HABER MERKEZİ
Türkiye özelinde yüzyılla yayılan kültürel ve siyasi soykırım politikaları, genelde de son dört-beş yıllık süre zarfında yaşananlar ve yaşatılanlar gittikçe toplum nezdinde normal, vakur bir seyirde yol almakta.
Türkiye’de işin vahametini ne yazık ki toplumun bir kesimi dillendirse de açığa çıkan sonuçtan da anlaşılıyor ki, bu haykırışlar bir şekilde toplumun tamamına sirayet etmiyor ya da ettirilmiyor. Ancak Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinde her kesin üzerinde ortaklaştığı AKP-MHP faşist rejiminin özel savaşla kendisini ayakta tuttuğu gerçekliğidir.
Tarihte ender rastlanacak bu ceberut sistemde her suç açık şekilde işlenmekte, sistem adına katliam yapan katiller ellerini, kollarını sallayarak gezmekte, kendileri gibi düşünmeyenleri zindanlara atılmakta, bir bütün toplum korku, baskı ve şiddetle rehin alınmakta.
Ağzından düşürmediği beka safsatasıyla, etrafında topladığı mafya çeteleri, günümüzün 6-7 Eylül katilleri geçmişte olduğu gibi soğukkanlılıklarından bir şey eksik etmeden yeniden entrikalarla yeni katliamlar peşindeler. Kendi varlıklarını başka toplumları soykırımdan geçirerek tehcir ve açlıkla yok etmek üzerine kendini yaşatmayı hak bilmiş barbarlar, bugünde aynı zihniyet ile şovenist meşreplerine uygun hareket etmektedirler.
Toplumda neredeyse dava açılmayan, sürgüne gitmeyen ve zindana atılmayan insan kalmadı. Buna rağmen halen doymuyorlar. Her sözcüklerinde tehdit, kin ve intikam eksik olmayan bir Cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulunun olduğu bir ülkede yarını kestirmek güç. Bu politikalar sonucunda her türlü hukuksuzluk, cinayet, katliamlar yaşanır.
Çünkü bu olaylara zemin sunan bu politikaların sürdürücüleri toplumu kutuplaştırıyor, olayları tetikliyor. Maraş’ta, Sivas’ta, 6-7 Eylül 1955’de İstanbul’da açık bir şekilde dünyanın gözü önünde soykırımlarına yenilerini eklediler ve günümüzde de soykırımlarına devam ediyorlar.
Milyonlarca insanın ölümüne neden olan Nazi Almanya’sının diktatörü Adolf Hitler’de, ‘Tek millet, tek devlet, tek lider büyük Almanya!’ sloganları atıyordu, ama halen Alman vatandaşı bile olmamıştı. 1932’lerin sonunda bakan Dietrich Klagges’in yaptığı atamayla, Berlin’de bulunan Brunswick temsilciliğine atanarak devlet memuru statüsünü kazandı ve Alman vatandaşlığına geçti.
Şimdi toplumun ahlaki ve politik doğasını tahrip eden, kendi ailevi ve kişisel menkıbeleri için vatan ve milliyet edebiyatı yapanların hiç de öyle mahzun ve kahraman olmadıklarını, tarih defalarca kıyıya vurdu. AKP’de bu faşist geleneğin bir takipçisi ve yol izleyicisi olduğu hakikati artık ortada. Önce kendi milli davalarına ve üstat dedikleri Necmettin Erbakan’a ihanet ettiler. Sonra da Fethullah Gülen’e “Ülkeye dön” çağrısı yaparak “Diyoruz ki, bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz” diye şiirler ve özgüler yağdırdıkları Hoca Efendilerini cin şişeden çıkmış gibi bir gecede ‘FETÖ terör örgütü’ olarak ilan ettiler.
Bu senaryonun son perdesi de 15 Temmuz gecesi oldu. Yaşananlar bir toplumun çıkarlarını koruma ya da toplum hukukunu tesis etmek için değil, Erdoğan ve ekibinin iktidarı ele geçirme operasyonuydu. Kısacası ortada bir iktidar kavgası vardı ve bu kavga Erdoğan ve onun ekibinin lehine dönmüştü. “Allah’ın bir lütfudur” diye de açık açık söylüyorlardı. Türkiye de FETÖ’nun her alanda yapılanmaları çözülürken neden siyasi ayağı açığa çıkmadı? İşte buradan itibaren toplum olarak bir şey dikkat edip AKP’nin ekmeğine yağ sürmemek için söylem ve konuşmalarımıza dikkat etmeliyiz.
Türkiye’yi mağdur eden ve bu noktaya getiren ve yine cemaat üzerinde devleti temize çıkarma ameliyatı sadece kendini ve soykırımcı devlet aklını temize çıkarmak için cemaati maşa yapılmakta. Bu cemaatin varlığından da, faaliyetlerinden de başta Erdoğan ve MİT teşkilatın bizzat haberi vardı, yapılan sadece bir libas değişikliğidir. Erdoğan ne söylediğini ve ne yaptığını çok iyi biliyor. Dikkat ederseniz, AKP’li olmayanlara bunlar kafir diyemiyor çünkü bunun Müslümanlıkta karşılığı var, ama dolandırarak hain diyor, fıkıh da hainliğin karşılığı zaten kafirlerdir.
