HABER MERKEZİ
‘İlk kez kent merkezleri tank ve toplarla vuruldu’
Baskı, inkar ve katliam üzerine inşa edilen Türk Ulus Devleti, tarihinin en kirli katliamlarından birini, 2015-2016 yılları arasında Kürt halkının özyönetim mücadelesi verdiği dönemde gerçekleştirdi. İlk kez kent merkezleri tanklarla, toplarla, ağır savaş araçlarıyla yerle bir edildi. Bu saldırılara direnen insanlara karşı, ilk kez oldukça aleni bir şekilde katliam yapılarak, toplu halde insan yakmalara varan savaş ve insanlık suçları işlendi. Irkçı ve dinci bir ceberrut olan Recep Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu devletin canlı yayınlarda tüm dünyanın gözü önünde savaş suçu işleyerek kendisi açısından da son derece riskli olan böylesi bir katliam operasyonunu göze almasının nedeninin, özellikle direnişte en ön saflarda yer alan ve büyük bedel ödeyen gençlik açısından doğru anlaşılması hayati önemdedir.
‘Direniş gençlerin bedeninde eyleme dönüştü’
Düşünen, akabinde bir karara varan sonrasında da eyleme geçen bir varlık olarak insanın her devinimi şüphesiz bir ruha yaslanır. Ruh, soyut bir olgu olmasına rağmen doğar, beslenir, büyür, olgunlaşır ve yücelir. Büyük bir askeri güce ve barbarlık geleneğine sahip bir ordu karşısında Cizre ve özsavunma direnişi içerisinde yer alan diğer Kürt şehirlerinde direnen Kürt gençlerinin bedeninde eyleme dönüşen ruh, Kürdistan’da bir türlü kökü kazınamayan ve giderek büyüyen zafer ruhudur.
‘Saldırı karşısında devlet, gençlere diz çöktüremedi’
Devletin 10 bin özel eğitimli asker, polis ve her türlü ağır savaş aracı ile kuşattığı Cizre’de, 14 aralık 2015 tarihinde başlayan ve 79 gün süren sokağa çıkma yasakları boyunca bindirilmiş ölüm kıtaları her geçen gün vahşetin düzeyini daha yükselterek acı ve ölümün en korkunç biçimlerini Kürt halkına yaşattı. Çünkü üzerlerine gelen, onca askeri güce karşı boyun eğmeyen gençlerin direnişi karşısında çaresiz kalan devlet güçleri, yaşattıkları acının, tüm bir halkın asi çocuklarına ibret olmasını umuyorlardı. Ancak hiçbir şekilde o ruha diz çöktüremediler. Cizre’deki özsavunma direnişinin her anında ve şehrin her karışında o ruh ve o ruhun ortaya çıkardığı kahramanlık hikayeleri çıktı karşımıza.
‘Cizre’de sokakların artık bambaşka bir anlamı var’
Her bir sokağın bir hikayecisi olsa ve sabahlara kadar sokakların hikayelerini anlatsa, sanırım o sokaklardaki gerçek ruhu, psikolojiyi dile getiremez. Böylesi bir durum sanırım bir ilktir. Zira hepsinin o kadar çok özel hikayeleri, unutulmaz kahramanları var ki. Sokak denilince insanların zihninde canlanan imge ile, bu sokakların insanı; ya da en azından benim zihnimde uyandırdığı imge aynı değildir. Bu sözünü ettiğimiz sokakların kendi kalıbına sığmayan bambaşka bir ruhu vardı. Ne demek istediğimin anlaşılması açısından Cizre’deki bir anımı aktarmak isterim.
‘Kürt Özgürlük Hareketinin ideolojisi ve felsefesi gençlerde düşünme ve analiz etme bilinci aşıladı’
“Büyük bir askeri güçle kuşatılan Cudi mahallesindeki bombardıman nedeniyle yaralanan insanların mahalleden tahliye edilmesine izin verilmemesi üzerine bir grup arkadaşla, 20 Ocak 2016 tarihinde Cudi mahallesine geçtik. Mahallede bulunan 6-7 yaralı insan ile 3 cenazeyi yanımıza aldıktan sonra dönmek üzereyken 18-19 yaşlarındaki bir gençle yüz yüze geldim. O iklimin yarattığı üzgün ama sevecen bir ifadeyle, “Bu mahalle kuşatılmış, buradan sağ çıkmanız imkansız gibi, bizimle çıkabilirsin buradan” dedim. Ben öyle deyince yüzünde bir gülümseme beliren genç, ‘Heval bu vahşi düşmanın yıllardır halkımızın başına neler getirdiğini bilmiyor musunuz? Barbarlara karşı mücadele vermek kolay değil, biz burada 2 bin insanda ölebiliriz. Ama onlara boğun eğmeyeceğiz, halkımız böyle bilsin’ dedi. Ölümün nefesini ensesinde hissederken belki ilkokula gitme imkanı dahi bulamamış o gence, özgürlük-emek-bedel diyalektiğini o veciz sözle söyleten erdem ve bilinç nasıl oluştu? Peki nedir bu sokakların hikayesi? Bu sokakların hikayesini anlamak için sanırım tarih ve doksanlı yıllar epey yardımcı olacaktır. O sokakları dolduran gençlerin çoğu 1990’dan sonra doğan ve karanlık yılların travmalarını kendi ailelerinde yaşayan gençlerdi. Her ne kadar 1990’lı yıllardaki o trajediler yaşanırken onlar o zaman bir anlam vermedilerse de, aslında bütün bu yaşananlar onların bilinçaltına yerleşmişti. Bilinçaltında sıkışan bu gerçeklik zamanla bilince çıkmaya başladı. Bunun bilince çıkmasında tabi ki çevresel faktörlerle birlikte onlarda oluşan bilinçlenme ve dünyayı okuma, algılamaları da etkili oldu. Dış faktörlerin başında da tabi ki Kürt Özgürlük Hareketinin ideolojisi ve felsefesi o gençlerde düşünme ve analiz etmede etkisi olmuştur.
‘Cizre, Kürt yurtseverliğinin en etkili merkezidir’
Hendek ve barikatların başında ortaya çıkan direnişin ruhunun oluşumuna neden olan diğer temel etkenlerden biride tabi ki o gençlerin ailelerinden aldıkları yurtseverlik kültürüydü. Zira Kürdistan coğrafyasının ortalarında yer alan Cizre, tarihte hep Kürt yurtseverliğinin en etkili merkezlerinden biri olmuştur. Kürt Özgürlük Hareketinin ortaya çıkmasıyla da bu gerçek daha da kendini belli etti. Cizre mevcut yapısı nedeniyle son 30 yılda binin üzerinde çocuğunu özgürlük mücadelesi saflarında yitirdi. Bedel ödedikçe de sürekli büyüyen bir kavrayış gücü ve politik kimliğe sahip oldu. Bu özelliğiyle Cizre’nin sömürgeci, katliamcı ve hileci politikalara karşı refleksi hep güçlü olmuştur.
‘Devlet, diyalog ve müzakere sürecine oyalayıcı ve hileci politikalarla yaklaştı’
Devlet ile Kürt Özgürlük Hareketi arasında 2013 yılından itibaren daha görünür bir şekilde devam eden diyalog ve müzakere süreci, TC hükümetinin oyalayıcı ve hileci politikaları nedeniyle bir türlü ilerlemiyordu. Devlet somut herhangi bir adım atmıyor, Kürtlerin en doğal hakkı olan ana dilde eğitim hakkı bile bir karşılık bulmuyordu. Bizzat Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yol haritasını belirleyerek yürütmeye çalıştığı ve devam etmesi için büyük çabalar sarf ettiği müzakere ve diyalog sürecinin sürüncemede bırakılması, verilen sözlerin yerine getirilmemesi, Dolmabahçe Mutabakatının uygulamaya konulmaması gibi negatif gelişmeler, Kürt toplumunda ve Kürt gençliğinde tepkilere neden oldu. Öte yandan Kobâne zaferinin yarattığı motivasyonun etkisiyle 7 Haziran 2015 tarihinde, Türkiye’de yapılan genel seçimlerde ortaya çıkan tablo, egemenlik sistemi için büyük bir hüsran anlamına geliyordu. Çünkü programını büyük oranda Abdullah Öcalan’ın siyasal önermelerinden oluşturan HDP, tüm engelleme ve sabotajlara rağmen büyük bir başarı elde etmiş bunun sonucunda da AKP artık tek başına iktidar kuramayacak kadar gerilemişti.
