HABER MERKEZİ
Zaman kederden bir iz, yüzün yüreğimin çerçevesinde bitimsiz bir resim. Yüreğime sızıyor gencecik bakışların, bakışların beklenmedik bir an’a vuruyor. O anda selamına vuruluyor yüreğim. Ve iliklerime damlıyor acıya dair imgeler ve özleminin ateşi sarıyor dört bir yanımı. Gencecik bakışlarından uzak yalnızlığımın gölgesine gömülüyorum. Yüzümüze bunca katliamların, duvar diplerinin infaz seanslarının gölgeleri düşmüşken. Zamanın herhangi bir ıssızlığında senin gölgeni bekliyorum.
Seni anlatmaya çalışırken gözlerim yaşarıyor Hamza yoldaş. Bilmem ki gözyaşlarımızın sıcaklığını anlar mı nisan çiçekleri… Cevherini dağların doğasından almıştın. 25 yıllık kısa hayat hikayenden geriye dağların yüceliğini andıran bir miras bıraktın ardından.
Hamza Erkendi* yoldaş, 1983 yılında Botan’ın ‘Erkendi’ köyünde doğar. O daha küçük yaşlarda Herekol’un eteğindeki köylerinden kopup metropol yaşantısının içerisinde bulur çocukluğunu. Ailesinin Adana iline göç etmesi ile çetin bir geleceğin labirentlerinde, özgür yaşamı aramanın kavgası ile hayatın tehlikeli sularına katılır. Bu arayış ülkesine, halkına, köklerine, bağlılığını, sevgisini de geliştirir. Hamza yoldaş büyüdükçe ülkesinin dağlarında gerilla olma hayaliyle toprağındaki direniş ve mücadele ruhunun düşüyle Adana da gerçekleşen halk serhildanları ve gençlik eylemlerine katılır.
‘Bir pusudan sonra yüreğim acı, gözlerim kan çanağı ve hafızamın sürüklendiği her anda tebessümün, canlılığın, sesin ve hareketliliğin… Gittin olmayacaksın, dönmeyeceksin ve seni göremeyeceğim. Serhildan yüreğin vurulurken hayattan bir tebessümle intikam alırcasına ‘ey hayat! Ben seni yaşadım, sen beni değil’ dercesine gülümseyip vedalaşmışsın.
Herkeste izler bıraktı
Hamza yoldaş gencecik yaşının sempatikliğiyle kendisini tanıyan herkeste izler bırakır. Çevresinde olgun davranışlarıyla, ağırbaşlılığıyla, sözü dinlenen ve bir duruşun sahibidir. Bu kişiliğini yurtseverlik kültürüyle yaratması, dağlara olan özlemini, tutkusunu her geçen gün büyütür. Ülkesindeki savaşta ailesinden birçok katliamın olması ve yaşanan şahadetler onu derinden etkiler. Artık arayışları doğrultusunda özgürlük mücadelesi ile buluşma istemi sınırsızdır.
Hamza yoldaş 15 Şubat uluslararası komplonun gerçekleştiği 99 yılında Kelareş alanında PKK saflarına katılır. Daha sonra 15 yaşında olmasına rağmen büyük bir iddia ile görev ve sorumluluklarına yaklaşır. Önder Apo’ya iyi bir arkadaş olmanın bilinciyle ismini önderliğimizin çocukluk arkadaşı Hasan Bindal’dan alır. Artık dağların Hamzasıdır. Kadim halkının gerillası, intikam savaşçısıdır. Hamza yoldaş gerilla yaşamına katılımıyla, olgunluğuyla, kişiliğiyle kısa bir sürede kendisini tanıyan gerillaların yüreğinde ayrı bir edinir.
‘PKK onurun kalesi, yaşamın güzelleştirilmesi ve binlerce isimsiz kahramanın kanıdır. Önder Apo öncülüğünde ölü toprağın yaşam güzelliklerinin dansına sahnesidir. Bu sahne özgürlük ruhunun direnişi ve mücadelesinde tüm kıtalara inanç, umut, sevgi ışığıdır. Emeğin, sevginin, insanı değerlerin mimarı PKK şehitlerini anlatabilmek…’
‘Düşlemek acının ve hüznün dalgalarıyla sürüklenirken yüreğin sevinci, ülkesine sevdalı kahramanların ruhuna sığınmak, kiminden arta kalan simalarındaki tebessümün büyüsünde mutluluğun sırrına erişmek… Kızıl kanların karıştığı topraktan, rengini, kokusunu alan çiçeklerin içinde özgürlüğe koşmak… Ve avuçlarını mavi gök kubbeye doğru açıp gidenlerimizin tebessümlerini dilemek bir duanın kutsalımsı tadında…
Dağlardan almıştın rengini
Yüreğim özlemine tutuşurken gözlerim seni arıyor. Evet, Hamza yoldaş ismini duyunca siman anılarıma düşünce, inceden bir sızı kuşatır ruhumu. Halkımın cesur yüreği, Kürdistan dağlarının yiğit savaşçısı, seni olduğun gibi yazmaya cesaretim yetmese de ölene dek bu çabamdan asla vazgeçmeyeceğim. Biliyorum acılarını, fedakarlığını, Önder Öcalan’a bağlılığını ve ülkene olan aşkını hiçbir tasvir ve tasavvur etmese de. Bir film şeridi gibi yaşamın, anıların, sıcacık yoldaşlığın gözleri de öylesine canlı ki bir an bile bu görüntü karelerinden kopamadım. Savaşçılığın, düşmana olan kinin, sınırsız hırsın ve soylu intikam duygularınla, Apocu çizginin militanıydın. Olmazın yoktu. Gerekçelere sığınmazdın. Bu yüzden seni anımsarken zafer ruhunu daha da derinden hissediyoruz. Dağlardan almıştın rengini. Doğal ve sade kişiliğinle yüreğinle dağlara özgürlük aşkını nakşettin.
