HABER MERKEZİ –
Demokratik Gençlik sonuna kadar cesur, sorumluluğunun bilincinde Demokratik hukuk devletinin ne olduğunu bilen, bunun zaferi için her şeyini ortaya koyan gençliktir. Legal hukuk şeylerine dikkat etmelerini söylüyorum.
Kadın için daha önce de söylemiştim. Kadın, demokrasinin teminatıdır. Daha önce adaletin, sevginin, gerçeğin arayıcıları demiştim. Sizlerin özlemlerinize göre yaşamaya çalışıyorum. İradenizin felsefi ve edebi gelişmiş olması beni mutlu kılıyor. Benimle yirmi dört saat yaşamak demiştim. Üç yüz-dört yüz sayfalık felsefi-edebi romana dönüştürülebilir. İnceleme-araştırma için mitoloji, tanrıça kültü, Altın Dal’ı okuyabilirler. Diyoniz kültürü, Hintler’de Krişna ve Kopi kültürü, Balkanlar’da Orfi kültürü, Adonis Kıbele, Mezopotamya’da İnanna-İştar, Hz. Meryem üzerinde yoğunlaşabilirler. Bakalar Alayını inceleyebilirler. Bilimsel eğitim amacı ile bunları söylüyorum. Gençlik için de daha önce belirtmiştim. Demokratik seferberlik ruhu ile çalışmalılar.
Gençlik kafasını açmalı, gençliğin uyanmasını istiyoruz. Gençlik beynini bilime açmalı. Savunmam epey bir çerçeve ve yöntem veriyor. Savunmalarım salt yayın organlarında yayınlanıyor. Sadece yayın gazetede yayınlanması yeterli değil tartışılması gerekiyor. Bilim çevrelerinden, gazetecilerden, cezaevinden çıkanlardan ve sizlerden biri savunmamı bölüm bölüm tartışmaya açabilir. Öcalan’ın savunmasının bu bölümüne tartışmaya açıyoruz denir. Her gün çok olabilir ama her hafta bir bölüm üzerinde tartışılabilir. Bu olmazsa savunmalarda rolünü oynamamış olur. Savunmam siz kadınlar içinde bir çıkış şansı oluyor. Vurdum duymazlığa gidebilir. Sol lafazanlık bizde de çok güçlüdür. Basit lafazanlıklarla geçiştirilemez, buna engel olun tartışmayı derinleştirin. En az iki yıl bu tartışmalar sürmeli. Savunmalarıma yasaklama gelmez sanmam, gelse de önemli değil.
Sizler gençsiniz, zaaflardan arınıp şu ya da bu soruna çözüm yollarını ortaya çıkarmayı, tartışmalar geliştirip düşünce üretmeyi, olay ve olguları tanımlamayı bilmelisiniz. Böylece sağlıklı örgütlenmelere gitme olanak dahiline girer, çok saf, bitmiş tükenmiş kişilikler yerine her düzeyde gerçek dava kişilikleri ortaya çıkar. Nitekim günümüzde oluşan ortamımızın ürünleri sınırlı da olsa bu niteliktedir. Bunu 1980’ler için söyleyemezdik, hele hele 1970’ler için hiç söyleyemezdik. 1970’leri bir düşünelim. Ortam alacakaranlık, her şey bastırılmış; ödleklik, nefes alamazlık had safhada, burnunun ucunu bile görmek mümkün değildi. Görev desen yanına yaklaşmak mümkün değil, herkes saptırmakla uğraşıyor; en dost bildiklerin, sosyalist bildiklerin bile kendilerini de seni de aldatmak için uğraşıyorlar. O dönemin iğne ucu kadar bile olsa açığa çıkartılması gereken görevi, işte bu nedenlerle ele alınamazdı. Sağın da, solun da sergilediği aynı inkarcı yaklaşımlardır, örtbas etmedir; resmi düzen sınırları dahilinde kalma, düzeni sürdürmeye hizmettir. İçine girilmesi gereken görev, buna alet olmamak ve eleştirmekti. Bunu başarabilirsen ne mutlu sana! İşte yapılmaya çalışılan buydu. Yanlışlıkları ortaya çıkarma, doğrunun ne olması gerektiğine ilişkin iddialar üzerinde durma çabası vardı. Halk bundan habersizdi. Biraz aydın gençlik kesimine hitap edilmekteydi. Ve bunun bizi götürdüğü sonuç, bilindiği gibi yeni bir yoldu. İnanmış, kararlı, mücadeleci bir topluluğun artık içine girmeyi benimsediği, cesur adımların atıldığı bir sonuç söz konusuydu. 1980’lere geldiğimizde durum buydu ve düşman her şeyi yine eski duruma getirmek için bu çıkışa karşılık verdi.
12 Eylül bir bastırma hareketiydi, mevcut sorun ve çözüm yollarını ört bas etme, bunun sahiplerine amansız yüklenme, işkence etme hareketiydi. Buna yönelik olarak bizim iddiamız ise, bir varlığı korumak, devrimi bir umut olarak diri tutmak, mümkünse bir kez daha pratiğe yönelmekti. Özellikle bu sahalarda ’80’lerin başında attığımız adım çok hayatiydi, nefes nefese bir mücadele veriliyordu. Çok az bir umut varsa bile, ona bağlı kalarak çizgi kurtarılmaya ve mümkünse ülkeden kopmamaya çalışılıyordu. Başlangıçta atılan adıma devam etme, onu geriletmeme ve mümkünse 12 Eylül’ün dayatmalarına karşı da ilerletme iddiasıyla çalışmalara yüklenildi. Sonuç da bilindiği gibi, 15 Ağustos Atılımı’na ulaşma oldu. Dikkat edilirse, bu yıllarda bütün bu yapılanlara karşı çok açık bir bastırma, inkar ve saptırma da vardır. İşte bütün bunlara karşı halk gerçeği kendisini açığa çıkartmalı, siyasete alıştırmalı ve ısrarlı bir partililiğin sergilenmesiyle sorunlar çözüme götürülmeliydi.
Savaş sorunlarını incelerken, oldukça gerçekçi olmalı, bugüne nasıl gelindi sorusuna açık ve net cevaplar vermelisiniz. Belki çok zordu, ama olmazsa olmaz kabilinden yaklaşılarak ilerleme sağlandı. Bunu iyi anlamadan, bugünün hamle gücüne anlam vermek mümkün değildir. Öyle sanıyorum ki, incelemeyi halen sağlam yapamıyorsunuz. Bu, genel anlamda savaşa ucuz yaklaşmanın ve dolayısıyla da dönemin komuta kişiliklerine ulaşamamanın temel nedenidir, çok ciddi bir eksikliğe işarettir. Değil bugünkü ilerleme düzeyinde olma, nefes alma olanağını elde etme bile olağanüstü bir çaba gerektiriyordu. Örneğin adımızı bile kıl payı kurtardığımız bir dönemde, bunların olağanüstü çabalara bağlı olduğunu unutmamalısınız. ‘Her şey kolay kazanılmıştır, silaha kolay ulaşılmıştır, yollar kolay açılmıştır, bazı adımlar güle oynaya atılmıştır’ anlayışı mahvediyor, silikleştiriyor, basitleştiriyor, yüzeyselleştiriyor; eylemi de çok sınırlı ve başarısız kılıyor. Genel parti tarihine, özelde savaş tarihine böyle yaklaşmak içine girilecek en hafif, en yanlış tutumdur.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan