“Dağlar ve ovalar seni müjdeliyor halkına. Emsalsiz gülüşün, yoldaş dolu yüreğin doğuyor şimdi ömrünün en gencinden verdiğin topraklarda. Hakikatle bir olan yüreğine uğurlar olsun yoldaşım..”
HABER MERKEZİ –
1990’lı yıllarda işgalci sömürgeci Türk devleti tarafından geliştirilen “boşalt-işgal et” sistematiği, o dönemde doğan Kürt çocuklarına etkileri büyük oluştur. 90’lar nesili bir nevi savaşın çocukları olmuş, bu gerçekliği geldiği her yaşta hatırlamış ve yaşamıştır. Köylerinden ve topraklarından koparılmanın verdiği öksüzlük, diasporalaşma ile birlikte bir trajedi olmuştur. Bu nesil kendini iyi örgütleyebilmiş, kopartılmak istenen hakikatinin arayışçısı olmuştur. Liselerde, üniversitelerde, fabrikalarda, sokakta bu nesilin sahibi gençlerin dinamikliği her şekilde hissedebildik. Öyle ki bu nesil daha 11 – 12 yaşlarındayken Kürdistan’da ve Türkiye metropollerinde o küçük bedenlerine aldırış etmeden panzerlerin tomaların karşısına çıkmış ve direnmiştir. Uzun süre kamuoyunda “taş atan çocuklar” adıyla tanınmıştır bu nesil. Bu nesilden biri de Şehîd Devran Ronî, neslinin bir portresidir.
Devran arkadaşın sivil yaşamını bildiğim ve öğrenebildiğim kadarıyla aktarmaya çalışacağım. Şehîd Devran Ronî (Hamza Demir), 1993 yılında Muş’un Kop (Bulanık) ilçesine bağlı yurtsever kimliği ile tanınan Şîlana (Eskiyol) köyünde dünyaya gelir. Altı kardeşi içerisinde en büyük olanıdır. Ayrıca Şehîd Devran; 14 Temmuz 2011’de Önder APO’ya yönelik devletler arası komploya karşı 18 yaşında bedenini ateşe vererek “Güneşimizi Karartamazsınz” şiarı ile Önderliğine sahip çıkan Şehîd Evrim Demir’in akrabasıydı. Ailesi kısa süre sonra ekonomik ve siyasi baskılardan dolayı topraklarından ayrılmak zorunda kalır ve İstanbul Esenyurt’a yerleşirler. Devran arkadaşımız ailenin yurtsever gerçekliğinden aldığı temel ile kendini ve hakikatini aramaya başlamıştır. İlkokul, ortaokul ve liseyi İstanbul’da tamamlar. Lise döneminde Kürdistan Özgürlük Mücadelesini tüm ayrıntıları ile tanımaya başlar ve Yurtsever Gençlik faaliyetlerine lise döneminde aktif olarak katılır. Gençlikte başlayan çalışma ve mücadele dönemi onu her zaman aşama aşama mücadeleye sarılmaya ve sahiplenmeye götürmüştür. 2011 yılında İstanbul Esenyurt’ta bulunan “Viyan Soran Kültür Sanat Merkezi”nde faaliyet yürütmüştür. İstanbul’un birçok bölgesinde çalışmalar yürütmüş, gençliğe birikimleri ile öncü olmuştur. Tutarlı ve samimi ölçüsü ile yanındaki genç yoldaşlarını etkileyebilen bir kişiliğe sahipti. Kürdistan Gençliği’nin dört gözle takip ettiği Rojava Devrimi’ni takip ediyor, gelişmelere kayıtsız kalmaması gerektiğini savunurdu. Öyle ki Kuzey Kürdistan gençliği o dönemlerde mücadelede çıta yükseltmiş; sokaklar, alanlar, sahalar dar gelmeye başlamıştı. Molotof, havai fişek ve taş gibi sokak direnişlerinde kullanılan araçlar artık Kürdistan Gençliği’nin öfkesini kusmasına bir cevap olamıyordu. Çağın gençliği Rojava Devrimi ile kendine yeni bir ivme kazandırmış, akın akın Devrim topraklarına seferber olmuşlardır. Devran yoldaşımız da bu hakikatler temelinde okuduğu Elazığ Fırat Üniversitesi’nden 2013 sonbaharında yüzünü Rojava Devrimi’ne dönmüş, genç devrimin genç bir savaşçısı olma kararını vermiştir.
2013 Kasım ayının başlarıydı. Rojava’nın kurak havası inanılmaz soğuk rüzgarlarla iliklerimize işliyordu. 18 yıl sonra ilk kez büyük yağacak kara gebe olan bu hava, son sancılarını rüzgarlaştırıyordu resmen. Derîk’teki Mala Brîndara ya gitmiştim. Mala Brîndara’nın hemen arkasında bir toplanma merkezi vardı. Orada bir gece geçirdikten sonra sabah kahvaltı yapmak için mutfağa doğru hareket ettim. Zayıf uzun boylu esmer yapılı genç, havanın soğukluğundan gri pantolonunun üzerine kahverengi çoraplarını dizlerine kadar çekmişti. Üzerinde bir yeşil kazağı ile mutfakta kahkahalar atıyor, yanında olan yoldaşına yaşadığı bir anıyı anlatıyordu. Yanlarına tanışmak için yaklaştım. Yürek dolusu gülüşü ve sıcak yaklaşımı ilk aldığım izlenim olmuştu. Merhabalaştıktan sonra beraber kahvaltı hazırladık. Kahvaltımızı bitirdikten sonra mangaya geçerek muhabbet etmeye birbirimizi tanımaya başladık. İstanbul ve Serhad ayrıntılarından dolayı birçok ortak nokta bulmuştuk birbirimizde. Bu tanışmanın uzun zamanlarca sürecek bir yoldaşlık olacağını tahmin edememiştim. Bir gün orada kaldıktan sonra ayrıldım. İki hafta sonra Devran arkadaşı eğitim devresinde gördüm. Derîk’teki Şehîd Xebat Derîk Askerî Akademisi’nde yeni savaşçı eğitimi alıyorlardı. Tekrar birbirimizi görmek mutlu ediciydi. 2014 Ocak ayının ortalarında eğitim devresini bitirmiş, Anakaragah’a gelmişlerdi. Hava o kadar soğuktu ki silahın demir tarafına dokunmaz hale gelmiştik. Karşımızdaki Cudî dağında bolca kar yağmış kendini adeta süslemişti. Cudî’den esen rüzgarlar Rojava’ya geliyor, soğuk olan havayı dondururcasına keskinleştiriyordu. Düzenleme için Anakarargah’ta devre arkadaşları ile bekleyen Şehîd Devran ile bir kez daha muhabbet edebilme fırsatı doğmuştu. Eğitimden bahsediyor, olağanüstü gelişen komik durumları anlatıp gülüyordu.
Anakarargah’ta düzenleme için iki hafta kadar beklemişti. Tekrar geri geldiğimde gözlerim Devran’ı arıyor, nerede olduğunu devre arkadaşlarına soruyordum. Nöbette olduğunu öğrenince yönümü nöbet noktasına çevirdim. Dikkatli ve duyarlı bir şekilde nöbet tutuyordu. Ayak seslerim ona geldiğinde hemen bulunduğum yöne doğru baktı, ben olduğumu farkedince gülmeye başladı. “Nerdesin sen imansız kaç gündür?” sorusuyla beni karşıladı. Havanın soğukluğu oldukça etkilemişti. Mutfağa gidip çay alıp geldim. Çay bardağını iki eliyle avuçlayarak, havanın dondurucu soğukluğuna karşı bardağın sıcaklığını hissetmeye çalışıyordu. Nöbet noktasının etrafında bir kaç tur attım. Araçlar için gelen yeni benzin varillerini gördüğümde; “Heval Devran bu benzin kokusu sana neleri anımsatıyor?” diye sordum.”Evet heval nöbete geldiğimden beridir o koku burnumda,elimde keleş olmasına rağmen molotof yapmayı özledim” dedi kahkaha atarak. Bilmiyorum ama o an bunu söylemesi ile içim kıpır kıpır oldu, yapmalımıyız diye düşündüm. Kuralsızlığım birazda ön plana atmıştı kendini. Bunu söylediğinde aklıma mangada ki boş meyve suyu şişesi geldi. Gidip iki cam şişeyi alıp Devran’ın yanına geldim. Şişeleri görür görmez hemen ne yapacağımızı anladı. Kahkaha atarak “Bende benzin alayım o zaman” dedi. Şişeleri ona verdim. Bir bez parçası bulup molotoflara fitil yaptı. Yaparken onu seyrediyor, yaşadığı heyecanı farkediyordum. Elinde hazırlayıp bitirdiği iki molotofun birini bana uzattı. “Nereye atacaksın peki Heval Devran” diye sorduğumda uzunca düşündü. Nöbet noktasının hemen yanında bir çukurun içerisinde çöplerin olduğunu gördü. Birkaç kaya parçasını çöplüğün içerisine attıktan sonra “İşte buraya” dedi. Elindeki molotofu ilk kez attığı heyecanı gibi vurdu. Bu heyecanını farkettikten sonra elimde bana verdiği molotofu da ona verdim “Al bunu da kullan” dedim. Neden verdiğimi farketti gülümseyerek. Biz yaşadığımız duruma gülerken yeni nöbetçi nöbeti devir almak için gelmişti.
Birkaç gün sonra devre arkadaşları ile beraber düzenlemeleri oldu. Birbirimize sarılarak mutlaka görüşeceğimizi dile getirdik. 2014 Şubatın ilk haftalarında taburlar değiştirildi ve düzenlemeler yapıldı. Til Koçer’de kurduğumuz “Şehit Dilovan Taburu” na diğer taburlardan arkadaşlar gönderildi. Dört arkadaşı ile beraber Devran arkadaşta tabura düzenlemesi olmuştu. Birbirimizi gördüğümüze sevinmiştik. Kısa süreli ayrılıktan sonra uzun bir yoldaşlık başlamıştı. Taburumuz kurulduktan birkaç gün sonra hamle olacağını tabur yönetiminden öğrendik. Taburun genelinin hazırlık yapması ve her an için hazır-ol da olması talimatı verilmişti. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Adını o zaman bir kere duyduğum küçük ama stratejik bir konuma sahip olan Cezaa Kasabasına hamle yapılacaktı. 12 Şubat 2014’te tüm hazırlıklarımız bitmiş, gece olduğunda tüm taburların toplanması için Til Elo’ya hareket ettik. Devran arkadaşın katılacağı ilk hamle ve ilk tecrübe olacaktı. Bundan dolayı heyecanını bastırıyor soğukkanlı olmaya yoğunlaşıyordu. 16 Şubat’ta saat 02:00 civarlarında Cezaa Kasabasına girildi. 6 saatlik çatışma ve operasyon sonrasında Cezaa kasabası özgürleştirilmişti. Devran arkadaş ilk tecrübesi olması nedeniyle bu operasyonda savunma hattında yer aldı. Savaşı orta menzilde izleyip neler olduğunu iyi bir şekilde analiz etti. İyi bir gözlemci ve iyi kavrayabilendi..
Cezaa hamlesi sonrası bir süre Cezaa Cephesinde kaldık. 1 aylık bu süre sonrasında Tabur olarak farklı bir cepheye, Girgê Legê Cephesi Hedadê köyüne yerleştik. Hedadê de bu saatten sonra uzun bir süre kalacaktık. Konumu stratejik olan bu köy, savunulması açısından önemli bir zorunluluk gerektiriyordu. Kampımızı kurduğumuz bu köyde iki tabur kalıyorduk. Taburumuzun kampını tepenin hemen altına kurmuştuk. Tepeyi de oldukça güçlendirmiş, savunma ve saldırı mevzilerini oluşturmuştuk.
Hedadê köyüne gelişimizden kısa bir süre sonra sınır yaratmaya hendek kazmaya başlanılmıştı. Bu çalışmayı taburlar yapmıyordu. Sınırı oluşturulan her köyün taburları, çalışan iş makinalarının güvenliklerini alıyordu. İş makinalarına olacak bir sabotaj veya saldırıya karşı savunuyorlardı. Hedadê’nin sınırı bittikten sonra köyün kuzeyinde yer alan Xirbet el Bîr köyüne de hendek kazılacaktı. Bu köyde birliklerimiz yoktu, zaman zaman pusulama faaliyetleri oluşturulurdu. Köyün sınırı yarıya kadar oluşturulmuştu. Tam tarih olarak hatırlayamadığım, Newroz’dan birkaç gün önce olduğunu hatırladığım günde; doçka arabasının şoförü Xebat arkadaşımız hastaydı. Taburda araba kullanabilen arkadaş sayımız oldukça azdı. Yönetim tarafından kararlaştılıp o günkü İş makinalarının savunmasına gidecek doçka aracının şoförü olarak beni görevlendirmişlerdi. Doçkacı olarak ta, daha birkaç gün önce iyi bir doçka eğitimi alarak başarılı bir şekilde öğrenen Devran arkadaş gelecekti. Son hazırlıklarımızı yaptıktan sonra iş makinelerinin ardından hareket etmeye başladık. Şehîd Devran aracın arkasında doçkanın başındaydı. Gideceğimiz günün öncesi gecesinde Xirbet El Bîr köyünde hendeklerin kazıldığı yerde bir ışık farkedilmişti. Tepedeki nöbetçinin farkettiği bu ışık sonrası taburumuzdan bir bölük arkadaş köye operasyon yapmıştı ve sonuçsuz olarak geri dönmüştü. Aslında bu yapılan operasyon sonrasında iki yoldaşlarının hayatlarını nasıl kurtardığını ıspatlayacaktı. Köyün içerisinden çıktıktan hemen sonra köy arazisine girdik. Hendeklere varmamıza 100 metre kala geçen geceden döşenmiş bir mayın aracımızın altında patladı. Mayın çok büyük olmayıp, arkadaşların geçen geceki operasyonunu farkeden çete tarafından ters konulmuştu. Tüm basıncı ve parçaları toprağa vermişti. Kendime geldikten sonra arkama Devran’a bakmıştım. Aracın arkasından fırlamış, 5 metre ileri düşmüştü. “Heval Pîrdoğan iyi misin?” diye sesleniyordu. İyi olduğumu söyledikten sonra gülerek “Yine kefeni yırttın imansız” diyerek kahkaha atmıştı. Bu saldırıyı çeteler “4 YPG’liyi öldürdük” olarak paylaşmışlardı. Biz iki kişiydik ve onların beceriksizliklerinden dolayı ufak sıyırıklarla atlatmıştık.
Pirdoğan Serhed
Devamı yarın…