19 Ağustos’ta AKP-MHP faşizmin Bakurê Kürdistan’ın üç önemli şehrinin belediyesine valilerini daha doğrusu sömürge memurlarını kayyum olarak atadı. Soykırımcı sömürgeci sistemin ruhundaki Kürt düşmanlığının dolaysız bir örneği olan bu saldırı aynı zamanda faşizmin demokrasiye düşmanlığını apaçık ortaya serdi. Daha dört ay önce yapılan bir seçimin sonuçlarını tamamen zora dayalı olarak iptal eden AKP-MHP faşizminin darbeler dışında bir politik hamlesinin olamayacağı bir kez daha açığa çıktı. Bu karar Önderliğimizin evrensel hukuk ve demokratik yöntemleri esas alarak sorunları daha da derinleştirmeden çözme iradesinin karşısında devletin yok etme dışında bir politikası olmadığını bu hamle göstermiştir. Bu darbe ile çıplak zora dayanan ve dört yıllık süreçte sürekli siyasi darbe yaparak iktidarını sürdüren AKP-MHP faşizminin zerreyi miskal bir meşruiyeti kalmadı.
Türk devleti kuruluşundan bu yana ortalama bir ulus devletin sahip olduğu hukuki düzene sahip olmadı. Kürt soykırımının rejimin içkin niteliği olması nedeniyle demokrasi ve evrensel hukuk açısından kapitalist modernitenin yetersiz ve daha çok çarpıtma amaçlı ilkelerine bile yaklaşamadı. Fakat AKP-MHP faşizmi hukuksuzluk açısından TC’nin 95 yıllık tarihinde çok üst bir noktaya taşıdığı tartışmasızdır. Anayasa ve yasalar faşist keyfilik açısından gereksiz bir prosedürler anlamına gelmektedir. Hukuk kendi politikalarını resmileştirme dışında bir anlam taşımadığı için aslında faşizmin pratiklerini ele alırken hukuksuzluk düzleminde değerlendirme yapmaya gerek yoktur. Kayyum kararı Türkiye’de asgari bir hukuk düzenin kalmadığını bir kez daha göstermiştir. Nitekim İçişleri Bakanlığının kayyum kararına gerekçe olarak paylaştıkları argümanlarda bırakalım hukuki bir zemin en ufak bir tutarlılık emaresi bile yoktur.
AKP-MHP faşizmi bu darbeyi zayıf olduğu ve daha da zayıfladığı için yapmıştır. 31 Mart seçimleri ve ardından tekrarladığı İstanbul seçimlerinde görülen bu zayıflık sıkışmışlık faşizmi afallatmıştır. Faşizm bu durumda iktidarını sürdürmek için yapabildiği tek şeye bir kez daha sarılmıştır; Kürde dair her şeye saldırı. Başur’da Rojava’da ve zaten hiç ara vermediği Bakur’da saldırılarının çeşitlendirmiştir. Başur’da askeri işgal, Rojava’da tehdit ve diplomatik manevralarla devrimi sıkıştırma ve Bakur’da bir kez daha belediyeleri gasp etmesi faşizmin hala etkili olmak için Kürt soykırımından medet umduğunu göstermektedir. Faşizm zayıflamış fakat çözülmemiş, dağılmamıştır. Bu nedenle sonuç almayacak olsa bile daha da azgınca saldırabilir. Nitekim kararı televizyon kanallarında çok önemli bir operasyon gibi sunan, haritalarda parmak hareketi ile kendi askerlerini ölüme sürükleyip, katliam kararları vermekten başka bir pratiği olmayan eski komutanlardan biri, bu hamlenin Kürdistan’ın dört parçasında yürütülen işgal ve soykırım saldırıları ile birlikte ele alınması gerektiğini ifade etmiştir. Kürt düşmanlığının bu açık itirafı faşizmin boşa çıkacağı net olan genel saldırı konseptini de göstermektedir.
Kürt halkının sürekli topyekûn direnişi, ekonomik kriz, uluslararası arenadaki yalnızlık ve artık gizlenemez olarak Türkiye toplumunun çoğunluğunun faşizme onaylamaması AKP-MHP için sürenin bittiğini göstermektedir. Can havliyle yoğunlaştırdığı bu saldırıların da derdine deva olmayacağı kesindir. Kayyum atayarak Kürt halkının iradesini mi kıracak? Halkın demokratik siyasete bundan sonra da oy vermesini bu şekilde mi engelleyecek? Bu şekilde Kürt halkının soykırım bıçağına boynunu uysallıkla uzatmasını mı sağlayacak? Bu saldırı da elde edebileceği kısa vadeli sonuç 2016’dan beri belediyelerde sürdürdüğü yağma düzenini bir süre daha sürdürmek olacaktır. Halkın birikimleri yandaşlarına peşkeş çekilecek, halkın yerel hizmetlerden mahrum kalması sağlanacaktır.
Öte yandan faşizm kürde düşman olduğu kadar demokrasiye de düşman olduğunu bu kararla bir kez daha göstermiştir. Faşizminseçimden anladığı kendi soykırımcı politikalarına halktan onay aldığı izlenimini uyandırmaktır. Yoksa halkın gerçek iradesi ile ilgilenmemektedir. Zaten faşist zihniyetin seçimleri içselleştirmesi söz konusu olamaz. Faşizm için seçim o kazanırsa bir anlamı vardır. Bu zihniyete göre kitleler sürüdür. Doğal olarak güdülmeleri gerekir. Kendileri de yönetmek için doğmuşlardır. Aslında seçimi bile yeterince güçlendiği zaman ortadan kaldıracağı gereksiz bir formalite olarak görür. Bu nedenle faşizm seçimlerde hile yapmakta hiçbir beis görmez, seçim sonucunu beğenmediğinde iptal eder, o da olmazsa seçilenleri görevden alır ve yerine kendi kapıkullarını atar. Bu açıdan kayyum saldırısını Kürdistan’dan Türkiye’ye doğru daha da geliştirebilir. Bu açıdan onu durdurabilecek olan yegâne potansiyel güç antifaşist demokrasi ittifakıdır.
Öte yandan faşizmin yükseltilecek bütünsel bir direnişle aldığı bu karara bin pişman hale gelmesi büyük bir olasılıktır. İlk günkü eylemlerde anaların polis saldırısı altındaki tutumları bunun işaretidir. Her türlü saldırıya rağmen demokratik eylemde, serhildanda ısrar etmek bu sonucu doğuracaktır. Kürt halkının onun iradesini hiçe sayan bu kararları kabul etmeyeceği ve bu faşizmi kıracağı nettir. Fakat demokrasiye duyarlı her kesimin hareket geçmesinin önemi büyüktür. Antifaşist direniş yaygınlaşıp derinleştikçe faşist şeflerin hesap günleri gelecektir. Direniş büyütüldükçe bu sonuç her gün daha da yakınlaşacaktır.
Kendal BAGOK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi