verildi. İran’dan Irak’a, Suriye’den Anadolu’ya uzanan geniş Kürdistan coğrafyasının önemli bir bölümüne hâkim olan 28 Kürt beyi (Ümera-yı Ekrad) değişik imtiyazlar karşılığında Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmaya söz verdiler. Bu dönemin belgelerinde coğrafi terim olarak ‘Kürdistan’ kullanılıyordu. Keza Kürdistan adı, yine coğrafi terim olarak, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1525 ve 1553 tarihli fermanında da vardı.
1847’de ‘Kürdistan Eyaleti’
I.Ahmet, 1604 tarihli fermanında ‘Umum Kürdistan’ terimini kullanmıştı. 17. yüzyıl yazarı Evliya Çelebi ünlü seyahatnamesinde ayrıntılarıyla Kürtleri, Kürtçeyi, Kürdistan bölgesini ve şehirlerini (Erzurum, Diyarbakır, Bitlis, Van, Musul ve irili ufaklı pek çok yerleşim yeri) anlatmıştı. (Martin Van Bruinessen’e göre Seyahatname’nin Kürdistan’la ilgili bölümlerinin tam bir baskısı henüz yapılmadı.) “Büyük ülkedir. Bir ucu Erzurum, Van diyarlarından Hakkâri, Cizre, İmadiye, Musul, Şehrizor, Harir, Erdelan, Derne, Derteng’i de içererek Basra Körfezi’ne kadar yetmiş konak mesafe sayılır. Arap Irak’ı ile Osmanlı arasında bu yüksek dağlar içinde altı bin adet Kürt aşiret ve kabilesi güçlü bir sed olmasaydı, Acem kavmi için Anadolu’yu istila etmek çok kolay olurdu” diye tespit yapılıyordu.
Abdülmecid döneminde, de 1847’deki Bedirhan Bey İsyanı’nın bastırılmasından sonra resmen ‘Kürdistan Eyaleti’ kuruldu. 14 Aralık 1847 tarihli Takvim-i Vekayi’de yayınlanan fermana göre Kürdistan Eyaleti, Diyarbakır Eyaleti, Van, Muş ve Hakkari sancakları ile Cizre, Botan ve Mardin kazalarını kapsıyordu.
Şemseddin Sami’nin 1889’da yayımlanan dev eseri Kamusu’l-Alam’ın ‘Anadolu’ maddesinde, bölgenin güneydoğu sınırı Kürdistan olarak adlandırılmıştı. 1890’da yayımlanan, devletin askeri ve sivil okullarında okutulan Coğrafya-i Umumi’de (yazarı Yenişehirli Ahmed Cemal idi), Osmanlı ülkesi önce ‘Avrupa-yi Osmani’ ve ‘Asya-yi Osmani’ diye ikiye; Asya-yi Osmani de altı bölgeye ayrılıyordu: 1) Anadolu, 2) Adalar, 3) Kürdistan, 4) Irak, 5) Suriye ve Filistin, 6) Hicaz ve Yemen. Bu adlandırma, yazarın diğer kitaplarında da tekrarlanmıştı. Özcesi II. Abdülhamit döneminde Kürdistan adıyla ilgili her hangi bir sıkıntı yok.
Abdülhamit’i tahttan indiren İttihatçıların Dahiliye Nazırı Mehmed Ali Bey’in Hariciye Nazırı Ferid Paşa’ya gönderdiği 13-14 Nisan 1335-1919 tarihli tezkereye bakılırsa bu tarihte de Türklerin Kürdistan, Kürt (ve Ermenistan) gibi terimlerle ilgili bir kompleksleri yoktu.
Mustafa Kemal ve Kürdistan mebusları
Milli Mücadele’nin mihenk taş olan Mustafa Kemal’in, Kürt aşiret reislerine çektiği telgraflarda, Sovyet Rusya Dışişleri Komiseri Elçiliğine yazdığı mektupta, bazı meclis konuşmalarında Osmanlı’dan kalma bir alışkanlıkla ‘Kürdistan’ dediğini, Birinci Meclis’in Doğu’dan gelen üyelerine ‘Kürdistan mebusu’ dendiğini de biliyoruz. Ancak bu kullanımlar, bence Milli Mücadele’ye Sovyet Rusya’nın ve Kürtlerin desteğini sağlamak gibi pragmatik nedenlere dayanıyordu. Nitekim 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından itibaren belgelerde bölgeden Vilayat-ı Şarkiya veya Şarkî Anadolu olarak söz edilmeye başlandı. Bu tarihten sonra Mustafa Kemal bir daha Kürt, Kürdistan (ve Lazistan, Ermenistan) gibi terimleri ağzına almadı.
1941’de toplanan Türkiye Coğrafya Kongresi’nde Hamid Sadi Selen’in önerisi ile Türkiye yedi coğrafi bölgeye bölünürken Şarki Anadolu terimi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya dönüşmüştü
Kürdistan, Anadolu ve Türkiye terimleri ne anlama geliyordu ona bakalım. Kürdistan bazen belli bir bölgeyi, bazen sınırları belirsiz ama Anadolu’dan ayrı bir bölgeyi, bazen Anadolu ile bütünleşik bir bölgeyi anlatıyordu.
Örneğin; 1908’de kurulan Kürt Teavun ve Terraki Cemiyeti’nin tüzüğünün 15. maddesinde Kürdistan’dan söz edildiği halde, 24. maddesinde “Memalik-i Osmaniyenin Kürtlerin arazisi ve vilayetleri” ifadesi de kullanılıyordu.
Şimdi buradan itibaren bir örnek daha verip toparlamak istiyorum. Akademi dünyasının bile şoven Türk’e anlatıp kavratamadığı Kürdistan ve Kürt realitesini bir yazıyla elbette benim anlatamayacağım aşikâr.
Yine Osmanlı şemsiyesi altında Kürdistan adlı ilk Kürtçe gazeteyi (1898) yayımlamış olan Mikdad Mithad Bedirxan ile kardeşi Abdurrahman Bedirxan beyler kültürel bir Kürt ulusçuluğa işaret ediyorlardı.
1913 tarihli Rojî Kurd dergisinde de Kürt ve Kürdistan tarihinden açık söz edilir.
Hâlbuki Aralık 1918’de kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyelerinden Memduh Selim Bey cemiyetin yayın organı Jin’de yayımlanan bir makalesinde Anadolu’yu açıkça Kürdistan’dan ayrı tutmuş, Kürdistan’dan söz ettikten hemen sonra “Anadolu’ya dağılan”, “pek çok miktardaki Kürt kültürüne ve dağılan Kürt muhacirlerinde değinmişti.
Tekrarlanan inkar ve imha siyaseti
Nihai sonuç; 1941’deki Coğrafya Kongresi’nin ardından coğrafi bölge repertuvarına eklenen Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu adları, şoven Türklerin dışında kimsenin hoşuna gidecek bir kongre olmadı.
Yukarda aleni bir şekilde her kesçe kabul edilen bu hakikat ne yazık ki bu günlerden yine inkar edilmeye başlandı. İnsanın hakikati ve dünyalara sığdıramadığı ecdadını inkar etmesi tek kelimeyle haramzadelik değil de, nedir? Tabi etrafında kimseyi bulamayınca kandırmak için tekrar inkar ve imha siyasetine sarılmasının tek sebebi ne yaz ki Kürlerin ve dostlarının gösterdiği direniş ve mevcut yürüttükleri siyasetten kaynaklı, çıkan enerji karşısında Erdoğan ve çetesinde bazı alerjik reaksiyonlar baş göstermeye başlıyor.
