HABER MERKEZİ-
“Gençlik ruhu bir toplumun devrimci kimliğidir”
Aile kurumu her ne kadar biyolojik bir ilişki alanı olarak yansıtılsa da, özünde ideolojik bir kurumlaşmayı ifade etmektedir. Özellikle devletçi uygarlık sisteminde ortaya çıkan hanedanlık ideolojisi damgasını tüm toplumsal alana taşırmış ve ailecilik kurumlaşmasın ideolojik ağını örmüştür.
Beş bin yıllık tarihe dayanan bu ideoloji, özellikle sistemin kurumlaşma yaşadığı kök saha konumundadır. Aile içerisinde gelişen ilişkilerin temelinde devletçi uygarlığın istediği tarzda bir zihniyet yaratılmakta, sistemin biçtiği şekilde roller yaşanmaktadır. Çoğu zaman ne anne, ne baba, ne de çocuklar bu durumun farkındadır. Aile fertleri alışılagelmiş yaşam tarzına göre yaşamaya çalışırken, ailenin içerisinde sistem kendisini inşa etmektedir.
Önder APO aile kurumunu devletin prototipi olarak tanımlamaktadır. Baba şahsında gelişen erkek iktidarının, anne şahsında yaşanan kadın yadsınmasının, çocukların şahsında yaşanan sınıflaşmanın tamamı devlet karakterinin aile içerisindeki varlığını göstermektedir. Özellikle ulus-devlet çağında her şeyin sermaye aracına yani metaya dönüştürülmesiyle beraber aile kurumu da bir mülkiyet alanına dönüştürülmüştür. Mülk sahibi olan erkek özde devletin kendisidir. Özellikle çocuklar devletin mülkü, anne ve baba ise yalnızca bakıcı pozisyonundadır. Sistem içerisinde yaşanan ve dile getirilen ” Vatana, devlete ve millete hayırlı bir evlat yetiştirme” sözü devletin inşa ettiği sistemin ideolojik ifadesidir. Sistem öylesine güçlü bir şekilde inşa edilmiştir ki; hayırlı olanın devlete ve sisteme bağlı yaşaması, diğer bir ifadeyle köle bir şekilde yaşanması olarak varsayılmıştır.
Aile kurumunun sosyal yaşam içerisinde ki varlığı reddedilmeyecek denli önemlidir. Aile kurumunun toplumsallıkla bağının kurulması, özgürlük zihniyetinin güçlü yaşanmasına ve inşa edilmesine de dayanak sağlayabilir. Özgür ilişkiler ancak toplumsal sorumlulukların yerine getirilmesiyle yaşanabilir. Bu da başlı başına devrimci görevlerin gerçekliliklerine dayalıdır. Mücadele gerçeğimizde devrimciliğin ölçüsü yıllarca aile örgütlülüğüne dayandırılmıştır. Devrimcinin kendisini örgütlemesi, ailesini örgütlemesi ve toplumu örgütlemesin birbirinden kopmayacak bir ilişki olarak varsayılmıştır. Ki uluslaşmanın, toplumsallaşmanın ana dayanağı da bu gerçekliğe dayalıdır. Kendini sıradan aile sınırlarının içerisinde hapseden bir bireyin salt devrimcileşmesi değil, toplumsallaşması da mümkün değildir. Çünkü ailecilik ideolojisi, bir yönüyle de tecride alınmış birey gerçekliğini ifade eder. Özellikle anne ve babaların biz gençleri toplumsal sorumluluklarımızdan koparmak için geliştirdikleri çoğu yöntem bu tecrit etme durumuna dayalıdır. Ya evliliğe dayalı yeni bir aile kurma yöntemi ile toplumsal sorumluluklarımızdan koparma, ya da askere ( adam olsun düşüncesiyle ) gönderme çabasına dayalı tecrit etme yöntemi en yaygın olan yöntemlerin başında gelmektedir. Her ikisinin sonucunda sindirme yatmaktadır ki, toplumsallıktan kopmuş birey sindirilmiş bireydir. Sindirilmiş birey köleliği kabullenmiş, çözümsüzlüğün ifadesidir. Bu ifade ise ” aile korumacılığı ” adı altında kendisini hayata geçirmektedir.
Faşist TC devletinin Kürdistan’da geliştirdiği soykırım saldırılarının bir boyutu da ülkeyi boşaltma politikasına dayalıdır. Özellikle bu politika da gençlik hedef alınmakta, gençliğin ülkeyi terk etmesi için sınırsız yol ve yöntemler hayata geçirilmektedir. Sürekli taciz etme, tehdit ve kaçırmalar, darp ve işkence , ardı ardına gözaltına alma ve cezaevine koyma vb gelişen politikaların öz amacı budur. Gençliği sindirmek ve ülkeyi terk etmeye zorlamak…
Bir toplum için gençlik, o toplumun öz dinamiği demektir. Öz dinamiğini kaybeden bir toplum, kendi geleciğini kaybetmiştir. Çünkü geleceği güçlü yaratan güçlü devrimciliktir. Gençlik ruhu bir toplumun devrimci kimliğidir. AKP-MHP faşist rejiminin saldırganlığının kaynağını bu gerçeklikten almaktadır. Ülkeyi gençlikten boşaltmak amaç edilmekte, Avrupa gibi kapitalizmin mabedleri birer alternatif olarak zihinlere yerleştirilmektedir. Bu durum bir yönüyle de aile kurumu içerisinde yaşanmaktadır. Yine aile korumacılığı referans alınarak gençliğin önüne ” göç ” konulmakta, ülkeden çıkış gündelik yaşamda sıradanlaştırılmaktadır.
Oysa mülteci olma hali ” yurtsuzluğu ” ifade etmektedir. Söz konusu özde Kürt gençleriyken; bu durumun normalleştirilmesi toplumsal gerçekliğin inkarı haline gelir. Gençlik için toplumsal sorumlulukları yerine getirmek ülkeden kopmak ile değil, aksine ülke ile güçlü bütünleşme yaşamakla mümkündür. Sistemin biçtiğini kabul etmek yerine, onun dışına çıkan görev ve sorumlulukları hayata geçirmekle mümkündür. Özgürleşmenin asıl ifadesidir. Bunun dışında gelişen her yol sisteme hizmet ederken, bir yönüyle de ” kaçış kişiliği ” yaratmaktadır. Kaçış kişiliği liberalizme dayalı bireyciliğin ifadesidir. ” Gemisi kurtaran kaptandır ” misali kendini kurtarmaya dayanan kişiliğin özelliğidir. Nitekim devrimci kendi toplumsallığı içerisinde güç kazanandır. Bireyci hesaplara dayanarak toplumsallığını ve ülkesini terk etmek kolay olanı tercih etmek, ya da sömürgecilerin uygulamalarını bir yönüyle kabul etmektir.
Kapitalist modernite sistemi bu uygulamasını mücadele gerçeğimiz karşısında yoğunca hayata geçirmiştir. Partimizin verdiği mücadeleyi pasifize etmek için Avrupa devletlerinin kapısını halkımıza açmış, halkımızı ” Entegrasyon politikaları ” adı altında sisteme bağlamaya çalışmıştır. Özellikle İsviçre, İsveç ve Norveç gibi ülkelerde bu durum hala da yoğunca yaşanmaktadır. ” Kürt realitesini tanıyoruz” gibi söylemlerle halkımız aldatılmakta, halkımızın mücadelemizle ilişkisi koparılmaya çalışılmaktadır. Entegrasyon adı altında modern Kürt yaratılmaya çalışılırken, bireycilik ve onun özgürlük algısı gençlik üzerinde inşa edilmektedir.
Özgür Kürt gerçeğinin en hakiki temsili Önder APO’dur. Önder APO Kürt halkının önderi olduğu için, özde Kürt halkının özgürlük gerçeğidir. Önder APO’nun Suriye’den çıkıp Avrupa’ya geçerken tüm devletlerin kapılarının kapatıldığı hepimizce bilinmektedir. Önder APO ” persona non grata” yani ” istenilmeyen kişi ” ilan edilmiş, onun şahsında özgür Kürt gerçeği kapitalist modernite sistemince inkar edilmiştir. Bu durum dahi Avrupa gerçeğinin Kürtler karşısında ki konumunu açıkça göstermektedir. Özellikle gençlik olarak bizlerin bu gerçeği bilince çıkarması ve bu şekilde hareket etmesi en temek sorumluluğumuzdur. Çünkü gençlik olarak en temel gücümüzü Önder APO’nın özgürlük felsefesinden almaktayız. Haliyle bu felsefenin gerekliliklerini göre yaşamak dışında hiç bir şansımız bulunmamaktadır.
Ailecilik ideolojisinin bizlere dayattığı rol ve görevler özde sistemin bizlere dayattığı rol ve görevlerdir. Ülkeden göç etme de bunun başka bir boyutudur. Korumacılık kendisini kaçışla ifadelendirmektedir. Oysa ” Kürdistan sömürgedir ” sömürge altında olan yurdumuzu terk ederek ” yurtsuzluğu ” tercih etmek değil, sömürgecilerin karşısında direnerek yurdumuzu özgürleştirmek asıl hedefimiz olmalıdır. Devrimcilik, yurtseverlik ya da toplumsal birey olmanın sorumluluğu bunu gerektirmektedir. Aile içerisinde özgür ilişkilerin hakim olduğu, aile ile toplumsal özgürlük bağının güçlü kurulduğu ve ailenin yurt ile olan bağının sağlam olduğu bir toplumda özgürlük felsefesinin yaşanması kaçınılmazdır. Bu gerçeğin inşa edilmesi ise Önder APO’nun oluşturduğu ” Demoktratik Ulus ” paradigmasının ” Sosyal Yaşam ” boyutunun güçlü bir cevap olacağıdır. Ve bu görev herkesten evvel biz gençlerin sorumluluğundadır. Çünkü bu sorumlulukları yerine getirmek büyük başarı iddiasına dayalıdır. Başarı iddiası ise Apocu gençliğin mayasında vardır.