HABER MERKEZİ
Tüm bilmelerin temelinde kendini bilme felsefesi yatar. Kendini bilmeyen, kendini tanımlamayan bir varlık, yaşamın hakikatine erişemez ve anlamlı bir yaşamın sahibi olamaz. İnsan, kendi hakikatini kavradıkça, varlık olarak bir anlam ifade edebilir ve doğru bir yaşamın sahibi olabilir. Önder APO “Anlamını, hakikatini bilmeyen insanlık ya olamaz ya da olursa en alçakçası, en barbarcası olur ” dedi. Önderliğin bu belirlemesi değer yaratıcısıyken değersizleştirilen, yaşamın
kendisiyken öldürülen, toplumsallığın kendisiyken ötekileştirilen, kutsal iken haram kılınan, kimliksizleştirilen ve kendi dışında herkesin kılınan kadın açısından daha çarpıcıdır. Bunun için; erkek egemen sistemin dayatmaları sonucu tarihsel ve toplumsal bilinçten yoksun bırakılmış ve varlık olarak hakikatini yitirmiş kadın gerçeğini anlamadıkça ve bunu bilince çıkarmadıkça doğru bir yaşama adım atmamış olacağız.
Önder APO “Anlayabilmek yaşamaktır, yaşayabilmek anlamak içindir’’ diyor. O zaman, her şeyden önce bu soruyu kendimize sormamız gerekiyor. ‘Ben kimim ve gerçekliğimin örtülü hakikati nedir?’ Kadına, dolayısıyla yaşama dayatılan bu denli anlamsızlığın içinde kendimizi nasıl yaşanır kılacağız? Doğru yaşamın sırrına nasıl ulaşacağız? En önemlisi bunun mücadelesini nasıl yürüteceğiz? Soruları beklide yaşamın sırrı, yani kadının sırrını açığa çıkaran temel soruların başında gelecektir.
Doğru yaşam; yalan ve sahte olandan uzak, baskının, sömürünün olmadığı, eşit ve özgür yaşamdır. Bu yaşam anlamlı yaşamdır. Fakat ne zaman ki kadın hakikatini yitirdi, yaşam da anlamını yitirdi, kadın toplumsallıktan uzaklaştırılarak köle statüsüne indirildi ve oluşturulan erkek etiketli bir dünya kuruldu. Böyle bir dünyada nefes alıp verebilirsin fakat buna yaşam demek mümkün değil. Önderlik bu tarz yaşayış biçimine “yaşayan ölüler” tanımlamasını yapıyor.
Köle ve efendinin olduğu yerde yaşam adına hiçbir şey kalmamıştır. Sevgi, iyilik, güzellik ve özgürlük yoktur. Baskı, ölüm, çirkinlik ve tekdüzelik vardır. Çıkar ve bencillik vardır. Çünkü orada iktidar ve hükmetme duygusu insana ait bütün güzel duyguları öldürmüştür. Dolayısıyla eşit, kolektif bir yaşam da yoktur.
Savaşmak aynı zamanda kendini yaratmaktır
Kadın, doğası gereği yaşamla bağı daha güçlü ve daha toplumsaldır. Daha doğrusu kadın yaşam ve toplumsallığın kendisidir. Bunun için kadın varlık olarak kendini tanıma, tarihsel ve toplumsal gerçekliğinin farkına varmayı sağlayabilirse, günümüzde varoluş amacına ters düşmüş yaşamada doğru bir yön verebilir. Bundan dolayı kadın bilincini kendinde yaratmak her kadın için büyük bir önem arz etmektedir. Kadının hakikati ve bu hakikati oluşturma bilinci bir insanda oluştu mu; oluşmaya, var olmaya yani kendin olmaya başlıyor demektir.