Ezcümle Erdoğan kendisi ve partisinin dışındakileri kâfir görüyor. Türkiye’de yüz yıldır devlet aklı hep aynı değişen sadece figürler ve isimler oldu. İttihatçı gelenekten bu gün Türkiye de her zaman bir cemaat ya da tarikat toplumun manevi alanını istismar edebilmek ve onun yaratığı kitleleri kazanmak için hep desteklendi ve halen de desteklenmekte. Örneğin, şimdi de Türkiye’de binlerce cemaat ve tarikat desteklenip siyasi ve kamusal alanda imkanlar verilerek önleri açılıyor.
Örneğin, Süleymancıların hiç de öyle Gülen Cemaati’nden eksik bir yanı yok. Ortadoğu, Avrupa ve Amerika’da okullara sahip ve devletin için de ciddi bir karşılığı olan bir cemaat ve Üsküdar’ın meydanında fikir dernekleri adı altında faaliyet yürütmektedirler, bundan kimsenin haberi yok mu? Aksine zamanı geldiğinde emin olan Gülen Cemaati’nin akıbeti onlarında basına geleceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
Burada meramım hiç bir dini öğeyi teşhir etmek ya da ötekileştirmekten ziyade bir hakikati ifşa etmek istiyorum. Aksine din ve toplum arasındaki ilahi köprünün devletin olmayacağını vurgulamak amacım. “Çünkü yalan kültürü etrafında dönen her şey devlet kültürüdür.” Mevcut politika halen statükocu ve tutuculuğundan tek bir gram bile bir şey kaybetmeden son sürat yol alıyor.
Peki, gerçekten bu vatan aşkıyla yanıp tutuşanların Türk olduklarından eminimsiniz? AKP’nin ideolojik akıl hocalarından olan Erdoğan ve göçmen Gürcü Numan Kurtulmuş’un Bu vatan perverdeliklerinin altında yatan amaç belli. Bu adamlar bir şekilde topluma “din ve vatan elden gidiyor” siyaseti güderek toplumu ne hale getirdikleri ortadayken bu dikta rejimi parti olarak görmek artık suç sayılması gerekirken, hiç bir şey yokmuş gibi davranıp görevde kalmaları bile insani korkutuyor, potansiyel bir tehlike arz ediyor.
Medyayı susturan, akademik çevreleri lav eden bu dikta rejim her geçen gün daha da vahşileşmektedir. Bunda dolayı Kürtleri ve demokrasi etrafında kenetlenmiş HDP ile yürüyen ve ona gönül veren herkesi tehdit ediyor ve susturmak için her yolu mubah sayarak her gün sokak ortasında toplum işkenceye maruz kalıyor.
Bununla da yetinmeyip MİT’in organize ettiği bazı aileleri Amed’e toplayıp yemek servisleri yaparak annelerinin duygularını istismar ediyorlar. Beri tarafta da AKP’liler tarafından Suruç’ta eşini iki oğlunu öldürülen ve 2 oğlu yaralayıp birini cezaevine atılan Emine Şenyaşar’ı görmezden gele biliyor. Sonra çıkıp hak’tan ve hukuktan, ümmet kardeşliğinden söz edene kim itibar eder.
İslam dini 1400 yıllık tarihinde AKP sürecinde olduğu kadar hiç bir çağ da bu kadar istismar edilmedi. Yapılanların hepsi HDP’yi kriminalize etmek ve etkisiz bırakmak için. Toplumun beleklerinde Gebze cezaevinin önünde coplanan annelerin o görüntüsünü silmek öyle sanıldığı kadar kolay mı? Bu toplum daha unutmadı gece yarısı ailelerden gizli defnedilen evlatlarını.
Evet, Erdoğan ve şebekesi korkuyor. Hitler’de sığınağa sıkıştığında ona kimse inandıramıyordu çöküşün yaklaştığına, gerçeği kabul etmediği gibi ona direniyor sadece zaman kazanmak için her türlü çılgınlığa başvurmaktan kendini allı koyamıyordu. Erdoğan ve şebekesinin son kertede halleri emin olun Hitler’inkinden çok da farklı olmayacak, bunu herkes görüyor.
Bu karanlık günlerin sonunun açık bir mavi güne bırakacağından kimsenin kuşkusu yok, ama direnmek ve mücadeleyi büyütmeden bu ceberut sistem kolay kolay gitmeyecek. Alman romancı 1930’larda şöyle demiş, “Benim memleketimde iyi zamanlar bitti, kötü zamanlar başladı. Belki hiç iyi zamanlarda yaşamadık. Bu günde hayatın bizden yana olamayan zamanlarından geçiyoruz.” Bundan dolayı, “Mücadele eden yenilgiye uğrayabilir, ancak mücadele etmeyen zaten yenilmiştir.”
Yeni Özgür Politika– Devrim Gewda