HABER MERKEZİ – Meksika devriminin başlangıç tarihi 20 Kasım 1910! 1910 rakamı insanın aklına Osmanlı İnkılabını getirmektedir, hatta biraz zorlasak İran, biraz daha zorlasak 1905 Rus devrimi de insanın aklına gelebilmektedir. Yine aynı dönemde cumhuriyetini ilan eden 1911 Birinci Çin Devrimi gelmektedir. Bütün bunlarda meşrutiyet ve anayasa kokusu geldiği için aralarında bir tür hısımlık kurulabilir.
Meksika devrimi de 34 yıllık bir diktatöre (Porfirio Diaz) yönelik gerçek bir seçime dayalı rejim kurması açısından diğerleriyle ortak bir özelliğe sahip gibi görülebilir. Ama yukarıdaki örnekleri anarken, kentlerin ağırlıkta olduğu bir arenadan söz ediyoruz. Oysa Meksika devriminde öne çıkan köylü ve halk hareketiydi, bunlar aynı zamanda devrimin liderleriydi. Meksika devrimi deyince aklımıza Ellia Kazan’ın VivaZapata filmi de gelmektedir. Senaryosunu John Steinbeck’in yazdığı pek bilinmese de; bu filmde Marlon Brandonun canlandırdığı Zapata bir kuşağın zihnine yerleşmiştir. Dağarcığımızdaki diğer önemli ayrıntı ise Dünyayı Sarsan On Gün adlı kitabın da yazarı olan Amerikalı gazeteci John Reed’in, Meksika macerasını anlattığı ihtilalci Meksika kitabı yer almaktadır. Konu Meksika devrimi ve bu devrim hakkında yazılan kitaplar olunca; Traven’in Asılmışların Ayaklanması’na değinmemek olmaz! Yalın dili ile gerçekler hakkında anlatılanlar ve Meksika’nın her yerinde köylülerin, çobanların ve haydutların bile katıldığı bir devrimi tüm çıplaklığıyla anlatırlar.
Dünya’daki Tek Sürrealist Ülke; Meksika
Sürrealizmin önde gelen siması Andre Breton, Meksika için doğuştan dünyanın tek sürrealist ülkesi demiş. Mayalar, Olekler, Toltekler, Azteklergibi bir medeniyet cümbüşü oluşturmuşlardır bu topraklarda. İspanyol işgalinin ardından, ABD’nin nüfuzu kozmopolitten öte bir karışımı burada ortaya çıkartmıştır. Fakat tüm bunlara rağmen buradaki sürrealizm ve renklerin kardeşliği yitmeden devam ede gelmiştir. Öyle ki, örneğin Meksika’nın resmi dili İspanyolca olmasına rağmen burada 50’i aşan yerel dil halen direniş halindedir, halen Meksika’nın her yerinde yaşamın içindedir.
Meksika başka herhangi bir ülkede rastlanabileceğinden kat be kat tarihle iç içedir. Başkentinin en büyük meydanındaki Aztek tapınağı, İspanyol işgalinden önceki medeniyetin olup biteni hala gözlediğinin bir kanıtı olmaktadır. Burada tarih dersi yedi gün yirmi dört saat devam eder! Kilometrelerce süren reforma caddesini, ayaklanma caddesi keser. Millet meclisinin bulunduğu Ulusal Sarayın duvarlarını Diego Rivera’nın, Meksika tarihini nakşettiği ve 16 yılda tamamladığı 400 metrekarelik fresk dolduruyor.
Tarihin bu kadar ulu orta gezindiği bu ülke de yine de tarih araştırmaları çok yeni. Ortada bir dil devrimi falan yok ama bir kopukluk var. Meksika devrimi ile ilgili makbul denebilecek tek kitap da bir Meksikalının değil Amerikalının, John Womack’ın yazdığı Zapata ve Meksika Devrimi
Ama insanlar tarihsel önderlerini bir an bile unutmuyorlar. Örneğin 4 Aralık 2009’da Zapata ve Villa’nın Mexico’ya girişinin 95. yılını simgesel bir canlandırmayla kutladılar. Yine her yıl Pancho Villa’nın ölümünü anmak üzere, binlerce süvari olayı canlandırıyor ve anmalarını bu şekilde gerçekleştiriyorlar.
Villa’nın torunu olan Guadalupe Villa, Villa ve Zapata bize mücadele etmeyi öğrettiler diyerek, aslında günümüzde dahi onların öğretilerinin haklılığını ve geçerliliğini ortaya koymaktadır. Tarihçi Salvador Rueda ise Villa ve Zapata’ya rağmen günümüzde halen sorunların devam ettiğine değinen gençlere; onlar kendi sorunları için mücadele ettiler, siz de kendi sorunlarınız için mücadele edin. Çözümü onlardan bekleyemezsiniz demektedir. Hayli öğretici olan bu çağrı sadece Meksikalı gençler için değil, bir bütünüyle insanlık için geçerli olan bir çağrıdır. Mücadele etmek, her yerde ve her zaman harekete geçmek demektir.
Köylü Ordusunun Efsane Komutanı (Emiliano Zapata)
Hasımları tarafından Güneyin Atillası lakabıyla bir tür barbar olarak takdim edilen, machete taşıyan köylü ordusunun kurucusu Emiliano Zapata, 1879’da küçük toprak sahibi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. 1909da Morelos eyaletinde, köyün güvenilir kişisi olarak Toprakları Koruma Komitesi’nin başkanı seçilir. Zapata burada hemen bir milis teşkilatı kurar. 1910’da ayaklanmanın önde gelen siması olur.
Zapata denilince akla charro (Meksikalı kovboy) gelir. Charro atıyla yaşayan, gösterişli bir kıyafet giyen, başından şapkasını eksik etmeyen, kement atan, boğa güreşi yapabilen biridir. Aslında bu figürü Meksikalılığın sembolü haline getiren, devrimin yıktığı Porfirio Diaz olmuştur. Zapata hiç asker üniforması giymemiş, hep charro kıyafetinde, yani silahlı bir sivil olarak görülmüştü. Zapata’nın etrafındakiler de zamanla öyle giyinmeye başlamışlardır. Bu şekilde bu topraklarda Zapata figürü, bir kent kahramanı, geleceğine güvenle bakamayan insanlar için umut vaat eden tarihi bir kahraman haline geldi.
Bunun yanında Zapatist hareket ise köylülere dağıtılan toprakların, kolektif çiftliklerin sembolüydü. Zapataizm bir anlamda eski günlere dönüşü simgeliyordu.
Zapata anlaşılması zor bir devrimcidir. Düşmanlarının gözünde bir çeşit doğulu, Hristiyanlığın değerlerini, batı uygarlığını tehdit eden bir simaydı. Katolik bir milletvekili ona Güneyin Atilası lakabını takmıştı. Zapata’yı herkes kendi terminolojisiyle açıklamaya çalışmıştır. Marksist ve Anarşistler de kendi kategorilerini kullanmış .Toprak ve Özgürlük sloganını ona bağlamışlardır.
28 Kasım 1911’de Ayala Planı ile, devrimin en köklü dönüşüm planını ilan eder. Zapata savaş tekniklerini bilmez ama büyük bir askeri gücü elinde toplar. Başkente girdiği Aralık 1914’ü izleyen aylarda zapatist hareket en güçlü dönemini yaşar.
Ancak merkezi iktidara alternatif bir yapı örgütleyemediği için Mexico’dan çıkıp eski bölgesine döner. 1918 sonunda Zapata güçleri büyük bir saldırıya uğrar. İspanyol nezlesi bölgeye ulaşır. Bu şekilde binlerce zapatist burada ölür. Zapata’nın düşmanı Pablo Gonzalez 1919’da, 11 bin askerle Morelos’a gidip, Emiliano’nun peşine düşer. Aynı yılın Mart ayında Gonzalez, Zapata’yı bir tuzağa düşürür. Zapata, Chinameca’da kurşun yağmuruna tutulur. Daha sonra vurulduğu yerin belediye binasında günlerce Zapata’nın cansız bedeni teşhir edilir. İnsanların içinden çıkan bir lider olarak algılanmasının yanında, başlarına gelebilecekleri halka göstermek için işgalci ve işbirlikçi güçler bu yönteme başvururlar.
Binlerce köylü cesedin önünden geçer. Bu durumu aktaran Exelsior’dan bir gazeteci; Zapata’ya bakan bu basit insanların baştan aşağıya titrediklerini yazar. Bu titreme ne korkudan, ne de umutsuzluktandır. Gördükleri manzara karşısında ciddi bir öfke ve intikam için savaşan bu insanların titremesi, Zapata’ya yönelik sergiledikleri bağlılıklarının bir sonucudur.
General Olan Eski Eşkıya (Pancho Villa)
Bir Robin Hood ya da bir İnce Memeddi! Bazı tarihi kaynaklara göre annesini, bazılarına göreyse kız kardeşini korumak için silaha sarılıp eşkıya olmuştu. Kendi halinde bir sığır çobanıyken, Kuzey Tümeninin generali olan bu isyancıyı yazar John Reed şöyle takdim eder; bu adam tanıdığım en doğal adamdı. Vahşi hayvanlara en yakın olma anlamında doğal.
