“Baharın tadını en çok çıkaranlar, gerillalar. Her mevsimin kendine has yanlarını insan en çok dağlarda yaşıyor. Çünkü dağların kucağında yaşarken doğal yaşam ile aranda hiçbir engel yok. Sen burada doğanın bir parçası olarak yaşıyorsun ve bir müddet sonra bütün hayatın, o doğal akış içerisinde doğanın döngüsüne göre şekilleniyor.
HABER MERKEZİ – Baharın insanı kendine hayran bırakan güzelliğini yaşıyoruz bugünlerde. Bahar mevsiminin kendine has kokularını, dağların tertemiz havasını ciğerlerimize çekiyoruz yeniden. Toprağın kendini yenilemesine, yaşamın bahar tadında tarifsiz bir güzellikle devam etmesine bu kadar yakından tanık olmak kadar güzel bir şey olamaz. Bütün bu güzellikleri hakkını vererek anlatabilmek ise çok zor.
Her mevsimin kendine göre bir güzelliği var, her şey kendi deminde yaşandığında daha çok anlam buluyor. Doğadaki her şey birbirine o kadar uyumlu ki, zamanın her anı bir gelişime, değişime tanık oluyor. Hiçbir insan icadı bu müthiş sisteme uyum sağlayamaz herhalde. Mevsimler bu döngünün temel yönü. Kışın o harika kar manzarasına, sonbaharın o sarıdan kırmızıya, kahverengiye, turuncuya çalan renklerinin insanı büyüleyen ahengine, yaz mevsiminin ise kendisi gibi insanların da yüreğini sıcak tutan havasına, meyvelerini cömertçe sunan ağaçlarına hayran kalmamak mümkün mü? Ancak çok ince bir farkla da olsa bahar mevsiminin insanda yarattığı etkinin her zaman daha farklı olduğunu düşünmüşümdür. Benimki kişisel bir fikir elbet, kim bilir belki de bir Nisan çocuğu olduğum için böyledir.
Elbette baharın tadını en çok çıkaranlar; gerillalar. Her mevsimin kendine has yanlarını insan en çok dağlarda yaşıyor. Çünkü dağların kucağında yaşarken doğal yaşam ile aranda hiçbir engel yok. Sen burada doğanın bir parçası olarak yaşıyorsun ve bir müddet sonra bütün hayatın, o doğal akış içerisinde doğanın döngüsüne göre şekilleniyor. Aradan asırlar geçse de ilk insanların yaşadığı birçok deneyimi burada yeniden yaşıyoruz. Baharın sadece doğa yenilenmiyor, doğanın bir parçası olarak bizler de yenileniyoruz. O kadar çok bütünleşmişiz ki bu gerçeklikle, doğanın hareket döngüsüne göre bizler de kendi hareket döngümüzü belirliyoruz.
Bahar mevsimi gerillanın en hareketli olduğu dönemlerden biri. Baharın başlarında karların yavaş yavaş erimeye başlaması ile birlikte gerillada da bir hareketlenme başlıyor. Bir kış boyunca görülen eğitimlerde ortaya çıkan yoğunlaşmaların pratiğe dökülme zamanı çünkü. Doğa da gerillaya zemin sunuyor, mücadelesini daha da aktifleştirmesi için. Bununla birlikte bahar ile beraber hayatın daha farklı bir yüzü de açığa çıkıyor. Daha edebi, daha romantik, daha şairane ve duygusal… Baharın canlı ve çeşitli renkleri, insan dünyasında farklı bir atmosfer yaratıyor. Bir patikada yürürken binbir çeşit çiçeğin içinden geçiyorsun. Arazide otururken burnuna dağ çayının, kekiğinin, beybûnun, nergizin kokusu geliyor; insanı tam anlamıyla mest eden kokular… Peki yeni yağan yağmurun ardından o harika toprak kokusunu nasıl tarif etmeli? Bu dünyada en güzel kokulardan biri; kesinlikle toprak kokusu. Dağlara gelinceye kadar toprağın bu kadar güzel koktuğunu bilmezdim. Meğer evdeyken güzellikten ne kadar da habersizmişiz, hayıflanmamak elde değil.
Bu güzelliklere insanın içini bir hoş eden binbir çeşit kuş sesinden oluşan “kuşlar senfoni orkestrasını” eklersek harika bir tablo açığa çıkar. Dünyanın en ahenkli, en güzel seslerine sahip bu kuşlar. Günün her saatinde kekliklerin, pepuk kuşunun ötüşlerini dinlemek insana huzur veriyor. Yaprakları yeni yeşermeye başlamış beru ağaçlarının altında otururken ya da çiçeklenmiş bir elma ağacının yanından geçerken, doğanın aslında biz insanlara karşı her zaman çok cömert olduğunu, ancak biz insanların ise bu cömertliğe karşı kör olduğumuzu daha iyi anlıyoruz.
Bahar mevsimi aynı zamanda çılgın yağmurları ile bilinir. Kürtçe ‘tavî’ olarak bilinen, birkaç dakika boyunca bardaktan boşanırcasına yağan, insanı sırılsıklam eden yağmurla; sonra sanki hiç yağmur yağmamış gibi birden gülümseyen bir güneşle karşılaşınca, “her şey ne kadar da içe içe ve uyumlu” diyorsun. Tabii bu durumun en güzel yanlarından biri de; insanın içini ısıtan renkleri ile gökkuşağının güzelliğini izlemek. Çoğu zaman bu yağmurların altında saatlerce yürümüş, sırılsıklam olmuş, üşümüş; ancak uygun bir noktaya ulaştıktan sonra yaktığımız bir gerilla ateşinin üzerinde kaynamış çaydan bir yudum aldığımızda bütün yorgunluğumuzu unutuvermişizdir. Ya da naylonla kaplı pratik bir mangada otururken yağmur damlalarının “tıp tıp” diye naylona düşen sesini dinlerken, ilham perisi yüreğimizin kapısını çalmış ve biz de içimizde kabaran duygu ve düşünce yoğunluğunu günlüğümüze aktarmışızdır. Elbette yağmurun en sevilen yanlarından biri de, dindikten sonra eline torbaları alıp “kîvark”; yani mantar toplamaya gitmek. Gerçi eli boş döndüğümüz zamanlar da olmuyor değil; ancak doğanın nimetlerinden biri olan mantar için birçok zahmete katlanmaya değer.
Gerillanın baharda en severek yaptığı işlerden biri de, ot toplamak. Kürdistan dağları otlar konusunda çok verimli. İnsan bu dağlarda daha önce ne ismini, ne de cismini bilmediği otlarla tanışıyor. Birey olarak ot konusunda bilgi dağarcığı kıt biri olmamama rağmen, bu konuda uzmanlaşmış toplayıcı kadın arkadaşlarım ile yaptığım ot toplama seferlerinde, birçok otun faydalarını öğrenme fırsatı buldum. Her otun o kadar çok faydası var ki, bu bilgileri bizlere miras bırakan şifacı kadınların o engin zekasına gıpta ile bakıyoruz. Özellikle kadın gerillalar, otlar ile harikalar yaratıyor. Hastalıkların tedavisinden ağrıların dindirilmesine, stresi gidermekten saç bakımına kadar birçok konuda otlardan faydalanıyorlar.
Baharın, kadın ile doğa arasındaki bağ daha da derinleşiyor. Bir ot toplamak için saatlerce yapılan arazi turu, insana hem büyük bir iç huzur hem birçok doğa harikasını görme fırsatı hem de askeri açıdan çevreyi iyi tanıma, savaş mevzilenmesinde daha da uzmanlaşma olanağı tanıyor. Yani birçok açıdan gerillaya avantaj yaratıyor bahar mevsimi.
Baharla birlikte yer değişimleri, yeni mevzilendirmeler, kışın kardan dolayı tutulamayan tepelere, zirvelere yerleşmeler başlıyor. Yaşam yükseklerde, yücelerde yaşanmaya başlıyor. Dağların zirvesinden bakınca bütün dünya insanın ayakları altında duruyor. Bir zirveden çevrene bakarken rüzgarın hafif hafif yüzüne çarpan esintisiyle, “İşte ait olduğum yerdeyim” diyorsun.
Gerillacılığın temel işlerini yaptığın bu süreç zarfında, koşulların olduğu yerlerde bahçe ekimi de yapılıyor. Bu işlerde tecrübeli arkadaşların öncülüğünde ekilen bahçeler, eğer iyi bakılırlarsa çok verimli oluyorlar. Toprak ile uğraşmak büyük bir sabır ve emek istiyor, itina ve sevgi istiyor. Eğer severek yaparsan çok güzel bir bahçenin sahibi olabilirsin. İnsan gerillada her şeyi öğreniyor: Daha önce eline hiç çapa almamış, tırmık kullanmamış ya da hiç domates-patlıcan fidesi dikmemiş birçok gerilla, günlerce bu işlerle uğraşıyor. Toprağı kazmayı, otlarını ayıklamayı, bahçe hatlarını, su kanallarını, fide ekmeyi, zararlı otları toplamayı öğreniyor. Bahçe ekmenin, bahçeyle uğraşmanın tadına diyecek yok doğrusu. Bir de en sonunda bütün emeklerinin sonucunu gördüğünde emeğin ne kadar güzel olduğunu anlıyorsun. Tabii en son yapılması gereken; emek verdiğin bahçenin içinde bir fotoğraf çektirmek!
Bahardan bahsederken yaşamımızın bir parçası olan hayvanları da -özellikle de yılanları- unutmamak gerek. Sanırım bu yıl yılanların oldukça bol olduğu bir yıl. Çünkü günde birkaç defa karşılaşıyoruz. Kamp içerisinde aniden bir bağırış ile bir arkadaşın yılan gördüğünü anlıyoruz. Bu yüzden, artık yılanlarla yaşamak hayatımızın bir parçası olmuş durumda. Tabii biz onlara karışmadıkça onlar da bize karışmıyor. Özellikle kadın arkadaşlar yılanın tanrıçaların ve şifanın sembolü olmasından kaynaklı ona pozitif anlamlar yükleyerek korkmamız gerekmediğine bizi ikna etmeye çabalıyor. Ancak yine de o kadar da rahat olamıyor insan yılan karşısında. Sanırım bizim kampta yılanlardan en çok korkan da benim. Ne ilginçtir ki yılanlarla en çok karşılaşan da benim. Mesela geçen gün mutfakçıydım ve o gün mutfağımıza yılan girdi. Tesadüf, yılanı ilk ben gördüm. Uzun bir süre mutfaktan çıkarmaya çalıştık, ama nafile! Sanki, “Burası benim yerim, siz gidin buradan” der gibiydi. Tavan ile duvarın arasına girmiş bize bakıyordu ve yerinden kımıldamıyordu. Tabii ben mutfağa giremedim. Görevimi yapamamak bir müddet sonra beni kızdırmaya başladı; ancak yılandan o kadar çok korkmuştum ki elimden bir şey gelmiyordu. En sonunda arkadaşlar bana bir oyun oynadılar ve ben orada değilken yılanın oradan kaçtığını ve kendini aşağıya bıraktığını, hatta onu kovaladıklarını söylediler. Ben de buna inandım. Mutfağa gidip yemek pişirmeye başladım. Bu arada bir arkadaş da sürekli olarak benim yanımda kaldı ve anlayamadığım bir şekilde bana, “Kafanı fazla tavana yaklaştırma, belki yavrusu vardır” gibisinden uyarılarda bulundu. Günün sonunda görevimi tamamlamış olmanın rahatlığıyla mangada otururken, arkadaşlar artık bana gerçeği itiraf etmenin zamanının geldiğini düşünmüş olacaklar ki, aslında yılanın hep orada olduğunu, ancak benim rahat hareket etmem için kandırmak zorunda kaldıklarını söylediler. Yani yılanlarla o kadar çok içli dışlı olmuşuz ki, aynı mekanları paylaşıyoruz. Bu olay da bir bahar hatırası oldu.
Evet baharı dağlarda yaşamak, dağları bahar tadında yaşamak, bir gerillanın sahip olabileceği en güzel gerçeklerden bir tanesi. Elbette bu gerçekler bir yönüyle de tarifi zor gerçekler, duygular…