HABER MERKEZİ
Cins Çelişkisi…
“Gelecekte erkeklerin erkekliklerini kadınlara karşı takındıkları saldırgan ya da korumacı tavırla- rıyla tanımlamaktan vazgeçeceklerine güvenim var” diyen Gianni Vettomo, şeffaf topluma iliş- kin önemli bir gerçeğin altını çizmek istemiştir. Özgürlüğe adım atmış her kadın ve erkek kimliğinde açığa çıkan hakikat değeri, yaşamı yeniden anlamlı kılmaya yol aç- maktadır. Özgürleşen erkek kadın devriminin de bir ölçüsü olmaktadır. Aşk-bilgelik- özgürlük üçgeninde yaşamın özgür kadın ve özgür erkekle yaratımının mücadelesini veren kadınlar olarak erkeğin özgürleşme sorununun esas sorunlarımızın başında gel- diğini bilmek başlangıç için gerekli ve önemlidir.
Nitekim özgürleşme diyalektiğinin bir yüzü kadın ise diğer yüzü erkektir. Erkek üze- rindeki yoğunlaşmalar kadın gerçeğinin temel dinamiği ve itici gücü haline gelmesiyle eş zamanlı olarak derinleşecektir. Özellikle 90’lardan sonra özgürlük mücadelelerinin reel sosyalizmden ayrışan yönlerini güçlü izahlarla ideolojik formülasyona kavuşturmak ge- reklidir. Bu süreçte geliştirilen “Erkeği öldürmek” ve “Kopuş teorisi”ni demokratik sos- yalizmin temel ilkeleri olarak tanımlanması da bununla bağlantılıdır.
Bugüne kadar sistem dışı gelişen arayışlar çelişkinin temeline ya Marx gibi sınıf çelişki- sini yerleştirmiş ya da Hegel gibi ulus devlet çelişkisi ile bir çözümün sağlanabileceğini belirtmişlerdir. Ancak çelişkinin bu şekilde ele alınışı toplumsal özgürlüğü sağlanama- mıştır. Sınıf çelişkisi üzerinden ele alınan özgürlük problemi reel sosyalizme, ulus- devlet çelişkisi üzerinden ele alınan çelişki ise Hitler faşizmine yol açmıştır.
Oysa ki çelişki, doğal toplumdan devletçi uygarlığa geçişle birlikte eril, hiyerarşik ve devletçi toplumun oluşturulması; bunun için kadından başlatılan ve giderek tüm topluma yayılan köleleştirmedir. Köleleştirme iktidar-mülkiyet ve devletin doğa- sında vardır. İktidar ve sermaye sahipleri amaçlarını gerçekleştirmek için düşünce- den koparmayı, politikadan dışlamayı ve ahlaksızlaştırmayı her zaman esas almışlardır. Köleleştirme bu esaslar üzerinden geliştirilmiştir. Dolayısıyla kadını ve erkeğiyle insanın özgürleşmesi problemi açıktır ki yeni bir yaklaşımı ve paradigmayı ge- rektirmektedir. Cinsiyetçi, devletçi, mülkiyetçi ve köleci zihniyet altında şekillenen bir in- sanın özgürlük problemi çözümlenmeden onun özgür toplumsallığın inşa sürecine katılması mümkün değildir. Katılsa bile bu doğru ve yapıcı bir katılım olamamaktadır. Bu nedenle birinci ilke olarak köle kadınla yaşanmayacağı gibi egemen erkekle de ya- şanmayacağının bilincinde olmak önemlidir.
Devletçi uygarlıkla hesaplaşmanın temel ölçüsü başarıdır. Başarı özgürleşme düzeyi ile bağlantılı ele alınmaktadır. İşte burada özgürleşme en can alıcı ve kapsayıcı çelişki olan cins çelişkisinin doğru çözümlenmesine bağlı olarak ele alınmaktadır. Bu nedenle öz- gürlük yolundaki tüm çıkmazları aşma arayışında adres kadına yaklaşım olmaktadır.
Doğal toplumdan sapmayla başlayan ve günümüze kadar uzanan hegemonik, hi- yerarşik devletçi sistemin yarattığı iktidarcılığı, hiyerarşiyi, eşitsizliği ve köleleştir- meyi ifade eden erkeği öldürmeden bu sistemin parçaladığı kadın-erkek gerçeğini ve bunların özgür toplumsallığını yeniden oluşturmak mümkün değildir. Hiyerar- şiyi değil dayanışmayı, mülkiyetçiliği değil ortaklaşmayı, ayrışmayı değil birliği, tek- leşmeyi değil farklılığı esas alan, özne ve nesne ayrımının bulunmadığı kadın eksenli yaşam biçiminin yeniden insanlığın gündemine konulması iktidarcı, mül- kiyetçi ve devletçi sisteme yönelik en büyük özgürlüksel çıkıştır.
Yine kadın karşısında sunulan sözde avantajların bedelinin ne kadar ağır olduğunu anlamaksızın erkeğin özgürleşme sorunu çözülemeyecektir. Kadın açısından köle- liğini fark etme ve buna karşı mücadele yürütme hiç de zor olmazken, erkekte kö- leliğini fark etmek, anlamak ve bunu aşma çabası içine girmek çok sancılı olmaktadır. Yaşamdan silinmiş, iradesi varlığı, duygu ve düşünceleri, üretkenlik ve yaratıcılığı dumura uğratılmış kadın karşısındaki erkek konumu, milyonlarca erkek için en vaz- geçilmez konum durumundadır. Sokakta, işyerinde, okulda devlet karşısında yaşa- dığı aşağılanma, horlanma, karılaşma ne düzeyde olursa olsun kadın karşısında kendini kral gibi hissetmeyi vazgeçilmez görmektedir. Buna dayalı sistemin yıkıl- masını kendi erkekliğinin yıkılması olarak görmekte ve ona dört elle sarılmaktadır. En demokrat ve devrimci olanında bile bu erkekliğin en büyük hakaret, onuruna en büyük saldırı, en büyük aşağılama olduğu fazla anlaşılmamaktadır. Yine bu erkek kimliğinin ne kadar incelikli yöntemlerle kendini bir kültür haline getirdiği, bilinçal- tına sızdığı, güdü, davranış ve duyguları kodladığı görmezden gelinerek kendini bu kimlik dışında tanımlama gibi kolaycı yaklaşımlar gelişebilmektedir. Dolayısıyla bu
erkeğin öldürülebilmesi için önce tanımlanması ve yakalanması zorunlu olmak- tadır. Öncelikle böylesi bir cins çelişkisinin farkındalığı gerekmektedir.
Cins Bilinci…
Cins bilinci çelişki noktasındaki farkındalıkla beraber öncelikle nerede kaybettiğini doğru tahlil etmeyi gerektirir. Özgür olmadığının bilinci cins bilincinin temel ko- şuludur. Abdullah Öcalan’ın “Özgürlük köle için değil, köleliğe başkaldıran için vardır” sözü bu konuda bize yol göstermektedir. Köleliğinin farkında olan ve bu- nunla bağlantılı mücadele gücü olan kişi özgürlük arayışına girer. Bu belirleme kadın içinde erkek içinde geçerlidir. Ancak kadın özgürlük ile ilgili bütün tanımlamaların içinde kendini bulduğu halde erkek de böylesi bir arayış çok zor gelişmiştir. Var olan sisteme karşı bir mücadelede tereddüt yaşamayan erkek, cins bilinci edinme, kendi geriliklerinin farkındalığını sağlama konusunda oldukça zorlanmıştır.
