BEHDÎNAN- Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan PKK MK üyesi Helin Ümit, Kürt halkının kader tayin edici bir süreçten geçtiğini belirterek “Kürt halkı açısından bu süreç çok daha kritik ve hassas. Çünkü son yüzyıllarda ilk kez böyle bir fırsatı elde etti. İlk kez kendi kimliğini, özgürlüğünü, varlığını bir statüye kavuşturma fırsatı var. Evet, dünya savaşı çok ağır. Üzerimizde çok ağır saldırılar var. Tehlikeler var, ciddidir bunlar. Ama bir o kadar da kazanma fırsatımız var. Önderliğimiz var. Bizi özgürlüğe taşıyacak bir aklımız var. Bu akıl etrafında, yani Önder Apo etrafında, Önder Apo’nun fikirleri etrafında, onun varlığı etrafında, kenetlenelim, mücadele edelim, kazanalım” dedi.
Kürdistan Özgürlük Gerillalarının bir özgürlük savaşı verdiğini dile getiren Helin Ümit “Çok ağır bir savaş ortamı olduğunu öyle söyleyebilirim. Herkesin bunun farkında olması lazım. Kürt toplumunun da demokrat insanların da Türkiye’deki demokrasi güçlerinin de eğer vicdanlı değerlendirmeler yapacaklarsa süreç üzerine bir İmralı’ya bakmaları gerekiyor, bir de Medya Savunma Alanlarına gerillanın durumuna bakmaları gerekiyor. Savaşın durumuna bakmaları gerekiyor. Medya Savunma Alanlarında çok görkemli bir direniş vardır. Karşımızda durabilen bir ordu yok. Teknik yüzüne dayalı olarak Kürdistan’daki topluma, coğrafyaya, Kürdistan’daki özgürlük güçlerine karşı yürütülen bir saldırı vardır. Bunu herkesin çok iyi bilmesi lazım” şeklinde konuştu.
Helin Ümit’in değerlendirmeleri şu şekilde:
“Öncelikle ben tüm parti yapımız adına Önder Apo’ya sevgi ve selamlarımızı iletmek istiyorum. 9 Ekim komplosunun yıl dönümünü geride bıraktık. 27’nci yıla girdik. 27’nci yılda mücadeleyi sürdürüyoruz. Herkesi, yaşanan tüm gelişmeleri, siyasi askeri gelişmeleri uluslararası komplo gerçekliği ışığında İmralı soykırım sistemi ve ona karşı eşsiz mücadeleyi yürüten Önder Apo’nun direnişi üzerinden okumaya davet ediyorum.
İçinde bulunduğumuz yüzyılın en temel sorunlarından bir tanesi anlam yitimi. Yaşadığımız yaşama, yaşadıklarımıza anlam verme düzeyi oldukça zayıflamış durumda. Oysa insanı insan yapan şey anlam gücü. İmralı soykırım sistemi ve ona karşı mücadele, Önder Apo gerçekliği aslında bizi buna davet ediyor. Yani anlamaya davet ediyor ve bu anlamıyla da özgürlüğe davet ediyor. Herhalde Spinoza’nın ifadesidir “anlamak özgürlüktür” diye Önder Apo da savunmalarda bu değerlendirmeyi ele almıştı.
Gerçekten ne kadar anlam gücümüzü derinleştirirsek aslında hem kendi yaşamımıza, bireyler olarak kendi yaşamımıza hem de etrafımızda dönen gerçekliklere daha doğru bakabiliriz.
ÖZGÜRLÜK İSTEMİNDE BİR ADIM BİLE GERİ DÜŞÜLMEDİ
Uluslararası Komplo’nun yıl dönümü vesilesiyle hareketimiz açıklamalar yaptı. Hareketimizin yönetiminden arkadaşlar da değerlendirmelerde bulundular. Gerçekten 27 yıldır Önder Apo ve Kürt halkı Uluslararası Komplo ile boğuşuyor, mücadele yürütüyor. Aralıksız, kesintisiz bir mücadele var. Bu mücadelenin açığa çıkardığı çok önemli sonuçlar var tabii. Bunlardan en önemlisi Uluslararası Komplo sisteminin deşifre edilmesi oldu. 27 yıldır yürütülen saldırılarla aslında Kürt halkının özgürlük istemi, iradesi, kararlılığı geriletilmek istendi. Fakat Önder Apo’nun direnişi sayesinde, açığa koyduğu irade sayesinde, bilinç ve anlam gücü sayesinde bundan bir adım bile geri düşülmediğini görüyoruz.
Dünyanın tüm gerici güçleri birleştiler, Kürt halkının iradesini ortadan kaldırmaya yöneldiler. Fakat buna karşı şimdiye kadar devam eden mücadele -en son Amed’de de görüldüğü gibi- yine kendi varlığını, kendi iradesini, kendi taleplerini en güçlü bir şekilde ortaya koydu. Evet engellemeler olmasaydı, baskı olmasaydı, yasaklamalar olmasaydı o alanları milyonlar dolduracaktı. Böyle bir istem, böyle bir arayış Kürt halkına hiç eksilmedi. Hatta şunu rahatlıkla söyleyebilirim, tüm uygulamaları boşa çıkartan bir durum açığa çıktı. Tüm bu baskıyı, şiddeti, yasaklamaları, engellemeleri ortadan kaldıran bir durum ortaya çıktı. Dikkat ederseniz Bakure Kürdistan’da, Türkiye’de Kürtlük adına bir şeyler yapmak isteyen herkesi bu devlet zindana koydu.
ÖNDER APO DEMEK HALK DEMEK
Yani sadece Önder Apo’nun esaretinden bahsetmiyoruz. Önder Apo demek bir halk demek. Önder Apo bir halkın iradesi demek. Yani bu özdeşleşme, özdeşleştirmeyi halkımız çok derinden yaşadığı için bu sahiplenme sürüyor. Eğer bugün biz binlerce siyasi tutuklunun durumunu tartışacaksak, onlar için mücadele edeceksek, bunun yolu da İmralı soykırım sisteminin ortadan kaldırılmasından geçiyor. Yine eğer bugün Kürdistan’da gerçek anlamda bir Kürtlükten, bir varlıktan, bir özgür kimlik duruşundan bahsedilecekse, bu da yine İmralı soykırım sisteminin ortadan kaldırılmasından geçiyor. Bu talep, bu ihtiyaç, bunun arayışı, bunun için ödenen bedeller geride bıraktığımız 27 yıl içerisinde hiç eksilmedi.
Şunu da söylemek lazım, bu mücadeleyi en başta Önder Apo yürüttü. Önder Apo yerinde başka bir önderlik ya da başka birisi olsaydı, inanın mevcut Türkiye tablosu böyle olmazdı. Uluslararası komplo saldırısıyla, yani önderliğin bu güçler tarafından yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmesindeki amaç neydi? Uzun süreli bir Türk-Kürt savaşının yaşanmasıydı. Önderliğimiz çok yüksek bir bilinçle, fedakarlıkla, duyarlılıkla bu tehlikeyi bertaraf etti. Uluslararası komplocu güçlerin hedefi olan uzun süreli, 100 yıla yayılacak bir Türk-Kürt savaşının önünü aldı. Bunu mevcut milliyetçi, kendi çıkarları ekseninde siyaset yürütenler anlayamazlar, göremezler. Hareket olarak biz, bunu anlamalarını beklemiyoruz. Ama halkların bunu derinden hissederek gerekli tutuma almaları gerektiğini de bu vesileyle bir kez daha belirtmek istiyorum. Çünkü komplocular halen iş başındadır. İmralı soykırım sistemi, İmralı gerçekliği sürdükçe Türkiye ve Kürdistan halkları üzerinde örülmek istenen çorap ortadan kalkmayacak. Eğer bu ortadan kaldırılmak isteniyorsa İmralı soykırım sisteminin ortadan kaldırılması gerekli. Bunun anlaşılması lazım.
D’ALEMA’NIN RÖPORTAJI
İtalya eski başbakanı Massimo D’Alema’nın yaptığı açıklama önemliydi. Biz komplonun başlangıç aşamasından günümüze kadar hangi dinamikler üzerinden şekillendiğini hep ifade etmeye çalıştık. Amerika’nın rolünü, uluslararası güçlerin rolünü, İsrail’in, İngiltere’nin ve diğer güçlerin oynadığı rolü, Rusya’nın nasıl bir pozisyon aldığını bunları aslında deşifre etmişiz. Önder Apo’nun esaretiyle sonuçlanan sürecin nasıl yürütüldüğünü aslında biz aydınlattık. Önder Apo aydınlattı, çözümledi bunu. Fakat ilk kez o dönemde, yani hükümette olan, iktidarda olan bir devlet başkanının bu düzeyde bir açıklaması oldu. Bir itiraf gibiydi. Aslında o dönemde yaşananlara ışık tutan, onaylayan, belgeleyen bir konuşma yaptı. Bu anlamıyla gerçekten çok değerliydi. D’Alema’nın komplo sürecindeki tutumu da aslında çok olumsuz değildi. Gücü olmadığı anlaşıldı. Zaten Önder Apo bunu da ifade ediyor, savunmalarında, yazılarında. Doğrudan Önder Apo’yu ülkeden çık git diye bir yönelimi yoktur Sayın D’Alema ve hükümetinin. Fakat zorlanmalarını yansıtma hali vardır. Onun sonucu olarak aslında Önderlik kendi iradesiyle çıkış yapıyor. Kürt halkının varlık ve özgürlük probleminin ağırlığı ve mevcut D’Alema hükümetinin iyi niyetlerine rağmen bunu karşılayamayacağını gördüğü için Önderlik bir iyi niyet yaklaşımı sergiliyor. Tabii yani şunu demeden edemeyeceğim. Keşke öyle olmasaydı. Keşke o dönemki İtalya hükümeti daha fazla sahiplenebilseydi. Bazı krizlere hani evet yol açardı yine mevcut durum. Fakat sonuçları farklı olabilirdi. Bu kadar ağır trajediler Kürt halkı yaşamak zorunda kalmazdı. Ben son yaptığı açıklamayı da biraz böyle o vicdani tutumuyla bağlantılı ele alıyorum.
“Amerika bize baskı yaptı ve Amerika karşısında durmak öyle kolay bir durum değildi” dedi. Büyük olasılıkla devlet içerisindeki farklı kliklerin de harekete geçmesiyle zorlandığını ifade ediyor aslında. Buradan yola çıkarak da bir hukukçuların devreye girmesi lazım. Bunu söyleyebilirim. Özellikle o dönemin ABD yönetimine karşı gerekli hukuksal girişimler başlatılabilir. Çünkü Kürt halkına, Kürt halkının önderliğine yaşatılan şey tam bir hukuksuzluk örneğidir, insanlık suçudur. Siyasi mülteci hakkını bir tarafa bırakalım pozisyonu bile korunmamıştır. Bu haliyle bölgede yaşanan bu ağır savaşı derinleştiren bir rol oynamışlardır. Yani suçludurlar. Bu anlamıyla bunların araştırılması, yargılanması, hesap sorulması mutlaka gereklidir. Bugün olmasa 10 yıl sonra. 10 yıl sonra olmasa tarih mutlaka o dönemde komplonun içerisinde yer alanlara gereken cevabı verecektir.
Uluslararası Komplo’nun İmralı soykırım sistemi olarak sürdürülmesinin hem Kürt halkı hem bölge halkları üzerinde yarattığı tahribat ortadadır. Savaşsız geçen tek bir gün yoktur; şiddetsiz, baskısız geçen tek bir gün yoktur. Halklar sürekli olarak birbirine kırdırtılıyor. Bu gerçekliği görerek aslında mevcut tabloyla İmralı soykırım sistemi arasındaki bağlantıyı görüyor. O yüzden de tecride karşı çıkıyor. O yüzden de Sayın D’Alema da Önderliğin özgürlüğünü istiyor. Bu çok önemli bir yaklaşım oluyor. Bunu böyle anlamlandırmak lazım.
KÜRT HALKI ÖZGÜR OLANA KADAR İNSANLIK ÖZGÜR OLAMAZ
Önderlik Uluslararası Komplo sürecinde de sonrasında da dedi ki “ben Kürtlere bir özgürlük alanı aradım. Bunun için yani atomun altında ne cereyan ediyor onu araştırdım. Evrende ne cereyan ediyor onu anlamaya çalıştım.” Yani şunu söylemek istiyorum. Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşı gibi biçimsel bir forma kavuşan Önder Apo’nun yüreğinde sembolleşen bu durum aslında dünya halklarının özgürlük sorunu ortaya koyuyor. Bu anlamıyla Kürt sorunu denilen şey Kürt halkının varlık ve özgürlük sorunu bir insanlık sorunu.
Kürt halkı özgürlüğüne ve özgür kimliğine yani kimliğine, varlığına ve bunu özgürce ifade etme koşullarına ulaşmayana kadar insanlık özgür olamaz. Bu diğer halklar açısından da geçerli. Bu diyalektiği başka halklar için de uygulayabiliriz. Filistin halkı özgürleşmeden yani Araplar biz özgürüz diyemezler. Yahudiler gerçekten kendilerine doğru bir yaşam inşa etmeden Orta Doğu özgür bir topluluk olamaz. Bunların hepsi birbiriyle ilişki içerisinde.
Bu anlamda küresel özgürlük hamlesi herkesin özgürlüğü temelinde aslında yürütülen bir hamle. Evet Önder Apo’nun İmralı soykırım sisteminin içerisinden çıkması ve özgür yaşar çalışır ve konuşur yani siyaset yapar hale gelmesini hedefliyor ama onun çok çok ötesinde bir anlama sahiptir. Demokratik moderniteden bahsediyoruz, demokratik konfederalizmden bahsediyoruz, demokratik modernitenin önderliğinden bahsediyoruz. Demokratik modernite demek halkların, iktidar ve devlet aygıtlarının baskısı altından kurtulması demek. Onun açığa çıkardığı mekanizmaları parçalaması demek. Toplumun kendisine özgürlük alanları yaratması demek. Bakın bugün giderek dünyanın hiçbir yerinde bir özgürlük alanı kalmıyor. İktidar ve sermaye güçleri işte devlet aracıyla, devlet atına binerek, devlet aracıyla her şeyi sömürgeleştiriyor, her şeye el koyuyor. Buna karşı toplumların kendi özgürlük alanlarını inşa etmeleri lazım. Sonuçta devletler şirket gibidirler. Devletler bir mafya örgütü gibidirler. Artık ürünü yani toplumun açığa çıkardığı değerler üzerine konan, onu hırsızlayan bir üst toplum mu diyelim bir kesim mi diyelim bir ittifak mı diyelim… Devlet budur yani. Ve bu devlet aygıtı toplumların güvenlik ihtiyacını istismar ederek ayakta kalıyorlar. O yüzden devletin çıktığı günden günümüze kadar devletin var olduğu tüm coğrafyalarda savaş var olmuştur. Devlet varsa savaş var demektir. Niye bunu söylüyorum? Önder Apo’nun temsil ettiği, Önder Apo’nun ortaya koyduğu demokratik ekolojik kadın özgürlükçü toplum paradigması, demokratik modernite gerçekliği bunun karşıt kutbudur. Karşıt kutbunda toplumun ahlaki ve politik olarak örgütlenmesi ve buna dayalı olarak varlığını inşa etmesine dayandırır. O anlamıyla küresel özgürlük hamlesidir ve tüm insanlığın yani dünya üzerinde yaşayan tüm halkların, özellikle kadınların, gençlerin bu paradigmayla buluşması, özgürlükle buluşması anlamına gelir.
GERİLLANIN YÜRÜTTÜĞÜ SAVAŞI BİR ÖZGÜRLÜK SAVAŞIDIR
Medya Savunma Alanları başta olmak üzere Kürdistan’da savaş devam ediyor. Hemen hemen her yerde devam ediyor. Tabii en yoğunluklu biçimini biz Medya Savunma Alanlarında görüyoruz. O anlamıyla ben her cephede direnen, savaşan, savaşı özgürlük çizgisi temelinde geliştiren tüm yoldaşlara sevgi ve selamlarımı iletiyorum.
Son olarak Savaş Bakanı bazı açıklamalarda bulundu. Dedi ki biz Kasım’a kadar kilidi kapatacağız. Kasım ayına sayılı günler kaldı. Gerilla direnişi halen devam ediyor her alanda. Bu kaçıncı bittik bitirdik hikayesi? Gerçekten artık gına geldi aynı şeyleri hem duymaktan hem dinlemekten hem de cevap vermekten açıkçası. Çünkü her bitti bitirdik dedikten sonra yeniden başa dönen bir gerçeklikle karşı karşıyalar.
Düşman gerçekliği açısından söylüyorum. 40 yıllık savaş tarihimiz içerisinde, ilk günden, 84 atılımında 72 saat süre vermişlerdi. Kürdistan’da gerilla mücadelesi bitirilemez. Gerilla savaşı yenilmez bir savaştır. Hele söz konusu içinde yaşadığımız coğrafya süreç ve gerekçeler devam ettikçe yenilemez. Kürt halkının özgürlük ve varlık sorunları devam ettikçe öz savunma gücü olarak, meşru savunma gücü olarak gerilla her zaman kendisini her alanda yenileyerek var etme potansiyelindedir. Bunu Medya Savunma Alanları için söylemiyorum. Bakure Kürdistan açısından da geçerli, diğer Kürdistan parçaları açısından da geçerli.
İnsanlık tarihi boyunca özgürlük en büyük ve yaman arayış konusu olmuş. Kendisini çok tutkulu hissettirmiş. Bunun için dağlar delinmiş, sınırlar aşılmış. İnsanlar bu arayış içerisinde kendisini tüketecek kadar ölüm oruçlarına yatırmış. İğne deliğinden geçirmiş. Yani böyle bir gerçeklikten bahsediyoruz. Bir özgürlük savaşımından bahsediyoruz. Gerillamızın yürüttüğü mücadele özgürlük savaşıdır. Bu anlamıyla bu savaş ne bir yeri tutmakla ne bir yerden bir yere gelmekle, ne de bir yeri işgal etmekle tamamlanıp sonlandırılacak bir durum değildir.
Şimdi başta Xakurke, Metina, Zap, Avaşîn’de KDP’nin desteğiyle gerilla alanlarının yakınlarına üs kuruyorlar. Fakat iç içedir güçlerimiz. Eylemler var, düşmanın ciddi kayıpları var. Bunları vermiyorlar. Savaş süreci içerisinde bizim de kayıplarımız oluyor tabii ki. Bunları şişirerek, abartarak, tekrar tekrar vererek, yenileyerek veriyorlar. “Bakın yani biz de ağır darbeler vuruyoruz, yenilgiye uğratıyoruz” şeklinde vererek psikolojik özel savaş yöntemleri kullanıyorlar.
Dikkat edilirse Türk medyası yani daha doğrusu AKP, MHP’ye bağlı basın kuruluşları aralıksız olarak her gün bu konuda bir haber yapıyorlar. Hareketin lider kadrolarını imha ettiklerini ortaya koymak için gerçekten kendilerini komik duruma düşürüyorlar.
Savaş içerisinde olduğumuz için bizim de kayıplarımız var. Bunları da HPG düzenli olarak açıkladığı bilançolarla topluma iletiyor. Düzenli olarak şehit ilanları yapılıyor. Hareketimizin kayıplarını gizleme durumu yoktur. Fakat Türk Devleti’nin medya aracılığıyla yapmak istediği şey başka bir şey. Toplumumuzun bu konuda duyarlı olması lazım. Yani sanki böyle özgürlük gerillaları güçleri savaşamaz duruma gelmiş. Böyle bir durum yok. Şu bir gerçek; gerçekten çok ağır bir savaş atmosferi içerisindeyiz. Bunu da bilançolara bakarak herkes değerlendirebilirler. Şimdi İsrail’in Gazze’ye işte Lübnan’a yaptığı soykırım saldırılarını işliyorlar. Gerçekten orada da çok ağır bir savaş var. Gerçekten bir insanlık trajedisi var. Bunu görmek yani adını böyle de koymak gerekli.