Villa, (asıl adı Doroteo Arango Arambula)haziran 1878’de Durango eyaletinde doğar. 12 yaşında yetim kalan bu yoksul köylü çocuğu, gömlek değiştirir gibi isim değiştirir. 1910’a kadar kaçaktır, eşkıyadır, siyasetle ilgisi yoktur. 400 süvarisiyle başkan Madero’ya katıldığında binbaşı tayin edilir. Ama geleneksel askerliğe uyum sağlayamaz. 4 Haziran 1912 de itaatsizlikle suçlanarak tutuklanır.
Hapiste tanıştığı genç bir zapatist sayesinde devrimin öbür ünlü ismini, onun programını öğrenir, hapisten kaçar. Bir ay sonra darbe olur. Villa artık askerlerin ve toprak sahiplerinin işin içinde olmadığı bir ayaklanmanın gerektiği sonucuna varır; YOKSULLARIN ZAMANI GELMİŞTİR.
Pancho Villa’nın askeri kişiliği hakkında çok şey bilinir. Ama unutulan ya da bilinmeyen başka yönleri de vardır. Chihuahuayı kontrol ettiği dönemde çok sayıda çocuğu evlat edinmiştir. Aralık 1914’te başkentte parkta gezerken, soğuktan korunmak için köpeklere sarılan çocukları görmüş, 300 yetim çocuğu toplamış ve trene koyarak bunları eşine yollamıştır. Hatta eşine çektiği telgrafta onları okutmasını istemiştir.
Pancho Villa’nın öne çıkan özelliği nedir diye sorulduğunda; içinde yaşadığı koşulları aşmak için gösterdiği irade cevabı verilir. Villa okuma yazmayı sonradan öğrenmesine rağmen, sürekli kendini eğiten biriydi.
80 kişiyle yola çıkar, trenleri ele geçirmeye başlardı. Gerilla savaşını yeniden yazar! Artık onbinlerle ifade edilen güçlere komutanlık etmeye başlamış bir komutan olmuştur. Chihuahua’da eyaleti yönetirken hazine karşılığı olmayan, ama kabul edenin hayatını garantiye alan kağıt para basar.
Villadan kurtulmak isteyen yeni lider Carranza, ordusunu modern silahlarla donatmış olan Obregonu onun üzerine sürer. Pancho Villa 1920’de silahlarını bırakır. Kendisine verilen topraklarda yaşar. 1923’te bir suikasta kurban gider. Bindiği arabaya 150 mermi sıkılır. Üç yıl sonra mezarından başı çalınır. Geriye yoktan var olmuş hayatının her evresinden fışkıran bir efsane kalmıştır.
Pancho Villanın otobiyografisini yazan Paco Taibo, Villa hakkında o bir şenliktik, folklordur, yalandır, masaldır demektedir. Tabi ona göre Villa çok farklı bir insandır. Toplumsallaşmış eski bir eşkıya, ne doktrin, ne dogma umurunda. Seçkin bir gerilla, birkaç günde bir ordu oluşturabiliyor. Onun için sevmediği bir dünyayı değiştirmekti devrim. Bunun için de tek araç tanıyordu; silahlar! Hayatında çok az siyaset yapmıştır, haciendasını yönettiğinde de yalnız ekonomiyle ilgilenmiştir. Orada, askeri bir yönetimle tarımsal bir dünya vizyonu geliştirmiştir. Gerisi için silaha sarılır demektedir.
Aynı yazar Meksika devrimini ise şöyle aktarıyor; şeflerine dek halkçı bir devrimdi. Aydınlanmış bir öncü yoktu. Uçakla atı birlikte kullanan ilk ordudur bu. Ordu trenle bir yerden bir yere giderken, atlar vagonlarda, süvariler trenin çatısındadırlar. Savaş taktikleri Apaçilerden mirastı. Çok hızla geliyor, hedefe 150 metre kala duruyor, mavzerlerle ateş ediyor sonra tekrar yaklaşıyor, atlarının yularları ağızlarında ellerindeki iki tabancayla ateşe başlıyorlardı. Bir özelliği de her askerin gönüllü olması, komutanlarını seçmesiydi. Böylece firar da olmuyordu. Bugünün mantığıyla anlamak zor! Düşmanlarının kulaklarını kestikleri için barbarlıkla suçlanıyorlardı. Oysa kulağını kesmese, öldürecek. Kulağını kestiğinde bir daha karşısına çıkmasını engelliyor, ama öldürmüyorlardı demektedir.
Toprak Cemgil/KOMÜNAR