HABER MERKEZİ –
Gerilla direnişi Kürtlerdeki ulusal duyguların daha fazla gelişmesine hizmet etti
Gerillanın direnişinin siyasi sonuçları önemli olmuştur. Bu direnişle sadece PKK değil, tüm Kürtler kazanmıştır. Kürtler, onurlu, gururlu ve iradeli bir halk olarak itibarı her geçen gün artan bir halk haline gelmiştir. Bu direnişin Kürdistan’ın tüm parçalarındaki siyasi mücadeleye olumlu etkide bulunduğu tartışmasız bir gerçekliktir.
Bu direniş toplumsal alanda da önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Tüm Kürt halkı düşman saldırılarının ciddiyetini daha fazla kavramıştır. Soykırımcı-sömürgeci Türk devlet gerçeğinin bilince çıkarılmasında sadece Bakurê Kurdistan’da değil, Kürdistan’ın tüm parçaları ve Kürtlerin bulundukları her yerde önemli bir gelişme sağlandı. Bu işgal ve buna karşı direniş Kürtlerin önemli gündemi oldu. Gerillayı sahiplenmenin tüm Kürtleri ve tüm kazanımları sahiplenme olduğu görülerek, bu direnişe sahiplenme ve destek önemli bir boyuta ulaştı. Kuşkusuz daha fazla destek olmak ve gerilla direnişi ile bütünleşmek gerekir ancak mevcut duyarlılık küçümsenemez.
Gerilla direnişi Kürtlerdeki ulusal duyguların daha fazla gelişmesine de hizmet etti. Çünkü; tehlikenin büyüklüğü böyle bir duyarlılık yarattı. Kürdistan’ın tüm parçalarında geliştirdiğimiz mücadele, toplumda yarattığı bilinç, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin bütünlüklü ele alınması uluslaşma düzeyine önemli bir boyut kazandırdı. Suni sınırları aşan ve Kürdistan’ın dört parçasında duygu birliği yaratan gelişmelerde PKK ve yürüttüğü mücadelenin belirleyici payı vardır. Metîna, Zap ve Avaşîn başta olmak üzere Medya Savunma Alanları’nda yürütülen direniş, bu uluslaşma gerçeğini daha da derinleştirmekte ve kapsamlılaştırmaktadır. Şubat ayında Türk devletinin Garê’de gerilla alanlarına yaptığı saldırıda bozguna uğraması da Kürtlerin duyguları ve mücadele iradelerinde çok pozitif bir etkide bulunmuştu. Gerillanın 3 aydır gösterdiği büyük direniş de, her gün toplumsal duyguda ve duruşta önemli gelişmeler yaratarak, Kürt uluslaşmasında yeni boyutlar açığa çıkarmıştır.
Türk devletinin işgaline karşı KDP’nin meşrulaştırıcı, normalleştirici politikalarına ve gerilla alanlarını kuşatmasına karşı Kürt halkının gösterdiği tepki çok çok önemlidir. Güçlü bir Kürt kamuoyu gerçeğinin olduğu görüldü. Bakur’da, Başûr’da, Rojava’da ve Avrupa’da önemli bir gündem oluştu. Belki İran’da toplumsal düzeyde yansımasa da Rojhilat halkımızın da KDP’nin tutumuna tepki göstermesi gerçeği ortaya çıktı. Bu gerçeklik yalnız PKK için değil, tüm Kürt siyasi partileri için önemlidir. Eğer Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını önemsiyorsak Kürt toplumunun geldiği bu düzey ve ortaya koyduğu tutum çok çok önemlidir. Tüm Kürt partilerinin esas amacı da böyle bir halk yaratmak değil midir? Ya da olması gereken bu değil midir?
