HABER MERKEZİ
Bir önceki yazımızda Türk özel savaş rejiminin son durumunu ve olası gelişmeleri değerlendirmiş, olasılıklardan birinin de Libya, Irak ya da Suriye’den toplu asker cenazelerinin gelebileceği olarak belirtmiştik. Yazımızda bu öngörümüzü de Erdoğan’ın artık ya ABD ya Rusya demek zorunda olduğuna bağlamıştık. O değerlendirmemizden birkaç gün sonra İdlib’ten resmi rakamlara göre sekiz cenaze Türkiye’ye gönderilmiş oldu.
İdlib’ten gönderilen asker cenazeleri Erdoğan’ın ABD yönetimi ile yaptığı anlaşmaya Rusya’nın küçük bir cevabı olduğunu çok rahatlıkla belirtebiliriz. Hatırlanacağı üzere Suriye’nin İdlib’te El Nusra (HTŞ) örgütüne dönük başlattığı operasyonun ilk günlerinde, ABD’nin Suriye özel temsilcisi J. Jefrey Ankara’ya gelmiş ve İdlib operasyonun durdurulması yanında kendilerinin de terörist saydığı El Nusra’nın (HTŞ) kendini savunduğu anlamına gelen bir açıklama yapmıştı. Bunun anlamı Erdoğan’ın ABD ile Fırat’ın batısı için yeni ve daha kapsamlı bir anlaşmayı Rusya Suriye ve İran ittifakına karşı yaptığıdır. Tabi Rojava Kürtlerine karşı da olan bir anlaşmadır bu.
Bu anlaşma ile Türkiye Suriye rejimine karşı kullandığı söylemi, açıktan ve doğrudan Suriye ordusuna saldıracak düzeye çıkaracak. Böylece Suriye topraklarında, ordusuyla Rusya ve İran’a karşı savaşa doğrudan girmiş olacak. Savaşın bir aşamasından sonra NATO kimliğini öne çıkararak ve bir NATO devletine karşı saldırı oluyor diyerek NATO’yu resmen kendi topraklarına ve kuzey Suriye’ye boydan boya girmesini sağlayacak daveti yapacak. Bu yolla ABD’nin öngördüğü, sınırları İdlib’ten ırak Sünni bölgesine kadar olan ABD güdümündeki yeni bir Sünni Arap devletinin kurulmasına çalışılacak. Kürtlere tümüyle olmasa da önemli bir tasfiye yaşatmak istenecek. Peki bu kadar ciddi bir gelişmeye daha doğrusu sonuca nereden ve nasıl gelindi?
3 ocak 2020 tarihinde Bağdat’a İran İslam cumhuriyetinin Ortadoğu siyasetinde önemli yeri olan general Kasım Süleymani ve Haşti Şaabi komutanları bir ABD saldırısında öldürüldü. Bu saldırı ABD’nin Daiş üzerinden gerçekleştirmek istediği siyasetinin bir sonucuydu; ABD, İran ve İran şahsında ister İslami ister sol, demokratik yurtsever çizgide olsun bir ‘Şii kuşağa’ karşıdır. Bunu İsrail’e ve daha geniş manada sistemin çıkarlarına tehlikeli bulmaktadır. İran İslam devletinin milliyetçi, mezhepçi ve otoriterliği bu politikalara meşru zemin sunduğu için suikast saldırısında da görüldüğü gibi ABD ve müttefikleri her türlü saldırıyı çok rahat yapabilmektedir. ABD bu suikast ile İran’ı koşullarını ve zamanını kendisinin belirlediği bir savaşın içine çekmek istemişti. Örneğin Irak’taki sokak eylemlerine arka çıkmış, İran’a ambargo uygulayarak ekonomisini zora sokmuş, Lübnan’da ise Hizbullah’a saldıracak bir ortamı oluşturmak için adımlar atmıştı. Şayet İran’ı hedeflemiş ve çok geniş bir alanda sürdürülen bu kuşatma ve saldırılara İran Süleymani suikastından sonra başta Erdoğan Türkiye’si ve İsrail olmak üzere kimi güçlerin beklediği şiddetli bir savaşı başlatan adımlar atmış olsaydı, gelişmeler çok farklı bir seyir izleyecekti. Ancak İran, ‘devlet tarihine yakışır bir incelikle’ bu karşı hamleyi en azından şimdilik savurmuş görünüyor. İran savaşın merkezine alınmış olsaydı Türk devleti buna büyük kazanç elde edecek planlamalar yaparak dahil olacaktı. İran oyuna gelmeyince ABD, Türkiye üzerinden yeni bir hamle başlatmak durumunda kalmıştır. İdlib merkezli gelişmelere bu çerçeveden de bakılmalıdır.
