HABER MERKEZİ
Bir hareketin, mücadelenin ya da savaşın ayakta durmasını, başarı elde etmesini önemli derece etkileyen önderliğini üstlenmiş kişiliklerdir. Önder, öncü, komutan, yönetici vb. daha birçok isimlendirmenin verilebileceği bu kişiler, içerisinde bulunan mücadelenin kesintisiz ve sağlıklı bir şekilde yürüyüşünü sağlaması açısından büyük bir öneme sahiptir. Öndersiz mücadele düşünülemez. Tarihten günümüze çıkan her hareketin, halk hareketleri başta olmak üzere, çoğu doğal önderler olmak üzere, bir önderi, yürütücüsü olmuştur. Bedenin başı olarak nitelenebilecek bu kişilikler, tarz, yöntem ve duruşlarıyla yürütülen mücadeleye de başarı ve ya başarısızlık getirmektedir. Eğer hareketin önderi zafere kilitlenmişse, başarıdan öte bir şeyi kabul etmiyorsa, bu temelde her şeyi göze alıyorsa; onun ardılları, takipçileri de bu temelde kendilerine şekil verir ve bu temelde mücadeleye girerler. Yok, eğer önder kişilik daha en başından yenilgiyi, başarısızlığı, kararsızlığı ve isteksizliği kişiliğinden arındırmış değilse; bu direk yürütücüsü olduğu hareketin ya da mücadelenin de bu şekilde bir duruş ve işlevsiz durumun içinde olması kaçınılmaz son olacaktır.
Nitekim bunun ürünü olacaktır ki; tarihten günümüze, yaşanan mücadelelerde öncelikli olarak önderler, öncüler, komutanlar hedef alınmaktadır. Özellikle hiyerarşik-devletçi sistem bu çalışmasını çok düzenli ve başarılı bir şekilde yerine getirmektedir. Bilmektedir ki; başsız gövde sağa sola çarpmaktan, yalpalanmaktan, eninde sonunda takatten düşüp gücünü yitirmekten kurtulamayacaktır. Bundan kaynaklı baş kesilsin ki, gövde çok rahat bir şekilde kontrol altına alınsın. Bu doğrultuda en çok kullandığı yöntem komplo yöntemleridir. Sinsice, dikkatleri farklı yöne çeviren komplolarla hareketlerin önderleri hedef alınıp mücadeleler çökertilmektedir. Bunun tarihteki birçok örneği verilebilir. Spartaküs, Mani, Mazdek, Bedrettin, Zapata, Che…
Bu gerçeklik belki de en çok Kürt halkına karşı kullanılmış bir yöntemdir. Özellikle cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, ne kadar hareket, isyan, mücadele açığa çıkmışsa öncelikli olarak önderlikleri hedef alınmıştır. Önderler darağaçlarına çekilmiş, ibreti âlem için meydanlarda çırılçıplak edilip gezdirilerek gururlarıyla oynanmış, cansız bedenleri paramparça edilip kale surlarına asılmış. Daha birçok insanlık dışı yöntemle insanların yüreğine korkular yerleştirmiş, susturulmuş, hareketsiz kılmıştır. Şeyh Sait, Seyit Rıza, Nuri Dersimi, Simko, Qazi Muhammed, Faik Bucak, Sait Kırmızıtoprak ve en son olarak Kürt halk önderliği Önder Apo…
Hepsine karşı geliştirilen komplonun temel amacı, yöntemleri farklı olsa da, Kürt halkının içerisine girdiği özgür yaşam mücadelesini bastırmak ve Kürt halkını kendi denetiminde tutmaktır. Bunu belli düzeyde başarmış olsa da, bu hiçbir zaman kalıcı bir hal almamıştır. Tarihten de gördüğümüz üzere, özgür yaşam mücadelesinde komplolara maruz kalmış hiçbir önderle mücadele sona ermemiştir. Aksamalar, duraksamalar olmuş olsa da, özgür yaşamda ısrar mücadelesi bir şekilde kendisini günümüze kadar taşıyabilmiştir.
Dönemine göre önderleri hedef alınan nice mücadele belli zorlamalar yaşamış, ya sisteme hizmet eder hale gelmiş ya da tükenip gitmiştir. PKK hareketi özgür yaşam mücadelesi veren bu geleneğin mirasçısıdır. Bu temelde T-KDP’nin ilk kurucularından olan ve 4 Temmuz 1966 yılında uğradığı silahlı saldırı sonucunda, bir gün sonrasında yaşamını yitiren Faik Bucak’ı ele almak, Kürt tarihi açısından karanlıkta kalmış nice noktayı da aydınlatacağına inanıyoruz. Kürt Özgürlük Hareketinin birer neferi olarak, bugün özgürlük dağlarında onların yaratmış olduğu miras üzerinde mücadelemize devam ediyoruz. Minnetimizin bir ürünü olarak Faik Bucak ve mücadelesinin bazı yönleriyle anlaşılır kılınmasının ve ölümünün ardındaki gerçek nedenin analizinin yapılması bizce önem arz etmektedir
Daha önce bedeni iki parçaya ayrılan Kürdistan toprakları, değişen dünya dengeleriyle beraber, ulus devletin Ortadoğu’da gelişim gösterdiği bir dönemde Kürdistan üzerindeki oyunlar da farklı bir boyuta eviriliyordu. Birinci paylaşım savaşından yenik çıkan Osmanlı devleti denetimindeki birçok halk kurtuluş mücadelesine girmiş, bu temelde Osmanlıdan ayrılıp bağımsızlığını ilan etmekteydi. Kürdistan’da da yer yer hareketlilikler olsa da uluslararası güçlerin çıkarlarına ters düştüğü için her zamanki gibi Kürtleri öteki, denetimde ve parçalı tutulması gereken halk olarak belirlemişlerdi. Gittikçe zayıflayan Osmanlı, gitgide dağılmakta, bu durumdan en çok da olumsuz etkilenen Kürdistan coğrafyası ve Kürt halkı olmaktaydı. Bedeni bir kez daha parçalanan Kürdistan şimdi dört parçaya bölünmüştü. Her şeye rağmen kardeşlikten ve birlikte yaşamaktan yana olan Kürt halkı sömürgeci güçlere karşı Türkiye Kurtuluş Mücadelesinin yanında yer aldı. Hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan, üzerine düşeni gerektiği düzeyde yerine getiren Kürt halkı bin yıllardır bu topraklarda beraber yaşadığı halklarla, her şeye rağmen, bir arada olmanın sevinci içindeydi ve bu doğrultuda mücadeleye girişmekteydi. Türkiye cumhuriyetinin kuruluşunda belirleyici bir role sahip olan Kürtlerin payına düşen, ne yazık ki yine inkâr, imha ve soykırım olacaktır. Kardeşliğe ve birlikte yaşama inanan Kürt halkı yine yalnız bırakılacak, öteki sayılacak, kendi topraklarında öteki sayılacaktır.
İşte böylesi bir süreçte, Kürdistan’ın, Kürt halkının paramparça edildiği bir süreçte, 1919 yılında Siverek’in Xedrayê(Hadro) köyünde Faik Bucak gözlerini dünyaya açacaktır. Kürtlerin inkâr-imha sürecine denk gelen çocukluğu birçok zorluklarla geçecektir. İlköğretimini Siverek’te, ortaöğretimini ise Diyarbakır’da tamamlayacaktır. 1939 yılında yükseköğretim için İstanbul’a giden Bucak, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okumaya başlar.
İlk yurtseverlik ve devrimcilik deneyimini burada yaşayan Bucak, Musa Anter ve M. Remzi Bucak ile birlikte Kürdistan başta olmak üzere okumaya gelen durumu düşük öğrencilere yardım amaçlı Dicle Öğrenci Yurdunu kurarlar. Bu şekilde bölgeden gelen ve kalabilecek yeri olmayan öğrencilere barınma ve bazı yönleriyle örgütlenme ortamı yaratılmaktadır.
1945 yılında Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra Hatay’da stajyer hâkim olarak göreve başlar. Burada bulunduğu süre dâhilinde, özelde 1946 yılından sonra Güneybatı Kürdistan’daki Kürt aydınlarla ilişkiye geçer. 1949 yılına kadar kurye aracılığıyla orada yaşananlar hakkında bilgiler alırken, Celalet Bedirxan ve Cigerxwin gibi aydınlarla düzenli haberleşir. Ayrıca oradan çıkan Ronahi ve Hawar gibi dergileri de alıp, takip eder.
Faik Bucak sırasıyla Antakya, Sivas-Gürün ve Adana gibi yerlerde hâkimlik yaptıktan sonra 1956 yılında hâkimlikten istifa eder ve Urfa’ya yerleşerek serbest avukatlık yapmaya başlar.
Üniversiteye yerleştikten sonra yurtseverlik anlamında faaliyetlere girişen Bucak, gittikçe değişen koşullarından da direkt etkilenmekteydi. Kuzey Kürdistan’da bastırılan Kürt halkı sessiz kılınmış, tek bir söz söyleyemez hale getirilmiştir. Ancak her şeye rağmen Kürdistan’ın diğer parçalarında yaşanan gelişmelerden doğal bir şekilde etkilenmekteydi. Aslında bastırılmış, sessiz kılınmış denilen halk bir kıvılcım beklemektedir ki, yine bir şeyler söyleyebilsin.
