HABER MERKEZİ
Yıl 1997. Zagros’un kuzey tarafından güneye geçmek üzere tabur olarak harekete geçtik. Mevsim sonbahar ve havalar iyice soğumaya başlamış. Doğa sarı, kırmızı, limoni renk, yavruağzı, vişneçürüğü pastel renklerin en güzelinden bir boya çalınmış gibi esrarengiz ve çekici bir güzellikte. İnceden inceye sonbahar yağmurları çiseliyor. Böylesine güzel ve ılık bir mevsimde Zagros’un Hopê tarafına doğru yol almaya başladık. Hopê kuzey ve güney bölgelerinin tam ortasında olan bir yer. Güneye geçeceğimiz için oradan geçmemiz gerekiyor. Hep sınır ihlalcileri olarak her an bir çatışma anıyla karşılaşabiliriz düşüncesiyle her şeye hazırlıklı olarak yola koyuluruz. O bölgeden üç saat kadar yürüyünce öncümüz pusu olduğunu söyleyip geri dönmemiz için talimat verdi. Biz tekrardan yürüdüğümüz o yolu gerisingeriye yürümeye başladık. Alan değiştireceğimiz bir esnada düşman güçle temas yaşamak istemiyorduk. Üstelik bir de oldukça kalabalık bir güçtük. Bir taburluk gücün pusuya girmesi demek, mutlaka kayıpların olacağı anlamına gelir.
Geri çekilme yaptığımız esnada yağmur iyicine hızlanmaya başladı. Hepimiz sırılsıklam bir vaziyetteyiz. Güvenlikli bir yerde durup ara verecek ondan sonraki gün tekrar geçmeyi deneyecektik. Güvenli bir yere ulaşır ulaşmaz, herkes yanında hazır bulunan naylonlarını pratik bir şekilde açıp daha fazla ıslanmamak ve yağmurdan korunmak için altına girdi. Eskiden gerillanın çok fazla yağmurluğu da yoktu, bir taburda üç/dört taneden fazla yağmurluk bulunmazdı. Bizim manganın da yarım denilebilecek bir parça yağmurluğu vardı. O yağmurluğu ben taşıyordum hareket esnasında. Sabaha kadar yağmur belli aralıklarla bir yağdı bir durdu. Şafağın sökmesiyle birlikte araziyi kontrol etmek için gözcüler çıktı. Döndüklerinde herhangi bir hareketliliğin olmadığını söylediler. Akşam karanlıkla birlikte tekrar yola koyulacaktık. Akşama kadar biraz da enerji alabilmek için kendimizi doyurmamız gerekiyordu. Çünkü yanımızda erzak adına hiçbir şey yoktu. Doğadan faydalanacaktık. Konumlandığımız yerin beş dakika ötesinde karcıkların(yabani armut) olduğunu söyledi arkadaşlar. Taburun hepsine yetecek kadar toplayabilmemiz için dokuz arkadaş görevlendirildik. Karcıkların olduğu yere doğru yola çıkmaya başladık. Beş dakikalık bir mesafe olduğu söylenince ben yanıma silahımı alıp almama konusunda kararsızlık yaşadım. Fakat nöbet yerine gelene kadar yanıma silahımı almamış olmanın verdiği tedirginlik içimi kaplayıp büyük bir huzursuzluğa yol açtı. Nöbet yerinde bulunanlar kadın arkadaşlardı. Onları görür görmez, “yanıma silahımı almadım, ama çok da huzursuzum, biriniz silahınızı verseniz ben gidip gelene kadar” dedim. Nöbetçi arkadaşlardan biri bana silahını verdi ve öylece yola devam ettik. Ben grubun en arkasında yürüyordum. Çünkü ayağımda paramparça olan ayakkabıma gece boyunca hep su kaçmış, ayaklarım taşlara değe değe yara bere içinde kalmıştı. Topallaya topallaya yürüyor gruba yetişmeye çalışıyordum. Tüm enerjimi toplayıp tüm gücümle yürümeye çalışsam da, grupla aramda 30/40 metre kadar bir mesafe oluşuyordu. Arkadaşlar yürüyemediğimi görünce arkalarına dönüp sürekli bana hem moral vermek için hem de takılmak için laf atıp duruyorlardı. Güle oynaya yürümeye devam ediyorduk. O kısacak beş dakikalık mesafeye gerilla birçok söz ve anı yerleştirir. Karcıkların olduğu söylenen yere vardığımızda, herkes bir ağaca doğru gitmeye başladı. Fakat hiçbir ağaçta tek bir karcık bile kalmamıştı. Biz de inisiyatifimizi kullanıp arkadaşların yanına boş dönmemek için üzüm toplama kararı aldık. Üzümün olduğu yer arkadaşların kaldığı yerden bir saat uzaklıkta bir mesafedeydi. Fakat biz yine