Uygarlık tarihinin derinliklerinde, kaybolmayla yüz yüze bırakılmış kadın gerçekliğiyle yeniden buluşmak yani kendi özüne dönmek, “xwebun” olmak aynı zaman da anlamını çoktan yitirmiş olan doğru yaşamla da yeniden buluşmak olacaktır. Bu da ancak bir şey bilmiyorsun denilerek köreltilen bilincini, zayıfsın denilerek kırılan iradeni ve basitleştirilerek daraltılan duygularını ve yitirilen kadın kimliğini yeniden kazanmakla olur. Bu hakikati açığa çıkarmak çok güçlü ideolojik ve örgütsel bir bilincin yanında çok yönlü bir cins mücadelesini gerektiriyor. Bilinçli hiçbir insan, köle bir yaşamı kendine, hemcinsine ve karşı cinse kabul etmez ve bunun için mücadele eder. Cins bilincine sahip kadın; kendi gücünün farkına varmış ve kendine güvenen kadındır. Bunun için, hiçbir kaygı gütmeden cins mücadelesini en radikal şekilde yürütebilir.
Cins mücadelesi, her şeyden önce kendi varlığını sağlamakla olur. Bunun için kadın, yaşamın her alanında daha iradeli bir duruş sergileyerek, her koşul altında özgün örgütlülüğünü geliştirebilmelidir. Erkek egemen sistemin gölgesinde ne varlık oluşur ne de özgürleşme sağlanır.
Nefret etmediğin bir şeyden kopamazsın
Düşüncemiz, ruhumuz ve bedenimiz erkek egemen sistemin farz kıldığı geleneklerin ağır baskıları altında özgürlüğe kanat çırpamaz ve temel dayanağımız olan örgütlülüğümüzü sağlayamaz. Erkek egemen sistemin kendini kurumsallaştırmadığı ve zihinde tahakkümde bulunmadığı tek bir alan kalmamıştır. Bunun için öncelikle zihnimize, duygularımıza, dilimize ve ayaklarımıza vurulan kölelik zincirlerini kırmak gerekiyor. Onun hastalıklı anlayış ve yaklaşımlarından kendimizi arındırmamız ve her şeyden önce erkek egemen zihniyetin imalatı olan ve sistemin şerbetinden olabildiğince içen erkek gerçekliğinden ruhsal, düşünsel ve fiziki kopuşu sağlamamız gerekmektedir.
Beş bin yıllık tecavüz kültürünün yaratıcısı egemen erkek zihniyet olurken, günümüzde de bu sistemin besleyeni, yine bu zihniyetle iyice yoğrulan erkeklik olmaktadır. İnşa edilen bu erkek kişiliğini iyi tanımadan ve çözümlemeden iktidarı çözümleyemez, nefret edemez ve güçlü bir kopuşu sağlayamayız. Nefret etmediğin bir şeyden kopamazsın. Zihnen ve ruhen kopuşunu sağlayamadığın bir gerçekliğe karşıda mücadele edemezsin ve zamanla benzeşmekten kurtulamazsın. Çünkü yürütmüş olduğumuz mücadele basit bir mücadelede değil. Beş bin yıllık egemenlik geleneğini ve bir bütün sistemini karşına alma mücadelesidir. Buna karşı yeni bir toplumu ve yaşamı kurma mücadelesidir. Özgür kadın ve erkeği yaratma mücadelesidir. Bunun için kadın ve erkekte yaratılan beş bin yıllık iktidarcı-köleci sistemin geri, geleneksel etkilerini kırmak belki kolay olmayacak, her iki cinside özgürlüğe çekmek olabildiğince zor ve sancılı olacaktır. Fakat pes etmemek, mücadelede doğru bir tarz, istikrar kazanmak güçlü ve anlamlı sonuçlar elde etmemizi sağlayacaktır.
Erkekte, abartılan ve hatta olabildiğince kışkırtılan erkekliği kırmadan, iktidarı kırmak ve onu özgürlüğe çekmek mümkün değil. Çünkü günümüzde iktidar sistemini en fazla besleyen ve bunu toplumun en alt hücrelerine kadar yayan yine yaratılan bu erkek gerçekliğidir. Erkek, eğer ahlaki ve politik toplumun kabul edilebilir bir bireyi olmak istiyorsa önce kendinde iç içe geçmiş bu erkeklik ve iktidar olgusunu çözümleyerek öldürmeli ve demokratik bir zihniyeti kendinde inşa etmelidir. Böylelikle kutsal anaya olan vefa borcunu ödeyebilir ve kendini af ettirebilir. Yoksa tarih karşısında riyakar olmaktan asla kurtulamayacaktır.
Kadın ise, erkeğe göre kendini biraz daha koruyabilmiş olsa da günümüzde kapitalist modernite sisteminin çarkları arasında iyice ezilmiş, sindirilmiş ve kendi olmaktan çıkarılmıştır. Böylelikle erkeğe sus payı olarak sunulan ve erkeğin insafına terk edilmiş bir süs eşyası konumuna düşürülmüştür. Kadının düştüğü bu durumu Önder APO “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” savunmasında çok çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.
Savunmada şöyle geçiyor. “Sümerli rahiplerin tanrıça anamı ve aşk kadını İştar’ı; tapınağa, oradan kral sarayına, tanrı-kralların yanına götürülüşünü, öldüklerinde onlarla birlikte canlı canlı mezara konuluşunu iliklerime kadar anlamıştım. Tanrı-kral bile olsa, ziyafet sofralarında zevklerinin bir parçası kılmalarını hiç kabullenemedim. Ama tanrıça anamı ve aşk kadınını günümüze kadar dirhem dirhem büyük bir incelikle sömürüp yediklerini, posasını iki-başlı evlilik diye kullarının önüne, erkek kölelerine sus payı olarak bıraktıklarını da anlamıştım. Bu hediyelerini erkek olarak yüreğime kabul ettirmemekle, tanrıça anamın ve aşk kadınının iyi bir oğlu olabileceğime inandıkça, daha çok sevinç ve gururla doluyordum. Ana topraklarını böylece ilk defa tarihin derinliklerinde anlamaya başlıyor, binlerce yıllık kördüğümler atılmış çelişkileri çözümlüyor, bu seferki doğuşun anlamlı olduğunu fark ediyordum”.
Önderliğinde belirttiği gibi yeni doğuş ya da adına yeni yaşamda diyebiliriz, ancak kadına verilmiş bu statüden çıkması ve özgürleşmesiyle gerçekleşebilir. Erkek de, gerçekten dayatılan bu kirli yaşamdan kopmak istiyorsa; doğacak yeni yaşam için kendini yeniden yaratmalı ve özgür kadının doğru yoldaşı olabilmeyi başarmalı ve bundan gurur duymalıdır.
Toplumsallığı bir arada tutan ahlaktır
Çünkü kadının bu denli düştüğü bir yerde ne toplumsallıktan, ne de insanlıktan söz edilebilir. Toplumsallığı bir arada tutan ahlaktır. Kadına ait bütün değerlerin büyük bir acımasızlıkla ondan alınması, cinsel obje düzeyine düşürülmesi ve bedenine fiyat biçilmesi ancak ahlaksızlıkla ifade edilebilir. Önder APO “kadının ahlakı, kadının karar verebilme gücüdür” dedi. Kadının, kendi bedeni üzerinde bile söz hakkı olmadığı bir yerde değil toplumsal ahlaktan ve insanlık onurundan söz etmek, o toplumun kadını ve erkeği birbirinin gözüne dahi bakamaz. Onun için kadının düşüşü toplumun düşüşüdür. Çünkü aynı zamanda toplumu var eden bir arada tutan kadındır. Kadının tükenişi; yaşamın, toplumun dolayısıyla insanlığın tükenişidir. Kadının özgürlüğü ise insanlığın bu utançtan kurtuluşu ve aynı zaman da özgürlüğüdür.
Bu tarihsel gerçeklikten yola çıkarsak öncelikle kadın kendine yüklenmelidir. Egemen sistemin geri geleneksel yaklaşımlarından kendini kurtarmalı ve iradeli bir duruşu kendinde yeniden sağlamalıdır. En önemlisi de, kendi olma savaşında ona giydirilen tüm karakterlerden(duygusal, kendine güvensiz, erkeğe dayanan, liberal) kendini kurtarmalı ve kendi özüne dönmelidir. Tarihin derinliklerinde gizli tutulmuş, üstü örtülmüş gerçekliğini bulup ona sarılmalıdır. Orada kadının bütün zorluklara karşı pes etmeyen, teslim olmayan ve ısrarla yaşama sarılan, direngen ve inatçı ruhu vardır. Orada ölüm sessizliği değil, yaşam coşkusu vardır. Yaşam coşkusunun olduğu her yerde var olma da ısrarı ve bunun için mutlak direniş vardır.
Kendi olan insanlar, her zaman güçlü insanlardır
Kendi olan insanlar, her zaman güçlü insanlardır. Kendi olarak kalmayı başarmış insanlar, tarihine ve toplumsal gerçekliğine bağlı olan insanlardır. Kendi olmaktan çıkmış insanlar ise köksüzleştirilmiş insandır. Onun için zayıftır ve her yere savrulabilir. Sürekli bir dayanak arar ve denize düşen yılana sarılır misali kendi celladına sığınabilir. Hatta ona sevdalanabilir. Onun yalan ve sahte yaşamında mutlu olduğunu hatta bu yaşamı sevdiğini ve bu yaşamda kabul edildiğinin altındaki büyük yalanın bile farkında değildir. Eğer günümüzde kadın cinsel obje düzeyine düşürülmüşse o zaman kabul edilebilme ve sevilme ölçüsü de kendini bu anlamda sunduğu kadardır. Önder APO “hiçbir birliktelik köle ve efendi ilişkisi üzerine kurulan birliktelik kadar çirkin olamaz” dedi. Öyleyse erkek açısından böyle bir kadını kabul etmek ve sevgi dizelerini sıralamak en büyük alçaklıktır. Kadın açısından ise kendi efendisine, daha doğrusu onu köleleştiren mimarına sevdalanmak ve onun kurduğu sistemde kendine yaşam alanı aramak büyük bir cahillik ve alçaklıktan başka bir anlam ifade etmiyor. Çünkü ilkeli olan hiçbir insan celladına değil sevdalanmak, onunla aynı yerde nefes bile solumak istemez ve bulunduğu her yerde mücadele eder.
Özellikle de özgürlük arayışçıları olarak en başta bizler,(her iki cins için geçerlidir) egemen sisteme karşı büyük savaşmak istiyor ve büyük zaferlerin sahibi olmak istiyorsak önce kendimizi mevcut sistemin anlayış ve yaşam tarzından koparmalıyız. Değişim ve dönüşüme açık kılmalıyız. Her türden zayıflıklığımıza karşı ideolojik ve örgütsel mücadele vermeden, geri-geleneksel yaklaşımlarımızı aşmadan sistem karşısında yürüttüğümüz mücadelede yenilmez kişilikler olamayız. Savaşmak, aynı zamanda kendini yaratmaktır. Kendini yaratmadığın savaşta sistemin yedeğine düşmekten kurtulamazsın.
Bunun için cins mücadelesini yürütmek aynı zamanda birbirine ilkeli yaşamı dayatmak ve böylelikle birbirinin yüzüne utanmadan bakabilecek duruma gelmektir. Çünkü bütün toplumsal değerlerin ve insanlık onurunun ayaklar altına alındığı, köleliğin ve basitliğin olduğu yerde sadece utanç vardır. Bu utanç tablosunu kırmadan değil yaşama hakkını kazanmak, birbirinin yüzüne dahi bakmak mümkün değildir. O zaman kaybettiğimiz büyük değerler ve onurumuzu tekrar kazanmak adına yürütmüş olduğumuz bu savaşta büyük mücadele etmek, büyük özgürleşmek ve büyük zaferlerin sahibi olmak için yaşamın her alanında birbirini özgürlük ilkeleri temelinde yeniden var etmek ve yüceltmek gerekir ki birbirimizin yüzüne utanmadan yoldaşça bakabilelim…
Zozan Raman