Kadın aktifleşmedikçe, içinde yer almadıkça Kürt toplumu bu kadar etkilenmezdi, harekete geçmezdi. Yüzbinlerce, milyonlarca kadın, erkek alanlara, meydanlara dolmazdı.
HABER MERKEZİ – Apocu gençlik nasıl ki Kürdistan devriminin öncüsü, motoru olmuşsa, gerilla gücü oldu, dağları zapt etti, zulüm duvarlarını yıktı, devlete kafa tutmaya cesaret etti, Türk ordusunu büyük bir batağa sapladı. Bu bir Apocu ruh eseriydi, Apoculukta olmaz yoktur, zorluk yoktur, engel yoktur. Asıl olan özgürlük ve insanlıktı, insanda ısrardı, her şeyin merkezine insan ve öz güç konuldu. Bunun da büyük sonuçlar yarattığı ortadadır. Bugün PKK hareketi hiçbir devlete bağlı değildir. Tek bir devletin maddi veya silah yardımı ile çalışmasını yürütmüyor. Bütün devletlerle ilişki kurmaya da hazırdır, bütün devletlere karşı tavır almaya da hazırdır. Bu kimliğinden vazgeçmedi. Onun için Başkan APO ideolojik bağımsızlığı her şeyin önünde tuttu. Çünkü ideolojik bağımsızlığını koruyabilirsen, toplum dinamiğine dayanırsan, bütün mücadele araçlarını yaratabilirsin, bütün imkânları yaratabilirsin. Zor olabilir, yorucu olabilir, ama bağımlı olmaz, herhangi bir devlete bağımlı olmaz. 1975’de Barzani hareketinin tasfiyesi burada çok iyi bir örnektir. Amerika İran üzerinden destek veriyordu. İran Şahı Irakla anlaşınca yardımı, desteği kesti. Barzani Amerika?ya meşhur mektuplar yazdı. ?Bizi de bir eyaletiniz olarak kabul edin? dedi. Sonuçta büyük bir trajik yenilgi, tasfiye yaşandı, peşmerge gücü dağıtıldı.
Ama PKK’nin tarihinde böyle pratikler yoktur. Böyle dayatmalar, zorlanmalar yoktur. Her zaman halkın öz gücünü esas aldı. İşte Apocu gençlik bu kimliği ve bu ideolojiyi esas alırsa başaramayacağı bir şey yoktur. İlk çıkışlar çok önemlidir. PKK’ye ruh veren, öncülük eden Kemal Pir, Hakki Karer gibi arkadaşları hiçbir zaman unutmamalıyız. Bunlar Kürt değillerdi, Kürdistan’ı görmemişlerdi. Türkiye?de sosyal şovenizm sol içinde yaygındı. Ama başkanı tanıyınca, ondaki ciddiyeti görünce Sosyalizme, devrime, Ortadoğu birliğine içten bağlandılar, inandılar, tereddütsüz Kürdistan’a gelip çalışmaya katıldılar ve büyük gelişmelere damga vurdular. Onun için de ilk hedef olan, ilk vurulan da Hakki Karer oldu. Bugün Ortadoğu’ya daha çok açılıyoruz. Fars, Kürt, Arap, Türk, Türkmen, Asuriler, Ermeniler, Ortadoğu’nun bütün toplumlarıyla, bütün kültürleriyle gerçekten bu tarihi mirasa layık biçimde buluşma, kavuşma, kucaklaşma, büyük bir Rönesans, aydınlanma Ortadoğu’da yaşanıyor. Başkanın öncülüğü, ideolojik ve siyasi kapasitesi, bu hareketin birikimi mevcut ulus-devletlerin çürümüşlüğünü, mezhepçiliğini, ulusalcılığını, ırkçılığını ve faşizmi aşacaktır. Bunlar toplumsal sorunları ağırlaştırdılar, çözemediler. Halkları birbirine yaklaştırma yerine sürekli uzaklaştırdılar, sürekli düşmanlık ve çatışma tohumları ektiler. Bütün bunlara son verecek zihinsel, ideolojik yeni akım, bir dalga olarak PKK bu rolü oynayacaktır. Bu anlamda Apocu gençlik hayallerini büyük tutmak, enerjisini devrime akıtmak, kimliğini Apocu tarzda inşa etmek durumundadır. Bunlar olursa hiçbir engel önümüzde duramaz.
Demokratik Ulus?la perspektifiyle öncülük rolümüzü geliştirmek durumundayız. Dediğimiz gibi mevcut sistemden en çok etkilenen gençliktir. En kolay örgütlenebilen, karşı çıkarılabilecek olan da gençliktir. PKK de bir gençlik hareketi olarak doğdu. HPG bir gençlik gerilla örgütü olarak mücadelesini yürütüyor. Bir demokratik toplum-ulus kurulacaksa, herhalde toplumun en geri kesimleri veya yaşlılar sınıfı ile bu iş yürütülmeyecek. PKK var, PKK öncülük ediyor, Önderlik ideolojik, teorik-pratik öncülük yapıyor. Ama bunun ana gücü, dinamosu, pratikçisi de doğal olarak gençliktir. Yeniye açık, yeniyi savunabilecek, ütopyalarına, iddialarına bağlı kalabilecek kesim gençliktir. Gençlik nasıl ki devrimin temel gücü ise, yeni toplumun da kurucu gücüdür. Kendini eğittikçe, kendini örgütledikçe, yüzbinlerce genç nüfusu bağrında topladıkça, bunun kadrosuyla, enerjisiyle, dinamizmiyle topluma ruh verecek, topluma öncülük edecek, demokratik toplumun inşasında öncü rolü oynayacaktır.
Genç kadın, -genç nüfusun tümünü katıyoruz buna- kadının içinde olmadığı bir devrim, gerçek bir devrim değildir. Bu artık bir saptama olmanın ötesinde, realiteden çıkan bir sonuçtur. Çünkü biz Çin’de, Sovyet devriminde gördük. Muazzam devrimci atılımlar yapıldı, tarihin en büyük devrimleri gerçekleştirildi, dünyayı sarstılar, egemen oldular, istedikleri gibi toplumu eğittiler, istedikleri kadar kadro oluşturdular. Ama gerçek anlamda kadın toplumda özgürleşmeyince, dinamikleri harekete geçirilmedikçe, yine toplumsal inşaya öncülük etmedikçe Sovyetler tökezledi. Kadının rolünü burada çok iyi görmemiz lazım. Kürdistan’da bir savaşı, direnişi yürütüyorduk. Ama kadın aktifleşmedikçe, içinde yer almadıkça Kürt toplumu bu kadar etkilenmezdi, harekete geçmezdi. Yüzbinlerce, milyonlarca kadın, erkek alanlara, meydanlara dolmazdı.
DAIŞ dini kullanarak ölüme giden yüzlerce binlerce insan eğitti, kazandı. Ama kadını nereye aldı, çok geriye attı, kapattı, yok saydı. Erkekler dünyasını daha çok öne çıkardı, egemen kıldı. Onun için hiç kimse için çekici olmadı, cazibesi olmadı. Ne kadar şeriat da dese, en iyi dini ben kuruyorum da dese, sonuçta erkeklerle sınırlı kaldı, toplumsallaşmadı ve giderek yıkıldı, yıkıma gitmek zorunda da bıraktı. Her konuda insanlığa ters, insanlık değerlerine düşman, onunla uyuşmayan, insanların inançlarını, kültürlerini yok sayan, toplumu toplum yapan değerlerden koparacak kadar insanlıktan çıkmış bir akım. Alternatif olma şansı yoktu zaten.
Bu boyutlar dediğimiz gibi çok farklı araştırma inceleme konusudur. Çok daha da üzerinde konuşulup tartışılacak da. Bizim anlatmak istediğimiz, demokratik toplumların yaratılmasında, kadının mutlaka olmazsa olmaz biçiminde devrimci mücadeleye dâhil edilmesidir. Ama öncü düzeyinde, sözde devrime güç akıtma, güç verme anlamında değil, devrimi kalıcı kılma sürekli kılma adına kadın mutlaka öncü düzeyinde, örgütçü düzeyinde katılmalıdır, rolünü oynamalıdır. Başka bir biçimde devrimi güvenceye almanın, toplumu dönüştürmenin imkânı yoktur. Bu açıdan genç kadın örgütlülüğü demokratik ulusta eğitilmiş, kadrolaşmış, örgütleyen, direnen bir güç olmanın ötesinde toplumu dönüştürmeyi, yeni toplumu yaratmayı hedeflemeli. Yeni egemenliklere, yeni saptırmalara kapıları kapatacak, gerçek anlamda kadın bakışını aşılayan, kadın eksenli bir demokratik ulus örgütlemesi ancak genç kadının aktif biçimde rolünü oynamasıyla mümkündür. Eğer kadınlar devrime dediğimiz boyutta, yani öncü düzeyinde katılırsa bu toplumsal değişimde de tüm kapıların açılması anlamına gelir. Çünkü en basit hesapla toplumun yarısı kadındır. Toplumun yarısı özgür değilse, eziliyorsa, dışlanıyorsa var olan erkekler dünyasıyla da adalet, eşitlik, özgürlük kurulamaz. Savaşları kazanabilirsin, ama devrimin hedeflerine ulaşamazsın. Sonuçta bu devrim yenilgiye, tasfiyeye uğrar, bütün emeklerin, bütün mücadelelerin Sovyet örneğinden de çıkarılan derslerle heba olmaması, tasfiye olmaması için kesinlikle genç kadının tarihsel rolünü, toplumsal öncülüğünü, dönüştürücü rolünü oynaması gerekir, buna aday olması lazım, kendine güvenmesi gerekir. Bu görevleri başkasına devredemez, erteleyemez, kimse insana özgürlük vermez. Özgürlük uğruna mücadele edilen, kazanılan bir olgudur.
