HABER MERKEZİ- Gezi direnişi Türkiye ve Bakurê Kürdistan halkları için bir dönüm noktası niteliğini taşımakataydı. İlerleyen zamanlarda ise halkların direnişinin sembolü olmayı başaracaktı. Gezi direnişi, Kürdü, Türkü, Lazı, Alevisi, Sünnisi… herkese hitap eden bir direnişti. Peki bu direnişte kadın neredeydi?
Evet çok kritik ve önemli bir sorun kadın direnişin neresindeydi. Tabii ki en önünde, en çetin barikatın arkasında. Kaygısız ve cesurca faşist polis ve erkek aklının eseri devletin karşısında bir adım geri atmadan direnişte yer alıyordu kadın. Yani kadın her isyanda olduğu gibi Gezi’de de direnişin öncüsü ve sembolüydü.
Gezi’de kadınlar neler yaşadı?
Gezi’de faşist polislerin ve devletin saldırılarıyla yüz yüze kalan kadınlar, tereddüt etmeden direnişi esas almışlardır ama mücadeleleri sadece devlet ve polisle sınırlı değildi aynı zamanda kendilerini kabul ettirmeleri gereken erkek aklıyla büyütülmüş bir toplum vardı. Gezi’de kadının direnen hallerine şahitlik ettik hatta onları direnenleri isimlendirdik ‘Siyahlı kadın’ ‘Kırmızılı Kadın’ gibi geziyle sembolleşen kadınlar oldular. Birde bu kadınları içer de yürüttükleri mücadele vardı.
Örneğin duvarlara yazılan sloganlardaki cinsiyetçi söylem ve küfürleri silmeleri gibi. Kendilerini yaşamın her alanında olduğu gibi direnişin alanında kabul ettirmek istediler ve gezi direnişinde bunu başardılar. Gezi Direnişi’nin kadınları halkların kadınları olarak sembolleştiler zihinlerde.
Kadınların sloganları ve direnişi sokakları doldurdu. Direnişin sadece erkek işi olmadığını kanıtlayan kadınlar, erkek egemen zihniyetin kadınlara kapattığı kamusal alanlarda olacaklarını, bir an olsun mücadeleden geri durmayacaklarını bir kez daha ortaya koydular.
‘Küfürle değil, inatla diren’ diyen kadınlar direnişi lümpenleştirmeye çalışanlara cevap olurken, başörtüsüz kadınların ellerinde taşıdıkları ‘Başörtümden ve bedenimden elini çek’ pankartı bir kez daha senin gibi olmayanlar içinde direnmelisin dedirtti bizlere. Gezinin halkların kadınlarının direnişi olduğunu anlatmaya yetecek olan bir diğer slogan ise şöyle: ‘Elini bedenimden, emeğimden, kimliğimden çek’ oldu.
KIRMIZILI KADIN
Kırmızı elbiseli kadın gezi direnişinde faşist Türk polisinin sıktığı biber gazına karşı direnen bir kadın olarak akıllara kazındı peki bu kadın kimdi ve neden oradaydı.
Ceyda Sungur, İTÜ’de asistanlık yapan genç bir kadın olarak gezi direnişin de yerini alıyordu. Onlarca kişiye ulaşan gezi direnişindeki fotoğrafı ise kadının direngen halini bir kez daha gözler önüne serdi. Ceyda’nın direniş sürecinde kırmızı elbisesinden dolayı gündemleşmesi onu rahatsız etmiş çünkü kırmızı elbisesi olmayan onlarca genç katledilmişti. Ceyda yazdığı bir yazıda duygularını şu sözlerle dile getiriyor: “Ne yazık ki, Ethem Sarısülük başından bir polis kurşunu ile vurulduğunda, Abdullah Cömert kafasına gaz fişeği isabet ettiğinde, Mehmet Ayvalıtaş 1 Mayıs Mahallesi’nde Gezi eylemlerine katıldığı sırada ezildiğinde, İrfan Tuna işyerin de gaza maruz kaldığında, Medeni Yıldırım Lice’de kalekol inşasına karşı pankart açtığında, Selim Önder Gümüşsuyu’nda oturan kızını ziyarete gittiğinde, Zeynep Eryaşar Gezi Parkı’nda nöbet tutan çocuklarına destek için yürüyüşe katıldığında, Ahmet Atakan katillerin cezalandırılmasını istediğinde, Ali İsmail Korkmaz dövülerek öldürüldüğünde, Serdar Kadakal çalıştığı yerin önündeki sokakta oturduğunda, hiçbirinin üzerlerinde ‘kırmızı elbise’ yoktu. Güzel gözlü kardeşim Berkin Elvan ise bakkaldan ekmek almaya gitmekten daha büyük bir suç işlememişti. Bu insanların basın tarafından tesadüfen yakalanan fotoğraflarının olmaması, fail ve sorumlularının yargılanmaması veya ceza almaması için bir bahane olamaz.
