HABER MERKEZİ- İsimler değişse de faşizmin Kürt halkına ve özgürlük hareketine uygulamış olduğu özel savaş yöntemlerinde herhangi bir değişim yaşanmamaktadır. Değişen sadece isimler, kılıflar ve yüzler olmaktadır. Günümüz savaş koşullarını ele aldığımızda da özel savaş yöntemleri Kürt soykırımını gerçekleştirmek için tüm çirkefliğiyle devrededir. Devreye konulan yol ve yöntemler farklı olsa da sonuç olarak amaçları bir olmaktadır. Özelleştirilmiş olan bu savaş yöntemlerinden biri de eskiyi yeni gibi açığa çıkartma, farklı göstererek amacına ulaşma olmaktadır. Askeri yöntemleri devreye koydukları gibi yasal, meşru, resmi, legal vb. kurumlaşmalarıyla da yaptıkları bir bütünlen ideolojik bir savaş konseptine dayanmaktadır.
Şimdiler de de yeni bir örgütlenme modeli gibi gözükse de eski savaş yöntemlerini devreye koyan bu Kürt cellatları Kürtlük, bağımsızlık, İslamiyet ve milliyetçilik sloganları atarak en özlü Kürt gibi kendilerini göstermekte, özel savaşın tüm kurallarını harfiyen yerine getirmektedirler. Sonuç olarak bizlere devredilen muhteşem bir toplumsal hafıza, tarih bilinci ve tecrübeler bulunmaktadır. Bizlere bırakılan miras biz gençlere şunu öğretmiştir ki ne toplumsal hafızamızı ne verilen bedelleri ne de Kürdü katliamlardan geçiren cellatları unuturuz. Ne de bu cellatlar ile savaşmayı bırakırız. Günümüze kadar da özgürlük mücadelemizin bu derece büyümesinin temel sebebi de bu hafızanın diri ve direnişçi olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu dönemde piyasaya sürülen yeni ajan; geçmişin Hizbul-Kontrası ve JİTEM’i güya resmi-legal ismi ile Hüda-Par (hür dava partisi) olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne hikmetse Kürdün celladı olanlar bugün savunucusu, milliyetçisi ve imamlığını yapma propagandası içerisine girmiş ve çete pratiklerini meşrulaştırma peşindeler. Hüda-Par’ın Hizbullah geleneğinden gelen bir yapı olduğu sürekli olarak tartışıla geldi. Oysaki Hüda-Par Hizbullah geleneğinden gelen bir yapı değil sadece dönemin konjonktürüne göre isim ve imaj değişikliğine gitmiş bir yapıdır. Hizbullah’ın doksanlı yıllarda Kürt halkına, siyasetçilere, yurtseverlere, gazetecilere ve birçok insana uygulamış olduğu vahşetleri ve yine 2000’li yılların başında akıl almaz infazları Türkiye ve Kürdistan’da büyük bir yankı uyandırmıştı. Doksanlı yıllarda böylesi paramiliter bir örgütlenmeye gitme sebebi de 90’lı yıllarda Kürdistan’da gelişen halk serhıldanları ve halkın en örgütlü konuma gelmesinin önünü alma amaçlıydı. Yine bu süreçte koruculuk geliştirilmiş ve Hizbi-Kontra denilen bu örgüt itirafçılarda içinde olmak üzere kendi kadrolarını, mafya ve çete örgütünü örgütlemeye başlamıştı. Hizbullahın bu süreçlerde uygulamış olduğu vahşi katliamlar halende hafızalardaki yerini korumaktadır.
İlk örgütlenmesini 1979’da Amed’deki Vahdet Kitapevinde gerçekleştirmişti. Burada Hüseyin Velioğlu ve Fidan Güngör tarafından toplantılar alınmış ve örgütlenmeler yapılmıştır. 1987’de bu örgüt iki kola ayrılarak ilim kolu olarak kendini örgütleyen Hüseyin Velioğlu Batman’a taşınmış ve Kürt Özgürlük Hareketine karşı devletle iş birliği içine girerken, Fidan Güngör öncülüğündeki Menzil grubu ise ayrı düşmüştür. Kısa süre sonra da Menzil’in lideri Fidan Güngör 11 Eylül 1994’te Hizb-i Kontra elemanları tarafından kaçırılarak tasfiye edilmiş ve bir daha Fidan Güngör’den haber alınamamıştır. İlim ve Menzil olarak iki koldan oluşan örgüt, 1990 yılına kadar kadro yetiştirme çalışmalarını sürdürmüştür. Sonradan Hizbul-Kontra olarak anılacak olan İlimciler, 1990 yılından hemen sonra hareketimize ve menzilcilere yaptığı saldırılarla adını duyurmaya başlamıştır. Başka bazı iddialar olsa da, Hizbullah’ın Jitem’in kontrolüne geçmesi ve “Hizbul-Kontra”adını alması bu tarihlere rastlamaktadır. Bu süreçte güçlenen Hizb-i Kontra kurallarına uymayan kişilere yönelik satırlı, asitli ve silahlı saldırılar başlatılmıştır. 90’lı yılların ortalarına kadar da 700 Kürt insanı Hizbullah’ın saldırılarıyla katledilmiştir.
TC’nin Kürdistan özelinde Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı militarist bir yapı olarak kullandığı Hizbullah farklı suikast ve katliamlar içinde de kullanıldı. Hizbullah denilen bu yapının belli ölçüde misyonunun sonlanmasından sonra daha sonraki süreçte bazı elemanları tutuklandı. Hizbullah terör örgütü olarak tanındı. Ancak Hizbullah’ın kendisini sivil toplum kuruluşu olarak örgütlemesine devlet tarafından izin verildi. Mustazaf-Der çatısı altında kendi kitlelerini hep etraflarında tuttu ve örgütlülüğünü diri tutmak istedi. Aslında bu devletin Hizbullah’ı zor zamanlarda devreye koyarım tarzıydı. Sivil toplum kuruluşundan parti örgütlenmesine evrilmesi de mevcut devletin artık meydana çıkarayım tarzıdır. Yine 2010 sonrası AKP, Kürt Özgürlük Hareketimizi siyasal olarak Kürdistan’da tasfiye etme, iradesini kırmak için büyük girişimlere girmiştir. Hem muhafazakar hem de sözde Kurdi bir parti eliyle kendisine kanal açıp, kendini güç haline getirmek istiyordu. Hüda-Par ile sınırlı kalmadan Kemal Burkay’ı da bu stratejisi için kullandı. Hak-Par diye bir parti ile de bunu denemiş ve başarısız olmuştur. Bu yüzden Hüda Par kendisi için verili bir nimetti ki, Kürdistan’da tıpkı KDP gibi kendisine büyük destekler vermiştir. Her ne kadar isim değişikliği yapılmış olsa da Hizbul Kontra gerçeği hiçbir zaman Kürdistan gençliği ve halkının bilincinden silinmemiştir. Hizbullah her zaman Kürdistan hafızasında Hizbul-Kontra olarak yerini almıştır.
Yine AKP ve KDP ile de nasıl kirli bir ilişkileri olduğu bilinmektedir ve tetikçilik misyonunun verildiği açıktır. Bunu en son 6-7 Ekim serhildanlarında da gördük. Son süreçte de belli ki AKP-KDP’nin tekrardan tetikçilere duyduğu ihtiyaç nedeniyle Hüda-Par’ı devreye koyuyorlar. Kısacası siyasi bir örgütlenme olarak değil de, daha militarist bir oluşum ile Kürdistan’da 90’lı yılların konseptinden daha geniş ve daha aleni tarzda hareket edeceğini öngörmek zor olmasa gerek. Günümüzdeki Hüda-Par, 2013’teki Newroz kutlamalarının hemen sonrasında kutlu doğum haftası etkinlikleri adı altında saldırıya geçmişti. İlk saldırıyı da üniversite gençliğine karşı yapmıştı. Dicle üniversitesinde başlayan saldırılar, İstanbul üniversitesinde de aynı yöntemlerle tekrarlanmış ve farklı üniversitelerde ülkücü-faşistler üzerinden geliştirilmişti. Yine bu cinayetlerini Bakure Kürdistan ile de sınırlı tutmayarak, Başure Kürdistan’da da sürdürmektedir. Hizbullah’ın birçok elemanı, çetesi aktif olarak burada çalışmaktadırlar. Mitin cirit attığı Başurê Kürdistan’da yurtsever halkımıza karşı gerçekleşen suikastlar bu tetikçiler eliyle yapılmaktadır. Saldırılarda istihbarat ve silah desteği Parastın ve MİT’ten, tetikçilerin ise çoğunlukla AKP-MHP tarafından, Hüda – Par’ın askeri kanadı Hizbul-Kontra üyelerinden seçildiği bilinmektedir. Yine Hizbullah’ın Başurê Kurdistan’daki bazı İslami radikal örgütler ile temasını da KDP sağlamaktadır.
Kısacası Avaşin, Zap, Metina’da ki ihanetçi KDP ne ise; 90’lı yılların Hizbullah’ı ve günümüzde kendisini Amed merkezli olmak üzere Batman, Çınar, Mazıdağı başta olmak üzere birçok merkezde binlerce çocuğu yan-yan dizip İslam adı altında namazlar kıldırıp, fetvalar veren, milliyetçiliği aşılayan, ÇEDES projeleri ile Talabani ideolojisini devreye koyan Hüda-Par zihniyetinin birbirinden hiç bir farkı bulunmamaktadır. Kendilerini Kürt İslamı’nın temsilcisi olarak da adlandırsalar, Kürt milliyetçisi olarak da belirtseler hem kanlı ve vahşi geçmişleri, hem de bugün oynadıkları rol itibari ile AKP-MHP’yi de aşan boyutta derin devletin Kürdistan’da ki kontra gücü haline gelmişlerdir. Hizbullahçıların zindana girişi ve çıkışları da bu konsept dahilindeydi.
Önder Apo; Hizbullahçıların zindandan bırakılmasını görüşme notlarında; “Hizbullah meselesini takip etmeye çalışıyorum. Bu nasıl olur, Diyarbakır’a nasıl yaparlar bunu! Diyarbakırlılar buna nasıl müsaade eder? Bu katilleri, canileri, vahşice cinayet işleyenleri -işte insanların cesetleri çuvallarda, yer altında çıkarılıyordu- bırakıyorlar ve halaylarla, kutlama havasında karşılanıyorlar! Bütün bunlar Diyarbakır’da oluyor. Diyarbakır on binlerce evladını verdi. Orada gençlerimizi vahşice doğradılar. Anlamıyorum, Diyarbakır’da nasıl oluyor bunlar, Diyarbakır’da yüzde seksen oy alınıyor, nasıl oluyor? Diyarbakır halkı yurtseverdir, bilinçlidir ama demek ki örgütlenemiyorlar, onlara öncülük yapılamıyor! Bunların bu şekilde bırakılması tesadüf değildir, bazı şeylerin hazırlığı yapılıyor olabilir. Bu adamlar sıradan suçlular değildir. Bu katilleri öyle sıradan suçlularmış gibi bırakamazlar. Eğer bizimkilerin içinden böyle benzer canice işler yapanlar varsa onları da bırakmasınlar. İşte o Konca Kuriş meselesi hafızalardadır, kadını ne şekilde öldürdükleri biliniyor. Sanırım farklı feminist düşünceleri de vardı. Aslında vahşice katledilen Konca Kuriş şahsında katledilen bütün kadınlardır. Türkiye’de Sol, MHP’nin ulusal-milliyetçiliği kullanılarak ezildi, marjinalleştirildi, bu hale getirildi. Bugün aynısını siyasi İslam kullanılarak Kürt hareketine yapmak istiyorlar. Bunu görmek ve uyanık olmak gerekir. Bu nettir. Bu Hizbullahçıların bırakılması, bu binlerce imam kadrosu, bölgedeki cemaatler, özel paralı ordu kurulması vb. çabalar hep zamanında Sol’u milliyetçilikle bitirdikleri gibi demokratik Kürt hareketini siyasal İslam’la bitirmek için yapılan bilinçli politikalardır ve birbiriyle bağlantılıdır.
Sormak gerekiyor bu Hizbullahçıların arkasındaki para nereden geliyor? Artık eski klasik sömürge yöntemleri kullanılmıyor, küresel finans bütün dünyaya hükmediyor, dizayn ediyor” demektedir. Önderliğin yapmış olduğu tüm öngörülerin nasıl somutlaştığını tüm Kürt halkı ve gençliği görmektedir. Şimdilerde de din adı altında Kürdistan da halkımızı ve gençliği ajanlaştırmaya çalışan bu çete örgüt dini öne sürerek, din adı altında halkımıza el atmaya çalışmaktadır. Aşılamaya çalıştığı aslında DAİŞ zihniyetidir. Rojava’da, Şengal’de ‘’Allah u Ekber’’ tekbirleri ile binlerce kadına tecavüz edip, pazarlarda satan en ahlaksız savaş yöntemlerini devreye koyan zihniyeti yaratmak istemektedirler. Bu yol ve yöntemlerle Kürt gençliğini ve halkını inanç sömürüsü temelinde devrimden kopartma, yurtseverlik duygularından uzaklaştırmak ve her bir genci bir ajan konumuna getirme amaçlanmaktadır. Amed gibi yurtseverliği ile bilinen bir şehrimizde gençliğin mafyaya bulaştırılması, halktan haraçların kesilmesi yine diğer alanlarımızda da uyuşturucudan, fuhuşa sürüklenen genç kadınlara kadar yaratılmak istenen aynı çete zihniyetidir. Yurtsever Kürdistan Gençliğinin de asıl görevi burada ortaya çıkmaktadır. Geçmişin kanlı tetikçilerinin Kürdistan’da hiçbir şekilde barınmalarına izin vermeyerek, halkımız üzerindeki yumuşak görünümlü ahlaksız yöntemlerine karşı kesintisiz bir mücadele içerisinde olunmalıdır. Kürt gençliği dinine ve inancına sahip çıkmak istiyorsa bu dinsizlere ve imansızlara karşı mücadele etmeyi kıblesi olarak görmelidir.
Kaynak:Yurtsever Gençlik Dergisi