Dalga, dalga yayılan açlık grevleri yine zindan direnişi ve toplumun özgürlükten yana olan ısrarı dikta rejimin dizlerinin bağını çözdükçe, saldırganlaşıp vahşileşmekte. Elbette ki garezimiz kimseye yok, ama her dönem beli kritik süreçlerde Erdoğan ve çetesi bu metotta başvurması elbette bir tesadüf değil. Bırakın Erdoğan ve paravan çetesi bütün Dünya Kürdistan’ın ve Kürtlerin varlığından emin oldukları kadar, Erdoğan ve AKP’nin varlığından ve Türk olduklarından da emin değiller. Kendi ailevi ve kişisel bekası için bir toplumu kurban eden bu dikta rejim son günlerini yaşadığını iyi bilmekte. Ve gelinen aşamada pireye kızıp yorgan yakar gibi Erdoğan, demokrasiden yana mücadele verenlere yarın öbür gün kızıp ‘Türkler yok’ deyip ‘Erdoğan ve ailesi ve partisi var’ dese şaşmamak gerek. Çünkü tarihte iktidara doyan ve yeter değen bir diktatör görülmemiştir. Bir tarafta Leyla Güven ve arkadaşlarının öncülüğünde yükselen direniş ve mücadele beri tarafta 31 Mart 2019 yerel seçimleri yaklaştıkça korkunun dozajı git gide yükselmekte. Hem bölgede halkın HDP’ye ilgisi hem de gelen anket sonuçları da eklenince iş daha da vahim bir hal alıyor.
Yürütülen şiddet ve korku cenderesi yetmiyormuş gibi muhalefeti ve havuz medyasında yanına alarak her taraftan Kürtleri demokrasi mücadelesinden uzak tutulmak için elinden geleni yapmakta. En son 34 saniyelik HDP’nin reklam filmini bile yayınlamak için tek vücut olan medya bu zihniyetten beslendiğini bir kes daha kanıtlayarak bizi şaşırtmadı. Her seçimde saray soytarılığına soyunan kimi zatlar bu seçim de de iş başında. Önce, ‘AKP oy vermeseniz beyaz Toroslar devreye girer, oluk, oluk kan akar’ denildi. Şimdilerde ise, soysuz bir mahalle kabadayısı sahnede ve Allah’ın her günü sabah horozu misali ötüp tehditler savurup durmakta. Ama zamansız öten horusun hikayesinden de bihaber. Yaşanan ve her gün yaşatılan onca hukuksuzluğa ve adaletsizliğe rağmen Kürtler ve dostları demokrasi ve özgürlük mücadelesinde uluhiyetleşerek bu yolda ilerlemekte. Her ne kadar da HDP’yi zelil görmek isteseler de 31 Mart günü AKP ve ortakları ricat olmaktan kurtulamayacaklar. Leyla Güven ve arkadaşlarının yakmış olukları özgürlük meşalesi Erdoğan AKP ve MHP’yi yakacağı kesin.
Newroz bir kez daha gösterdi
Unutulmamalıdır, Kürt halkı 14 bin yıldır bu topraklara kök salmıştır. Sümerlerin Kurti, Büyük İskender’in Kurdiye, Selçuklu Sultanı Sancar’ın Kürdistan dediği coğrafyadır. Kürdistan her dönem işgale uğradı, Kürt halkı her dönem zulme uğradı, katledildi ama Kürt halkı sırtını dağlarına yaslayarak direnişini, özgürlük sevdasını her zaman ayakta tuttu. Unutulmamalıdır, bu topraklar Demirci Kawa’nın Zalim Dehak’a başkaldırısı ile Newroz direniş geleneğinin fışkırdığı topraklardır. Kürt halkı bu yıl ki görkemli Newroz direnişiyle bir kez daha gösterdi ki, bu topraklar özgürlüğün ana rahmidir.
Kawalar’ın Mazlumların, Rewşanlerin, Semaların direniş ve mücadele kültürünü bugün devam ettiren ve bedenlerini bir toplumun özgürlüğü için ölüme yatıran açlık grevinde olan arkadaşlar başta olmakla herkesin Newroz Bayram’ını kutluyorum. Ve bir Nisan günü kimin hancı kimin yolcu olduğunu bu coğrafyada ‘kesinleşen Kürtlük ve özgür yaşam ebedi gerçekliktir’ şiarı ile sokaklarda güneşe ve mavi ye bürünmüş gök yüz altın da, özgürlük şarkılarımızı söyleyerek, tililerimiz le bu ceberutlara cevap verelim.
Devrim GEVDA