HABER MERKEZİ
Türkiye’de her yolu ve yöntemi deneyerek faşizan bir yapı oluşturmaya çalışan bir zihniyet vardır. Ve bu zihniyet tam 16 yıldır iktidardadır. Türkiye’nin en kafatasçı bu bağlamda en aşırı sağcı faşist yapısını da yanına alarak faşizmin hüküm sürdüğü bir Türkiye’yi ortaya çıkarmaya çalışıyorlar.
Biliyoruz ki faşizan yapıların dayandıkları en temel ideolojik yapı taşları milliyetçiliktir, dinciliktir ve de erilliktir yani cinsiyetçiliktir. Faşizmin hüküm sürdüğü coğrafyalarda başka renklere yaşam hakkı yoktur. Yaşayacaksa bir o faşist kafa yapısına sahip olanlar yaşayacaktır.
İfade edildiği gibi faşizmin olabilmesi için tek renkliliğin olabilmesi gerekiyor. Tek renkliliğin olmadığı yerlerde her zaman başka düşüncelerin yaşama zemini vardır ve de var olacaklardır. Bunu bilen tekçiler bunun önünü almak için toplumları kışkırtırlar. Toplumların yumuşak karınları vardır. Bu yumuşak karınları deşilirse, tahrik edilirse, provoke edilirse toplumlar akıl dışı hareketlere sürüklenebilirler. Normal şartlar yapmadıklarını ve yapmayı hiç düşünmediklerini yapabilirler.
Toplumların en yumuşak karınlarından birisi din olgusudur. Bir toplumun inandığı değer yargılarını kaşıdığınızda ya da bu değerlerin tehlike altında olduğunu o topluma inandırabildiğinizde, insan aklının hatta hayallinin almayacağı eylemlere toplumlar kaldırılabilir. Buna en iyi örnek Ortadoğu’ya musallat olmuş olan DAİŞ gerçekliğidir. Yahudilerle Müslümanların Filistin’de nasıl boğaz boğaza girdikleri halen tüm canlılığıyla yaşanmaktadır. Erdoğan ve ekibinin yaptıkları ortadadır. Yine benzer bir şekilde Ortadoğu’nun farklı alanlarında yaşanan mezhep savaşları ya da kavgalarıdır. Yeter ki başka bir toplumun kendi toplumun dini değer yargılarını ayak altına alındığına ikna edilsin, orada artık hiçbir akıl ve mantık işlemez. Orada işleyecek olan sadece ve sadece duygulardır. Ancak bilelim ki bu manipüle edilmiş olan kör duygulardır. Halbuki tek tanrıya inanılıyorsa ya da çok tanrıya inanılıyorsa, başkalarının da inançları ve bağlı oldukları değer yargıları ve tanrıları var demektir. Tanrıya inanç varsa onların da tanrılarına saygı duyulması en doğal olan bir durum iken, bırakalım başkalarının dini değer yargılarına, onların en kutsalına dil uzatıla bilinmektedir. Bilelim ki iktidarcı devlet yapıları bu suni çelişkiyi yaratarak bir şekilde tüm toplumları kendi parmakları üzerinde oynatabilmektedirler.
Benzer bir şekilde milliyetçilik duygusu da aynı sonuçlara yol açabilmektedir. Halbuki bir milletin ne kadar yaşam hakkı varsa bir diğerinin de o kadar yaşam hakkı vardır. Ve o hak herkes için kutsaldır. Tüm dini kitaplar insanların eşit olduğunu ifade ettikleri gibi, Hz. Muhammed’in ifade ettiği gibi, Arap’ın Acem’den takva dışında bir farkı ve üstünlüğü yoktur. Ancak biliyoruz ki kafatasçı yapılar özelde de kapitalizmle birlikte milliyet olgusu milliyetçilik hastalığıyla kaşıyarak inanılmaz tahribatlara yol açmışlardır.
Benzer bir durum cinsiyetçilikle yapılan tahribatlardır. İktidar, devlet cinsiyetçilik olmadan ayakta kalamaz. Daha doğrusu erkeklik sosuna bandırılmamış bir iktidar ve devlet yoktur. Bunun için nerede bir iktidar varsa ya da nerede iktidara bir tapınma varsa orada yapılan ilk iş erkekliğin öne çıkarılmasıdır. Bunun karşısında da kadının kapatılarak meta haline getirilmesidir. Türkiye bakıldığında ne söylenmek istediği çıplak bir şekilde görülecektir.
Buna biz bilimciliği de ekleyebiliriz. Bilimi bilimciliğe yani bilimi sadece bir kesimin ve zümresi için kullanılmış hali gerçek anlamda insanlık için büyük bir felakettir.
Bunların tümünü ya da bir kesimini ele geçiren tekçi düşünceler hüküm etmek istedikleri toplumları adım adım değiştirmeye kalkışlar. Önceleri eğitim sistemine el atarlar. Çünkü eğitim sistemi zihniyet oluşturan bir yapıdır. Tekçi zihniyeti aşılamak için faşist yapılar çok erkenden çocuklara el atarlar. Hitler’in çocuklara nasıl el attığı ortadadır. İttihatçıların henüz 1916 yıllarında askeri çocuk okulları açtıkları da. Daha günceli ise AKP’nin 4 artı 4 artı 4 formülü ile oluşturmaya çalıştıkları okullardır. Henüz aile terbiyesini almayan çocuklar okullara alınarak faşist tekçi zihniyet aşılanarak geleceğin faşist beyinleri bugünden yetiştirilmeye çalışıldığını görmeyen mi var?
Diğer önemli gördükleri bir kurumları ise ordudur. Orduya biçim vermek için neler yaptıkları gözler önündedir. Günlük olarak onca program değişikliği bu nedenledir.
Diğer önemli bir kurum ise Diyanet İşleri Bakanlığı kurumudur. Sözde devletin dışında olacak olan bu kurumun devletin daha doğrusu tekçi zihniyetin en ileri düzeyde temsilcisi yapıla bilinmesi için her şey yapılmaktadır. Camilerde tekçi zihniyet için okunan hutbeler, farklı düşünenlere karşı verilen fetvalar bu gerçekliği ifade etmektedir.
Üniversite kurumu tekçi yapıların var olabilmesi için mutlaka ele geçirilmesi gerekli bir yapıdır.
Hukuk ki devletin hukukudur, ancak yine de kimi zaman faşizan yapılara yer vermez. Ancak hukuk ele geçirildikten sonra faşizmi en ileri düzeyde temize çıkartan bir kurum olarak tekçi yapıların son derece elini rahatlatan mekanizmalar olarak vazgeçilmezdir. Bu öyle bir kurumdur ki bugün Türkiye’deki tekçi yapı ağırlıklı olarak 12 Eylül’de kalma faşist hukukla farklı düşünenleri hizaya getirmektedir. Halbuki hukuk en son devrimcilere ve sosyalistlere lazımken, bugünlerde en fazla bu çevreler hukuktan söz etmektedirler.
Peşinden basın ele geçirilir ki, yapılanlara karşı durulmasın ve yapılmak istenilen ve oluşturulmak istenilen tekçi ve sanal dünya anlaşılmasın.
Ve tabi Sivil Toplum örgütlerine de el atılır. Bunlar yetmez sendikalara el atılır. Bunlar yetmez vakıflara, derneklere derken esasta milliyetçi, dinci, cinsiyetçi ve bilimci anlayışı oturtmak için her şeye el atılır. El atıldıkça başka olan, başka kalmak isteyen, başka düşünen, başka yaşamak isteyenlerin nefesleri kesilir. Enselerinde sallanan Demokles kılıcı gibi sallanarak kendileri gibi olunması istenir. Velev ki, onlar gibi olmadınız o zaman zulümlerden zulüm beğenmek farklı düşünüpte farklı yaşayanların kaderi olacaktır. Şimdiden Türkiye’nin böyle olmadığını kim söyleyebilir ki?
Hitler’in yaptıkları biliniyor. Musolini’nin yaptıkları biliniyor. Franko’nun, Pinochet’in, İdi Amin’in, Kenan Evren’in, Pol Pot’un, Saddam’ın, Ziya ül Hak’ın, Enver-Talat-Cemal paşaların yaptıkları da biliniyor.
Sözü uzatmadan belirtelim ki, tekçi bir yapı yani faşizan bir yapı bir yerde varsa orada ezilenlerin tümü birdir. Orada sen Kürt olmuşsun, Arap olmuşsun, Ermeni olmuşsun, Süryani olmuşsun hatta Laz olmuşsun hiç fark etmez. Orada sen Alevi olmuşsun, Sünni olmuşsun, Hıristiyan olmuşsun ya da başka inançtan olmuşsun o da fark etmez. Kadın olmuşsun ya da erkek, zengin olmuşsun ya da fakir, sosyalist olmuşsun ya da feminist, çevreci olmuşsun ya da hayvan sever, demokrat olmuşsun ya da solcu, dindar olmuşsun ya da dinsiz. Eğer bir şekilde kendi rengini korumaya ve direnmeye çalışıyorsan orada senin için de senin gibi olanlar için de çanlar çalıyor demektir.
Bu bağlamda belirtelim ki ezilenlerin ve direnenlerin rengi dünyanın her yerinde faşizme karşı birdir ve tektir. Eğer renkleri bir ve tek olanlar bir ve tek olmazlarsa bircilik ve tekçilik yapanların kurbanları olmaktan kendileri koruyamayacakları gibi, yaşayabilmeleri için faşizmin yani tekçi olanların ayak takımı ve koltuk değneği olmaktan da kendinilerini kurtaramazlar.
Bilelim ki faşizm köşesinde sakin duranları da kabul etmez. Faşizm bir kendisine biat edipte onun zihniyetine göre davrananları kabul eder ki, bunlar ancak ve ancak insanlığından çıkmış ve insanlığından pişmanlık duyar hale getirilmiş insanlardır.
Böyle olmak istemiyorsak, bir an evvel faşizme karşı bir olma zamanı…
Kasım ENGİN/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi