HABER MERKEZİ
Kitleler eğer onu değiştirip dönüştürebilecek öncü bir güce sahipse potansiyelini açığa çıkarır. Gençlik bu rolünü görebildiği ve bu rolünü oynayabildiği oranda kitleselleşmiş ve sistemi değiştirebilmiştir. Bu açıdan sistemin temel hedefi durumuna gelmiştir. Sistem gençlik üzerinde çeşitli politik oyunlar oynamış ve gençliği sahip olduğu sisteme doğal muhalif olma duyarlılığını, dinamik yapısını tabu ve dogmalara karşı tepkisini ve her şeyden önemlisi devrimci bir ruhu içinde barındırmasını baskı, yasak ve psikolojik yöntemlerle yozlaştırmaya ve giderek ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Dayattığı bu yozlaştırma politikalarına karşın gençlik, kimi zaman kendisini koruyamamış, örgütsel dağınıklık yaşayarak sistemin öngördüğü bir konuma gelmiştir. Kapitalist sistem bu politikalarını gençliğin bilimsel düşünce gücü, araştırmacı kişiliği, çabuk kavrama yeteneği ve nicel bir potansiyele sahip oluşu gibi olumlu özelliklerinden dolayı daha sistematik bir şekilde uygulamaya çalışmıştır.
Gençlik üzerinde yürütülen bu asimilasyon politikalarını değişen ve süreklilik kazanan özel savaş kapsamında ele almak potansiyel gücün niteliğini kavramada faydalı olacaktır. Özel savaş derken kaba savaştan bahsetmiyoruz ya da böyle anlaşılmamalıdır. Savaşın günümüz koşullarına göre uyarlanarak özelleşmesi ve insanın hücrelerine değin derinlik kazanmasıdır. Bu savaşla toplumsal dinamikler hedef alınmakta, ahlaki politik topluma ait tüm değerler belleklerden silinmek istenmektedir. Buna karşı çıkacak olan da toplumun öncü gücü diye tabir etmiş olduğumuz gençliktir. Dolayısıyla özel savaş kapsamında, okun yönü, genelleştirilmiş ve derinleştirilmiş biçimiyle her zamanki gibi yine gençliğe çevrilmiş durumdadır. Gençliğin nasıl bir kıskaca alındığını daha iyi anlayabilmek için konuyu yakından inceleyelim.
Savaş, insanlar arasında gerçekleşen herhangi bir şiddet eylemi ya da çatışma değildir. Savaş; ülkeler, devletler ya da bir ülke içerisindeki büyük gruplar arasında gerçekleşen topyekûn silahlı mücadeledir. Daha yalın bir ifadeyle savaş, hasımların silahlı şiddet yoluyla birbirilerine iradelerini zorla kabul ettirmeyi amaçladıkları bir faaliyettir. Yani karşı tarafın iradesini kırmaktır. Ancak savaş silahlı bir faaliyet olduğu gibi, karşı tarafı yıldırmak, maddi ve manevi zarar vermek için gerçekleştirilen silahsız faaliyetler de genellikle savaş tanımına dâhil edilmektedir. Bu açıdan savaşı salt silahlı bir şiddet hareketi olarak tanımlarsak, hasımların sadece kızgın meydan muharebelerinde karşı karşıya geldikleri ve olanca güçleriyle birbirilerini yok etmeye gayret ettikleri ya da hasmını teslim olmaya zorladıkları bir mücadele olarak anlaşılır. Oysa bu, savaşın sadece silahla gerçekleştirilen boyutunu ifade eder. Gerçekte ise savaş, sadece askeri cepheden yürütülen silahlı bir mücadele değil, silahlı-silahsız dayandığı tüm unsurları ile birlikte ekonomik, siyasal, diplomatik, ideolojik, kültürel, psikolojik vb. alanları kapsamak suretiyle her cepheden yürütülen topyekûn bir mücadeledir. 21. yüzyılda kapsamını bu biçimiyle genişleten savaşa da özel savaş diyoruz.
Özel savaş olarak ele aldığımız olgu, sınıflı uygarlıklar boyunca geliştirilen baskı ve egemenlik aracı olarak başvurulan savaşın bir biçimidir. Bir diğer ismiyle kuralsız savaştır. Yaptığı her türlü ahlaksızlığı mübah gören, sermayesini büyütmek için elinden geleni yapan, insanlara ebedi köleliği dayatan, kural kaide tanımayan bir savaş. Önder APO’nun belirttiği gibi topluma yöneltilen tüm saldırıları özel savaş kapsamında ele almak gerekir. Bu yüzden özel savaş egemenler ve sömürücüler tarafından topluma karşı her alanda sürdürülüp, ilan edilmiş olan bir savaşı tanımlar. Konumuzu ilgilendiren ise özel savaşın toplumu hedef almasıdır. Toplum dinamik bir güçtür. Varlığını her açıdan koruyan ve devam ettirmek isteyen bir yapıya sahiptir. Toplumun kendi varlığını devam ettirebilmesi için dilini, kültürünü koruması gerekir. Bu da kapitalist sistemin küreselleşmesi karşısında en büyük engeli ifade eder.
Dilin, kültürün, gelenek ve göreneklerin tekleştirilmek istendiği günümüzde özel savaşı anlamak oldukça önemlidir. Çünkü toplumun devamını sağlayacak ve bir sonraki nesle taşıyıcılık yapacak olan gençliktir. Bu yüzden gençlik yapılanmasında oluşacak bir savrulma, iradesizleşme, kendine ve toplumuna yabancılaşma, köksüzleşme gençliğin içinde bulunduğu toplumu tarihin arka planına itme tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilir. Kültürel soykırım dediğimiz olay da budur. Zaten özel savaşın temel amacı gençliği özünden boşaltarak kültürel asimilasyona tabi tutmaktır. Asimile olmuş bir gençlik aynı zamanda iradesiz kılınmış demektir. İradesi olmayanın da topluma öncülük etmesi pek mümkün değildir. Yönlendirilmeye açıktır. Kısacası kapitalist sistemin düşünmeyen, talimat verildiğinde robot gibi yerine getiren, sorgulamaktan uzak, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamayacak kadar kısır bir yaşamı benimseyen serkêşler kitlesi tamamlanmış olur. Bu durum Kürdistan gençleri için de geçerlidir.
Kürdistan’da yürütülen özel savaş, gençliği kendi çeperine almış durumdadır. Hatta Kürt gençlerine uygulanan özel savaş yöntemleri diğer ülkelere nazaran daha ince ve sonuç alıcıdır. Bir yandan Kürtlerin özgürlük ve demokrasi konusundaki ısrarlı duruşları, diğer yandan da özgürlük ve demokrasinin yitimi anlamına gelen devlet geleneğinin bu ısrarlı duruşa karşı çıkışı, Kürdistan’da yürütülen özel savaş uygulamalarını dizginsiz bir şekilde zenginleştirmiştir. Kürt gençleri bir kobay üzerinde bile denenmesi sakıncalı görülen yönelim ve uygulamalara maruz bırakılarak toplumundan koparılmak istenmiştir. Tarih-toplum algısı çarpıtılmış, enerjisi yozlaşan yaşamın akışı haline getirilmiştir. Uyuşturucu, alıklaşma, yabancılaşma, değerlerden uzaklaşma, bilinçsel çarpıtma, düşünsel kabızlık, yoz bir yaşam, üretmeyi düşünmeyen, daima tüketen, özünden boşalan, köksüzleşen, dilinden ve kültüründen utanan bir kişililiği Kürt gençlerine reva görmüşlerdir. Kirli araçlarıyla kirli bir amaç peşinde koşan bu mantık ‘eti senin, kemiği benim’ dercesine savaşı özelleştirerek tırmandırmıştır.
Kapitalist sistemin özel savaş yöntemleri ile gençliği nasıl yönettiği çok kapsamlı bir konudur. Onun için burada sistemin en ustaca kullandığı yönetme araçlarının başında gelen sanatı, cinselliği (seks) ve sporu ele alarak, bunları nasıl kullandığını konu edinerek kapitalist modernitenin gençlik ve toplum karşıtlığını değerlendireceğiz.
Sanat, kültür değerleri içinde toplumla en fazla ilişkili olan bir alandır. Toplumsallığın kendini yarattığı ve çoğalttığı her alan sanatın konusudur. Sanat kaynağını inanç fikrinin ilk pratik eylemlerinden aldığı için ahlak ile de çok sıkı bir bağ içindedir. Kültür sahaları içinde kendi özgün dili ve ürünleriyle tüm topluma hitap eden tek alanın sanat olduğunu belirtmek gerekir. Bu kadar toplumsal olan sanatın kapitalist sistemde tersinden ele alınıp kullanılması da kapitalist sistemin toplum paradigmasına bağlı bir gelişmedir. Bilindiği gibi kapitalist sistem toplumsal dokuyu parçalayarak toplum içine yerleşir. Toplumsal dokuların parçalanması için ilk saldırdığı mevzi de ahlak olmaktadır. İşte sistem bu amacını gerçekleştirmek için sanata tersinden bir rol oynatmaktadır.
Toplum komünal ve demokratik bir yapıdır. Sistem sanat ile gençlikte bireyciliği ve duyarsızlığı geliştirir. Günümüzde toplumla aralarında en büyük mesafenin açıldığı kesimlerin sanatçılar olması bundandır. Halbuki sanatçı topluma yön veren olması gerekir. Hatta mevcut olana aykırıdır. Fakat günümüzde gençliği, özelde de bireyi toplumdan kopartmaya en çok hizmet eden bir rotada ilerlemektedir. Bu yüzden Kürdistan gençliği çarpıtılmış sanat yoluyla ne idüğü belirsiz ucubelerin peşinde koşturularak ahlakından koparılmak istenmiştir. Özünü tanımayan, bu yüzden biçimsel yaklaşan bir Kürt genci yaratılmıştır.
“Çağın modası budur” adı altında karaktersiz, özünde amorf bir gençlik tipi oluşturulmuştur. Gençlik sorgulamadan uzak, gördüğünü taklit eden bir konuma getirilmiştir. Diğer yandan, Kürt sanatında olmayan arabesk kültürün gençliğe empoze edilmesi tarihine, kültürüne, diline ve toplumsal yaşamına en büyük saldırıdır. Kültür bile diyemeyeceğimiz özel savaş yaratımlarıyla inceden inceye asimile olmaktır. Sanatsızlık aynı zamanda kültürsüzlüktür. Kendi sanatına yabancılaşma kültüründen, toplumsal hafızayı zinde tutan toplumsal yaşamdan uzaklaşmayı ifade eder. Kapitalist sistemin her şeyde olduğu gibi sanatı da metalaştırdığı bir gerçektir. Gençliğin marketten eşya alır gibi sanata yaklaşması bundandır. Bu yüzden gençliğin sanat ya da sanatçı adı altında sunulana inanması büyük bir gaflettir. Kapitalist sistemin dişlisi haline gelmektir. Unutmamak gerekir ki en büyük sanat kendi kültür ve ahlakını yaşamaktır. Onu devam ettirebilecek mücadele gerçeğini ortaya çıkarmaktır.
Devam Edecek
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi