HABER MERKEZİ
8, 14, 18, 21, 30… Bu rakamlar tek başına bir anlam ifade etmiyor olsa gerek. Ne de olsa son süreçte herkesin belli rakamları dile getirerek insan ölümlerini rahatça dile getirdiği günlerden geçiyoruz. Bizim de yazmış olduğumuz bu rakamlar maalesef korona günlerinde “evde kal” çağrılarından sonra resmi rakamlara göre Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da öldürülen kadınların sayısı… Bu rakamların sadece resmi veriler olduğunu da unutmayalım, gerçekeler daha ağır bir bilanço da olabilir. Çünkü kadın olmanın getirmiş olduğu tecrübelerden biliyoruz ki erkeklik öldürücüdür, koronadan daha tehlikelidir. Bu satırları yazarken belki de sayı daha da çoğalmıştır, ne de olsa öldürücü erkeklik evde iş başında!
Tüm dünyanın Covid-19 virüsüyle mücadele ettiği böylesi günlerde kadınlar bir kez daha kırımla karşı karşıya… En güvenli olarak tanımlanan alanlar yani evler, kadınlar için en güvensiz alan konumda. Çünkü bütün kadınlar tanıdığı bir erkek tarafından ve kendi evinde hatta vahşice duygularla katledildi. Baba, koca, abi, sevgili kılığına girdi katiller. Devletin de gücünü arkasına alarak yöneldiler eşlerine, annelerine, kız kardeşlerine… Peki bu kadar vahşice öldürülmeye sebep olacak gerekçe nedir? Acı ama gerçek: Sadece kadın olmak… Erkek için farklı bir gerekçeye gerek yok ne yazık ki.
Yaşanan kırımların geldiği düzey kuşkusuz herkesi tedirgin ediyor. Ama tedirgin ruh hali biz kadınları da kıyımlar karşısında sessiz ya da mücadelesiz kılıyor. Peki, bu kırımlar karşısında ne yapmamız gerekir? Hem korona virüsüyle hem de erkek virüsüyle birden nasıl mücadele edeceğiz? Öncelikle ev, evlilik, aile gibi ortamların kadınlar açısından herhangi bir güvenlik sağlamadığı konusunda hem fikir olmamız gerekmektedir. Çünkü bu kurumlar kadını tamamen psikolojik, fiziki, siyasi ve toplumsal açıdan cendereye almak için tasarlanmıştır. Dolayısıyla mevcut yapılanmalar erkek egemenliklidir, içerisinde kadına dair hiçbir nüve bulunmamaktadır. Bu nedenle kadınca yaşamak istiyorsak bu kurumlara umut bağlamamalıyız. Önderliğimizin de dediği gibi erkekten ve onun yarattığı bu kurumlardan kopuşu esas almalıyız. Kadınlar özgür eş yaşam koşulları oluşuncaya değin özellikle evlilik kurumundan uzak kalmaya özen göstermelidir. Bu kurumdan sonsuz bir boşanma gerçekleşmedikçe katledilmeye, eksilmeye, şiddete uğramaya, yüzümüze asit atılmasına, boğazımızın kesilmesine devam edilecektir. İçerisinde erkeğin egemenliğini barındıran evlilik kurumunda kadına düşen temel rol bu egemenliğin sınırlarını aşmamak ve ona karşı sonsuz bir bağlılık ve hizmet duygusuyla yer almaktır. Bu nedenle kadın olmak sadece hizmetçi olmakla eş değer tutulmaktadır. Yani evlilik kurumu ve onun geliştirdiği ev ortamı klasik kadın tanımlamalarına ters düşmedikçe güvenli tutulmaktadır. Evde kalacağız ama erkeğe sığınmadan, ona muhtaç olmadan, hizmetine girmeden, kadın olduğumuz bilinciyle, erk’siz evler yaratarak…
Bir diğer önemli konu ise evde kalmaya mahkum olan kadınların savunmasının nasıl alınması gerektiğine dairdir. Özelde bu konuda sürekli erkek devletten talepkar bir tutum yansımaktadır. Bu nedenle katliamların da önü alınamamaktadır. Çünkü karşımızdaki devlet erkek karakterlidir, doğal olarak hep erkek lehine çalışmaktadır. Kendi hortlattığı erkekliği kadının üzerine salmaktadır. Cinsel güdüleri hortlatarak tecavüzcüler yaratmaktadır. Şiddeti meşrulaştırarak ilk ev ortamlarında ve kadın bedeni üzerinden uygulamaya sokmaktadır. Farklı düşüncelere kapalı olduğu için zaten kadın özgürlüğüne dair tek bir kelime dahi edilmemektedir. Kadını çocuk doğurma makinesi olarak gören, ‘kutsal aile’ tanımlamasını pohpohlayarak evlilik kurumuna mahkum eden, erkeğin hizmetinde olması dışında hiçbir rol biçmeyen bir devletten nasıl bir savunma bekleyebiliriz ki? Ya da çıkardığı ayrımcı infaz yasasıyla tecavüzcüleri, kadına karşı şiddet uygulayan erkekleri, çocuk istirmacılarını bırakan ve kendi anti-demokratik yasalarını bile çiğneyerek adalet katliamı yapan bir devletten neden ısrarla sözde kadın haklarını güvenceye aldığı iddia edilen ve erkeğe kimi cezai yaptırımları öngören kanunları nasıl uygulamasını bekleyebiliriz ki? Devlet bizi değil, bizi katleden erkekleri koruyor. Bu nedenle ondan savunma veya sığınma beklemek boynunu kendi isteğiyle cellat urganına uzatmaktır. Bu talepkar tutumdan vazgeçerek biz kadınların tek kurutuluş yolunun öz savunma olduğu bilincine kesinlikle varmamız lazım. Kadını tek koruyacak mekanizma kadın örgütlülüğüdür, kadın birlikteliğidir, kadın mücadelesidir. Mevcut sistemde bundan başka kendimizi dayayacağımız güvenli bir kuruluş yoktur. Bu nedenle kadınlar olarak öz gücümüze güvenmemiz lazım. Özgür düşünce ve irademizi güçlendirmemiz lazım. Bu bilinçle örgütlenerek erkekliğe karşı öz savunma temeinde mücadeleyi yükseltmemiz lazım. Tüm bunları da kadınca yapmamız lazım. Bu bilinçle yaklaşırsak yenemeyeceğimiz bir erkeklik olamaz.
Korona virüsüyle savaştığımız bugünlerde biz kadınların daha fazla kenetlenerek örgütlü bir mücadele yürütmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Ulus, kimlik, inanç, ülke fark etmeksizin sadece kadın kimliği etrafında birleşmekten başka bir çıkış yolumuz yok. Çünkü erkek katliamalarını geliştirirken bu konuda herhangi bir ayrım yapmıyor. Bizlerin de bu duruş karşısında yek vücut olamız lazım. Tüm kadınlar bir olursa ve erkek egemen sisteme karşı isyan bayrağını dalgalandırırsa sistemi temellerinden sarsabilir. Bu nedenle meşhur olan bir sloganı kendimiz için de kullanalım: Dünyanın tüm kadınları birleşiniz, kölelik zincirlerinden başka kaybedeceğiniz bir şey yok!
Serhildan Garzan