HABER MERKEZİ –
“Kürt’ün özgür ve demokratik yaşama kavuşma imkânları her zamankine göre artmıştır. Bu nedenle de düşman, tüm imkânlarını bunu engellemek için kullanıyor. 1923’te Lozan’la başlayan soykırım saldırıları yoğunlaştırılarak 100’üncü yılında Kürt soykırımı tamamlanmak isteniyor. Dolayısıyla günümüzde kazanma ile büyük tehlikeler iç içedir. Kürt’ün özgürlük mücadelesi böyle bir kavşağa gelmiştir.”
Ortadoğu merkezli Üçüncü Dünya Savaşı devam etmektedir. Bu savaşın en az 10 yıl daha süreceği ve ondan sonra nispi bir istikrara kavuşulacağı anlaşılmaktadır. 20’nci yüzyıldaki gibi cepheden çok şiddetli savaşa girecek kamplaşmalar olmadığı için bu yeni dünya savaşında çatışma biçimi zamana yayılacaktır. Bu açıdan Üçüncü Dünya Savaşını değerlendirirken 20’nci yüzyıldaki dünya savaşları gibi ele almak yanlıştır. Yine NATO’yu eski konseptteki gibi değerlendirmek de yanlış sonuçlara götürür. NATO içindeki ittifak ve ilişkiler farklılaşmıştır. Eskiden NATO, her üyesi için tam bir kalkan konumundaydı. NATO’ya bağlı bir güç de NATO’nun aldığı her kararı uygulayacak durumdaydı. Şu anda böyle katı kararlar ve ilişkiler söz konusu değildir. NATO daha esnek bir yapı ve ilişkiler içindedir.
Son NATO toplantısında en fazla Çin’in hedeflendiği görülüyor. Kuşkusuz Çin’in askeri tekniğini geliştirdiği, büyük bir orduya sahip olduğu açıktır. Ancak teknik olarak hala ABD ve NATO’ya yaklaşmış değildir. Bu açıdan Çin’in NATO ülkelerine savaş açacak bir durumu yoktur. Zaten Çin’in bu kadar hedeflenmesi de esas olarak ekonomik alanda yaşadığı hızlı büyüme nedeniyledir. Ucuz işgücü, toplumuna Avrupa ve ABD gibi refah payı sunmaması Çin’in hem yeni yatırımlar yapmasını hem de dışarda ekonomik etkinlik sağlamasını beraberinde getirmektedir. Çin hedeflenerek bu ekonomik yükseliş önlenmek ve ekonomi temelli birçok alanda siyasi ve askeri etkinlik geliştirmesinin önüne geçilmek istenmektedir.
NATO, Rusya’yı da, başta Doğu Avrupa’da olmak üzere sınırlama politikasını sürdürmektedir. Rusya’nın Doğu Avrupa’da etkinlik kurmasının önüne geçme kararlılığı göstermektedir. Ukrayna’dan yana tutum alınması, Polonya’nın Rusya karşısında bir kalkan haline getirilmesi, NATO’nun Rusya’ya, ‘Avrupa’ya adım atamazsın’ uyarıları olmaktadır. Rusya da Ukrayna’dan kopardığı Kırım konusunda herhangi bir müdahale ile karşılaşmaz ve Ukrayna’nın doğusunda Rusya karşıtı bir harekât içinde olunmazsa mevcut statükoyu zorlamak istememektedir. Çünkü Rusya, NATO ile bu alanlarda bir gerilim, çatışma istememektedir.
Çin de Rusya da küresel kapitalist sistemin parçalarıdır. Ancak kapitalizmin karakteri nedeniyle bir rekabet içindedirler. 19 ve 20’nci yüzyıl gibi cepheden savaşa girmeseler de düşük yoğunluklu ve yerel savaşlar içinde olacakları açıktır. Zaten Üçüncü Dünya Savaşının zamana yayılmış biçimde sürmesi kapitalist modernist dünyanın yeni karakteriyle ilgilidir.
TC hiçbir zaman Batı ve NATO’dan kopma gibi bir anlayış içinde olmamıştır
NATO’da Türkiye’nin konumu da önemli bir tartışma konusu oldu. Çünkü; Trump’ın bazı dış politika konularına eski önemi vermemesi, Rusya ile çatışmadan çok uzlaşma araması, yine NATO ve kapitalist modernist güçlerin ittifaklarının 20’nci yüzyıldaki gibi tam olarak kendi politikaları ile uyum içinde olmasını gerektiren bir zorunluluk görmemeleri Türkiye’ye ABD-Rusya arasında oynama ve bazı politikalarını da Rusya ile ilişki içinde sürdürme imkânı vermişti. Aslında TC hiçbir zaman Batı ve NATO’dan kopma gibi bir anlayış içinde olmamıştır. Böyle bir durumda dengesini kaybedeceğini, hatta dağılma ile karşı karşıya geleceğini bilmektedir. Bu nedenle kopma noktasına gelmeden harekat alanını genişletme politikası yürütmüştür. ABD ve Avrupa’nın yaklaşımları buna imkân vermiştir. Rusya da bu durumu kendisi açısından değerlendirmek istemiştir. Bu politika, kısa vadede yürütülebilecek bir politikaydı. Nitekim daha Trump iktidarının sonuna doğru bu yönlü politika imkânı azalmıştı. Biden’in iktidara gelmesiyle birlikte de yürümeyecek bir politika haline gelmiştir.
Faşist şef Erdoğan NATO toplantısına çok zayıf bir konumda gitmiştir. Eğer ekonomisini toparlayacak bazı yardımlar almazsa birçok ekonomik işletme çökecekti. Bu nedenle NATO toplantısından önce bazı ABD’li şirketlerle toplantı yapmıştı. Onlara, yatırım yapmaları ve Türkiye’ye sıcak para aktarmaları karşılığında birçok imtiyaz tanınacağı sözü vermişti. Osmanlı döneminde Avrupalılara imtiyaz tanıyan kapitülasyonlardan söz edilir. Türkiye’yi nasıl ekonomik olarak rehin aldığı söylenir. TC’nin bu kapitülasyonlardan kurutulması bir ekonomik bağımsızlık olarak değerlendirilir. AKP iktidarı da IMF’den kurtulma ile övünür. Şimdi gönüllü olarak kapitülasyonları bir değirmen taşı gibi boynuna asmaya çalışıyor. Tayyip Erdoğan NATO’ya giderken ekonomik durum böyledir. Öte yandan siyasi olarak ABD, NATO ve Avrupa’dan destek almazsa 3-4 yıldır ABD ile Rusya arasında yaptığı politik manevra onu ağır siyasi çöküşle ve kayıplarla karşı karşıya bırakacaktı.
İşte ABD, NATO ve Avrupa Erdoğan’ın bu sıkışık durumunu görerek Türkiye’ye, kendilerine daha fazla bağlayacak ve askeri olarak işlerini yaptıracak rol vermişlerdir. Kapitalist modernite demek çıkarcılık, fırsatçılık demektir. Bu nedenle AKP-MHP iktidarının zayıflığından yararlanmak istemektedirler. Rusya ile yakın zamanda şantaj olarak kurduğu ilişkiler de tersine dönmektedir. Ukrayna ve Polonya’ya İnsansız Hava Araçları <(İHA) satması, Kırım konusunda Ukrayna’dan yana olması Rusya’yı Türkiye’ye karşı bazı tutumlar almaya yöneltmiştir. Türkiye’nin Rus turistlere muhtaç olduğu biliniyor. Rusya ilk tutumunu turistleri göndermeyerek koymuştu.
Kapitalist modernite Türkiye’yi Ortadoğu’daki ajanı olarak kullanıyor
ABD, Avrupa ve NATO her zaman Türkiye’yi kendi askeri ve jandarması olarak kullanmak istemiştir. Soğuk Savaş döneminde Türkiye ordusu tamamen bir NATO ve ABD ordusuydu. NATO için önemli görevler gördüğünden Türkiye, bundan siyasi ve ekonomik olarak yararlanıyordu. Örneğin; Kıbrıs işgali bu yararlanmanın en somut ifadesi olmuştur. Şu andaki durum o dönemdeki gibi değildir. ABD ve NATO’nun Soğuk Savaş dönemindeki kadar Türkiye’ye ihtiyacı yoktur. Ancak Türkiye’yi kullanmaya devam edeceklerdir. TC sürekli Suriye, Irak ve İran üzerinde bir baskı gücü olarak kullanılacaktır. Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürt halkına karşı kullanıldığı gibi Suriye, Irak ve İran üzerinde de bir sopa olarak sallandırılmaktadır. Kuşkusuz Türkiye kendini kullandırma karşılığında bazı siyasi ve ekonomik imkânlar elde ediyor. Yine bazı silahlara da bu temelde sahip oluyor.
Mevcut AKP-MHP iktidarı ile bazı sorunlar yaşasalar da Türkiye’ye devlet olarak desteklerini sürdürüyorlar. Eğer böyle olmasaydı AKP-MHP iktidarı şimdiye kadar çökerdi. Ancak bu iktidarın zayıflığını da kullanmaya devam edeceklerdir. Buna kapitalist modernitenin Türkiye’yi Ortadoğu’daki ajanı olarak kullanması demek doğru bir ifade olur.
Erdoğan NATO toplantısında Afganistan havaalanı konusunda söz verdi. ABD ve NATO, Afganistan’ı bırakacaktır. Bu karar alınmıştır. Taliban Afganistan’a hakim olacaktır. TC bu geçiş aşamasında kullanılmak isteniyor. Tayyip Erdoğan ise üç şartımız yerine gelirse orada NATO görevi yaparız, diyor. Üç şart içinde esas olan ise istenen paradır. Aslında bu konuda da anlaşma sağlanmıştır. Tayyip Erdoğan sonunda şartlarımız kabul edildi, diyecek ve Türk askeri orada kalacaktır. Herhalde bu kalış da en fazla iki yıl sürecektir. Daha sonra havaalanı da büyük ihtimalle Taliban’ın eline geçecektir. ABD ve NATO’nun Afganistan’dan çekilmelerinin sebebi, orayı sürekli bir istikrarsızlık içinde tutma amacıyladır. Öte yandan oranın Rusya ve Çin’e yakın olması nedeniyle sorun olacaksa onlara olsun, anlayışıyla da hareket ettikleri anlaşılıyor. Özcesi; ABD ve NATO Afganistan’da kalmayı çıkarları açısından gerekli görmemiş, orayı, o alandaki ülkelere bırakmıştır. Zaten ABD ve NATO müdahalesiyle öyle bir Afganistan bırakmıştır ki, Taliban hakim olsa da istikrar kazanmayacak. Bölge ülkelerinin uğraştığı bir alan haline gelecektir.
Türkiye’nin NATO ve Avrupa ilişkileri Lozan’da kurulduğu biçimde devam ediyor
NATO zirvesinde kuşkusuz Kürdistan da konuşuldu. Zaten 23 Nisan’daki Biden-Erdoğan telefon görüşmesinden sonra Türk devleti Medya Savunma Alanları’na kapsamlı bir saldırı harekâtı başlattı. ABD bu konuda Türk devletine onay verdi. Tayyip Erdoğan, NATO zirvesinde Rojava Devrimi’ni ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimini de gündeme koydu. Oraların da kendisi için tehdit olduğunu belirtip oradaki özerk sistemi kabul etmeyeceklerini dile getirdi. Gelişmeler net gösterdi ki; ABD Erdoğan’a, Medya Savunma Alanları’na gir ancak Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye’yi bırak, biz orayı halledeceğiz, PKK etkisinden çıkaracağız, demiştir. ABD zaten bir süredir bu konuda yoğun çalışıyor. Rojava’da kendi etkisinde toplumsal kesimler yaratma, bunlarla birlikte KDP etkisindeki çevreler üzerinden Rojava Devrimi’ni tasfiye etmeyi hedefliyor. Zaten Şengal ve Mexmûr’a yönelik hava saldırılarında da ABD ve NATO izni vardır. Çünkü; Irak hava sahası, hukuki olarak Irak’a ait olsa da esas kontrol eden ABD’dir. ABD bu izinleri tabii ki karşılıksız vermiyor. Türk devletini istediği zaman bölge politikalarında kullanmak için veriyor.
Türkiye, NATO ve Avrupa ilişkileri Lozan’da kurulan ilişkilerin yeni koşullarda sürmesi biçiminde devam ediyor. Musil ve Kerkûk karşılığında ve İngiltere’nin Ortadoğu politikalarına uyum çerçevesinde Türk devletine Bakurê Kurdistan üzerinde egemenliğini sürdürme ve soykırım politikası yürütme izni verilmişti. İngiltere ve Lozan’daki diğer imzacılar Türk devletinin bu yönlü politikasına göz yumacaktı. Şimdi de Irak ve Başûrê Kurdistan üzerinde ABD hakimiyetini kabul etme karşılığında Bakur’daki Kürt soykırımına göz yumulmaktadır. Sanki Lozan’daki bu durumu sadece ABD ve İngiltere değil, KDP de kabul etmiş durumdadır. Ya da ABD ve İngiltere tutum ve politikalarıyla bunu KDP’ye de kabul ettirmişlerdir. KDP Başûrê Kurdistan’da bir kaç şehir üzerinde iktidarının kabul edilmesi karşılığında bu politikayı benimsemiş gözükmektedir. Bakurê Kurdistan’da soykırım politikası çok yoğun ve acımasız biçimde sürdürülürken KDP’nin ses çıkarmaması, hatta bunu yapanlarla çok iyi ilişki içinde olması ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı ortak politikalar yürütmeleri akla bunu getirmektedir.
Cemil Bayık/Serxwebûn