HABER MERKEZİ
Maraş yöresinde kutsal kabul edilen Elif Ana türbesini her yıl binlerce insan ziyaret eder. Yolun bilgeleri Elif Ana’yı Alevilik yol erkânına göre “hakikat kapısına ulaşmış, hakikatin sırrına ermiş bir kadın” olarak görür. Ancak Elif Ana’ya bir kadın olarak tapınmayı getiren asıl gerçeklik ise, toplumun tarihten günümüze taşıdığı değerler, yani doğal topluma duyduğu inancın halen korunuyor olmasıdır.
Bu inanca göre toprağa, doğaya, evrene ve onun kaynağı olarak görülen anaya yüz sürmek öze, yani hakikate yüz sürmektir. Ana bir anlamda toprakta saklı kalan tarihin, geçmişin, anın ve geleceğin toplam kimliksel ifadesidir. Bundandır ki Elif Ana, toplum tarafından sahiplenilir, korunur ve dokunulmaz bir yere konur. Bir anlamda onun şahsında toplum kimliksel değerlerini kutsar. Yörede her insanın mutlaka onunla ilgili anlatacak bir hikayesi vardır. Bu hikayeler bir nevi toplumun yaşatmak istediği doğal kültürün, ahlakın simgesel ifadeleridir. Kaybedilmek istenmeyen tarihsel hafıza Elif Ana şahsında yeniden canlandırılır.
FATE RESKızılbaş Alevilikte desturun önce anadan alındığı, ananın destur vermediği hiçbir eylemin geçerliliğinin kalmayacak olması, tarihsel olarak kadınların toplumdaki yerine dair en yalın örnektir. Bu anlamda belirginleşen kadın semboller hem toplumsal kimlik, hem toprak, hem kadın, hem de Kürdistan’dır.
Aynı dönemlerde Maraş katliamını yaşamış, bu topraklarda soykırımın izini süren ve buna karşı isyan eden Besê Anuşlar da hakikat arayışının tarihsel halkalarıdır. Besêler, Zübeyde Sönmezler ve daha nicesi, kadınların direngen damarının güncel duraklarıdır. Sonrasında bu topraklar Fidan Doğan gibi hakikat aşıklarına da tanıklık edecekti. Tabii bu gelenek başka bir kadın geleneğinin de hatırlatıcısıdır.
18. yüzyılda kendi ordusunun başına geçen ve mücadele eden Sinemilli Aşiretinin öncüsü Fate Reş’a kendi zamanında “Amazon kadını” denirdi. O da tarihsel olarak akıp gelen doğal toplum geleneğinin başka bir kadın durağıdır. O günden günümüze kadınlar kendi toprakları, kimlikleri ve onurları için mücadele ettiler, savaştılar.
Şimdilerde ise bir süredir Terolar merkezli başka bir kadın direnişine tanıklık ediyoruz. Direnişin ilk günlerinde fotoğraf karesine yansıyan postallılar ve önlerinde oturmuş bir yaşlı ananın BESEY ANUS1fotoğrafıdır herşeyi anlatan. Adının Eme Ana olduğunu öğrendiğimiz o yaşlı kadının oturuşunda, bu topraklar için isyan etmiş Kürt Özgürlük Hareketi’nin ilk kadın gerillalarından Besê
Anuşların “toprağınıza, ovanıza, kimliğinize sahip çıkın” sözünün tarihsel mirası vardır. Kadın şahsında sınanan insanlık bir kez daha toprakla özdeşleşen tarihsel belleği hatırlatıyordu. Terolar, yani Pazarcık’ta yapılmak istenen “mülteci kampına” karşı ayakta duran onlarca polisin önünde oturan yaşlı anamız Eme Ana’nın hakikatidir bizi köklerimize çağıran.
Eme Ana o fotoğrafta, işgalci devlet güçleri karşısında kelimelerin beceriksizliğini örtmek ister gibi “ben buradayım” demektedir. Tek başınalık, çoraklaşmış bir yüz ve uzaklara bakan gözlerin geçmişi arar gibi işgalcilerle ayrı yönlere bakması hepimize yapılmış “kökler” adına derin bir hatırlatmadır.
Bu “An” sadece direnişin değil, aynı zamanda kaygının, tarihsel hafızanın, zulmün, barbarlığın da simgesidir. Eme Ana, derin bir hüznün, acının da anlatıcısıdır da; bu toprakların son kadim halkı olan Kürt-Kızılbaşlar adına, kendilerinden önce kırımdan geçirilen Ermenilerin, Süryanilerin tarihsel acılarını da yüklenmiş, soykırımlara karşı direnişin ve haykırışın da son halkası gibidir.
Kızılbaş Kürtlük adına birçok değerin saklı tutulduğu, devlet ve iktidar dışı kalmış, egemenliğe karşı sürekli kendi toplumsallığını koruma mücadelesi vermiş bu insanlar, Maraş kıyımından sonra parçalanmış, örselenmiş hakikatleri için direnmekte. Doğaya, kuşa, otlara, ağaçlara, taşa, toprağa niyaz ederek evrenle uyumlu olmayı benimseyen, “can” olma felsefesiyle kadın ve erkeği eşitleyen, kıblesini insana dönmüş ve yüzünü sevgiye sürmüş olan bir inancın tarihsel var olma mücadelesidir anlatılmak istenen.
TEROLAR 31854 yılında ABD Başkanı Franklin Pierce Kızılderililerden topraklarını beyaz yerleşimcilere vermelerini istemesine karşılık “beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakıyor. O’nun bu ihtirası toprakları çölleştirecek ve her şeyi yok edecektir. Merak ediyoruz ki gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz ki?” diyen Kızılderililerin mirasıdır anlaşılmak istenen. O topraklar erkek egemen akıl tarafından bir kez daha gasp ve talan edilirken, saldırı altında olan doğanın, toplumun ve kadının hakikatidir. Elbette ki her zulüm kendi karşısında dün olduğu gibi bugün de kendi direnişçisini de yaratacaktır…
Rojda Yıldırım
KAYNAK: Newaya Jin