Rusya kapitalist sistemin genel çıkarları karşısında ABD kadar sorumlu ve koruyucu değildir. Bunun için pratik politikada daha pragmatik ve esnek hareket edebilmektedir. Ancak Rusya’nın bu pragmatik ve esnek politikası Suriye’de sadece pragmatik olmadığı gibi esnek hiç değildir. Suriye, Rusya için herhangi bir ‘özerk bölgesi’ gibidir. ABD bunu çok iyi bildiği için Rusya’yı Suriye’de sıkıştırmayı temel politika olarak seçmiştir. ABD’nin Suriye’de Rusya’ya karşı temel kartı ise Erdoğan’ın TC’sidir. Aslında ABD Suriye’de sadece TC’ye bağlı değildir. Turmp yönetimi böyle bir sonuca yol açmıştır. Çünkü ABD, Kürtler liderliğinde Suriye demokrasi dinamiklerini içten ve stratejik desteklemiş, Suriye’deki demokrasinin inşasına katkılarını sunmuş olsaydı bu Ortadoğu’da zincirleme etkilere yol açacak, tıpkı İngilizlerin 20.yyın başında ulus devletler kurdurmasında sağladığı kazanca benzer kazançları halkların yanında elde etme imkanı elde edebilirdi. Ancak böyle bir gelişme kapitalist sistemin bir bütün onayını gerektirdiği için ve ABD henüz buna hazır olmadığından yapmadı. Sorunları ve çelişkileri daha da derinleştirdi. Dolayısıyla TC’nin Kürt fobisini kullanarak TC’yi kendi çizgisinde tutup Rusya’yı dengelemek istemektedir. ABD ve Rusya bu gerçeği bildikleri için son beş yıldır TC’yi kimin kapacağının mücadelesi içindedirler. İşte İran Süleymani cinayetine ABD’nin hesapladığı biçimde cevap vermiş olsaydı İran hedef olacak, NATO İran’ı gerekçe yaparak Ortadoğu’da yeni hamleler yapacaktı. Sistemin Ortadoğu oyunun böyle kurulduğunu 1999’daki uluslararası komplo ile Kürt halk önderliğinin TCye teslim edilmesinden de biliyoruz. Bu komploda planlanan şey TC’nin Öcalan’ı idam etmesi ve sonu gelmez Türk-Kürt savaşının başlatılması ve NATO’nun ‘arabulucu’ adıyla bölgeye yerleşmesiydi. Öcalan ve o zaman ki TC yönetimindeki kimi sağduyulu askerlerin tutumları ile bu oyun boşa çıkarıldı. Bu büyük plan boşa çıkarılınca, ABD Erdoğan ve AKP adlı projeleri ile yeni bir saldırı politikasını devreye koydu. Kısacası Ortadoğu’nun 21.yy dizaynında Kürt ve Türk halklarına bedel ödeterek yeni bir takım şeyler yapılmak istenmesinin tarihi eskilere dayanıyor. Kürt halkına Erdoğan-Bahçeli ve Daiş saldırtılarak bedel ödetildi. Ödetiliyor. Şimdi sıra Türklerin bedel ödemesine gelmiş görünüyor. TC, Türk halkına ödeteceği bedelin karşılığını Kürtleri soykırıma uğratma izni ve onayını alarak yapmak istiyor. Erdoğan ve AKP’nin sadece bu iş için kurulup iktidara getirildiğini çok iyi biliyoruz.
Türkiye’de ABD ve NATO planına istedikleri güvenceyi almadan yatmak istemeyen kesimin başını 1995’ten sonra kendilerini NATO Gladiyosundan ayırmış ve özerk bir yapı elde etmiş adına Ergenekoncular denilen çoğu eski asker olan devlet kesimi çekiyor. Bunlar ABD’ye güvenmiyor. Bu cenah ABD’nin bir Kürt devletini kurmaya destek verdiğini düşünüyor. Bunlar Kürtlere ancak sapık kelimesi ile izaha edebileceğimiz hastalıklı bir akılla düşmanlık ettikleri için ABD’nin karşısında yer almaya çalışarak ABD’nin kendilerini doğrudan ve daha fazla desteklemesini istiyor. Mesela bu kesimler Kürtleri kazanmak, Kürtlere dayanarak Ortadoğu’da açılım yapıp etkili olmak yerine -ki bu mümkündür- düşmanlık ederek sadece devletlerini değil bin yıl kadardır Ortadoğu’ya yerleşmiş ve belli bir kabul görmüş Türk halkının varlığını tehlikeye atmaktan bile çekinmiyor. Aslında bu akıl Kürtlerin hak etmediği bedeller ödemesine yol açsa da orta ve uzun vadede Kürtlere büyük kazandırıyor. Fakat sorun sadece Kürtlerin kazanması meselesi ile sınırlı değildir. Bu kesim bölgemizdeki her türlü demokratik kazanıma düşman ve insanlığa zararlıdır. Türklerdeki bu akla ittihatçı akıl diyoruz. Ortadoğu’yu 20.yyda da olduğu gibi 21.yyda da baştan sona mahvetmek istiyorlar. İşte bu akılla alınan yolun sonuna geldiği için ABD ile Erdoğan’ın anlaştığını söylüyoruz. Ergenekoncular bunu biliyor. Eski genel kurmay başkanı Başbuğ ile AKP arasında başlayan gerginliği de bu pencereden okunmak gerektiğini düşünüyorum. Bu kesim ısrarla ‘ABD’nin planlarına dahil olmayalım, Rusya’ya karşı savaşa girmeyelim’ diyor. İdlib’te ‘PKK-PYD yok, oradan çekilelim’ diyorlar. Türkiye’deki çoğu kişinin sandığı gibi bunlar ‘Avrasyacı, Doğucu, Rusçu, Çinci’ oldukları için böyle konuşmuyor. Bunların tek isteği tıpkı 1915’te Ermenilere yaptıkları gibi Kürt soykırımını yapmak için Erdoğan’ın ABD’den açık onay ve destek alabilmesi için argüman yaratmaktır. Çünkü başta Türk ordusu olmak üzere Türkiye’deki devlet kurumlarının ABD ve AB olmaksızın bir aydan sonra nefes alamayacağını en iyi bunlar biliyor. ABD’nin ve AB’nin (siz bunu sistem olarak okuyun) Türkiye’de ne olduğunu nerelere nasıl girdiğini yine bunlar biliyor.
Özetlersek;
Suriye merkezli 3. Dünya savaşı kasım Süleymani’nin öldürülmesi ile yeni bir aşamaya girdiğinin ilandır. Bu yeni aşama bazı şeylerin artık netleşmesini gerektirir. Bu netleşmenin ilk somut ayaklarından biri ‘’yüz yılın anlaşması’ denilen Trump planıdır. Şimdiye kadar ki dönem oyun kurma, zaman kazanma, güçleri konumlandırma, ilişkiler geliştirme diyebileceğimiz dönemdi. Bu ara dönem 2000’den sonra başlamıştı. 2015’ten sonra adım adım netleşme dönemi oldu. Artık sistem TC’ye daha net adımlar atması için talepte bulunmaktadır. Türkiye ara dönemi ‘Türk abartısı’ ile geçirdi. Artık bunun sonu gelmiştir. Ya Rusya ya da ait olduğu batı bloğu ile yol almak zorundadır. Türk devleti ara dönemde Kürt soykırımını tamamlamak için çok uğraştı. Kürtler büyük bedel ödedi. Ancak sonuç Türk devletinin istediği gibi değil Kürtlerin istediği gibi oldu. Ve Türk devleti kaybetti. İdlib’teki asker ölümleri başlangıçtır. Bunun devamı gelecektir. Birçok devlet ve güç yanında Kürtler de daha son sözünü söylememiştir. ABD’den yana açıktan tavır alacak Türkiye ilkin Suriye’de sonra da Libya’da kaybedişini itiraf etmek zorunda kalacaktır. Bu Türk devleti ve milletçiliği için büyük bir yıkım olacaktır. Ve insanlık için çok iyi sonuçları olacaktır. Peki bu süreci büyük bir yıkımla değil de daha az zayiat ve tahribatla aşmanın yolu yok mu dur? Tabi ki vardır; Erdoğan ve Bahçeli kişiliklerinde gördüğümüz devlet örgütünün tasfiye edilmesi. Bunun içinse Türkiye demokrasi güçlerinin Kürt özgürlük hareketi ile ortaklaşması, Kürt sorununun demokratik çözümünü gündemine alması gerekmektedir.
Kısacanın da kısası olarak ya Türkiye devleti ve milleti ya da Erdoğan ve Bahçelinin feda edilmesi gerekmektedir. Kim buna nasıl karar verir bilmiyoruz. Ama başka bir yolun kalmadığını rahatlıkla belirtebiliriz. İşte içine girdiğimiz süreç böyle bir süreçtir. Demek ki daha önceki yazımızda Türkiye’de siyasi cinayetler olabilir derken haksız değilmişiz. Zaten İdlib’te öldürülen askerler de bir anlamda Erdoğan’a kurban edilmiştir.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkez