Erkek egemen dünyası çöküyor

Kürt coğrafyasında yeni bir uygarlık inşa ediliyor. Kürt kadını, kadına kaç çocuk doğuracağı talimatını verenlerin yüzüne tükürmekle kalmıyor; Kürdistan’da insanlığın umut arayışına cevap olan yeni bir yaşam inşa ediyor.

HABER MERKEZI – Ali Şeriati’nin belirlemesi oldukça isabetlidir: İnsanlığın temelini oluşturan en büyük insani değerler, reddedebilme ve isyan edebilme özellikleridir. Bulunduğu her yerde haksızlığa karşı mücadele etmek bir insanın en yüce meziyetidir. Meleklerin önünde secdeye vardığı insan, bu yetilerini yitirmemiş olan insandır. Adem’in yaradılış öyküsü de özünde bu gerçeği anlatır. İnsan zalime ve zalimin zulmüne isyan eder. İsyansız bilgiye, bilgisiz eyleme, eylemsiz özgürlüğe ulaşılamaz. Bu meziyetler ortada yoksa insan da kayıptır. Zalime ve zulmüne isyan insanlaştırırken, zalime ortak olmak ve zulmüne alkış çalmak hayvanlaştırır, Tanrı ile aynı cinsten olan insanı lağım çukuruna düşürür. Uygarlık yaşamı ve kapitalist modern yaşam, insanın içinde debelendiği bir lağım çukurudur. Hakikat yitimi tam da bu yaşam tarzının egemenliğiyle bağlantılıdır.

Hakikat yitimi insanın yitimidir. Hakikati aramak insanı aramak, doğru insana varmaktır. Haksızlığa başkaldırıp hakikat arayışına çıkan insan için temel sorun, doğruyu nerede arayacağıdır. Günümüz insanının yüzü sürekli dışarıya dönük olduğu için hakikat diye bir derdi, dolayısıyla gerçek anlamda bir arayışı da yoktur. Bu bir metalaşma halidir, mallaşmaktır. Metalaşmak elden çıkarılmayı, yani satılmak üzere pazara sürülmeyi gerektirir. Pazar yeri sadece bir alım-satım yeri değildir, aynı zamanda her an bir şeylerin kurban edildiği bir mekandır. Metalaşanın arayışı bu mekanın sınırları içindedir. Pazarda her şey göze hitap eder, zevk ya da haz duymaya çağırır. Metalaşan, şehevi bir arzuyla kendisine zevk veren şeylere yönelir ve karşılığında tüm insani değerleri kurban eder. İğrenç heveslerin bedeli, insanlıktan büsbütün soyunmak olur.

Oysa bilgeler, “Her ne arar isen kendinde ara” derler; bunun için de insanı kendi güdülerinin peşine takılmaya değil, nefsiyle savaşmaya davet ederler. Bu nedenle hak arayan ve hakikatin peşine düşen insanın yüzü her daim kendine dönüktür. Yol dışarıda değil içtedir. Kişinin çıktığı hakikat yolculuğu kendi derinliklerine doğrudur. Derinlik, toplumsal insanın tarihsel boyutuyla ilgilidir. Tarih köktür, hafızadır, zihniyettir, bilinçtir, ahlak ve vicdandır. Derinliğe inmek, insanı insan yapan bu soylu değerleri kendinde bulmak ve bunlarla yoğrularak kendini yeniden var kılmaktır. Ölmeden önce ölmeyen bunu başaramaz; kapitalist modernitenin güdüselliğin tutsağı kıldığı kişiliğini öldürmeyen kimse, hak ve hakikat yoluna giremez. Daha da ötesi, ahlaklı ve vicdanlı olmaktan söz edemez. Modernizm ahlaksızlık ve vicdansızlıktır.

Bir erkekler dünyasında yaşıyoruz. Aşağılık, rezil, kepaze, ahlaksız, vicdansız ve insansız bir dünyadır bu. Hakikat yitimi, insanlığı kıyım kıyım doğrayan bu dünyanın hükümranlığının ifadesidir. Erkeğin egemenliği yalanın, yanlışın ve sahtekarlığın egemenliğidir. Erkek egemen toplumun yükselişinin karşı kutbunda düşüş vardır. Düşen veya düşürülenler, düşüş öncesinde hakikati temsil edenlerdir. Düşüş ile hakikatten kopuş aynı şeylerdir. Bu egemenlik altında, düşmek demek sürüleşmek demektir. Sürüleşen kolay yönetilir; tuz verilmişken, çobanı dinleyip su içmeden dereyi geçen kara koyun misali, efendisinin isterlerine uygun davranır. Bu durum korkunç bir zihniyet kaybına tekabül eder. Önder Öcalan’ın deyişiyle, ezilenlerin en lanetli duruma düşme anıdır bu; müstebitin istibdadını onaylamasıdır. Zihniyet tekelciliği olarak erkek aklı, sürüleştirmek istediği ezilenlerin akli melekelerini köreltir. Sürüleştiren akıl, akıldan yoksun, alık ve uysal köleler üretir.

Erkek dünyası terör dünyasıdır. Egemen erkek dünyası demiyorum, erkek dünyası diyorum. Çünkü dünyamızda egemenlik tutkusundan uzak ve iktidar şerbeti içip onunla sarhoş olmamış tek bir erkek bile kalmamıştır. Bireycilik ve bencillik erkeğin iktidarına eklemlenmenin ifadesidir, küçük birer nemrut olmayı düşlemektir. Bir kez iktidar çarkının dişleri arasına girdi mi, kişi köle dahi olsa bireycileşip benliğinin tutsağı haline gelir. Sınıflaşmanın insanlıktan düşmekle özdeş olması bu nedenledir. İnsan kalmak, sınıflaşmaya karşı direnmekle eşanlamlıdır. Sınıflara bölünmüş toplum, parçalanmış ve kendisi olmaktan çıkmış toplumdur. Sınıflaşmak, iktidar terörüne bulaşmaktır. Evliyalar ve bilgelerin toplumdan kaçıp inzivayı seçmelerinin nedeni de budur. Onlar için en büyük sultanlık bir sultana muhtaç olmamak, hakim veya mahkum olmadan yaşamaktır. Çünkü hakim ve mahkum aynı sistematiğin iki karşıt ucudur, birbirini tamamlar.

İktidar baştan çıkarıcıdır. Sahip olan için cennetin kapılarını açtırırken, yoksun kalana cehennemin yolunu gösterir. Sahip olanı binbir gece masallarınınkine layık bir hayatla ödüllendirirken, yoksun kalanı çamurların içinde süründürür. Tanrısı paradır, ibadet biçimi daha fazla biriktirmektir. Biriktirmek hırsızlıktır, toplumdan çalmaktır. Dolayısıyla erkek dünyası hırsızların dünyasıdır. Erkek, hukuk ve kanun gücünde kararnamelerle bu hırsızlığı meşrulaştırır; Erdoğan gibi pespaye bir haramiyi iktidar piramidinin en tepesine çıkarır. İktidar zemini ‘doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar’ yeme zeminidir. Çarkın dişlileri arasına alınıp da en altta kalanlara ise, zengin sofrasının kırıntılarından bir pay sunulur. Bunlara, “Erdoğan hırsızdır” deyin, size çıkışıp “Olsun, yerken yediriyor ya, ona bak” derler. Müstebiti onaylamak budur.

Pir Sultan Abdal’ı hatırlıyorum. Pir Sultan, mükellef bir sofra kurup kendisini yemeğe davet eden Hızır Paşaya, köpeğini göstererek, “Bu it bile senin sofrandakilere dilini sürmez” demişti. Mevlana için de benzer bir olay anlatılır. Konya’nın tanınmış zenginlerinden biri ziyaretine geldiğinde, kendisine görünmek istemeyen Mevlana, tuvalete çekilir. Uzun süre orada kalır. Evdeki biri tuvalete bakınca, Mevlana’yı ayakta bekler halde görür ve nedenini sorar. Mevlana, “Buradaki bu kokuyu içine çekmek, zenginin sohbetine ortak olmaktan evladır” diye cevap verir. Mevlana’yı sahiplenip de en hızlı köşe dönen erkek olan Erdoğan’a şakşakçılık yapanlara ithaf olunur! Ne yazık ki, bunların Mevlana’dan öğrendiği, ‘ne olursan ol’ ile başlayan ve ‘yine de gel’ ile biten cümledir. Bu cümleyi ister harami ol ister katil, ister firavun ol ister adi bir köle, ister tecavüzcü ol ister kendini sat, ister hakim ol ister mahkum, ne olursan ol, yine de gel, Reis’e şerik ol diye okurlar.

Nemrutlar ve firavunların bir ihtişamı vardı. Çünkü kendi dönemlerinde iktidarlaşan erkeği  temsil ediyorlardı. Erkek hala yükselişteydi. Oysa günümüz nemrutları ve firavunları Caligula ile Neron’u bile mumla mumla aratıyorlar. Caligula ve Neron sapık ve sapkın eylemleriyle bilinirler. Neron sadece Roma’yı yakmakla yetinmişti. Oysa Trump, Putin ve Erdoğan gibi günümüz Neronları, yerküreyi ateşe verecek güçleri bulunduğunu haykırarak insanlığı tehdit ediyorlar. Yeni bir nükleer imha silahı buldu diye, Putin, kendisini hafife alan öteki hegemonlara, “Artık beni dinleyeceksiniz” diye efeleniyor. Erkek aklının varabileceği son noktadır bu, ötesi yoktur. Son nokta deliliktir.  Erkekliğin tükenişidir bu, erkek hegemonyasının yıkılışıdır. Yaşanan, tıpkı Roma’nın yıkılışına benzer bir yıkılma sürecidir. Yıkılmakta olan aynı zamanda merkezi hegemonik uygarlık sistemidir. Yeni bir uygarlığın, demokratik uygarlığın şafağı çoktan sökmüştür.

Günümüz Neron’u Erdoğan, bugünün Roma’sı Efrîn’i ateşlere salıyor. Yalnız Erdoğan, sapık selefi Neron gibi, Efrîn yanarken sadece lir çalmakla yetinmiyor; Kürtlerin yaşadıkları her köşeyi yangın yerine çevireceğini belirtiyor. Bunun için yeni kundakçılar devşirmeye çalışıyor. Ancak Efrîn direniyor, Kürtler direniyor, Kürdistan direniyor. Direniş isyana dönüşüyor. Neronlara direnen ve isyana kalkan aslında özgürleşme yoluna girmiş insanlıktır, özgürleşen hayattır. Kürt coğrafyasında yeni bir uygarlık inşa ediliyor. Kürt kadını, kadına kaç çocuk doğuracağı talimatını verenlerin yüzüne tükürmekle kalmıyor; Kürdistan’da insanlığın umut arayışına cevap olan yeni bir yaşam inşa ediyor. Herkese ‘İNSANLIK KAZANACAKTIR’ derken bunu kastediyor. Pir Sultan Abdal, “İstanbul şehrinde orda bir devlet / Tac-ı devlet ile yıkılmalıdır” demişti. Arzusu gerçekleşiyor: Yeni yaşamın inşası tam da bu yıkılışı müjdeliyor!

8 Mart kutlu olsun!

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Sonraki Yazı