HABER MERKEZİ
Özgür düşünceli olmak, özgür birey olmayı, özgür toplum olmayı ifade ediyor
PKK’nin iktidar ve devlet sisteminden kopuş gerçekliği, dolayısıyla felsefi, ideolojik duruşu, kopuşu çok keskindir, radikaldir. Bu şu anlama geliyor: Böyle bir düşünce sistemi ve onun yarattığı eylem daha bütünlüklüdür, daha kalıcıdır, daha çok yayılmacıdır, daha çok kazanımcıdır. Mutlaka her koşulda karşıtlarıyla mücadele edebilir, sürekli kendisini yayabilir, geliştirebilir. Şimdi, “Böyle bir hareket haline nasıl geldi? Bir gençlik örgütünden tüm Ortadoğu’yu, dünyayı bu düzeyde etkileyen bir hareket haline nasıl evrildi?’’ sorusuna verilecek önemli bir cevap bu. PKK gerçeğinin, onu temsil eden Önderlik gerçeğinin felsefi, ideolojik, teorik olarak, politika ve askerliğe dönüşen karakter olarak doğru anlaşılması lazım. Başka hareketlere bakarak, PKK’yi onlarla özdeşleştirmemek, “PKK de onlardan bir tanesidir’’ biçiminde yaklaşıp ona göre anlamamak lazım. PKK’nin farklılıklarını, özgünlüklerini bu noktada görmek gerekiyor. Önemli bir durum ve birinci etken kesinlikle bu. Başka yerde aramamak lazım. PKK’yi PKK yapan, bu kadar geliştiren temel karakteri, temel sırrı burada aramak lazım.
İkinci bir boyut olarak, tabii Kürdistan ve Kürt gerçeğiyle bağını, onların özellikle 20. yüzyılda yaşadığı gerçekliği doğru görmek gereklidir. Tarih boyunca, en azından yakın bilebildiğimiz tarihsel süreçler boyunca, son yüzyılda Kürtlere dayatılan soykırımın hiçbir topluma dayatılmamış olduğunu görüyoruz. Evet, soykırım sadece Kürtlere dayatılmadı, İttihat ve Terakki yönetimi tarafından Osmanlı İmparatorluğu sistemi içerisinde yaşayan birçok halka soykırım dayatıldı. Başta Ermeniler olmak üzere Rumlara, Asuri-Süryanilere soykırımlar dayatıldı ve ağır katliamlarla, tehcirler uygulandı. Fakat söz konusu soykırımların maddi boyutu daha fazla öndeydi. Soykırımlarda iki temel yöntem uygulanmıştır. Katliam ve tehcir; yani sürgün, yurttan kovulma. Kürtlere dayatılan soykırım bundan daha öte bir gerçekliği ifade ediyor. Evet, katliam diğerlerine dayatıldığından daha çoktur, tehcir diğerlerine dayatılandan daha fazladır. Ermenilere dönük tehcir biraz daha planlı, örgütlü olmuş, tümüyle ülkenin dışına bir anda göçertme, sürme biçiminde yaşanmıştır. Yine Rumlara katliamlar yaparak, mallarına-mülklerine el koyarak kaçırtma biçiminde olmuş. Asuri-Süryanilere de benzerdir. Kürtlere bu tehcir biraz daha farklı uygulanıyor. Sürece yayılmış olarak; ekonomik, siyasi, askeri, bütün boyutlar kullanılarak uygulanıyor. Ama yine de tehcir benzerdir.
Onun ötesinde iki boyut daha vardır. Bir, demografinin değiştirilmesi; tümden katletmiyor Kürt toplumunu, tümden sürgün de etmiyor, tehcire de uğratmıyor. Ama yoğunlaşmasını azaltıyor, o ortama farklı toplulukları getiriyor, yerleştiriyor. Türk topluluklarını ve farklı toplulukları getirip onları da Türkleştirerek yerleştiriyor. Böylece Kürtleri azınlık, Kürt olmayanları çoğunluk haline getirerek orada bir Türk uluslaşması yaratmayı öngörüyor. Böylece Kürdü de Türk uluslaşmasının bir parçası yapıyor. Yani yoğunluğu azaltılmış, azınlık durumuna düşürülmüş Kürdü, Türkleştirmeyi öngörüyor. İkincisi ise asimilasyondur. Kürt soykırımının özünde asimilasyon vardır. Asimilasyonun özü de sanıldığı gibi Kürtçeyi unutup, Türkçe konuşmak değildir. Salt dil asimilasyonu değildir uygulanan. Asimilasyonu sadece dil boyutunda ele almak, onu çok daraltmak, hafifletmek oluyor ki, günümüz dünyasında bu çok bir anlam ifade etmiyor. İnsanlar ve toplumlar tek dilli olmaktan uzaklaşıyorlar. Dünya küçülmüş, bir köy haline gelmiş. Bu sadece iktidar ve devletleşme sistemi açısından böyle değildir. Toplumsallaşma açısından da böyledir. Dolayısıyla birçok dili öğrenme ve konuşma bir zenginlik oluyor, bir güçlülük durumudur. Bu gerçekleri görmemiz lazımdır. Böyle bir ortamda sadece dile dayalı bir var olma yaklaşımı dar bir yaklaşımdır. Günümüz gerçekliğiyle çok uyuşan bir yaklaşım da olmuyor; yakın geçmişteki kadar derin anlam da ifade etmiyor. Asimilasyonu sadece oradan ele almak Kürdistan’a dayatılan, Kürt toplumuna dayatılan asimilasyonu, dolayısıyla kültürel soykırımı çok hafifletiyor.
Onun ötesinde bir dayatma vardır. Nedir bu? İşte onu açığa çıkartmak lazım. Kürt toplumuna dayatılan kültürel soykırımın asimilasyon boyutunu çok yönlü incelemek gereklidir. Önderlik neredeyse soykırımı asimilasyon olarak ele alıyor ve diğer boyutlardan ayırıyor. “Kültürel soykırım ve asimilasyon’’ olarak tanımlıyor. Bu asimilasyonun temelinde zihniyet kırımı vardır. Düşünce asimilasyonu çok önemlidir, düşünce kırımı çok önemlidir. “Kendisi için gelecek öngörememek” olarak tanımladı Önder Apo bunu. Özgür olmak, bağımsız olmak, kendisi için gelecek öngören özgür bir düşünce gücü haline gelmeyle bağlıdır. Onunla var oluyor, yoksa günümüzde ne ekonomik olarak ne de siyasi olarak bir bağımsızlık söz konusu değildir. Diller bile iç içe geçiyor, toplumlar iç içe geçiyor. Ekonomik, siyasi, askeri yaşam çok daha fazla iç içedir. Peki böyle bir ortamda bağımsızlık ve özgürlük neyle temsil ediliyor? Düşünsel bağımsızlıkla, özgürlükle temsil ediliyor. Düşünce alanında var oluyor. Yani özgür düşünceli olmak; özgür birey olmayı, özgür toplum olmayı ifade ediyor. O da; kendisini özgürce var etme ve özgür gelecek öngörebilme, kendi geleceğini kendisi planlayıp kararlaştırarak yapabilme, başkasının verdiği karar ve plana göre hareket etmemeyle olur. İşin özü budur. Çünkü; başkasının karar ve planlarıyla hareket etmek ona bağlanmaktır. İşbirlikçilik, uşaklık, giderek ihanet böyle ortaya çıkıyor zaten. Bağımsız ve özgür olmak ise bunun tersi olarak, kendisi için gelecek öngörebilen bir zihniyet gücüne sahip olabilmektir.
PKK çok güçlü askerlerin, çok büyük siyasetçilerin, çok sıkı örgütlenmelerin hareketi değildir
Önder Apo, “Demokratik Ulus, zihniyet ulusudur” derken bunu vurgulamak istedi. Soykırıma karşı mücadelenin özünün bu olduğunu ortaya koydu. Zihniyet kırımıyla birlikte tarih ve kültür asimilasyonu da çok önemlidir. Önder Apo’nun 70’li yıllardaki değerlendirmeleri daha fazla kültürel boyutluydu. Çok veciz tanımlamalar geliştirdi. Duygusal boyutlar öndeydi. Kürt toplumunun ve insanlığın bir kadavraya dönüştürülmüş olduğunu belirtti. Bu sistemin Kürdü insanlıktan çıkartarak, başka bir varlık olarak ortaya attığını söyledi. Ondan sonra da dönüp ona güldüğünü söyledi. Gülünen, alaya alınan, hakaret edilen bir varlık haline getirilmeyi ifade ediyor Kürt toplumuna dayatılan asimilasyon. Bunlar çok önemli. Böyle olunca; kendisinden kaçma, kendini inkar, başkalaşmaya koşuş; var olmayı, özgür olmayı, insan olmayı başkalaşımda görme doğal olarak ortaya çıkıyor ve böylece oto-asimilasyon yaşanıyor. İnsan olabilmek, insanlık aleminin içine girebilmek için Kürtlükten kaçma, Kürt kimliğini reddetme, Kürt olmama temel bir olgu olarak yaşanılır kılınıyor. Artık planlı-örgütlü bir çalışmaya gerek kalmıyor. İnsanlar kendi doğallığı içerisinde kendinden kaçmayı, başkalarına benzemeyi, kendini reddetmeyi yaşıyor. Kürdistan’a dayatılan soykırım işte bu düzeydedir.
Bunları niye belirttik? Bu durum birey ve toplumda çok derin bir kırılmayı ifade ediyor. Eğer bunun bilincine varılmazsa bu kırılma toplumda çok derin bir öfke, nefret ve kin duygusu yaratıyor. İnsanlar bunun bilincine varmazlarsa bu öfke ve kini eyleme dönüştüremiyor ya da çok çarpık bir biçimde farklı yönlerde yaşama, örgüte ve eyleme dö-nüştürüyorlar. Ama bunun bilincine varırlarsa da işte o zaman, çok daha örgütlü, çok daha cesur, fedakar bir mücadeleyi ortaya çıkartıyorlar. Bu kin ve öfke bilinçli, örgütlü, planlı bir eylem temelinde çok şiddetli bir mücadeleye dönüşüyor. Çok büyük bir direnç ortaya çıkartıyor. Her türlü saldırı karşısında direnmeyi öngörüyor; var olmak ve özgür yaşamak için ne tür bedel istenilirse onu ödeme cesaretini, fedakarlığını ortaya çıkarıyor. Bir de; PKK çok güçlü askerlerin, çok büyük siyasetçilerin, çok sıkı örgütlenmelerin hareketi değildir. Bu konuda Bolşeviklerin, Rus Devrimi’ni yapan örgütlerin çok daha sıkı, çok daha sistemli olduğunu kabul etmemiz lazımdır.
Dolayısıyla PKK’nin gücü onları aşmasından ileri gelmiyor. Tersine, onlardan öteye iki boyutu vardır. Bir; kendisine bu kadar hakaret ifade eden asimilasyon gerçeğini topluma göstermenin ortaya çıkardığı büyük öfke ve kin, buradan doğan eylem oluyor. Bu, mücadeleyi toplumsallaştırıyor. İki; böyle bir mücadelenin cesaret ve fedakarlık düzeyi çok ileridedir. PKK’nin bu kadar büyük bir fedai hareketi haline gelmesi bundan ileri geliyor. Dikkat edelim; tarihte birçok fedai hareket ortaya çıkmış fakat çok mekanik kalmışlardır. İnsanları araç gibi kullanan örgütlere dayanıyorlar, dardırlar. PKK ne öyle dar ne de insanları bir bomba gibi kullanan bir harekettir. İnsanların kendi kendilerinin geliştirdiği bir fedakarlığı, bilinçli ve örgütlü olarak fedailiği bireyin kendisinin geliştirmesini ifade ediyor. Çok farklıdır. Tarih boyunca PKK gibi bir cesaret ve fedakarlık hareketi yaratmış, fedaileşme ortaya çıkartmış bir hareket daha yoktur. Bu kadar kapsamlı, bu kadar cesur, bu kadar fedakar, bu kadar bilinçli, bireyin özgür iradesine dayalı bir fedaileşme hareketi daha yoktur.
Bir de PKK’nin büyümesi, işte bu gerçekliği görmesi, ortaya çıkartması, bireyi ve toplumu aydınlatması, bilinç-lendirmesi, eylem gücü haline getirmesiyle bağlantılıdır. Küçük bir gençlik grubundan dünyayı etkileyen bir devrim hareketine, toplumsal harekete, mücadele gücüne nasıl gelindi sorusuna verilecek önemli bir cevap da budur. Bireyin ve toplumun bu gerçekliğini açığa çıkardı ve mücadeleye sevk etti. Önder Apo, “En büyük teknik insandır. Başkaları atom çekirdeğini parçalayarak enerji yaratıyorlar; biz insanın ruhsal, duygusal, düşünsel gerçekliğini çözerek enerjiyi ortaya çıkartacağız. Hiçbir atom bombasının ortaya çıkartamadığı kadar enerji ortaya çıkartacağız” dedi. Ve gerçekten de hiçbir teknik gücün durduramadığı, her türlü tekniği boşa çıkartan, her türlü teknik saldırının ortaya çıkardığı bedeli cesaretle veren bir direnme hareketini, bu düşünce gücünü ortaya çıkardı. İnsan gücünün her türlü enerjinin üstünde olduğunu kanıtladı. İşte PKK’yi geliştiren, büyüten, her türlü saldırı karşısında dayanıklı, direnir kılan çok önemli bir boyut da budur. Demek ki, Kürdistan’a dayatılan soykırım sisteminin Kürt bireyinde ve toplumunda ortaya çıkardığı öfke ve kini açığa çıkartarak bilince, örgüte ve eyleme kavuşturması, Önder Apo’nun ve PKK’nin en büyük başarısı oluyor.
Bir diğeri; tabi Ortadoğu gerçeğiyle de bağlantılıdır. PKK’yi anlamak için Ortadoğu’nun tarihsel ve toplumsal gerçekliğine bakmak lazım. Önder Apo bu tarihsel ve toplumsal gerçekliği savunmalarda, daha önce de çözümlemelerde çok boyutlu olarak inceledi. İşte, toplumsallığın beşiği; Neolitik devrimin, kadın ve tarım-köy devriminin merkezi. İktidar ve devlet sistemi de burada ortaya çıktı. Toplumla devlet ve iktidar arasındaki çatışmanın sürekli olarak, en uzun süreli, en derin ve keskin yaşandığı alan oldu burası. Devlet ve iktidar bir gücü ifade ediyor, onun karşısında toplum da bir güçtür. Toplumsal varlığın da gücünü küçümsememek lazım; dikkatle ele almak, değerlendirmek gerekiyor. Dolayısıyla Ortadoğu’da böyle bir gerçeklik vardır. Bunu ilk savunmada Önder Apo demokratik toplum olma temelinin en güçlü olarak Ortadoğu’da var olduğunu, dolayısıyla demokratik uygarlık alternatifinin Ortadoğu’da gelişebileceğini ifade ederek ortaya koydu. Ortadoğu’nun tarihsel toplum yapısı, kültür birikimi böyle bir mücadelenin gelişimi için uygundur.
Diğer yandan son iki yüzyılda Ortadoğu’ya dayatılanlar da var. Bu, Avrupa’nın kapitalist modernite sistemini Ortadoğu’ya yayması süreciyle de bağlantılıdır. Bu yayılmanın maddi bakımdan bir yağma ve talan özelliği vardır. İdeolojik bakımdan da ulus devlet milliyetçiliğini çok derin bir biçimde dayatmasıyla, bu toplumsal gerçekliği paramparça etmesi durumu vardır. Üçüncüsü; özellikle Kürdistan’a ve Arabistan’a Birinci Dünya Savaşı’yla dayatılan bir sistem var. Bu, Kürdistan’ı bölüp parçalayan, yok sayan ve yok etmek isteyen bir sistem. Arabistan’ı da paramparça ederek işbirlikçi-uşak biçiminde kendisine bağlayıp, üzerinde egemenlik kurmak isteyen bir sistem. Böylece Arap toplumu üzerinde her türlü baskıyı, hakareti ifade eden bir sistem. İran ve Türkiye’ye de bir baskı dayatılıyor. Fakat İran ve Türkiye’de oluşturulan egemenlik sistemleri hem Kürdistan ve Arabistan üzerindeki baskının bir parçası oluyorlar hem de dünya çapında kendilerine bir rol tanınıyor. Bu bakımdan bağımlı, işbirlikçi, bölgesel statüde bir devlet düzeyine düşürülüyorlar ama yine de belli bir özellikleri vardır.
Kürdistan ve Arabistan’da ise bu hiç yoktur. Arap toplumu gibi; toplumsallaşmayı yaratan, kabile-aşiret kültürünün çok güçlü olduğu, kendi içinde Sümer’den itibaren iktidar ve devlet sistemini ortaya çıkarmış, tarihi başat yaşamış bir toplumu, İslam Devrimi’ni geliştirmiş bir toplumu şimdi bu kadar parçalayıp, üzerinde her türlü hakaretin yürütülebileceği ikinci, üçüncü sınıf bir toplum haline getirmek tabii ki kolay gerçekleştirilecek bir durum değildir. Dolayısıyla Arap toplumu bunu kabul etmiyor. Tersine; tarihsel gerçekliğine uygun olarak var olmak, bugünkü dünyada da öyle yaşamak istiyor. Arap toplumunun, Arap gençliğinin bu kadar radikal olması, devrimci olması, gözü kara mücadele yürütmesi buradan ileri geliyor. O radikal İslami akımlar ile bunlar dejenere edilmeye çalışılıyor ama aslında çok büyük bir değişim ve dönüşüm gücü, çok radikal bir devrimciliği ifade ediyorlar. Bu gerçekliği görmek lazım. Kürdistan’a dayatılan ise çok daha farklı. Onu belirttik. En çok radikalizm, devrimcilik, eğer bilinçlendirilirse, Kürt toplumunda yaşanıyor, ortaya çıkıyor. Bir de bu gerçekliği görmeliyiz.
Ortadoğu bölgesi küresel kapitalist hegemonyanın en ağır baskı ve sömürü uyguladığı, soykırım dayattığı alandır. Özellikle de Kürdistan ve Arabistan alanları. Bu da karşıtını doğuruyor. Büyük bir öfke ve kin geliştiriyor. Karşı bilinçlenme ortaya çıktıkça büyük bir devrimci potansiyel ve fedai hareketini kendi bünyesinde geliştiriyor. Bunu günümüzde çok daha açık ve net bir biçimde görüyoruz. Ortadoğu bunu kabul etmiyor. Son iki yüzyılda Avrupa kapitalizminin, iktidar ve devlet sisteminin dayattıklarını kabul etmiyor. Devletçi gelenek olarak da kabul etmiyor, özellikle de toplumsal yapı hiç kabul etmiyor. Bunlar temelinde dikkat edilirse zaten benzer birçok arayış Ortadoğu’nun birçok alanında var. Arap sahası boydan boya böyle. İran sahası yine öyle. Sürekli bir arayışa, yeni örgütlenmelere, yeni düşüncelere, bu temelde radikal mücadelelere sahne oluyorlar. İşte Şahlığa karşı İran’da gelişen devrimci eylemler birçok ideolojik-örgütsel yapı altında oldu ve bunlar çok ileri düzeydeydi. Arap sahasındaki bu kadar arayış, radikalizm bunu ifade ediyor. Doğru, özgürlükçü ve demokratik bir bilinçle birleşmezse çarpık gelişebiliyor. Ama bunların hepsi aslında söz konusu ortamın bir gereği olarak ortaya çıkıyor. Doğru düşünceye kavuşturulamazsa çarpıklaştırılıyor. Çeşitli güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı hareketlere dönüşüyor. Ama her alanda öyle bir arayış var. Mevcut durumu kabul etmeyen ruh hali, duygu, düşünce var. Bu büyük bir cesaret ve fedakarlık ortaya çıkarıyor, arayış yaratıyor. Ortadoğu’nun böyle bir devrimci karakteri, değişim-dönüşüm arama özelliği vardır. Kapitalist moderniteyi reddeden ve alternatif ortaya çıkartmaya çalışan bir gerçekliği vardır.
PKK’nin etkisinin yayılmasını bir de burada görmek lazımdır. Aslında PKK, bu konuda kendisini yeterince Arap sahasına, Ortadoğu’ya taşırmış değildir. Hem felsefi-ideolojik olarak Önder Apo’nun ortaya çıkardığı düşünce ve mücadele gücünü yansıtabilmiş değildir hem de Kürdistan’da gelişen Özgürlük Mücadelesi’nin, özellikle Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederalizm çizgisinde nasıl bir çözüm önerdiğini, bunun sorunları çözmede Ortadoğu için ne kadar etkili bir güç olduğunu yeterince yansıtamama durumu vardır. Hala Arap, Türk, Fars egemen güçleriyle yürütülen çatışma ulus devlet milliyetçiliği temelinde topluma yansıtılarak, aslında Kürdistan’daki özgürlük düşüncesine ve politikasına karşıt hale getirme, onu tecrit etme durumu ortaya çıkıyor. PKK onu aşabilmiş; Arap, Türk, Fars toplumlarına kendini ideolojik ve politik olarak yeterince taşırabilmiş, yansıtabilmiş değildir. Bunu gerçekleştirebilse bugünkü etkileyici ve yönlendirici gerçeğini on kat aşan bir örgüt ve eylem gücünü kesinlikle ortaya çıkarır. Ortadoğu zemini bütün bunlara açık bir zemindir. Dolayısıyla daha doğru mücadele edilir ve kendini daha etkili yansıtırsa PKK’nin Kürt toplumunda derinleşmesi, Ortadoğu’ya yayılması, dünyayı etkilemesi çok daha hızlı gelişebilir ve büyüyebilir. Bütün toplumsal kesimlere yayılabilir. Bütün toplumların gençliğini etkileyebilir, özellikle kadınları etkileyebilir.
Ortadoğu’da ve özellikle de dünyada en çok baskı altında tutulan, sömürülen, ezilen kesim olan kadının özgürlük bilincinin, örgüt ve eyleminin gelişimini çok daha hızlandırabilir. Dikkat edilirse devrimci potansiyeli çok güçlüdür ancak bunu yeterince yansıtabilmiş değildir. Temel bir yönü; ideolojik derinliğini kadın özgürlük devrimiyle birleştirebilmiş olmasıdır. Dördüncü temel boyut olarak da bunu ifade edebiliriz -ki bu; bütün toplumları, dünyayı etkileme gücüne sahiptir; bir de Ortadoğu toplumlarında çok derin bir değişim ve dönüşümü sağlama gücüne ve özelliğine sahiptir. Toplumsal özgürlüğü, kadın özgürlüğü çizgisinde ele alması; hiyerarşik dönemden bu yana oluşmuş bu iktidar ve devlet sistemini kökünden çözmeyi, değişime-dönüşüme uğratmayı öngörmesi çok daha etkili kılıyor PKK’yi. Bir de, Ortadoğu’da yayılma gücünü çok daha etkin kılıyor. Paradigmasal değişim de önemli tabii. Bütün bunlar PKK’nin bir gençlik grubundan bugünkü hareket haline nasıl geldiğini belirleyen temel etkenlerdir. Önderlik çizgisinin mücadeleci, değiştirici gücünü görmemiz lazım. Kürdistan’a dayatılan soykırım ortamında Kürt toplumunda gelişen, açığa çıkan kin ve öfkeyi, devrimci potansiyeli görmek lazım. Ortadoğu’da tarihsel toplum gerçekliği temelinde günümüzde dayatılan sistemi reddeden bir devrimci zemini görmemiz gereklidir. PKK mücadelesinin kadın özgürlük çizgisini esas alan bir özgürlük devrimine dayandığını görmek gerekir. Bütün bunlar böyle bir hareket haline gelmesini sağlatan temel etkenler olmuştur.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan ile PKK’de gençliğin rolü ve önemi üzerine 2019 Ocak ayında alınan bir röportaj.
Devam Edecek…
Duran KALKAN