Botan dağlarında yaşanan her bir an savaş gerçekliğiyle, özgürlük tutkusuyla ve yiğitlik destanlarıyla doludur. Hamza yoldaş uzun bir süre güney alanlarında kaldıktan sonra özlemini duyduğu Botan dağlarına yönünü verir. Yıllar sonra kökleriyle buluşmuşluğun coşkusuyla bulunduğu her alanda öncüleşir. Ah bir dile gelseydi Kato, Cudi, Çirav ve Gabar seni bağrına bastıkları gibi anlatırlardı. Durdurulmaz bir sel gibi kavgadaki enerjik duruşunu, sempatik tavırlarını, özüne aldığın Herekol dağı gibi asiliğini duyumsadıkça sen bende bir romanın esini, bir şiirin anlamlı mısrası ve karmaşık bir resmin en belirgin imgesi oluyorsun. Yani sen Hamza yoldaş yılları hasreti olan Botan dağlarına olan bütün yüreğini verdin.
“Zaman dursa da kalpler
En güzel gülüşleri ile
Tarihi asi çocuklar yaşar
Zamana, tarihe ve dağlara
Ölümsüz anılar bırakır gidenlerin
Özleminde sürer sonsuz kavga”
Gabar’a özgürlüğü bıraktın
Yanaklarımda dökülen gözyaşlarında süzülüyor gülümseyişin. Bu ne zamandır ki gözyaşları gülümsemelere damlıyor. Belki de aynı amaç uğrunda yürüdüğümüz dağlarda birbirimizi tanırken, savaşın gerçekliği olan ölüm geldiği zaman yüreğimizi ısıtan yoldaşlık sevincini gözyaşlarımızla ödüyoruz. Özgür yaşam için sevinçlerimiz dağlarımızda gözyaşına dönüşüyor. İnsan yaşayarak anlar, biriktirir, anılarını yüreğime gömerken, incecik tebessümün sarmalıyor ruhumu.
Ansızın gidişinle heder olsak da değerli bir hazineyi ya da eşsiz bir sırrı taşırcasına anılarını anımsayınca… Anılar; dokunmaya kıyamamak, kutsalımsı gerçekliklerle ve gencecik bakışlarla. Dobralığın, asiliğin ve dağlara bıraktığın sempatikliğin. Belki de bu yüzden olmalı devrim bir etkilenme olayıdır. Ve bu gerçekliği gidişinin etkisiyle daha derinden duyumsayıp hissetmek…
Bakışlarının sıcaklığıyla, geleceğe güzellikler tasvir ederken yani veda anında bıraktığın selamın hani arkadaşlar anlatırken ‘Son sözlerine sığdırdığın gerçek ve içten sevgiyi anlatırdın. Beni bırakıp gidin’ ve yüzündeki görkemli tebessümünle ‘arkadaşlara selamımı söyleyin’ gencecik bakışlarınla Gabar’a özgürlüğü bıraktın. Bakmaya doyamadığım güzel yüzünü de o soğuk ölümün karanlık gerçeği. Gabar Hamzasız, ülke Hamzasız ve bizler…
Yürek isyan
Dilsiz bir sevdaya vurur an
Çığlığımın anlamadığı
Sesin yitip gittiği demdir
Güler yüzlü bir yiğidin
Anılarında dururken zaman
Erken bir ölümün
Bir tek tel beyaz saçına
bulaşmayanın gidişini
Tenhada vuruyor beni
Özlem diye belleğime kazınan
Öyküler biriktirirken
Toprakta tırmalarım kanadı
Üşüdü tenim, tedirginleşti
nisan çiçekleri
Buluttan düşen yağmur değil
Kanımız iken
Namluya, pusuya, ölüme
Kaptırdık bir yanımızı
Yıkıldık
Vurulduğun köyün yıkık duvarları gibi
Sensizlikti, senden sonrası yaşamak
Yüreğimizi vurduğumuz
dağ patikalarında
Geride gülümseyen siman
Kanatırken zamanı
Daha erken değil miydi gidişin
Yürüyerek bunca yol
Tüfek çatacak onca düşman
Ve zirvelerde çığlığımızın
Anlam kazanacağı bunca
dağ varken…
Nisandı yağmurun iklimi doğanını doğuşuydu, çiçeğin ağacın yaprağa durduğu, kuşların sürgünden dönme vakti…
Sensizlikle yüzleşmek zorunda kalmanın derin hüznü ve her yağmur damlacığıyla yüreğe düşen acı. Doğanın doğa sancılarına durduğu bu mevsimde göğsümüzde bir yıldızın yitip gitmesine dayanır mı can.
Özlemek ve beklemek hafif bir tebessümü ışıl ışıl bir çift gözün pırıltısını… Bahar çiçeklerinin kokusundan, telaşlı kelebeklerin rengârenk kanatlarında ve göçmen kuşların semalardaki ayinlerinden seni dinlemek… Özlemek ve beklemek gerilla yüreğimle, gecede yürürken bir yıldızda seni görmenin ürpertisiyle öylesine ellerinin sıcaklığı hala avuçlarımda…
Mahsum öykülerin trajedisiyle kanarken apansız bir savruluştu yollara, ufuklarda terki diyor kalmış hayallerimiz. Ve düştük yollara, her yol bizi öz arayışına götürsün diye ve her adım yüzündeki tebessümün hüznüdür artık.
İskân AMED