Her şeyden önce erkeklik olgusunun doğru bir tanıma ihtiyacı vardır. Devletçi uy- garlığın kaynağındaki erillik dikkate alındığında, erkekliği salt biyolojik bir olgu ola- rak tanımlayamayız. Erkekliğe dair tüm analizler bizi iktidarcı, mülkiyetçi ve devletçi sisteme götürür. Bu anlamda erkekliğin tahlili bütün iktidar ve güç ilişkilerinin tah- lili demektir. Kadının nesneleştirilmesine dayalı cinsel farklılaşma, toplumsal siste- min örgütlenişinde sınıfsal farklılaşmadan daha etkili olmuştur. Bu da erkekliğin esasında sosyolojik bir olgu olduğunu kanıtlar. Erkek sisteminin çok yüzlülüğü, al- datıcılığı ve zalimliği erkeğin özgürleşme zemininin yeniden oluşturulmasını zo- runlu kılmaktadır. Üzerinde durduğu sahte zemin özgürlükçü bir zemin değildir. Erkek zemini her türlü özgürlüksüzlüğün, eşitsizliğin, köleliğin üzerinde yükseldiği ve bu nedenle parçalanması gereken bir zemindir. Ancak bu zeminin ve yol açtığı erkek kişiliğinin tahlili ve aşılmasıyla özgürlükçü adımları güçlendirebiliriz.
Bu erkekliği çözümlemek erkeğin kadınla-doğayla uyumlu tanımına ulaşmak ve bunu yaşamsallaştırmak toplumsallığımızın olduğu kadar doğamızın da kurtuluşu için şart- tır. Erkeklik olgusu doğal toplumdan sınıflı-kentli-devletli topluma geçtikten sonra ortaya çıkar. Dolayısıyla erkeklik bu kavramlarla eş anlamlı bir karakterde gelişmiş- tir. Erkeklik kentliliktir, sınıfçılıktır, devletçiliktir. Toplumun bir avuç elitin çıkarına hiyerarşiye dayalı, tek cinsin lehine görünmekle birlikte her iki cinsin de aleyhine bi- çimlendirilmesidir. Abdullah Öcalan bu nedenle; “Erkeği öldürmek aslında sosyalizmin temel ilkesi. Orda iktidarı öldürmektir. Orda tek taraflı hâkimiyeti, eşitsizliği öldürmektir. Orda hoşgörüsüzlüğü öldürmektir. Bu kavram bu kadar genişletilebilinir.” demektedir. Bu tespit er- keğin öldürülmesiyle toplumsal özgürleşme önündeki en temel engellerden birinin aşılacağına işaret etmektedir. “Erkeği öldürme” kavramı bu anlamıyla kapitalist uy- garlığın da üzerinde yükseldiği hegemonik, hiyerarşik devletçi sistemin dayanağı olan esas zeminin ortadan kaldırılmasını ifade etmektedir.
Erkeği öldürmekten kasıt fiziki olarak yok etme veya imha etme değildir. Böyle kaba ele alınamaz ve yorumlanamaz. Kastedilen insanın toplumsal gerçeğine ve doğasına karşıtlık temelinde kurulan egemenlikçi sistemin ürünü erkek kimliğinin reddedilmesi ve özgür- lükçü esaslar üzerinde yeniden inşa edilmesidir. Erkeğe özgürlükçü, eşitlikçi, barışçıl, pay- laşımcı, demokratik yeni bir kimlik kazandırılmasıdır. Kapsamlı bir zihinsel, ruhsal ve duygusal değişimle erkeğin kadınla-doğayla-toplumla ve kendiyle yeniden buluşmasıdır.
Elbette ki bu kendiliğinden gerçekleşecek değildir. Ciddi bir zihinsel, ruhsal ve duygu- sal yoğunlaşma istemektedir. Sadece yoğunlaşma da yetmez sistemin erkek egemen ideolojisi başta olmak üzere kavramsal-kuramsal ve kurumsal gerçekliğine karşı da ciddi bir direnişi gerektirir. Özgürlük ve eşitlik ekseninde toplanan sistem karşıtı direnişte yer almayı gerektirir. Zira yeni erkeğin yaratılması bu direniş ve mücadele sürecinden ko- parılamaz. Bu erkeklik ne laf olsun diye, ne tesadüfen ne de erkek bireyler böyle istiyor diye geliştirilmiştir. Bu, sistemin bir şifresidir. Bu erkeklik bir iktidar ve hegemonya te- sisi için yaratılmıştır. Kadının eşitlikçi ve özgürlükçü düzeninin yıkılması kadar; dev- letçi-iktidarcı sistemin toplumsal temelini oluşturma da bu erkek kimliğinin yaratılmasıyla sağlanmıştır. Bu kimliği reddetmek bu kimlik üzerinden geliştirilen, meşrulaştırılan, kurumlaştırılan sistemi reddetmektir.
Erkekliğin öldürülmesi olgusunu bu kapsam ve derinlikte kavramak yine pratik gerek- lerini yerine getirebilmek ifade edildiği kadar kolay değildir. Bu, beş bin yıllık kodla- rın, zihni örgülerin, duygu ve güdülerin aşılması demektir. Kadın karşısında sağlanan avantajlardan vazgeçme, şahsında bu erkeklik üzerinden hüküm süren sisteme dur deme, bunun gerektirdiği zihni-nefsi-hissi mücadeleyi yürütme büyük bir özgürlük tutkusu ve bilinci gerektirmektedir. Bu ciddi ve derinlikli bir kişilik savaşı olmadan gerçekleştirilemez.
İkincisi kadın kendine biçilen tüm rollerin yanında devletçi sistemin ezdiği, horladığı, sö- mürdüğü erkeğin tüm öfke ve isyan duygularını emen, rehabilite eden, sistemi koruyan bir rol de oynamaktadır. Kadını en çok kullanan, en çok sömüren, en çok tüketen sis- tem olduğu halde yarattığı özgürlük yanılsamasıyla kadınları sisteme bağlamaktadır. Dev- letli uygarlığın kadında yarattığı yanılsama derinliklidir. Kapitalist modernite bunu karadeliğe çevirmiştir. Daha da kötüsü kadını sahte özgürlük hayalleriyle sistemin sür- dürülmesi ve korunmasına bekçi haline getirmektedir. Dolayısıyla erkeğin özgürleşe- bilmesi için sadece kendi egemen erkekliğiyle değil, sistemin dayanağı haline getirilmiş köle kadın gerçeğiyle de savaşması gerekir.
Erkek, özgürlük sorununun çözümünde ancak böyle rol oynayabilir. Bu, erkekliği öl- dürmeyi yaşamsal bir sorumluluk olarak görmeyi ve bunu süreklileşen bir yaşam biçi- mine dönüştürmeyi gerekli kılmaktadır. Özgürlük mücadelesinde yer almak, kadın ve erkek için mutlak özgürleşme anlamına gelmemektedir.
Abdullah Öcalan, şimdiye kadar geliştirilen özgürlük teorilerinde sorunun tek yanlı ele alındığını dile getirmekte ve şöyle demektedir; “Ezilen cins kadın olduğu için, çoğunlukla onlar üzerinde durduk. Fakat erkek kesimi de, en az kadın kadar kurtarılmaya muhtaçtır. Bizim çözümlemelerimizin bu ilişkide önemli oranda erkek çözümlemesini de içerdiğini, en az kadın tipini çözümlediğimiz kadar, erkek tipini de sorunun diğer kutbunda çözümlediğimizi bi- liyorsunuz. Hatta ulusal kölelikte ve toplumsal düşürülmüşlükte, erkeğin payının kadından daha fazla olması gerektiğini, daha fazla suçlu görülüp sorumlu tutulması gerektiğini bu çö- zümlemelerin bir sonucu olarak söylüyoruz. Kadın sorumluluk duyamayacak kadar işlevsiz ve güçsüz bırakılmıştır, iradesiz bırakılmıştır. Yani bir yerde, tam yenilgi ve teslimiyet konumun- dadır. Dolayısıyla kölelik söz konusu olduğunda bir tarafa bırakacağız. Daha başat olan, sö- mürgeci kurumlarla ilişkide bulunan, dolayısıyla köleleşmemizle daha fazla bağlantılı olan erkektir. O ilişki kuruyor, o ajanlaşıyor, o kendini bir hiçe, bir maaşa satıyor, olası geliş- meleri ilk ele alan odur, sömürgeci partilere ve sömürgeci orduya koşan erkektir. Yalan mı? Hayır. Dolayısıyla en çok sorumlu tutulması gereken öğe durumundadır.”
Kadınlar ve erkekler özgürlük hamlesine klasik erkekliğin öldürülmesini ve dön- üştürülmesini sağlayan özgürlük çabalarıyla katılabilirler. Özgürlük mücadele- sinde özgür yaşam zemini, özgür kadın ve özgür erkek öncülleri oluştukça, bu doğrultuda inanç, bilinç ve cesaret yükseldikçe erkeğin erkeği öldürme projesini sahiplenme ve kalıcılaştırma düzeyi de gelişecektir.
Cins Mücadelesi…
Cins mücadelesi öncelikle kendi cinsini tanıma ve gerilikleriyle mücadele ede- rek özgür cins bilincini ortak inşa etmektir. Cins mücadelesine yanılgılı bir yak- laşım da bunu sadece kadınların görevi ve işi olarak ele almaktır, yine cins mücadelesini de sadece kadın ve erkek arasında çıkan geleneksel yaklaşımların önünü almak olarak yorumlamaktır. Erkek cins mücadelesini kendi sorunu olarak görmemektedir. Oysa cins mücadelesi cinsler arasında yaşanan tüm yan- lış şekillenmelerin aşılması, tüm çelişkilerin çözümünün aranmasıdır.
Cins mücadelesi kadın özgürlük mücadelesinin temel dinamiği olduğu kadar tüm özgürlük hareketinin temel dinamiğidir. Erkeğin geriliklerine karşı bir du- ruştur. Erkek kadının duruşuna bakarak kendine biçim vermekte, pratik katı- lım biçimini de belirlemektedir. Duruşunda ısrar eden erkek gerilikleri karşısında kadın tavrını bulmaktadır. Kadın olmayan ortamda erkekte dağılma, düzensiz- lik, disiplinsizlik yaşanmaktadır. Kadının yaşama bu yön veriş gücü verilen cins mücadelesinin eseridir. Özgürlük mücadelesinde kadın rastgele, örgütsüz, di- siplinsiz, çizgiye ters, yetersiz duruşları kabul etmez, taviz vermez. Erkek bu noktada kadın tarafından belirlenen yaşam ölçülerine göre kendi katılımını ge- liştirmek durumundadır. Bu kadının oynadığı olumlu bir roldür.
Cins mücadelesi özgür yaşamın kadın ve erkek kişiliklerindeki geleneksel top- lum alışkanlıklarının sökülmesi ve özgürlük ölçüleri temelinde cinslerin yeni- den inşa edilmesi anlamına gelmektedir. Cins mücadelesi cinslerin demokratik modernite sistemi ekseninde birbirinde yarattığı değişim dönüşümün adıdır. Bu mücadele kadının erkeğin geri yanlarına karşı mücadele etmesi kadar erkeğinde kadının geri yanlarıyla mücadele etmesi anlamına gelmektedir. Bu mücadele aynı zamanda Öcalan’ın “Üçüncü cinsel kırılmayı da erkek aleyhine gerçekleş- tireceğiz” formülünün yöntemidir. Cins mücadelesinde birbirini değiştirmek dönüştürmek kadar birbirinde saygı yaratmak önemlidir. Saygı yaratılmadığı müddetçe cinsler arasında gerçekleşecek olan mücadele iktidar ya da yetki mü- cadelesinden başka bir anlama gelmeyecektir.
Erkek aleyhine üçüncü cinsel kırılmayı gerçekleştirmenin yöntemleri olan cins çelişkisi, cins bilinci ve cins mücadelesi değişim ve dönüşümün yöntemleridir. Bu diyalektiği uygulayan kadın ya da erkek için yaşamı doğru tanımlama ve toplumsal sorunun kolektif olduğu dolayısıyla çözümünün de kolektif olduğu bilinci daha güçlü gelişecektir. Elbette bu yöntemler temel olarak özgürlük arayışı olan, Prometheus’un ölçülerine ulaşmayı hedefleyen ve bunun emeğini veren direnişçi erkekler için geçerlidir.