Ama Türk Devleti’nin 2015’den beri başta Medya Savunma Alanları olmak üzere Kürdistan’da yürüttüğü bombardımanın haddi hesabı yoktur. Öz yönetim direnişleri sürecini hatırlayalım. Türk Devleti o süreci de bize karşı kullanmak için hatırlatıyor. Fakat Türkiye’nin göbeğinde bodrumlarda insanları nasıl cayır cayır yaktıklarını ifade etmiyorlar. Nasıl evleri harabeye çevirdiklerini, Nusaybin’i, Sur’u anlatmıyorlar. Gazze’nin provasını Türkiye’ye o zaman yaptırdılar.
Biz şunu çok iyi biliyoruz. Kimyasal silahı belki de İsrail dünyanın gündeminde olduğu için kullanmıyor ama Kürdistan, Kürt toplumu sahipsiz ve uluslararası güçlerin konseptiyle yürütülen bir komplonun içerisinde olduğu için kimse sesini çıkarmaz diye her türlü kimyasal taktik nükleer silahı Medya Savunma Alanlarında kullanıyorlar.
Çok ağır bir savaş ortamı olduğunu öyle söyleyebilirim. Herkesin bunun farkında olması lazım. Kürt toplumunun da demokratik insanların da Türkiye’deki demokrasi güçlerinin de eğer vicdanlı değerlendirmeler yapacaklarsa süreç üzerine bir İmralı’ya bakmaları gerekiyor, bir de Medya Savunma Alanlarına gerillanın durumuna bakmaları gerekiyor. Savaşın durumuna bakmaları gerekiyor. Medya Savunma Alanlarında çok görkemli bir direniş vardır. Karşımızda durabilen bir ordu yok. Teknik yüzüne dayalı olarak Kürdistan’daki topluma, coğrafyaya, Kürdistan’daki özgürlük güçlerine karşı yürütülen bir saldırı vardır. Bunu herkesin çok iyi bilmesi lazım.
BEBEK KATİLİ BİR SİSTEM VAR
Şimdi Yenidoğan Çetesi diye bir şey çıkmış. Bebek katili bir sistemle karşı karşıyayız. Bu kavramı kullanmayı çok istemezdim. Neden? Çünkü biliyorsunuz bize dönük hakaretlerde bu çok kullanılan bir şey. Fakat demeden edemiyoruz; kim bebek katili? Bu bebek katili sistemin başında kim var? Kim duruyor? Başka bir yerde olsa biliyor musunuz böyle olaylar? Diyelim ki başka bir ülkede, hatta bir aşiret içerisinde olsa, bir kabile yönetiminde olsa, bir kabile yöneticisinin denetiminde böyle bir şeyler olsa o kabile toplanır, onu görevden alır. Modern çağda ise, modern, içinde yaşadığımız modern dönemde ise ulus devlet yapıları içerisinde bu tür olaylar krizdir. Bırakalım olayları bu tür iddialar bile hükümetler devirmiştir. Fakat gelin görün ki Türkiye gerçekliğinde, yani oldukça pişkin bir şekilde iktidarda kalabiliyorlar. Cumhurbaşkanı olduğu yerde kalıyor. Bakanları aynı yerde kalıyor. Bu gerçekten çok ağır bir durum.
Önderlik savunmalarda “yanlış hayat doğru yaşanmaz” vurgusunda bulunmuştu. Gerçekten bu yaşananlar bir kez daha bize bunu düşündürttü. Yani yanlış hayat nedir? Yanlış hayat nereden başlanmıştır Türkiye gerçekliği için? Ve doğruya nasıl ulaşılır? Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt varlığını inkar temelinde inşa ettiği gerçeklik, hep yalanları biriktiriyor. Hep yalan inşa ediyor. Çünkü yani mayası öyle atılmış. Mayasında yalan var. Yani var olan bir gerçekliği, bir hakikati, Cumhuriyeti’nin kuruluşunda rol almış, ortak vatan olarak değerlendirilmiş, Kürt-Türk barışına dayanmış, birlikte savaşılmış, kurtuluş mücadelesi onun üzerinden olmuş, ilk Türkiye Cumhuriyeti’nin 1921 anayasası bu temelde oluşturulmuş, Daha sonra 1925’te ilk komplo oluyor. Biz soykırım tarihi olarak aslında Şeyh Said’in yakalanmasını ve idam tarihini ele alıyoruz. O anlamıyla şunu söylemek istiyorum, yani böyle bir komplo ve yalana dayalı olarak kurulduğu için Türk Devleti ne yaparsa yapsın kendisini düze çıkartamaz. Çünkü sürekli buna dayanmak zorunda, öyle var olmuş.
Şimdi niye Türkiye’de bu kadar ahlaki çöküntü var? Neden? Türkiye toplumu öyle bir toplum değil. Aslında toplumsal kökleri çok güçlü olan, gelenekleri güçlü olan, çok güçlü bir kültüre dayanan bir toplum. Kürtler bu coğrafyanın en kadim halkı, otantik halkı, orijinal halkı. Türkler bin yıl önce gelmişler bu coğrafyaya. Fakat Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının kültürel gücü o kadar yüksek ki, geleni güçlendirmiş, bu coğrafya üzerinde yaşayanları değiştirmiş, dönüştürmüş, birbirine yakınlaştırmış, benzeştirmiş, ortak alışkanlıklar açığa çıkarmış. Yani toplumsallık güçlü, onu demek istiyorum. Peki niye bu kadar ahlaki çöküntü var? Bu normal bir durum değil. Eğer toplum kendi akışına bırakılsa, kendi doğal gelişim seyrine bırakılsa, kendi kültürel değerlerini derinleştirecek, çeşitlenecek, daha da güzelleşecek, daha da anlamlı hale gelecek, sentezler oluşacak mesela, böyle bir durum açığa çıkacak. Fakat buna ulus devletçi akıl, milliyetçi yaklaşımlarla sürekli müdahale ediyor. Çünkü bu yaklaşım inkara, tek renkliliğe dayanıyor ve bunu sağlamak için ahlakın ortadan kalkması lazım. Toplumsal ahlakı, toplumsal kültürü güçlü olan topluluklar boyun eğmezler, paraya pula kendisini satmazlar. Onurlu olurlar.
ÖZGÜRLÜKLE AHLAK BAĞLANTILIDIR
O yüzden özgürlükle ahlak arasında hep bir bağlantı kurulmuştur. Yani toplumsal ahlak özgürlüğü gerekli kılar. Özgür insanlar ahlaklı insanlardır. Önderlik de böyle koyuyor. Önderlik diyor ki ahlak ve politika özgürlüğü getirir, özgürlüğü açığa çıkartır. Yani özgürlük ahlak ve politika olmadan olmaz. Aynı şey ahlak için de geçerli. Yani siz eğer ahlaklı bir toplum açığa çıkarmak istiyorsanız onu özgürleştireceksiniz, özgürlüğüne saygılı olacaksınız.
Fakat şimdi Türkiye’deki iktidar ve sermaye güçleri biat eden, boyun eğen kul ideolojisini işliyorlar. Böyle olduğu için giderek toplum çürüyor, direnemiyor.