Bırakalım Kürt halkını, Kürt halkının dostları da Türk devletinin saldırılarının ciddiyetini ve tehlikesini görerek harekete geçti. Kürt yurtseverleriyle birlikte Kürdistan’ı Savun İnisiyatifi kurarak Hewlêr’e gelip işgale karşı durmak ve KDP’yi ulusal demokratik çizgiye çekmek istediler. Tümü olmasa da Kürt dostlarının önemli bölümü Hewlêr’e ulaştı. Kürt dostları olarak demokratik kamuoyunun vicdanı olarak işgale karşı tutum ortaya koydular. KDP’ye de gerillaya karşı savaş içine girmemesi çağrısı yaptılar. Bu girişim önemliydi. Önceden ‘avukatsız halk’ olarak tanımlanan Kürtlerin dünyanın her tarafında dostları olduğu görüldü. Zaten Rojava’ya saldırılar sırasında gösterilen tutumlar, Önderliğin özgürlüğü için mücadele edilmesi, Kürtlerin tüm dünyada önemli bir demokratik kamuoyu yarattığı ve önemli dostluklar kazandığını göstermiştir. Kürdistan’ı Savun İnisiyatifi ise bu dostlarımızın ne düzeyde olduğunu gözler önüne serdi. Almanya, bu girişimin Hewlêr’e gitmesini Türkiye adına önledi. KDP de Hewlêr’e gidenleri tam bir kuşatmaya aldı, izole etti. Ancak buna rağmen çok önemli bir kamuoyu oluştu. İşgalci Türk devletinin teşhir olmasında önemli rol oynadı. KDP’nin tutumunun Kürt dostları ve Kürt kamuoyunda benimsenmemesinde ve eleştirilmesinde etkide bulundu. Direniş böyle olumlu girişimler ve sonuçlar ortaya çıkardığı gibi bu girişim gerillanın direnişine de önemli bir moral güç desteği oldu. Kürdistan’ı Savun İnisiyatifi tüm engellemelere rağmen başarılı biçimde amacına ulaştı. İnisiyatif hala işgale karşı çalışmalarını yürütmekte; KDP’nin gerillaya karşı bir savaş içine girmemesi yönünde çabalarını sürdürmektedir.
Kürdistan’ı Savun İnisiyatifi’nin yarattığı kamuoyu ve toplumda yarattığı etki ortamında bazı sanatçılar da Başûrê Kurdistan’a gelerek işgale karşı tutumlarını ortaya koydular. Ayrıca KDP ile PKK arasında bir savaşın çıkmaması için, KDP’nin gerilla alanlarına yönelik adım atmaması için KDP’li yetkililer ve Mesut Barzani ile görüşmeler yaptılar. Zaten daha önce de işgale karşı ilk girişimleri ve KDP’ye karşı tutumu yine sanatçılar ve aydınlar göstermişti. Bu ortamda sanatçıların gelişi de KDP’nin yaklaşımlarına karşı halkın tutumunu göstermesi açısından önemli oldu. Çünkü sanatçılar, halkın vicdanıdır. Çünkü; ortada iki taraflı bir durum yoktur. TC’nin işgali ve KDP’nin bu işgal sırasında gerilla alanlarını daraltan adımlar atması söz konusudur. Bir çatışma riski ortaya çıktığı için halkın vicdanı olan sanatçılar harekete geçmiştir. Kuşkusuz bu girişimlerin etkisi olmuştur. Çünkü; tüm Kürt partileri, Kürt kamuoyunu dikkate almak durumundadır. Kürt partisi olma iddiası ve Kürtlerin çıkarına politika yapma bunu gerektirir. Biz her zaman halkın ve kamuoyunun duygularına dikkat etmişizdir. Zaten bizim tek güç kaynağımız halkımızdır. Hiçbir güce dayanma ve böyle ayakta kalma gibi bir durumumuz yoktur. Biz KDP ya da başka bir Kürt gücüyle savaşma yaklaşımı içinde değiliz. Bunu her fırsatta dile getiriyoruz. Sayın Barzani de hem sanatçılarla yaptığı görüşmede hem de bazı dostlarla konuşmasında PKK ile savaşmayacaklarını belirtmiş. Biz buna tabii ki anlam veririz. Zaten bizim beklentimiz de bu yöndeydi. Herhangi bir çatışma ne PKK ne de KDP’ye yarar getirirdi. Kürt halkı büyük zarar görürdü. Bu açıdan Mesut Barzani’nin bu yönlü konuşmasına, söz vermesine değer verdiğimizi televizyonda açıkça belirttik. Bu, halkımızın ve tüm Kürt siyasi güçlerinin beklentisidir. Böyle bir söylemden halkımız da memnun olmuş; belli düzeyde rahatlamıştır. Ancak Halk Savunma Merkez Karargâh Komutanı Murat Karayılan arkadaşımız, çatışma tehlikesinin hala ortadan kalkmadığını, KDP güçlerinin gerilla önüne çıkmaması ve aradan çekilmesi çağrısı yapmıştır. Umarız bu çağrıya da KDP tarafından karşılık verilerek halkımız tümden rahatlatılır.
