BEHDÎNAN- Roşan Semsûr’un Kaleminden
“Sağlıklı yaşaya bilmek şu dünyada herkesin en temel dileği. Çünkü hastalık bütün yaşamı etkisi altına alınca artık onunla ve ona göre yaşarsın. Mesela veba.
Lakabı Kara Ölüm olan Veba bulaşıcı ve öldürücü bir hastalıktır. Böyle olmasına rağmen tıp alanının dışında edebiyatın da ilgilendiği ve işlediği bir konu olmuştur. Albert Camus`nun Veba adlı romanı da vebayı işleyen ilginç eserlerden biridir. Romanda vebanın yayılması kısaca şöyle gelişir her şeyin kendi seyrinde ilerlediği günlerden birinde fareler lağımlardan, kalorifer dairelerinden çıkıp sokaklarda ölmeye başlarlar ve artık yaşam kendi seyrinden çıkmaya başlar. Başlangıçta kapıcılardan başka kimsenin ciddiye almadığı bu garip olay, zamanla tüm şehri etkisi altına alan vahim boyutlara ulaşır. Şehirde korkunç şeyler yaşanmaya başlar. Hızla yayılan mikrop nedeniyle ölüm farelerden sonra insanlara da sirayet eder. Tüm işaretler açıkça vebayı göstermesine rağmen, insanlar 20. yy. da veba gibi bir hastalığın olacağına inanmak istemez. Olsa bile bunun kendi başlarına gelebileceğine inanamazlar ya da inanmak istemezler.
Vebanın adını koymazlarsa sonuçlarından da etkilenmeyeceklermiş gibi veba ile karşı karşıya olduklarını uzun bir zaman reddederler. Tabi kısa sürede ölümler artmaya başlar. Kimsenin kabullenmek istemediği veba zamanla korkunç ve tehlikeli bir boyuta ulaşır. Hal böyle olunca katı önlemlerle şehir karantinaya alınır. Buraya kadar sanki bulaşıcı ve biyolojik bir hastalıktan bahsediliyormuş hissi verse de, Fransız yazar Albert Camus, Veba adlı romanında aslında kara bir veba gibi Avrupa`ya yayılan Nazizm`i anlatmak ister.
Romanın beni en çok etkileyen ve günümüzde de aslında birçok kez vebaya yakalandığımızı hissettiren bölümlerinden biri, roman karakterlerinin kendi aralarında ne çok ölüme şahit olduklarını konuşurlarken, aslında ölüm görmekten de beterinin, başkalarının ölümüne alışmak, onu sıradanlaştırmak olduğunu fark etmeleridir. Yani bu dünyadaki asıl veba, hissizleşmektir. Yazar, Veba romanında bu hissizleşmeyi Bir kez göz yumuldu mu vazgeçmek için bir neden kalmaz diyerek tarif eder ve derin anlamlar yüklü bir mesaj verir tüm insanlığa. Belki de yazar alışmanın da bir Veba, kara bir ölüm olduğunu bir cümleyle böyle anlatmak ister bize.
20. Yüzyılda yayılan Nazizm`i konu alan bu romandan biraz da yaşadığımız dünyaya ve şimdiye bakalım. Ne kadar çok benzerlik var değil mi Yazar faşizmi bir Veba olarak ifade ediyor. Ama günümüz dünyasına bakınca ne de çok Veba ile karşı karşıya kaldığımızı görmemek için şu gözlerin kör olması gerekir.
Mesela unutmak ve alışmak da bir veba değil midir İnsan unutursa, kendisine yapılan her şey makul gelir. Çevresinde yaşanılan yada kendisine yaşatılan her şeyi kanıksamaya başlar. Çünkü o alışmıştır. Her şey normal ve olağan akışındadır Onun için. Bu nedenle özgürce yaşayabileceğimiz, şarkılar söyleyip, halaya duracağımız bir parça vatan toprağını bize çok gören bu düşman unutmamız için her şeyi yapar. Çünkü unutan ve alışan bir insana istediğin her şeyi yaptırabilir, onu kendi hizmetinde kullanabilir hatta kendine düşman, katiline aşık yapabilirsin. Çünkü unutan insan hafızasız insandır, unutan toplum hafızasız toplumdur. Bu hissizleşme, unutma ve alışma ile birlikte kara ölümün virüsünü benliğimize bulaştırmış olurlar.
Unutmak, sözlükte hatırlamamak ve akılda kalmamak gibi anlamlarının yanı sıra bir şeyi yapamaz duruma gelmek ve bağışlamak anlamlarında da ifade edilir. Yani insan unutursa bağışlar. Bağışlarsa belki de unuttuklarından kat be kat ağır olan yeni acılara, yeni zulümlere yol olur. İnsan unutursa karşı duramaz, kabullenir ve daha sonra yapılacak olanlara da engel olamaz. Düşman böylece kendi zulüm ve acı yolumuzu kendi ellerimizle bize döşetmiş olur.