‘Hükümet yenilgisini saldırarak gösterdi’
Çatışmaların olmadığı, insanların ölmediği bir dönemde kaybeden AKP ve onun temsil ettiği TC Ulus Devleti, 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren Kürt halkına karşı savaş kararı aldı. Bu tarihten sonraki günlerde Kürdistan coğrafyası tekrar savaş uçaklarıyla bombalanmaya başlandı. Tekrar siyasi soykırım operasyonlarıyla kısa bir süre zarfında sayıları binleri bulan yurtsever siyasetçi gözaltına alındı. Kürt halkının bin bir emekle ortaya çıkardığı demokratik yaşam kurumları, yöneticileriyle birlikte devletin hedefi haline geldi. Eş zamanlı olarak Erdoğan, ülkede Kürt ve demokrasi sorunun olmadığını belirterek Dolmabahçe Mutabakatını da inkar etmeye başladı.
Yani yenilmiş bir hükümdar, en güçlü olduğu bir dönemi yaşayan bir halka teslim olmayı dayatıyordu.
‘Hendek ve barikatları kuran ruh, panzer ve tanklara taş ve molotoflarla kafa tutan ruhtu’
Toplumun en dinamik tabakası olan gençlik, artık devletin niyetinin çözüm sürecini sürdürmek olmadığını anladı. Bu tarihten sonra hendek ve barikatlar bir savunma hattına dönüşmeye başladı. Katliam, tutuklama ve yıkma amacıyla mahallelerine gelecek devlet güçlerine izin verilmeyecekti. O sokaklardaki hendek ve barikatları kuran ruh, panzerlere, tanklara taşlarla, molotoflarla kafa tutan ruhtu. Cizre’nin sokaklarında, caddelerinde panzerlerle alay edercesine kafa tutan o çocuklar, artık birer genç olarak ellerine silah alıp kendilerini ve sokaklarını o panzerlerden, tanklardan korumaya karar vermişlerdi. Onlar o sokaklarda fedai bir ruh ile gece gündüz bekliyorlardı. Kendilerini yeni bir geleceğin inşacısı ve kurucusu olarak görüyorlardı. Bu azim ve istek ile o barikatların arkasında duruyorlardı. İradeleri gerçekten güçlü ve ben bunu gördüm, devlette bunu gördü ve bu iradeli duruş karşısında sarsıldı. İradesi ve inancı dışında silahı olmayan gençler üzerine ordular sürerek fetih ilan etti.
‘Halkımızın onurunu çiğnetmemek için günlerce direndik’
Cizre sokaklarındaki hikayelerin hepsi, esarete tahammülü olmayan bir bilinç, kahramanlık, irade ve erdem doluydu. Rastgele herhangi bir hikayeyi alıp bakın, tüm bu özellikleri bulursunuz, 20 Ocak tarihinden sonra mahalledeki gençlerle buluşma imkanımız kalmadı. O tarihten sonra mahalle çok daha korkunç bir ablukaya alındı. Ocağın soğuk bir son gecesinde, telefonum bende kayıtlı olmayan bir numara tarafından arandı. Telefonu açtığımda bitkin ve genç olduğu anlaşılan bir erkek sesi geldi karşıdan. Selam verip mahalleden aradığını söyledikten sonra Halkın sahiplenme düzeyini, Kürt halkının ablukayı kırmak için Cizre’ye gelip gelmediğini sordu. Koşullar ve mevcut durum nedeniyle kendilerine ulaşmanın güç olduğunu, insanların yollarda bekletildiğini aktardım. O esnada silah sesleri onun kısık sesini bastırıyordu. Telefonu kapatmadan önce 3 arkadaşıyla Sur mahallesindeki bir evde kuşatıldıklarını, dışarıya çıkma imkanlarının olmadığını ve her an öldürülebileceklerini ifade etti. Aramızda 300 metre olduğu halde ulaşamadığım bu gencin bir ömür boyunca unutamayacağım, kırgınlık barındıran sözleri şu oldu; “Halkımızın onurunu çiğnetmemek için günlerce direndik. Artık takatimiz kalmadı. Bizi öldürecekler. Biz halkımızı korumak için onurla direndik ama halkımız bizi koruyamadı.” Bu sözler her şeyi özetliyordu.
‘Devlet, gençlerin iradesini kıramayınca tarihin en vahşi katliamını uyguladı’
Büyük bir barbarlık birikimine sahip devlet, gençlerin iradesini kıramayınca 22 Ocak 2016 tarihinden itibaren tarihin en vahşi katliam biçimlerinden birini uygulamaya başladı. O tarihe kadar elinde silah ile barikat başlarında direnen gençlerin neredeyse tümü toprağa düşmüştü. Ama şehirde, elinde silah olmadığı halde faşizme karşı büyük bir irade ile direnen daha çok genç vardı. Bu gençlerin önemli bir kısmı, Cizre halkına karşı girişilecek olası bir katliama karşı canlı barikat olmak üzere ülkenin bir çok üniversitesinden toplanarak gelen öğrencilerdi. Yine bu insanlar arasında, oradaki direnişi haberleştirmek için gelen gazeteciler, direnen insanlara moral vermek için gelen sanatçılar, onlara yemek yapmak için gelen halktan insanlar, ayrıca kentin toplumsal kurumlarında çalışan, yürütmesinde yer alan insanlar vardı. Günlerce süren açlık ve susuzluktan dolayı bedeni bitkin düşmüş, daha sonrada top atışlarının bombardımanı sonucunda çoğu yaralanmış olan onlarca insan, 22 Ocak tarihinden itibaren binaların bodrumlarına sığınmaya başladı. Adresleri kamuoyuyla paylaşılan 3 ayrı adreste bulunan toplam 143 insan, 30 Ocak ile 11 Şubat tarihleri arasında, üzerlerine yanıcı maddeler dökülerek yakıldı.
‘Devlet onca barbarlığa rağmen o barikatlarda direnen insanlara diz çöktüremedi’
Kürdistan kentlerinde zulüm sistemine karşı özsavunma mücadelesi içerisinde yer alan yüzlerce genç, günlerce süren kahramanca direnişten sonra toprağa toprağa düştü. Devletin psikolojik savaş birimleri ve politik kavrayışı güçlü olmayan, salt duyguları ile hareket eden kimi çevreler, devletin direniş mekanlarını orada direnen insanlarla birlikte yok etmesi gerçeğine bakarak yenilenin direnişçiler olduğunu söylüyor. Oysa gerçek bunun tam tersi; devlet onca barbarlığa rağmen o barikatlarda direnen insanlara diz çöktüremedi. 60 arkadaşıyla sığındığı bodrumda öldürülmeden birkaç saat önce telefonla sesini halka ileten Mehmet Tunç, “Ayaklarına kapanırsak canımızı bağışlarlar belki. Seyit Rıza’nın, Şêx Seîdin torunlarıyız. Kemallerin, Hayrilerin yoldaşlarıyız. Onlar diz çökmedi bizde diz çökmeyeceğiz. Halkımızın onurunu şahsımızda ayaklar altına alınmasına izin vermeyeceğiz. Halkımız bizimle gurur duysun” dedi.
‘Zorbalık düzeni en kırılgan, en korunaksız, en zayıf zamanlarını yaşamaktadır’
Bir direniş geleneğini ortaya çıkaran bu ruh egemenlerin korkulu rüyası oldu. Devlet kentleri yerle bir edebildi. Halkın evini başına yıkabildi ancak bunu yapınca siyasal olarak yenildi. O zaman iktidarın ortağı olan klikleri darbe mizanseniyle öldüresiye birbirine düşüren siyasal kriz, bugün ulus devleti yıkıma götürecek korkunç bir ekonomik krize dönüşmüş durumda. TC Ulus devleti, halkın direnişini boğmak için faşizmin en koyu biçimine başvurdu. Faşizm bir toplumsal sistem değil. Krizleri biriktirerek büyüten bir yıkım sistemidir. Zorbalık uygulamalarıyla toplum boğulmaya çalışılsa da zorbalık düzeni en kırılgan, en korunaksız, en zayıf zamanlarını yaşamaktadır.
Halkımızın onuru ve değerlerini yüce bir ruhla savunurken toprağa düşen gençlerimizi saygı ve minnetle anıyorum.
Faysal Sarıyıldız