Demokratik ulus yaratılırken, o ulusun örgütlenmesini, varlığını koruyacak öz savunma dinamiklerini kurmamız gerekiyor. Bunu yaparken tarih ve toplum bağlantıları, iktidar ve devlet bağlantı ve ilişkilerini gözden kaçırmamak gerekiyor. Güncel olarak aslında birçok şey artık bilinir, görünür oldu. İletişim kanalları, aygıtları çok gelişti, dünyada olup biten her şey anında öğrenilebiliyor. İlgisi olan, kendini eğiten insanlar bunları çok iyi görür. Ulus-devletler günümüzde toplumların gelişimi önünde en büyük engeller durumuna geldiler. Bir Türkiye’yi ele alalım. En iyi tanığımız, izlediğimiz ülke olduğu için söylüyorum. Devlet dev gibi şişirilmiş bir polis ve asker teşkilatını besliyor. Toplumun tüm gözeneklerinde sürekli bir istihbarat örgütlemesi var. Tarikatlar, vurgunculuk, soygunculuk, hazine imkânlarını kendi arasında paylaştırma, iktidara taban oluşturacak sermaye gruplarını yaratma. Bütün bunlar sıkıyönetim ve olağanüstü hallerle, tehdit ve zorla toplumdan çalınan paralarla kurulan büyük televizyon kurumlarıyla sürekli toplum kuşatılmaya, bilgi kirliliği, kuru propaganda ile önünü göremez hale getiriliyor. Buna rağmen örgütleniyor ve direniyorsa öldürülmeye, tutuklanmaya, hapse atılmaya çalışılıyor. Ortadoğu’da muazzam enerji kaynakları, büyük zenginlik kaynakları var. Her taraf kan gölü içinde. Bu devletlerin oyunları, kirli politikaları sonucu DAIŞ gibi çeteler türetildi. Büyük zenginlik kaynakları Amerika’ya, Avrupa?ya akıtılıyor, silah olarak, ölüm aygıtları olarak bölgeye taşınıyor. Dünyanın dengesi de olumsuz etkiliyor, yıkım ve tahribatı sadece Ortadoğu ile sınırlı kalmıyor.
Popüler kültür, pop müzik çok yaygın batıda, bütün dünyayı etkiliyor. Bu konuda kurulmuş özel televizyon kanalları var, internet çok yaygın olarak kullanılıyor. Gerçekten bir tüketim sanayi durumuna geldi. Halkların derin tarihsel birikimi, mirası, kültürleri artık bunlar karşısında direnemiyor. Kapitalizm bu ülkelere girince, istihbaratıyla, silah satışıyla, sinemasıyla, hamburgeriyle, kolasıyla, pop müziğiyle bütün o tarihi mirası ya da birebir halkları koruma, sahiplenme, onlarla kültürlerini kabul ederek barış içinde bir arada yaşama gibi bir derdi yok. Kar amaçlıdır, nerede ne kadar kâr varsa, nerede ne kadar ele geçirirse; toplumu, doğayı tahrip etme pahasına her türlü yozlaşmaya yol verecek çalışmaları yürütüyorlar. Sanat bugün yine öyledir, tam bir toplum boşaltma, toplum saptırma, toplumu köklerinden koparma tarzına dönüştü, sanayi sektörüne dönüştü. Parası olan üretim yapabiliyor, tiyatro açabiliyor, televizyon kurabiliyor. Yoksa kapılar devrimcilere, demokratlara, halk sanatçılarına kapatılmış durumdadır. Türkiye’nin büyük şarkıcıları ya da türkücüleri çoğunlukla Kürtlerdir. Bunlarda Kürt müziğini çalarak, Türkçeye çevirerek yapıyorlar. Burjuva yasalarına göre ne bir telif hakkını ödüyor, ne de nereden alıntı yaptığını söyleme ihtiyacı duyuyorlar. Bu kültür; sinema dizileri ile ırkçı, faşist, halkı toplumsal gerçeklerden koparan, ütopik, hayatla bağı olmayan, hayal dünyalarını çarpıtan bir yayıncılık var dünya çapında. Mesela internet, televizyonlar olumlu kullanılırsa, halkları doğru aydınlatma, bilinçlendirme, eğitme, kültür alışverişinde köprü rolü oynama olursa dünya büyük oranda olumlu değişir. Fakat yapılan o değildir. İnternetin kendi araştırmalarına göre, yüzde 80?i amaç dışında kullanılıyor. Her türlü ilişki, her türlü bozuk-yoz ilişki her kullanıma açıktır yani, herkes ona ulaşabiliyor. Hayata girmek, hayatla uğraşmak, hayatı değiştirmek, hayatın tadını çıkarmak yerine, insanlar zamanlarının çok önemli bir kesimini internet başında, televizyon başında geçiriyor. Zaten onun için sanal âlem, sanal dünya diyorlar. Gerçekten koparılmış bir yaşam ilişkisi, mücadele edeceğine, mücadeleden kopmuş insanlar yığını, aptallara, şaşkınlara, sarhoşlara dönmüş bir toplum yaratmak istiyorlar. Burada estetik, etik değerler, insanın özü, emekle, sevgiyle, özgürlükle bağı çok geri plana atılıyor. olursa da olur, olmazsa da olur kabilinden ele alınıyor. Öyle olunca da zaten pratikte olmaz oluyor. Çünkü parayı getiren, popüler olan ya da meşhur olan devletin önünü açtığı, benimsediğidir. Ahlak, özgürlük, öz güç doğal olarak öne çıkmaz. Bunlar unutulan değerler olur. Dürüstlük, temizlik, saflık aptallık olarak tanımlanır. Yeni nesillerin gözünü uyanıkların, açıkgözlülerin, vurguncuların, yalancıların dünyasına açar, onun içinde büyür.
Kapitalist sistemi biraz böyle tanımlayabiliriz. Mesela Türkiye?de 1970’lerde yetişen kuşaklar o devrim heyecanı, coşkusunu ayakta tutanlar ile işte günümüzde kapitalist toplumda, kapitalizmin daha çok geliştiği Türkiye’nin büyük şehirlerindeki gençlik kuşağına bakalım. Arada dağlar kadar fark var. Ütopyaları, iddiaları öldürülmüş, içi boşaltılmış bir gençlik yetiştirildi. Tüketim kalıplarına sıkıştırılmış insanlar üretiliyor sistem tarafından. Aslında insan yetiştirme en büyük sanattır ya da en önemli iştir, en büyük yatırımın insana yapılması gerekir. Teoride bu çok söyleniyor, ama insan yetiştirilmiyor, kapitalist sistem için çalışan, ona biat eden, kâr aracına dönüşen insanlar üretiliyor. Adeta bir fabrikadan çıkmış gibi, tek tipleştirilmiş, nasıl ki tek, millet, tek devlet, tek bayrak diyorsa, aslında ideolojik olarak da homojenleştirilmiş, tek tipleştirilmiş bireyler isteniyor. Devlet bir fabrika gibi böyle birey üretiyor. Mesela Erdoğan bugün ne diyor İşte dinini bilen, kültürünü bilen nesil yetiştireceğiz diyor. Fethullah da Altı nesil diyordu. Ama işte bugün birbirlerini öldürecek hale gelmişler. Birbirleri hakkında her türlü yalanı söylüyor, komplo düzenliyor, kan döküyorlar. Kürtlerin insanca yaşam arayışları kanla, şiddetle, müthiş ideolojik-psikolojik savaşla karşılık buluyor. Din yıkım, ölüm, köleleştirme aracı olarak müthiş kullanılıyor. İşte onların yetiştirdiği ya da öğrettiği insan tipi böyle tiplerdir.
Kürdistan gençliğinin, dünya gençliğinin gerçekten tarihe merak sarması lazım. Tarihi öğrenmesi gerekiyor, kendi ulusunu, kültürünü, gelişim süreçlerini, toplum dinamiklerini bilmelidir. İnsan toplumsuz olamaz, toplumsuz insan olamaz. İçi boşaltılmış insancıklar yığını olur. Üretimsiz, doğasız bir toplum yoktur. Öyle çalıp çırpan, yarısı işsiz, yarısı iş peşinde koşan, yarısı aybaşını zor getiren insanlar, yalan-dolan, birbirini vurmaya kadar aç gözlülük kışkırtılıyor. Böyle bir toplum yıkılacak toplumdur, iflas etmiş bitirilmiş bir toplumdur. Onun için kapitalizme Toplum kırım uyguluyor, toplum kırımı temsil ediyor diyoruz. İnsanlar doğayla, toprakla iç içe olmazsa, üretmezse; onun estetiği, öz kimliği, öz gücü, yani insan olma, emeğe dayanma, ahlaki ölçüler, estetik, öz kültür, öz güven olmaz. Bunu derken kimsenin diğer kültürlere, dünya mirasına kapalı olma anlamında değildir. Ama egemenlere, iktidara teslim olmama, onların bize empoze ettiğini kabul etmeme anlamında daha çok öz kültüre vurgu yapılıyor. Bütün halkların, toplumların tarihi bir geçmişi, mirası vardır. Toplumlar tarihi oluşumlardır, öyle kısa sürede olmaz yani. Orada burada dükkânlarda satılan, kurulan fabrikalara benzemezler. Bir tarihsellik var, maddi-manevi tarihi bir birikim var. Kürtlerin yazılı edebiyatları yok, yok ettiler, hafızasını sildiler, ama Kürtlerin mesela destanları, kılamları az mı önemsizdir, az mı toplumu anlatır Kahramanlıklarını, acılarını, özlemlerini, aşklarını bütün toplumlarda anlatıldığı gibi anlatırlar. Tüm toplumlar öyledir. Köksüz, kültürsüz bir toplum yoktur. Yüzlerce yıl doğayla kurduğu bir bağ vardır ve onun dili, sanatı, şarkısı, türküsü, destanı vardır. Bunu küçümsememeliyiz. Üniversite kantinlerinde ya da işte internet âlemlerinde kimse kültür öğrenmedi. Kapitalizm, var olan kültürün bile anlamını kurutuyor, sektöre, maddiyata dönüştürülmüş, paraya çevrilmiş bir iç kurutma, iç boşaltma operasyonu var.
Bu açıdan Kürdistan gençliğinin kendi öz kültürünü sahiplenmesi gerekir. Kültürel yabancılaşmayı kesinlikle ret etmelidir. Kapitalist şehir yaşamına, kültürüne kucağına koşmaya son vermelidir. Orada dünyaya gelebilir, orada yaşamak zorunda olabilir, ama doğasıyla, tabiatıyla, tarihiyle, kimliği ve kültürüyle buluşma savaşı vermelidir.
Bu temelde ele aldığımızda bir toplum bütün canlılar gibi kendini savunmak zorundadır. Bütün canlıların savunma mekanizmaları vardır. Yoksa yaşam olmaz, yaşam da en önemli varlık ve değer olduğuna göre, bütün canlıların yaşama karşı büyük hassasiyetleri vardır. Kimse diğer canlıların ölümü karşısında kayıtsız kalmaz, tehlikeyi gördüğünde hepsi ayaklanır, tüm yeteneklerini sergilerler. Aynı şey insan toplumu, insanlar için daha da geçerlidir. Çünkü insanların anlam dünyası gelişmiş, bilinç düzeyi yüksek, olanı biteni ölçüp biçecek varlıklardır. Uluslar da öyledir, uluslar var olacaksa kendine göre bir sistem kuracaksa, örneğin özgürlük, adalet, eşitlik, insan hakları, kültür olur. Buna hem içten hem dıştan saldıranlar olur. İçten egemenler, dıştan da emperyalist, kapitalist güçler ortaklaşarak sömürüyü derinleştirmek isterler. İç egemenlerin dış desteğe ihtiyacı vardır. Dış destekçilerin de iç işbirlikçilere ihtiyacı var. Dolayısıyla onlar birleşirler, toplumların savunma güçlerini kırmaya, dağıtmaya, iktidar gruplarını topluma egemen kılmaya çalışırlar. Biz de toplumsal kazanımlarımızı, demokrasi ve özgürlük alanlarımızı kaybetmek istemiyorsak, geliştirmek hedefinde isek, o zaman bunu korumamız da gerekiyor. Toplumun savunma kolunu, öz dinamiklerini, savunma gücünü örgütlemeliyiz. Bunun öncüsü de yine gençlik olacaktır. Yani temel örgütü, öncü gücü gençlik olacak. Gençlik olmadan ordu olmaz, gençlik olmadan gerilla olmaz, gençlik olmadan toplumsal savunma olmaz. Kadın-erkek gençlik nasıl ki toplumsal devrime, değişime öncülük edecekse, doğal olarak onun savunmasına da öncülük edecektir. Bunun başka bir açıklaması ya da izahı olmaz. Gençlik savunmayı üstlenmezse ya da burada öncü rol oynamazsa, kendisini örgütlemezse, başkaları bu işi başarıya götüremez.