Elbette bugün , başta fikri hak ve özgürlükleri savunan basın mensuplarının, siyasi tutukluların, hak gaspına uğrayanların yanında yer alan ÇHD avukatlarının, özgür bilimi savunan akademisyenlerin yargılandığı ve önümüzdeki pazar üzerinden yedi yıl geçmiş olacak olan Hrant Dink cinayeti gibi onlarca faili meçhul cinayetlerin sorumlularının korunduğu bir hukuki düzlemde, adalet ve hakkaniyetten söz edemeyiz. Tüm bunlara rağmen, yaşananların hiçbiri unutulmayacak ve yaşananlar karşısında maruz kalınan muameleye hiçbir zaman alışılmayacak. Adalet yerini ancak ve ancak verilen hak mücadelesi ile bulacak ve inanıyorum ki Berkin, tam da bunun için uyanacak.”
SİYAHLI KADIN
Gezi eylemlerinde TOMA’nın önünde ellerini açarak durduğu fotoğrafı protestoların sembolü haline gelen 21 yaşındaki Avustralyalı öğrenci Kate Cullen.
21 yaşındaki Kate sosyoloji okuyormuş arkadaşlarının eyleme katıldığını görünce oda katılmış ve yaşadılarını şu sözlere dile getiriyor: “’Mayıs ayı boyunca İstiklal Caddesi’nde kesinlikle şiddet içermeyen eylemlerde polisin göstericilere sürekli gazla müdahale ettiğini gördüm. Ben de bir akşam Cihangir’deki evime dönerken gaza maruz kaldım. Hayatımda hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Acı gözlerimi yakıyordu ve nefes alamıyordum. Şansıma bir adam beni tutup bir binaya soktu. Binada bir grup insan vardı. Bana, gözlerime sıkmak için limon ve yanığı yatıştırmak için süt verdiler. Bana kim olduğumu sormadılar. Bana yardıma ihtiyacı olan bir insan olarak davrandılar. Bu grubun iyiliğini, gücünü, kararlılığını deneyimimle gördükten sonra, ben de onlardan ilham aldım. Kendilerine çok minnettar olduğum bu insanlara dayanışmak ve gerçekten inandığım bir şey için ayağa kalkmak isteğim alevlendi. Bu fotoğraf Cumartesi sabahı çekildi. Cuma gecesinden beri gösterilerdeydim ve henüz uyumamıştım. O gece üç ayrı olayda gazlanmıştım. Göstericiler birlik duygusu içinde bu harekete bir şey borçlu olduğumu hissettim. Kalabalık bir grup olarak Alman Hastanesi’nin yakınlarında bir TOMA’nın önünde slogan atıyorduk. Hepimiz Türk medyasının bu protestoların hiçbirini yayınlamadığını ve olayların medya üzerinden yayılmasının ne kadar önemli olduğunu biliyorduk. Ayrıca iki insanın öldüğünü duymuştum ve dünyanın yaşanlardan haberdar olması gerektiğin biliyordum. TOMA yakınında kalabalık bir grup fotoğrafçı olduğunu fark ettim ve şiddete rağmen eylemlerin barışçıllığını vurgulamak için TOMA’nın önünde durup ellerimi açmaya karar verdim. Korkmadım. Gerçekten su sıkacaklarına inanmamıştım ama sıkarlarsa da fotoğraf olağanüstü olur diye düşünmüştüm.”
Bir nevi bir basına karşı bir tepki olarak gösterilen bu tepkinin sonucu olarak çıkan fotoğrafı ise artık kendi fotoğrafı olarak değil, bu direnişin bir fotoğrafı olarak tanımlıyor ve şu sözlerle bu durumu ifade ediyor, “Bu fotoğraf artık benimle ilgili değil. Daha genel olarak düşünürsek benim eylemim kesinlikle hiçbir şey değil. Aynısını ve daha fazlasını yapan binlerce göstericiden daha cesurca değil. Siyahlı kadın artık ben değilim. O artık beni eve çekip limon veren adam, gururlu bir şekilde yürüyen anti-kapitalist Müslüman, bana ses çıkarmak için tencere veren başörtülü yaşlı kadın ve inandıkları için ayağa kalkan ve sokaklara giden her bireydir.”
VE FOTOĞRAFLARDA GÖZÜKMEYENLER
Bu direnişin bir diğer yüzü ise fotoğraflara yansımayan kadınlar. Kadınlar her türlü baskı ve yıldırma politikalarına karşı gezinin direnen yüzü olmaktan geri kalmamış ve eylemlerin düzey kazanmasında büyük etkileri olmuştu, kadınların ısrarı, cesareti ‘Gezi Direnişi’ni’ dünyaya duyurmuştur. Fotoğraflar çoğu zaman bir iktidarın devrilmesini sağlarken, gezi direnişini ‘Türkiye halklarının direnişi’ olarak tarihe nakşetmişti. Gezi direnişi görünen ve görünmeyen yüzüyle devrimin ayak sesini Türkiye halklarına bir kez daha duyurmuştu.
NC/Faraşîn Sîdar