de boş dönmeme yönünde kararlıydık. O yol boyunca içimi bir huzursuzluk sardı. Bir şey olacak hissine o kadar çok kaptırdım ki kendimi, kafamda ha bire bir şey olursa nasıl hareket ederim, davranırım planları yapmaya başladım. Ama ben hislerimden emindim. Çünkü beni hiçbir zaman yanıltmamışlardı. KDP ile karşılarsak, ya da bir çatışma durumu yaşanırsa neler yaparım düşüncesiyleyken bir anda bir mermi sesi beni bu düşüncelerimden uyandırdı ve sağnak bir yağmur gibi her taraftan üzerimize gelen yayılım ateşinin arasında kaldım. Her taraftan o kadar yoğun mermi geliyor ki, adeta başımızı kaldıramıyoruz. Ben ile diğer arkadaşlar arasında bayağı bir mesafe olduğu için ben hemen geri çekilme yaptım. Hemen yanımda küçücük bir dere yatağı vardı, ona doğru yavaş yavaş ilerleyip kendimi dere yatağının içine attım. Dere yatağı boyunca da kademeli kademeli bir şekilde geri çekilme yapmaya başladım. Bayağı bir ilerledikten sonra arkamdan bir erkek arkadaşın geldiğini fark ettim. Tabur bileşimimizin çoğu değiştiği için ben gelen arkadaşı çok fazla tanımıyordum, hatta adını bile bilmiyordum. Bana yetişince birlikte, bir birimizi savuna savuna geri çekilmeye devam ettik.
Koşmaktan nefes nefese kalmış, dilimiz damağımıza yapışmıştı. Birazcık soluklanmak için birkaç saniyelik bir ara verdik, o ara esnasında ben arkadaşa ismini sordum. Arkadaş bana isminin Mitan olduğunu söyledi. Daha sonra da arkadaşlara bir şey olup olmadığını sordum. O da bana bir şey olmadığını söyledi. Ama ben onu söylerkenki yüz ifadesinden bir şeyler olduğunu anlamıştım. O kısacak aradan sonra tekrar ilerlemeye devam ettik. Bir tepenin başına geldik. Hemen aşağımızda bizim grupta olan bir kadın ve erkek arkadaş gördük. Fakat KDP sesimizi duyar diye onlara da seslenemiyoruz. Onlarsız yola devam etme kararı aldık. Benim arazi üzerine çok fazla bir hakimiyetim yoktu, çatımanın yaşandığı bölgeye de ilk kez geliyordum. Fakat Mitan araziyi biraz tanıyordu. Karşımızda bulunan tepeyi tarif ederek o tepeyi geçmemiz gerektiğini ve fakat geçerken de çok dikkatli olmamız gerektiğini söyledi. O yüzden kendisinin önden benim de arkasından gitmem gerektiğini söyledi. Ben de tamam diyerek, onun arkasından yol almaya başladım. Bir yere kadar ayak izlerini takip ederek yolumu bulmaya çalıştım, fakat bir yerden sonra ayak izlerini kaybettim. O bilmediğim ve ilk kez gördüğüm arazide bir başıma, yapayalnız kalmıştım bir anda. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bildiğim tek şey ne olursa olsun yaşadığım sürece KDP’ye teslim olmamam gerektiğiydi. Her taraftan bağırışları, sesleri geliyordu. Tam ortalarında kalmıştım. Yağmur, yalnızlık ve araziyi tanımam beni biraz ürkütmüştü. Tüm enerjimi toplayıp hafızamdakilerin hepsini yoklamaya koyuldum. Arazi hakkında anlatılanların tümünü aklımdan geçirmeye çalıştım. Bulunduğum yerden çıkmanın yolunu bulmalı ve bir an önce arkadaşlarıma ulaşmalıydım. Yoksa bu yalnızlık ve kaybolmuş hissi beni çılgına çevirebilirdi. Karşımda kocaman bir dağ silsilesi duruyordu, onu görünce arkadaşların arazi hakkında anlattıkları bir bir aklıma gelmeye başladı. Yüksek dağ silsilesi için Tepê Xwedê diyorlardı arkadaşlar. Oradan yay çizip varmak isteyeceğim yere varabileceğimi hesap ederek yola devam ettim. Tabii bu arada karanlık çökerse ne yapabileceğimi de planlamaya çalışıyorum. Hala arazide KDP’liler var, sesleri her yerden geliyor. Havada iyice soğumaya başlamış, yürüdüğüm halde vücudum soğuk. Tetik parmağımı ha bire ısıtmaya çalışıyorum. Çünkü bir çatışma anında bana en fazla katkı sunacak olan tetik parmağım. Etrafımı iyice kolaçan ede ede ilerliyorum. Geçtiğim araziden daha önce operasyon da çıkmış, düşman her tarafta konserve kutuları ve hazır sular bırakmıştı. Ben de yol boyunca konserve toplaya toplaya, hazır su şişelerini toplaya toplaya ilerliyorum. Bir yerde günlerce de kalırsam zor durumda kalmamayım diye tedbirlerimi de alıyorum. Fakat arkadaşlar daha önce bizi hep bir gün kaybolursanız bile arazide çok fazla kalmayın, çünkü KDP araziyi didik didik arıyor diye uyarmışlardı. Ben de ne olursa olsun arkadaşları bulmaya çalışmalıyım diyerek, daha hızlı hareket etmeye çalışıyorum. Bir tepeye doğru ilerlemeye başladım. Tepinin ucuna doğru gelince tepede mevzilerin olduğunu fark ettim. Mevzileri fark edince içime bir kuşku düştü. İçimden bir ses o tepeye çıkma dedi. Ama araziye hakim olabilmem ve keşfetmem için de yüksek bir yere çıkmam gerekiyordu. Ben içimden gelen sesi bir kenara bırakarak çıkmaya devam ettim. Karşılaşabileceğim her şeye karşı kendimi hazırlıklı kıldım. Yaklaşınca tepenin başındaki ilk mevziye bir gölgenin mevziden kalktığını gördüm. Fakat o gölgeyi sisten tam çıkaramadım. Kendimi hızla aşağıya doğru bırakmaya başladım. Tam aşağıya doğru inince kendimi birden seslerin içinde buldum. Herkes birbirine bağırıyor, yorgunluktan sesleri tam olarak algılayamıyor ve birbirinden çıkaramıyordum. Gelen seslerin arkadaşlara mı yoksa KDP’lilere mi ait olduğunu seçemiyordum. Tam emin olamadığım için de Heval diye de seslenemiyorum. O ana kadar da sakindim, ama o andan sonra ilk defa duygusallaştım. Kendimi yoldaşlarım olmadan çok çaresiz hissetim. Ve ne olursa olsun onları mutlaka ama mutlaka bulmam gerektiği yönünde kendime bir daha söz verdim. Tam bunları düşünüyordum ki, arkamdan bir hareketliliğin olduğunu hissettim. Arkama dönüp baktığımda birinin dolaştığını gördüm. Kendimi hemen yakacak, otun yerine de kullandığımız koca bir Guni’nin arkasına verip saklandım. Daha sonra gizliden gizleye onu takip edeceğimi söyledim. İnceden inceye bir yağmur da yağıyor, hava puslu. Çok da acıkmıştım. Hemen yanımdaki konservelerden birini açıp önce karnımı doyurdum. Ellerim soğuktan tutmuyordu. Silahımı alıp sesin geldiği yöne doğru kendimi bıraktım. Karşılaşacağım her şeye karşı kendimi psikolojik olarak hazırlamıştım. O yüzden çok da cesurdum diyebilirim. Önümde yürüyen kişiye yaklaşınca silahı doğrultup “heval” dedim. Ben heval deyince o da “heval” karşılığını verdi. Ardından hemen bana “heval sen üzüm grubundan mısın?” dedi. Ben de “evet” dedim. Arkadaşın daha önce ismini duymuştum, ama tanımıyordum çok fazla. Bana “yalnız mısın?” dedi. Ben de “hayır, biz iki kişiydi. Fakat ben bir yerden sonra diğer arkadaşın izini kaybettim” dedim. Olayı ve başımdan geçenleri konuşa konuşa kendimizi arkadaşların olduğu yöne doğru bıraktık. Çatışmadan dolayı tabur darmadağınık olmuş, herkes bir yerlere dağılmıştı. Arkadaşlara yetiştiğimizde artık rahatlamış derin bir nefes almıştım. Arkadaşların yanına vardığımızda ateş yakmaya çalıştık. Yaklaşık bir saate yakın ateş yakmakla uğraştık. Çünkü odunların hepsi sırılsıklamdı. İlk ateşimiz tutuştuktan sonra güzel bir çay demleyip çayımızı içtik ve yaşadığımız olayın detaylarını birbirimize anlatmaya başladık. Benim de şehit olduğum yönünde tekmil verilmişti. Yaşanan o çatışmada üç arkadaşımızı şehit vermiştik. Şehit düşmüşüm diye arkadaşlar tabur günlüğüne benim için yazı bile yazmışlardı. Öyle bir olayı geçirmiş olmam ve yalnız kalmam daha sonra bana çok şey öğretti ve kazandırdı. O olaydan sonra bendeki arazi korkusu, yalnız kalma korkusu, düşman korkusu tamamen gitti. Bir de birey yalnız kalınca kendi gücünün de farkına varıyor. Daha sonraki yıllarım da hep bir serüven tadında ve unutulmayan anlarla geçti…
Mizgîn Serhad