Bizi, bize yaşatılanlara, ölümlere, tacizlere, tecavüzlere, bebek yaşta evlendirilmeye, Taybet ananın cenazesinin günlerce sokak ortasında kalmasına, Cemile`nin cenazesinin buz dolabında saklanmasına, Gülistan`ın bedeninin yıllardır kayıp olmasına alıştırmaya çalışıyorlar. Yani bizi hissizleştirmeye çalışıyorlar. Peki insan hissizleşirse kendisinden geriye ne kalır İnsanı yaşatan ve toplumsallığı kuran duygu bu his değil midir Hissizleşmek aslında toplumsallıktan, insanlıktan kopmaktır, yani ölümdür. Yaşanan bunca zulme, katliama, yıkıma, yok etmeye, hakarete, işgale karşı hissizleşmek ölümle eş değer değil midir Her gün kimyasal silahlarla bombalanan şu dağlarda nice güzel insan, insanlık değerleri uğruna göğsünü siper ederken, hiçbir şey olmamış gibi yaşamak hissizleşmek değil midir
Peki yok mudur bu kara ölümün, Vebanın dermanı Tabi ki vardır. Bu hastalığın tek dermanı intikam almaktır. Tarih boyunca bize yaşatılan tüm haksızlıkların tek ilacı intikamdır. Çünkü intikam almak alışmamaktır, unutmamak ve unutturmamaktır. İntikam, sana yaşatılanları unutmamanı sağlarken, düşmanın da başına neler geleceğini unutmaması ve her an bu korkuyla yaşaması demektir. Mesela Amed`de HÜDA-PAR çeteleri lokantaları, kafeleri, havuzları basarak, kadınları, genç kızları ve çocukları tehdit ettiler. Sizin ana babalarınızı öldürdük, hala mezarları bile belli değil. Kimin gücü bize yeter diye de insanlarımıza nutuk çektiler. Sanki bize unuttuğumuz bir tarihi hatırlatmak ister gibi. Sanki tıpkı yazarın Veba` da ifade ettiği gibi Bir kez göz yumuldu mu vazgeçmek için bir neden kalmaz dememiz gerektiğini görmemizi ister gibi. Çünkü bir kere göz yummak, düşmana daha fazlasını yapma cesaretini verir, dün tehdit edenin yarın bu tehdidini eyleme dökme cesaretini verir.
Şimdi biz ülkemizin yakılıp yıkılmasına, milyonlarca canlıya yaşam olan ormanlarımızın kesilmesine, tarih boyunca insanlığın çekim merkezi olan o tertemiz sularımızın kirletilmesine, yok edilmesine, dağlarımızın her gün maden adı altında patlatılmasına, sevdiklerimizin kemikleri üzerine karakolların inşa edilmesine, gelinlik defilelerinin yapılmasına, konserler verilmesine, kendi dilimizde konuşmamaya, halay çekmemeye, kendi renklerimizde ve kültürümüzde giyinmemeye alıştırılıyoruz. Dünyanın umudu olan çocuklarımızın hep bir kaza süsü verilerek panzerlerin altında katledilmesine, bu devletin askerinin, subayının, memurunun tecavüzüne, tacizine, genç kızların fuhuşa, uyuşturucuya bağımlı hale getirilmesine, ülkemizin insansızlaştırılmasına alıştırılıyoruz. Oysa efsanevi komutan Heval Agit Kürt gençlerinin bu topraklarda düşmanının gölgesini dahi kabul etmemesi gerektiğini söylüyordu. İşte böylesine net ve karalı bir şekilde işgale, düşmanın varlığına tavır koyuyordu. Başka türlü bu vebadan nasıl kurtulur ki insan
Herkesin bir intikamı olmalı elbette. Biz genç kadınların en büyük intikamı ise verili yaşamı bu haliyle kabul etmemek olacaktır. Özgürlük adı altında bizi tek başımıza, toplumumuzdan uzak bırakanlara karşı örgütlenmek ve kendi toplumumuzun, halkımızın içinde olmak en büyük intikamımız olacaktır. Kültürel, fiziksel, ideolojik tüm saldırılara karşı kendi öz savunmamızı yapacak düzeye ulaşmak en büyük intikamımız olacaktır. Bize tek yaşam seçeneği olarak dayatılan bu yaşama karşı, özgürce halaya duracağımız bir yaşamın arayışı bizim en büyük intikamımız olacaktır. Genç kadınlar olarak bizi birbirimize düşman eden erkek egemenliğine karşı birbirimizi severek örgütlenmek intikamımız olacaktır. Böylesi bir intikam yürüyüşü bize bulaştırılmak istenen tüm hastalıkların panzehri olacaktır. Şimdi kazandığımız tüm bu değerlerin hepsi Amara`da çocuk yaşta evlendirilen Elif`in, Haki Karer`in intikamı için başlamadı mı
Bu faşist sistemin bize özgür bir yaşam ve kocaman bir kahkaha borcu var ve biz genç kadınlar olarak bu borcumuzu almayana kadar mücadeleden asla vazgeçmemeliyiz. Kürdistan`da yarım bırakılan her gülüşün, her yaşamın, her hikâyenin intikamını almayana kadar durmamalıyız. Kutsal kitapların cennet diye bahsettiği Kürdistan`ı yakıp yıkan, yaşamları karartan bu faşizmden intikamımızı almayana kadar durmamalıyız. Genç kadınlar olarak bizi bir veba gibi saran unutmak ve alışmaktan kurtularak, kendimizi güçlendirip, intikamımızı ve sevgimizi düşmanda patlatmalı, düşmanımıza korku vebasını salmalı, onu kendi korkusunda yok etmeliyiz.”