O yüzden Narin katledildi, ses çıkmadı. Gerçekten yani tam bir toplumsal trajedidir. Rojin, Van gönlünün kenarında öldürüldü, ses çıkmadı. Dikkat edin bunların hepsi Kürt coğrafyasında oluyor. Ben Kürdistan’da bu tür durumların özel olarak yaşandığına, yaşatıldığına inanıyorum. Niye bu şekliyle toplum sürekli kriz halinde tutuluyor? Ve şimdi Türkiye’de de belirttiğiniz tablo var. Türkiye toplumu, yani düşünün yenidoğan bebek katili bir sistem oluyor. Zaten kadın katiliydi. Kadınlar her gün katlediliyordu. Bu giderek çok daha fazla arttı. Toplum tam bir cinnet halinde. Bunların hepsinin böyle bir sistem olmayla, böyle bir rejimle ilişkisi var. Türkiye’deki iktidar ve devlet gerçekliği özel savaş gerçekliğine dayandığı, özgürlükleri reddettiği, anti demokratik olduğu, toplumun temel hak ve özgürlüklerini yadsıdığı, onu sadece köleleştirilecek bir nesne olarak gördüğü için, öyle kullandığı için bugün tam bir çürüme haliyle karşı karşıyayız. Ne yazık ki dünyanın hiçbir coğrafyasında böyle olmamıştır. Başka yerde yaşansa yani kırk kere toplumsal ayaklanma yaşanır.
MUHALEFET DEVLET PLANLAMASI DAHLİNDE HAREKET EDİYOR
Toplumsal muhalefetin rolü de var bunda. Muhalefetin Kürt sorunu karşısında, Kürt halkının özgürlük ve varlık savaşı karşısında takındığı tavır, ne kadar muhalif kimlikleri olursa olsun, bu konuda iktidar ve devlet güçlerinin planlaması dahilinde hareket edildiğini gösteriyor. Bu toplumsal sorunları ötelemeyi, geri plana itmeyi, Kürtlere karşı yürütülen soykırım savaşının sonuca götürülmesi için göz yummayı, güçlü bir muhalif gücün açığa çıkmamasını koşulluyor.
Bir tane grev yapabildi mi CHP? Bu kadar ekonomik sorun var. Bir tane kitle eylemi ortaya koydular mı? Kaldı ki son anketlerde birinci parti. Demek ki istemiyor. Peki niye istemiyor? İstememesinin bir nedeni mevcut Kürt politikasına bir şekilde eklemlendiği içindir. Aynı devlet gereğinin mirasçısı olduğu içindir. Türkiye’de yaşanan toplumsal kriz, ahlaki çöküntü karşısında sorumlulardır. Onların da payı var. Yani sadece yapan, yaptıran değil. Bir de bunu görüp, duyup buna ses çıkarmayan, bunun için kıyamet kopartmayan yani insanlar da sorumlu. Çünkü insan varlığı toplumsal. Eğer biz toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirmezsek diğer canlılardan ne farkımız kalacak ki?
Hiç kimse kendisini bu tablonun dışında göremez. Ve tekrar ediyorum mevcut yaşanan tablo doğrudan savaşla bağlantılıdır, inkar ve imha politikasıyla bağlantılıdır. Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşını tasfiye etmek için, ortadan kaldırmak için, bu direnişi ortadan kaldırmak için Türkiye’yi bu hale getirdiler. Türkiye’nin tüm değerlerini hem peşkeş çektiler, hem kendileri sömürdü, hem özünden boşalttılar. Niye? Yalanlarını inşa etmek için. Böyle bir gerçeklik var.
SÜRECİN ALTINI DOLDURAN BİR ŞEY YOK
Herkes bir süreçten bahsediyor da, bu sürecin ne olduğu çok da belirginlik kazanmış değil. Aslında bir süreç var mı, yok mu tartışmalıdır. Türkiye’de soykırımcı siyasetin mimarı olanlardan bir tanesi Devlet Bahçeli. Gidip Dem Parti ile böyle meclisin açılışında tokalaşmaları normal bir durum değil. Herkes anlamak istiyor, anlam vermek için de bir tartışma yürüyor Türkiye’de. Hareketimizin yönetiminden açıklamalar oldu.
Şimdiye kadar açığa çıkan tablo şöyledir, bir özel savaş oyunuyla daha karşı karşıyayız. Altını dolduran hiçbir şey yoktur. Ne olduğu belli değildir. Hatta süreç bile demek istemeyenler var. Ben şunu söyleyebilirim, Devlet Bahçeli’nin bu girişiminden çok hayırlı sonuçlar beklemek gaflet olur. Öncelikle onu söylemek istiyorum. MHP’nin grup toplantısında Önder “Apo silahları bırakma çağrısı yapsın” dedi. Yani gerçekten derler ya günahını bile karşılıksız vermeyecek bir kişiliktir Devlet Bahçeli. Onu öyle bilmek, tanımak lazım. Böyle hiç Devlet Bahçeli’nin güzellemesine de girişmemek gerekiyor. Bir kesim öyle yapıyor. Bu tartışmayla birlikte işte siyaseti belirleyen adam, AKP’yi belirleyen lider, bütün seçimleri yaptıran, yaparsa o yapar, hiç öyle bir durum yoktur yani. Devlet Bahçeli’nin temsil ettiği siyasi çizgiyle değerlendirebiliriz bu kişiliği. MHP’nin nerede, ne zaman, nasıl kurulduğu, hangi rolleri üstlendiği biliniyor.
DEMOKRATİK SİYASET GÜÇLERİ DUYARLI OLMALI
Bir Gladio partisidir MHP. Kuruluşu Türkeş tarafından yapıldı. Amerika’ya gitti, geldi, ondan sonra kurdu. Gitti orada Gladio eğitimi aldı, öyle geldi kurdu. Kime karşı kuruldu? Türkiye’nin aydın, demokrat, sosyalist gençlerine karşı kuruldu. Bir de tabii Kürt halkının özgürlük ve varlık mücadelesine karşı rol üstlendi. Bunları bilmeden böyle değerlendirme yapmak gerçekten siyasetten de bir şey anlamamak anlamına gelir. Bu anlamıyla ben özellikle demokratik siyaset güçlerinin bu süreçte duyarlı olmaya davet ediyorum.
Açıklamalar yapılıyor, demiyor ki iyi niyet var ama ciddiyet yok. Ne iyi niyet var ortada, ne de ciddiyet var. Ortada bir oyun var, bir komplo var. Peki şunu sorabilirsiniz, diyebilirsiniz ki neden böyle bir dönemde? Bunun birkaç nedeni var.
Birincisi bölgede yoğunlaşan dünya savaşının Türkiye’yi tehdit eder konuma gelmesi, ki biz bunu defalarca söyledik. Dedik ki 3. Dünya Savaşı gelecek ve Türkiye’ye dayanacak. Türkiye’yi sadece tarihi bir Kürt-Türk barışı kurtarabilir. Bunu çeşitli şekillerde defalarca ifade ettik. Hareketimizin de açıklamaları oldu. Onu da geçtim Önderliğimizin tezleri var. Bunlar böyle gizli saklı tezler değil, zaten biz de burada onları dile getiriyoruz. Burada ifade ettiğimiz şeyler Önder Apo’nun, Uluslararası Komplo’yu boşa çıkarma mücadelesinde açığa çıkardığı hakikatler oluyor.
CİDDİ OLMAK LAZIM
Bunlar neydi? Bir tanesi Kürt-Türksüz olmaz, Türk-Kürtsüz olmaz. Kimileri bunu Ziya Gökalp’e kadar dayandırıyor, şimdi bağlantı kurmaya çalışıyorlar böyle. Fakat bizim dediğimizle Ziya Gökalp’in dediği şey aynı şey değil. Biz de ortak vatan kültürüne dayalı olarak bunu söylüyoruz. Orta Doğu’da özellikle Anadolu’da Türk varlığının, Türk halkının varlığının Kürtlerle ittifakla inşa edildiğini ve böyle oluştuğunu, böyle kalıcılaştığını söylüyoruz.
Şimdi yeni bir düzen deniliyor. İşte Netanyahu’nun böyle açıklamaları oldu. Bölgenin çehresinin değişeceğini söyledi. Böyle bir süreçten geçiyoruz ve biz bunun geldiğini hareket olarak gördük, söyledik. Dediğim gibi Önderlik düzeninde söyledik, Önderliğimiz söyledi. Artık Türkiye’deki siyasetin aklını başına toplaması gerekiyor. Gerçekten ciddi olmaları gerekiyor. Bu çocuk oyuncağı değil. Bu coğrafyanın en ağır sorunundan bahsediyoruz. Kürt sorunundan bahsediyoruz. Kürt halkının varlık ve özgürlük sorunundan bahsediyoruz. Bu çocuk oyuncağı değil. Bunun için binlerce insan hayatını kaybetti. Kürt halkının en değerli evlatları canını ortaya koydu. Öyle kolay bir şey mi? O yüzden böyle işi sulandıran, böyle ciddiyetten yoksun, davranmamak lazım.
Türkiye tehlikeli bir kulvarda. Bunun çok doğru anlaşılması lazım. Önderliğimizin İmralı’da ortaya koyduğu tezler biliniyor. O çerçevede bir yaklaşım sergilenmesi lazım. Mesela 1921 Anayasası’nı tartışmalı Türkiye. Bu vesileyle tartışsalar iyidir. İlk anayasadır. Türkiye’deki ulusal kurtuluş mücadelesini, o dönemki emperyalist savaşta bir irade olarak açığa çıkartan güç neydi? 1921 Anayasası’nın dayandığı meclis gerçekliğiydi.
Bu tartışma olduğunda ilk olarak “sadece Kürtler yok ki, başkaları da var” deniyor. Herkes halklarıyla yaşasın. Niye bundan korkuluyor? Sadece Kürtler değil, Çerkezler, Lazlar, diğer etnik yapılar da kendi kültürlerini yaşasınlar, çiçeklensinler, bu coğrafyanın bir rengi olarak yaşam bulsunlar. Böyle birbirleriyle buluşsunlar, dayansınlar. Bunun tartışılması lazım.
DEMOKRAT VE AYDINLARIN SESLERİ DUYULMAYA BAŞLANDI
Bu tartışmalar vesilesiyle, herkesin niyeti açığa çıkmaya başladı. Türkiye’de Kürt sorunu çözülmesini isteyen, buna gönül vermiş insanlar olduğu daha iyi görüldü bir kez daha. Çünkü biliyorsunuz 2013’den sonra, özellikle 2015’teki darbe sürecinden sonra tam bir silindir gibi geçildi bütün kesimlerin üzerinden. Bir kısmı kaçırtıldı yurt dışına, bir kısmı da ülke içerisinde sindirildi. Bazı aktif aydınlar vardı mesela, gerçekten duyarlı, demokrat kişilikler vardı, onları köşelere ittiler. Şimdi bu tartışmalarla birlikte yeniden onların seslerini duyar olduk.
Yine Türkiye siyaseti içerisinde de şu silah bıraksın, bu teslim olsun tartışmasının ötesine geçerek, ya gerçekten bu coğrafyada bir sorun var, Kürtlerin bir varlık sorunu var, bir kimlik sorunu var, bir dil sorunu var, kendilerini ifade etme sorunu var şeklinde sorunu tartışan bir çevrenin hala olduğunu, bunu yüreklerinde taşıdıklarını gördük. Bu olumludur.
Bu dönemin şöyle bir şeye vesile olmasını isteriz; Türkiye’de bir barış hareketi gelişsin mesela. Devletin dışında, parlamentonun dışında, toplumsal alanda, sosyal alanda gerçekten böyle bir hareket gelişse, bunun mücadelesini yürütürse, böyle inisiyatifler alan kurum ve kuruluşlar çoğalsa, gerçekten hakikatleri açığa çıkarsalar, gerçekliği dışa vursalar, bu iyidir. Eğer buna vesile olursa, bu iyi bir gelişmedir.
Ama onun dışında yaşananlar, dediğim gibi bu, işte 3. Dünya Savaşı tespitini yapmıştık, derler ya kapıya gelmiş, şimdi böyle panik halindeler. Gerçekten Türkiye üzerinde belli bir tehdit olduğunu düşünüyorlar ki vardır. Bölgede bu riskleri yaşamayan neredeyse hiçbir devlet yok. İran, Irak, yani işte Suriye’nin durumu ortada, işte Lübnan’ın durumunu görüyorsunuz. Yani neredeyse hiçbir ülkeyi bu durum teğet geçmiyor, etkiliyor yani, etkileyecektir. Türkiye’yi de etkileyecek, etkiliyor. Nasıl etkileyeceğini de pozisyonu belirleyecek.
DEMOKRATİK SİYASET ÜZERİNDE OPERASYONEL BİR SÜREÇ VAR
Şimdi böyle bir durumda Türkiye kendi “temel yarasından” korkuyor. Kürtlerin mevcut durumda kendi taleplerini daha yüksek sesle ifade etmeleri, daha farklı mücadele yöntemlerine gitmeleri, işte bazılarının deyimiyle başka güçlerle, işte Amerika ve İsrail’le ittifak geliştirmeleri gibi konulardan korku vardır. Bunun içinde ne yapıyorlar? İçeride Kürt toplumunu yumuşatma, “bakın işte biz istiyoruz ama PKK istemiyor, biz istiyoruz ama işte Önder Apo istemiyor” diyerek toplumla karşı karşıya getirme oyunu var. Bir de tabii Dem Parti’yi tartışıyorlar. Sanki planın önemli bir ayağını o oluşturuyor. Dem Parti’yi yani mevcut durumundan uzaklaştırarak milli mutabakat mı dersiniz, yani milli siyaset mi dersiniz yani çizdikleri böyle bir strateji var. Ona eklemlemek istiyorlar. Yani AKP, MHP’ye eklemlemek istiyorlar. Böylelikle biraz kendilerini daha güvende hissedeceklerini ve bir taşta iki kuş vuracaklarını da düşünüyorlar. Böylelikle de Kürt özgürlük mücadelesinin bittiğini, PKK’nin bittiğini ilan etmek istiyorlar. Böyle ikili bir amacı var.
İşte HDP ile başlayan demokratik siyaset üzerine geliştirilen bir operasyonel süreç var. Teslim almak istiyor. Böyle ikili bir politikayı mevcut AKP, MHP iktidarı yürütüyor. Fakat bu alandaki siyasetçilerin deneyimine biz güveniyoruz.
Silah bırakmak da tartışılıyor. Aslında belli ki böyle tartışmalarla PKK’ye yeniden bunu dayatmak istiyorlar. PKK işte silahlı mücadeleyi bıraksın diyorlar. Artık böyle bir gündeme kilitlenmiş. Bunun içinde hem uluslararası güçlerden destek aldıkları anlaşılıyor. Çünkü bu tür açıklamaları yapanların bir ayağı Amerika’da. Amerika’da işte gazeteci görümlü bazılarının işte yayınladıkları var. Çok komik bir şekilde Kandil’in işte Önderlikle görüştüğü mesela söyleniyor. Bu şunu gösteriyor. Orada da böyle bir mekanizmayı devreye koymaya çalışıyorlar.
GERİLLA SAYESİNDE NEFES ALIP VEREBİLİYORUZ
Herkes şunu çok iyi bilmeli. Eğer bugün Kürt varlığı, özgürlüğü, Kürt sorunu, Kürt halkının dili, geçmişte yaşadığı işte trajediler gündemde tutuluyorsa bu yürüttüğümüz silahlı mücadele sayesindedir, gerilla mücadelesi sayesindedir. Herkesin bu gerilla mücadelesine şükran bolcu var. Gerilla mücadelesi sayesinde biz bugün nefes alıp verebiliyoruz. Eğer mevcut savaş gerçekliği içerisinde Kürt halkının meşru savunma güçleri olmasaydı Orta Doğu’nun yeniden şekillendiği bir dönemde Kürtlerin kendi kaderleri, kendi gelecekleri, varlıkları, kimlikleri hakkında konuşma güçleri olmazdı.
Nitekim kendisini savunamayan halkların içine sokulduğu durumu görüyoruz. Aslında bizim bu mücadeleyi geliştirmemiz lazım. Daha fazla irademizi, savunmamızı daha güçlü almamız lazım. Yoksa Bahçeli zihniyeti tekçidir. Diyor ki Türkiye’de Türk yaşar. Türk’ün dışında hiç kimse yaşayamaz.
Bu bağlamda belirtmek istediğim bir konu da şu: bu süreçte PKK’nin Bakur’daki varlığı üzerine tartışılıyor. Deniliyor ki artık PKK Bakur’da yoktur. Ama hemen hemen her gün Bakure Kürdistan’ın herhangi bir yerinde özel güvenlik bölgeleri ilan ediliyor. Operasyonlar yapılıyor. İnsanlar tutuklanıyor. İnsanlar katlediliyor. Madem bitti, madem yok, bu kadar operasyon niye karşı yapılıyor? Çünkü savaş var. Çünkü gerilla varlığı var. Gerilla direnişi var.
Bakure Kürdistan’da Kürt toplumu işte 13 Ekim’de tavrını ortaya koydu. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne ve Kürt sorununun çözümüne duyduğu ihtiyacı ortaya koydu. Bu öyle bir ihtiyaç haline gelmiş ki, böyle derler ya bir kibrit yaksan her taraf alev alabilir. Gerilla mücadeleleri böyledir. O yüzden yani hiç kimse mevcut duruma aldanmamalı.
Bunu tekrar ben ifade etmek istiyorum. Kürt insanı, Kürt gençleri onurludur. Kürt gençleri onursuzluğa, teslimiyete, kendini inkar etmeye boyun eğmez. Buna gelmez. Eğer bunda ısrar edilirse her an yeni gruplar Türkiye içerisinde de kendiliğinden oluşur ve o şehirleri birbirine katabilir. Bu potansiyel hep var.
YENİ BİR DÜZEN PEŞİNDELER
3. Dünya Savaşı, Filistin sistemin bir krizi sonucunda gerçekleşiyor. Bu kısa vadeli bir dönem değil. Bunun bilinmesi lazım. O bağlamda da bu savaş sürdürülecek. Böyle bir karar alındı ve artık bölgeye müdahale edilmiş durumda.
Aslında müdahale daha önce başladı. 90’lar sonrası yeni dünya düzeni altında tartışmalar yürüyordu. Özellikle Uluslararası Komplo’nun gerçekleştiği yıllarda, 95, 96, 97 yıllarında biz kendimiz de canlı tanığıyız. Yeni dünya düzeni tartışmaları çok fazla yürütülüyordu. Şimdi de buna da yeni düzen ismini vermişler. Yeni düzen kurulacak. Aslında onun bir devamı olarak yürüyor.
O günden bugüne kadar da bölgeye sürekli müdahaleler devam etti. Şimdi de bunun yeni bir aşaması oldu. Bu aşamada insan şunu söyleyebilir. Ortadoğu bölgesinde İsrail hegemonyasının mevcut bölge devletlerine kabul ettirilmesi hedefleniyor. Bunun için de başta Amerika olmak üzere, Uluslararası Güçler tarafından İsrail korunuyor. Güçlendiriliyor, arkasında duruluyor.
Demek ki buradan çıkan sonuç nedir? Birincisi İsrail’in bölgede bir şeyin merkezi hegemonik çekirdek olarak oluşturulduğu, bunun arkasında durulduğu ve her şeyin de İsrail’e göre şekillendirilmek istendiği. Yani bir çıkan sonuç budur.
İkincisi bu tabii halkların savaşı değil. Buna dikkat çekmek lazım. Bu Yahudi halkının da savaşı değil. Yürütülen savaşa çeşitli ideolojik kılıflar giydiriliyor. İdeolojik boyutu var. Tevrat’a dayandırılıyor. Tevrat’ta vaat edilmiş topraklara Yahudi halkının… Sorun bu değil. Sorun burada Yahudi sermayesinin çıkarları.