Lozan’ın 100’üncü yıldönümünde Musil ve Kerkûk’ü ele geçirmek istiyorlar
TC’nin işgaline karşı çıkmak, tüm Kürtlerin sorumluluğudur. TC Kürt düşmanlığında öncüdür. Başûrê Kurdistan’ın kendilerine ait olduğunu defalarca dile getirmişlerdir. Zaten Tayyip Erdoğan, orası Misak-ı Milli’nin parçasıdır, oralara yönelik politikalarımızı desteklemeyenler Misak-ı Milli’yi bilmeyenlerdir, demektedir. Lozan başarılı değildi, derken de Lozan’la Musil ve Kerkûk vilayetlerinin ve Suriye’nin kuzeyinin Türkiye’den kopartıldığını belirtmektedir. Daha dün Süleyman Soylu, Irak ve Suriye’ye yürüyerek gideceğiz, dedi. Yani Kayseri’den Yozgat’a nasıl gidiyorsa öyle gidileceğini ifade etti. Böylece oraların kendi toprakları olduğunu söylemiş oldu. Süleyman Soylu PKK nedeniyle oraya yürüyerek gideceğiz demedi. Aksine PKK’yi etkisizleştirirsek, Kürtlerin direncini kırarsak oralar bizim olacak cümlesini kurdu.
Bilindiği gibi Lozan’ın 100’üncü yıl dönümünde Musil ve Kerkûk’ü yeniden ele geçirme istekleri dile getirilmişti. Süleyman Soylu’nun söyledikleri de açıkça bunu ortaya koymaktadır. Bu gerçeklik dikkate alındığında; Türk devletinin Medya Savunma Alanları’na yönelik işgal harekâtına, en başta da siyasal partilerin karşılık vermesi gerekirdi. KDP, YNK, Goran, Yekgirtû, Komala, Neweya Nû ve tüm partiler açık karşı koyuş göstermeliydiler. Ancak KDP’nin tutumunda görüldüğü gibi karşı koyuş gösterme yerine TC gibi PKK’yi gerekçe gösteren tutumlara girdiler. TC’ye karşı tutum koymaya cesaret edemedikleri için gerçekleri çarpıtan açıklamalar yaptılar. Kuşkusuz KDP dışındaki Başûrlu siyasi partilerin bazı tutumları oldu. Özellikle YNK açık tutum gösterdi. Başûrê Kûrdistan’da halkın tepkileri önlense de, halk içinde işgale karşı büyük bir tepki bulunmaktadır. Halk, hükümeti ve Başûrlu siyasi partileri işgale karşı etkili bir tutum göstermedikleri için eleştirmektedir. Aslında halkın çok açık gördüğü gerçeği, hükümet ve siyasi partiler bazı kaygılarla dile getirip tutum koyamıyorlar.
Şu açıktır ki; TC, KDP’yi de gerillaya karşı savaştırmak istiyor. KDP’nin ilk zamanlardaki açıklamaları ve Metîna’ya güç kaydırması, böyle bir savaşa girmesinin zeminini oluşturmak gibi görüldü. Birçok siyasal analizci ve gözlemci, KDP savaş kararı almış, dedi. Halk Savunma Merkez Karargâh Komutanı Murat Karayılan arkadaşımız da, KDP’nin savaş kararı aldığını duyduklarını söyledi. Kamuoyunda da böyle bir kanaat oluşmuştur. Ancak halkın tepkisi, YNK’nin açıklamaları, birçok siyasetçi, aydın ve sanatçının yaptığı açıklamalar, KDP’nin savaş yaratacak adımlarının önünü belli düzeyde aldı. Bu açıdan Kürt kamuoyunun duyarlılığı önemlidir. Kürt kamuoyunun bu duyarlılığı, halkın ve siyasilerin işgale karşı daha açık tepkisine dönüştüğünde işgalcilerin yenilgisi kaçınılmaz olacaktır. Gerilla işgalcileri yenilgiye uğratmak için her şeyi yapmaktadır. Tüm Kürt siyasi güçlerine ve halka düşen görev de bu büyük direnişi zafere götürecek tutumu göstermek olmalıdır.
İşgal Medya Savunma Alanları ve Başûrê Kurdistan’a yönelik olsa da tüm Kürt halkı ve Kürdistan hedeflendiğinden, tüm Kürdistanlıların tutum koyması ve mücadele etmesi gerekir. Bu konuda Rojavayê Kurdistan halkı örnek bir tutum ortaya koydu. Bu tutum açıkça Kürtler özgür olduğunda nasıl bir yaklaşım ve mücadele içinde olacaklarını gözler önüne sermiştir. Yine Avrupa’daki Kürt halkı da, nispi özgürlük ortamında işgale karşı önemli bir tutum ortaya koymuştur.
Türk devleti, DAİŞ gibi mezarlık düşmanıdır
Türk devletinin nasıl bir devlet olduğu Efrîn’de şehitliklere yaptığı saldırıda bir daha görüldü. Şehitliği dağıtıp, PYD-YPG’nin toplu mezarları, diyerek propaganda yapıp, insanlık dışı karakterlerini gizlemeye çalıştılar. Ancak Efrîn halkı bu büyük yalanı ortaya çıkardı. Şehitliğin nasıl dağıtıldığını somut belgelerle gösterdi. Türk devletinin DAİŞ gibi mezarlık düşmanı olduğu bir daha görüldü. Bakurê Kurdistan’da tüm şehitliklere nasıl saldırdığı biliniyor. Bu bir soykırım zihniyetidir. Mantaliteleri; mezarlık ve kemikler dahi olsa Kürtlere ait hiçbir iz olmamalıdır. Bu topraklarda Kürtlerin yaşadığına dair hiçbir belirti kalmamalıdır. DAİŞ yaparken teşhir eden Avrupa, ABD ya da başka ülkeler Türkiye yaptığında ya görmezden geliyor ya da hafif tepkilerle geçiştirip vicdan rahatlamaya çalışıyorlar. Aslında Türkiye’nin yaptıklarını başka ülkeler yapmış olsaydı, 100 defa soykırım mahkemelerine çıkarılırdı. Ancak Türkiye yaptığında, bencil çıkarları gereği yüzlerce soykırım uygulamasına, bir halkın üzerinde yürütülen soykırım politikasına göz yumuyorlar. Böylece Türk devletinin soykırım suçuna ortak oluyorlar.
Efrîn’de demografya değiştirilmiş, çetelerin aileleri yerleştirilerek Efrîn’de Kürtler azınlık hale getirilmiştir. Şehitlikler yıkılmaktadır. Efrîn’de tam bir soykırım uygulanırken, dünya buna sessiz kalırken ENKS’liler ise Efrîn’de sanki normal bir durum varmış gibi bu duruma sessiz kalmaktadırlar. Bazı ENKS’liler ise, eskiden Efrîn’de zulüm vardı, şimdi zulüm kalmadı, demişlerdir. Böylece Efrîn’deki soykırımı meşrulaştırmaktadırlar. Bu anlayış ve tutum da Kürdistan tarihinde kara bir leke olarak yerini alacaktır. Rêber Apo, PYD ve YPG karşıtlığı insanları ne duruma düşürmektedir; durum ibret vericidir. Süleyman Soylu’nun Efrîn’e bir Türk şehrine gitmiş gibi gitmesine bile kendine Kürt diyen bu çevrelerden bir tepki gelmemiştir. Aslında sadece YPG ve PYD değil, tüm Kürt siyasi partilerinin Efrîn’deki duruma tepki göstermesi gerekirdi. Efrîn’deki bu durumu hiçbir Kürt kabul etmemelidir. En başta da hiçbir Kürt siyasetçisi kabul etmemelidir. Tüm Kürt aydınları ve sanatçıları bu tür durumlarda siyasi görüş farkı ne olursa olsun bir araya gelip ulusal demokratik tutum koymalıdır. Bu tür soykırım saldırılarına karşı Kürt refleksi ortaya konulmazsa bu, Kürtler için en büyük tehlike durumunu arz eder. Yarın Hewlêr ya da başka bir Kürt şehrinde benzer bir durum yaşandığında uygulanan soykırım politikaları normal görülebilir. Bu açıdan Hewlêr ya da başka bir Kürt şehrine bu yönlü politika uygulandığında nasıl tepki verilecekse, Efrîn için de aynı tepkinin tüm Kürt siyasi güçleri ve Kürt halkı tarafından verilmesi gerekir.
Türk devletinin soykırımcı bir devlet olduğunu 100 yıllık politikasına bakarak çok açık söyleyebiliriz. 1926 yılında hazırlanan ‘Şark Islahat Planı’ soykırımın uygulanacağının resmi ilanıdır. Bir devlet sadece bu resmi belgeden dolayı soykırım sandalyesine oturtulur. Türk devleti Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmeyi amaçlıyor. Bu, temel ulusal politika ve stratejidir. Tüm uygulamalar, bu stratejiyi gerçekleştirme yönlüdür. Türk devleti tamamen Kürt soykırımına göre kurgulanmış ve şekillenmiştir. Bu devletin tek politikası da, amacı da budur. Hiçbir politika ve uygulama bu amaca ters olamaz. Türk devleti, bir soykırım devletidir. Ermenilere yapılanlar, Türkler dışında her etnik topluluğa yapılmaktadır. Sünni İslam dışında başka bir inanç da bırakılmak istenmiyor. Kürtler yurtlarından edilerek yerlerine Afganlar, Kırgızlar, Gagavuzlar, Arnavutlar vb yerleştiriliyor. Kürdistan’da Kürt olmayan her topluluğu da bu soykırıma ortak ediyorlar. Son yıllarda birçok yere Araplar yerleştiriliyor. Kürdistan Kürtler için ise zulüm yeri haline getirilip boşaltılmaya çalışılıyor. Barajlar bile soykırım amaçlı yapılıyor. Bu açıdan hiçbir Kürt, Kürtler üzerinde uygulanan politikaları bu soykırım amacından ayrı görmemelidir.
Kürtlere karşı Lozan’la başlatılan soykırım 100’üncü yılda tamamlanmak isteniyor
Son zamanlarda Türkiye’nin il ve ilçelerinde Kürtlere linç saldırıları yapılıyor. Kürtler katlediliyor, linç ediliyor. Böylece Kürtlüklerini her yerde unutmaları isteniyor. Kürt’e Kürtlüğünü inkar ettirmek için bu linçler, saldırılar yapılıyor. 1980’li yıllarda Diyarbakır Zindanında tüm tutsaklara nasıl ki ‘Türküz’ dedirtmek istemişlerse, ‘Türküm’ demeyen, her türlü işkenceye maruz kalmışsa, şimdi de Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de bu politika ve uygulamalar yürütülüyor. Kürt’ü özgür ve demokratik yaşam isteğinden vazgeçirmek için her şey yapılıyor. Deniz Poyraz’ın katledilmesi, Afyon, Ankara ve Konya’da Kürtlere yönelik saldırlar tamamen bu amaçladır. Bu linç girişimleri ve katliamlar özel savaş merkezi tarafından planlanıyor ve örgütlendirilmiş faşist güruhlara uygulatılıyor. Soykırıma göre şekillenmiş devletin, Kürt halkının mücadelesi ne zaman yükselmişse bu yollara başvurduğu biliniyor.
Eğer Türk devleti Kürt soykırımına göre şekillenmiş ve tüm politika ve uygulamaları bu yönlüyse o zaman Kürtler de var olmak için örgütlülüklerini, mücadelelerini ve özsavunmalarını bu gerçekliğe göre yapmalıdırlar. Kürtlerin tüm yaşam ve mücadelesi bu soykırımı boşa çıkarmak ve yenilgiye uğratmak doğrultusunda olmalıdır. Yoksa ölümü kabul etmek ve kendini ölüme yatırmak olur. Türkiye’nin Rojava, Başûr ve Bakur’daki saldırıları, Kürtlerin bulunduğu her yerde yaptığı saldırılar dikkate alındığında durum ciddidir. Düşman Kürtlerin özgür ve demokratik yaşama kavuşmasını engellemek için var gücüyle saldırıyor. Çünkü; Kürt’ün özgür ve demokratik yaşama kavuşma imkânları her zamankine göre artmıştır. Bu nedenle de tüm imkânlarını bunu engellemek için kullanıyor. 1923’te Lozan’la başlayan soykırım saldırıları yoğunlaştırılarak 100’üncü yılında Kürt soykırımı tamamlanmak isteniyor. Dolayısıyla günümüzde kazanma ile büyük tehlikeler iç içedir. Kürt’ün özgürlük mücadelesi böyle bir kavşağa gelmiştir. Bu açıdan hem tehlikeleri bertaraf etmek hem de kazanmak için halk olarak tüm mücadele gücümüzü ortaya koymamız gerekiyor. Gün mücadeleyi yükseltme günüdür. Eğer bugün zorluklara katlanmayı, bedel ödemeyi göze alamazsak yarın daha büyük bedeller ödemek durumunda kalacağız; tehlikeler bugünkünden daha büyük hale gelecektir. Bu açıdan önümüze çıkan tarihi fırsatı ve büyük kazanma imkânlarını değerlendirerek halk tarihimiz açısından üzerimize düşen rolü oynayalım.
Yakın zamanda 14 Temmuz’un yıl dönümünü geçirdik. Kürdistan Devrimi’nin tarzının ne olduğunu tartıştık. Kürdistan Devrimi’nin tarzının, zor koşullara karşı mücadele edip başarmanın tarzı olduğunu, zorlu mücadele günlerinden geçtiğimiz dönemde bir daha derinliğine anladık. O halde Kürdistan Devrimi’nin tarzı olan 14 Temmuz ruhu ile her yerde zorluklara karşı mücadele ederek Özgür Kürdistan mücadelesini yükseltelim. 14 Temmuz şehitleri ve tüm şehitlerimizin özlemlerini gerçekleştirelim.
Cemil Bayık/Serxwebûn