Irak’ta Kral Faysal’ın kanlı bir şekilde, aslen Kürt olan General Abdülkerim Kasım tarafından tahttan indirilmesinden sonra, Güney Kürdistan açısından da yeni gelişmeler yaşanmaktaydı. Bu temelde Irak’a çağrılan Mustafa Barzani otonom bir Kürdistan kurma yoluna girer. Burada yaşanan bu gelişmeler Kuzey Kürdistan’daki Kürtleri olduğu gibi, Türk devletini de etkilemekteydi. Türk devleti yaşanan bu Kürt kıpırdanışından, kendi sınırları içerisinde bulunan Kürtlerin de etkileneceğini ve yıllar önce Ağrı’da mezara konulup, üzeri betonla örtülmüş Kürt gerçekliğinin tekrardan bir uyanış sağlayacağı korkusuna kapılmaktadır. Bu temelde Kürt öğrencilerinin Türk devletinin faşist açıklamalarını kınama amaçlı gelişen tepkilere göz altılarla hatta gözaltına alınanların ibret için idam edilmesi tehditleriyle cevap vermiştir. Tarihe 49’lar olayı olarak geçecek olan bu gelişme aslında Türkiye’nin nasıl bir yöne doğru gideceğini göstermekteydi. Nitekim yaşanan bu olayın üzerinden uzun bir zaman dilimi geçmeden Kürdistan’ın birçok yerinden ağa, şeyh, kanaat önderi, aşiret reisi gibi 485 Kürt insanı yabancı devletlerin müzahereti ile devletin birliğini bozmağa ve devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf fiil işlemeksuçlamasıyla 1 Haziran 1960 tarihinde başlatılan geniş kapsamlı operasyonla tutuklanarak Sivas-Kabakyazı’da bir kampa alınırlar. Bunların içerisinde Urfada etkili bir güce sahip olan Bucak aşiretinin önde gelen kişileri de yer alıyordu. Bunların içinde Faik Bucak da bulunuyordu.
Bu operasyonun nedeni, DP içerisinde Kürtlerin bir yapılanmaya gideceği yönündeki söylenti olsa da aksine, Kürdistan’ın diğer parçalarında yaşanan gelişmelerden etkilenilse dahi, azami zararla çıkma planlarının ürünüdür. Nitekim kampa alınan 485 kişiden 55’i farklı farklı cezalara çarptırılır ve Türkiye’nin farklı şehirlerine sürgünlüklere gönderilir. Faik Bucak da bu 55 kişiden biridir. Bu süreçte durumlarına ilişkin Kinyas Kartal ile birlikte hazırladıkları broşürde sordukları şu soru aslında var olan yaklaşımı çok net bir şekilde ortaya koymaktadır:
55’lerin bedbahtlık ve felaketlerinin sebebi Kürt asıllı olmalarında mı aranmalıdır? Yoksa hepimizin Demokrat Partili olmasında mı aranmalı? Yalnız Türkiye’de milyonlarca Demokrat Partili varken onlar niye bizim gibi sürülmediler?
Bu olaydan sonra arayışları genişleyen Bucak, Sait Elçi başta olmak üzere bazı Kürt aydınlarıyla çeşitli toplantılar düzenler. Bu görüşmelerin merkezi de Silopi olur. Sonuç itibarıyla gizli bir örgütlülüğe gitme kararına gidilir. Bu temelde Kürt Ulusal Mücadelesinin ancak silahlı savaşımla başarı kazanabileceğini, Kürdistan’ın dört parçasındaki Kürtleri kapsayan bir örgütlülüğe ihtiyaç duyulduğunu ve tüm bunların da ancak Marxist-Leninist örgütlenmeye gidilerek sağlanabileceğine inanırlar. Irak KDP’sinden etkilenme vardır. Ancak tüm yönleriyle bir etkilenme değildir. Çünkü kendilerine belirledikleri mücadele tarzı ve örgütlenme şekli I-KDP’siyle uyumluluk içerisinde değildi. Ancak sonuç itibarıyla ulusal mücadele olması itibarıyla isminden de anlaşılacağı üzere I-KDP’den etkilendiği söylenebilir. 1965’e gelindiğinde, Şeyh Sait isyanında da yer almış olan Liceli Fehmi Bilal, Sait Elçi ve Ömer Turhal gibi insanlarla partileşme kararlılığına gidilir.
Yaşanan bu hareketliliğin yakın takipçisi olan Türk istihbaratı henüz bedenleşmeye gitmekte olan bu örgütlülüğü en erken sürede bastırmak amacıyla çeşitli planlamaların ve komploların içerisine girer. Türk devletinin Osmanlı geleneğinden gelen komplocu uygulamaları Kürtlere karşı, Kürt halı şahsında Faik Bucak’a bir kez daha dayatılacaktır. Tekrar Kürtler uyanmış olduğu derin uykuya mahkuk edilmek istenmektedir. Hafiften çıkmakta olan sesi kesmek ve sessizliklere gömmek istemektedir. Bunu da kan davası süsü verilerek, aşiret içi çatışmaymış gibi gösterilerek olayın üzeri kapatılmak istenir. Nitekim bunu belli yönleriyle başarmaktadır.
4 Temmuz 1966’da saat 10 sıralarında özel bir tim tarafından Urfa’nın Karaköprü mevkiinde Faik Bucak’a karşı bir suikast düzenlenir ve Faik Bucak yaralanır. Arabada iki oğlu ve amcasının oğlu olmasına rağmen, sadece kendisi hedef alınır. Faik Bucak, 5 Temmuz 1966 tarihinde şehit düşer. Özellikle hedef alınan Faik Bucak’tır. Burada kan davası tezi çürümekte ve saldırının temelinde henüz örgütlülüğe kavuşan bu mücadeleyi en başında bastırmak ve etkisiz hale getirmektir. Nitekim bu temelde Türk mitiyle işbirliği içinde çevrelerin de etkisiyle Faik Bucak’ın ölümünden sonra T-KDP’nin tamamıyla Türkiye mitinin denetime girdiği görülmüştür. Sonrasında partinin önder kişiliklerinden iki Sait’in de farklı tarzlarda geliştirilen komplolarla şehit düşürülmesi bunun somut ifadesidir.
I-KDP’nin tarihten bu yana üstlendiği ve T-KDP üzerinde de etkide bulunan kendi dışındaki her türden Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme görevini başarıyla yerine getirmiştir. Egemen ve sömürgeci güçlerle sürekli barışık yaşayan bu yapılanma günümüzde de bu görevi temelinde PKK hareketine yönelmektedir. Kürt halkına karşı geliştirilen en kapsamlı komplo olan Önder Apo’nun esarete mahkûm edilmesi sürecinde aktif bir şekilde rol aldıkları artık saklı gizli bir gerçeklik olmaktan çıkmış, bugün Kürtlere, Kürt halkının kazanımlarına karşı içine girdiği tutumlarından da bu çok açık bir şekilde görülmektedir. O gün Faik Bucak ve T-KDP’sine karşı girişilen, sonrasında tasfiye etme ve kendi denetimine koyma, esasında egemen güçlerin denetimine koyma, oyunlarını bugün de Kürtlerin her türden örgütlülüğüne ve kazanımına karşı yapmaktadır. İki Sait’in nasıl bir komplo tarzıyla, birinin birini vurduğu iddiasıyla diğerini de kendisi ortadan kaldırarak var olan mücadeleyi felce uğratmış ve işlevsiz kılmıştır. Geriye kalanı da kendi denetimine alarak istediğini yaptırmaktadır. Bugün T-KDP’sinin ardılları olarak kendilerini niteleyenler bu politikanın temel yürütücü güçleri olup, var olan kazanımları her an sömürgeci ve egemen güçlerin denetimine koyma eğiliminde, yaklaşımındadır.
Son süreçte PKK ve Önder Apo’nun tüm ulusal birliktelik çabalarına karşılık her seferinde oyalama, erteleme ve süreci kendi lehlerine döndürme temelinde PKK’yi zayıflatma çaba ve pratikleri azalmamış aksine eskisinden daha beter artmıştır. Bugün Güneybatı Kürdistan’da yaşanan kazanımları boşa çıkarmak ve kendi paragöz politikalarıyla egemenlere peşkeş çekmekte ve Kürt halkını yine tarihin tozlu karanlık sayfalarında susmaya ve itaat etmeye mahkûm etmek istemektedirler. Ancak PKK hareketi tüm bu politikaların bilincinde olup, gereken cevabı vermektedir. Her şeye rağmen, ulusal birliktelikten yana tavrında ısrar eden PKK Kürt halının kazanımları söz konusu olduğunda hiç kimseye eyvallah demeyip gereken yer ve zamanda uygun cevabı verecektir.
PKK bu önder kişiliklerin savunduğu, uğruna ölümlere gittiği mücadelelerinin takipçisi olup, öncelikli umutları olan Kürt halkını refah günlere ulaştırma özlemlerini gerçekleştirme mirasçısıdır. Bu temelde yürütülen mücadele her ne kadar birçok zorluğu içerisinde barındırsa da, var olan zorlukların mücadeleyi daha da güzelleştirdiği ve anlamlı hale getirdiği bilinciyle görev ve sorumluluklarının üzerine gitmektedir.
Zerdeşt TOLHILDAN