SAVAŞ EGEMENLERİN ÇIKARINA
Yer yer şu soruyu ben kendime soruyorum. İsrail mi ABD adına hareket ediyor? ABD mi İsrail adına hareket ediyor? Devletlerin ismini veriyorum dikkat ederseniz. Halkların ismini vermiyorum. Çünkü ABD’de en geniş sermaye kesimi Yahudilerin oluşturduğu sermaye kesimi oluyor. Yani oradaki politikayı onlar belirliyor. Orayı da onlar belirliyor. Çoğu zaman bana ABD, İsrail politikalarına göre şekilleniyor gibi geliyor. Ve buradaki şekillenen politikalar da dediğim gibi halkların değil, Yahudi halkının da değil. Egemenlerinin, sınıfsal olarak yani sermayenin çıkarları temelinde şekilleniyor.
Yahudi toplumunun da gerçekten çok duyarlı olması lazım. Çünkü İsrail’in bu politikaları Yahudi halkı açısından yeni katliamlara kapı aralıyor. Tarihinde bu kadar soykırım yaşamış bir halk olarak… Gerçekten Orta Doğu’nun bir rengi Yahudiler. 9 milyonluk bir nüfustan bahsediliyor İsrail için. Eğer 9 milyonsa yani diğer işte şu anda düşmanlaştırdıkları toplumsal kesimler, halklar, etnik yapılar nüfus olarak çok çok üstte. Boğarlar yani. O yüzden birlikte yaşamayı Yahudi halkının, demokrasi güçlerinin daha fazla tartışması lazım. Yoksa yani İsrail egemen sınıfının bu saldırganlığı daha fazla katliam açığa çıkartacak bir bunu söyleyebilirim. Üçüncü olarak İran’ın durumu var. İran gündemdedir. Gerçekten aslında bu savaşın İsrail’in Gazze’yi işgal etmesi amacıyla çıkarıldığı anlaşılıyor ama esas amacının ise İran olduğu düşünülüyor. İran’ın vekil güçlerim dediği, savaşı dışarıda yürüttüğü, çeşitli belgelerde işte Şii hilali olarak geçen güçlerin, budanması, ortadan kaldırılmasına dönüştü savaş. Tüm bunlar gösteriyor ki İsrail açısından nihai hedef İran’ın tasfiyesi. Giderek de buna yakınlaştığını söyleyebiliriz. Yani savaşın yakınlaştığını söyleyebiliriz.
Savaşın sonuçları için şu anda bir şey söyleyebilecek durumda değiliz. İran da güçlü bir devlet. Devlet geleneği var. Bazı yönleriyle üstünlüğünden bahsediliyor teknoloji ve destek anlamında. Fakat biraz bunun da özel savaş şeyleri de var yani. Böyle sanki İsrail yenilmez bir güçmüş gibi. İsrail istihbarata aşılmaz bir istihbaratmış gibi empoze edilen bir durum var. Bu anlamıyla İran’ın mücadele kapasitesi küçük değildir. Ama İsrail’in de bu konudaki kararlılığı var.
İran-İsrail savaşı olabilir yani. Böyle bir ihtimal yakındır onu söyleyebilirim. Buna karşı İran’ın tabi kendi tedbirlerini özellikle iç demokrasisini sağlayarak alabilir. Bunu tekrar vurgulamak istiyorum. Çünkü esas olarak toplumlar direnirler. Silahlar direnmez. Toplumlar direnir.
İsrail ve İran açısından hep diken üstünde olma konumu devam eder. Faydacı güçler de bunu değerlendirmeye çalışıyor. Dikkat edin Türkiye en fazla İran’la İsrail arasında savaşın çıkmasını istiyor görünüyor. Yayınlarından bu anlaşılıyor. Açıklamalardan bu anlaşılıyor. Böyle bir durumda da Türkiye politika üretmek istiyor. Yeni alanlar kazanmak istiyor. İnisiyatifi almak istiyor.
TÜRKİYE’NİN KAVGASI STRATEJİK ÖNEMİNİ KAYBETMESİNDEN KAYNAKLI
Hiç kimse bir saldırıda, savaşta, İsrail ile İran arasındaki bir çatışmada, Türkiye İran’ın yanında yer alacağını düşünmesin. Türkiye her gün yatıyor, kalkıyor. Ben NATO müttefiğim diyerek hareket ediyor. Bütün öfkesi de zaten niye daha fazla rol verilmediği üzerinedir.
Türkiye’nin pozisyonu bu savaşta nereye vardı? Nerededir? Türkiye’nin, biliyorsunuz bölgede küresel sistem açısından, küresel kapitalist sistem açısından stratejik bir yeri vardı. Böyle jeostratejik, jeopolitik konumu Türkiye’yi böyle NATO içerisinde böyle ileri bir karakol, jandarma, yani sistemin koruyucu gücü olarak konumlandırdı ve öyle hareket etti.
Mevcut NATO silahları da Türkiye’deki NATO silahları da bunun göstergesidir. Denizler bunun için eylem yapmıştı mesela. Fakat ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti daha çok bağımsız hale gelmedi. Daha çok bağımlılaştı. Ve günümüzde de böyle birebir o politikalara angaje olmuş olarak yürüyor.
Şimdiki kavgası Türkiye’nin stratejik rolünü kaybetmesiyle ilgili. Çünkü bölgede İsrail stratejik güç, yani bölgenin, NATO’nun ya da sistemin temel gücü olarak İsrail sivriliyor. Türkiye’de bu pastadan pay almak istiyor, daha fazla pay almak istiyor. Daha fazla güçlenmek istiyor. Daha stratejik rol almak istiyor.
Buna dayanarak Kürdistan’da yürüttüğü, Kürtlere karşı yürüttüğü mücadeleden de sonuç almak istiyor. Fakat stratejik rolü değiştiği için, yani stratejik konumunda zayıflama olduğu için, mevcut yürüttüğü, Kürtlere karşı yürüttüğü savaşta da zorlanacağını düşünüyor.
Olur da uluslararası güçler Kürtlerin arkasında durur diye bir korku içerisindedir. Göreceğiz. Yani biz bu savaşın içerisindeyiz. Takip ediyoruz. PKK olarak biz, başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarının, özgür ve demokratik yarınları için mücadele etmeye sürüleceğiz.
ÖNDER APO ETRAFINDA KENETLENELİM
Kader tayin edici bir süreçten geçiyoruz. Kürt halkı açısından bu süreç çok daha kritik ve hassas. Çünkü son yüzyıllarda ilk kez böyle bir fırsatı elde etti. İlk kez kendi kimliğini, özgürlüğünü, varlığını bir statüye kavuşturma fırsatı var. Evet, dünya savaşı çok ağır. Üzerimizde çok ağır saldırılar var. Tehlikeler var, ciddidir bunlar. Ama bir o kadar da kazanma fırsatımız var. Önderliğimiz var. Bizi özgürlüğe taşıyacak bir aklımız var. Bu akıl etrafında, yani Önder Apo etrafında, Önder Apo’nun fikirleri etrafında, onun varlığı etrafında, kenetlenelim, mücadele edelim, kazanalım.