HABER MERKEZİ –
Özgürlüğe yaklaşan bir yaşam hakikat deminin sınırlarındadır. Demde oluşan, oluşumda demlenen insan anlam bütünlüğünü yakalamıştır.
Neden özgürlük? Bu kadar yoğun aratan, araştırtan, özlem duyulan, uğruna nice, bedeller verilen, mücadele yürütülen, aşkla yola düşüren nedir? Hangi duygu, hangi düşünce böyle yaman savaştırır? Savaştırırken büyütür, büyüttükçe olgunlaştırır? Savaş ve özgürlük tarihin hangi anından beri yol arkadaşı olageldi. Birbirlerinin elini hiç bırakmamacasına amansız bir yola nasıl düştüler? Savaş ve özgürlük, aynı yolda yürüyebilir mi? Ya da birinin olmadığı yolda diğeri kendini var edebilir mi? Peki ya barış? Barışsız özgürlük olur mu? Sevgi, aşk, hakikat, iyi, doğru, güzel özgürlükle aynı yolun yareni midir? Yolda yar, yarda yol olan nedir? Tanrıçalar, bilgeler, peygamberler, devrimciler özcesi; tarihin derinliklerinden göz kırpan tüm hakikat havarileri neyin peşine düştüler? Bir arayış mıdır özgürlük yoksa amacın kendisi mi? Amaç ve arayış ayrı deryalarda var olabilir mi? Neden bu denli çok soru ve bu denli çok soruya çoktan da çok cevap?
Kuşkusuz sorular sınırsızca çoğaltılabilir. Konu özgürlük olunca ne sorulacak sorulara ne de verilecek cevaplara sınır çizilebilir. Soru sormak anlama isteminin dışa vurumudur ve esasında Sokrates’e danışacak olursak bilmenin de yarısıdır. Sorusuz, sorgusuz bir yaşam mecalsiz bir yaşamdır. Evrenle, doğayla, toplumla, insanla sonuç alıcı ve inşacı bir bilme-öğrenme eylemine koyulduysak, doğru soruları sormak ilk adımımız olmalıdır. Soru sorma biçimimiz anlama istemimizin düzeyini, anlama istemimiz bilme edimimizi, bilme edimimiz ise bilinç kalitemizi ortaya koyacaktır. Cevaplarımız ise bilme tarzımızdır. Soru sorma, sorgulama, cevaplama, bilme ve en nihayetinde bilince varma döngüsel bir halde işler. Elbette bu kaliteyi ölçebilecek bir ölçek yoktur. Sosyolojik olgular pozitivist ölçeklere vurulduğunda, laboratuvar araçlarına emanet edildiğinde, deney ve gözlem adına lime lime edildiğinde, topluma hangi felaketlerle döndüğünü defalarca deneyimledik. Dolayısıyla ‘doğru’nun ölçütünü ahlaki ve politik belleğe danışabiliriz. Esneklik ve sınırsızlık arasındaki ince fakat sağlam bağları ondan iyi kim açıklayabilir ki? Doğru sorular ve bilme tarzımızı ortaya koyan cevaplarla özgürlük konusunu irdelemek bu konuda ancak bir başlangıç yapmak olur. Konunun bağlamı, derinliği ve yoruma açıklığı, bu konudaki her bir düşünceyi, denemeyi, fikri, pratiği okyanusta bir damla adayı, yolda bir adım denemesinin ötesine taşımaz.
Önder Apo’nun bu konuda ‘Adeta özgürlük evrenin amacıdır diyesim geliyor’ belirlemesi ne denli derin bir hakikatle yol aldığımızı ortaya koymaktadır. Varoluşun yorumundan bahsediyoruz. Bir sır olan ve bilinmek için insanı yaratan evren-tanrının aklından neler geçiyordu, anlamaya çalışıyoruz. İnsan mefhumunu, geri kalan tüm canlılıktan farklılaştıran özelliklerini bilimsel bir derinlik ve sanatsal bir incelikle ele almak oldukça önemlidir. Tüm evren varlığının özeti olarak ele alınan insan varlığını, toplumsal doğa ve evrensel bütünlüğün muazzam ahengiyle ele almak gerekmektedir. Aksi ya bireysel özgürlükçü bir sahtekârlığın ya da düz toplumcu bir dogmatizmin esiri olmaktır.
Özgürlüğü soyut, ulaşılmaz, ütopik bir durum olarak değerlendirmemek, aksine bu düşünce tarzının bize neleri kaybettirdiğini görmek gerekmektedir. Ulaşılmaz görülenin, ulaşılması mümkün değilmiş gibi inanılanın, mücadelesi de farazi kalır. Aksine yaşamın en derin ve belki de (teşbihte hata olmaz) en kesin hakikatinden bahsediyoruz. Hakikat deryasının dışında yüzecek özgürlük hayallerinin, zaman girdabında kaybolmak dışında bir sonu yoktur. Temel bir evren yasasıdır: Hiçbir olgu yoktan var, vardan yok olmaz. Özgürlüğü de bu bağlamda ele almak, var olanı yaşanılır kılma mücadelesi olarak ele almak gerekmektedir. Fakat mevcut bilme tarzımızın, o tarzın anlam gücünün ve ediminin, konunun bağlamı karşısında eksik kalacağını da kabullenerek, mütevazi ve büyüme azmiyle hareket etmek daha olumlu sonuçlar yaratabilir.
Bir olguyu, bir doğruyu, bir gerçeği, bir hakikati tanımlamak tarihsel anlamda bir derinliğe muhtaçtır. Tanımlamak, tanım yapmak, isim koymak kavrama isteminin birinci adımıdır. Bir ‘şey’i tanımlama düzeyimiz, aynı zamanda onu anlama düzeyimizi de ortaya koymaktadır ki onun da tanımakla direk ilgisi vardır. Metafizik düşünme ve anlamsal derinlik ve çeşitlilik oluşturma insana has bir durumdur. Bu derinlik ve çeşitlilik doğal olarak ideolojiden beslenir. İdeolojiyi kültürel, çevresel ve tarihsel araçlardan kopuk değerlendirmek klasik bir pozitivizm hastalığıdır. Gerçek anlamda ideoloji, anlamlılıklar bütününe ulaşma halidir. Beslendiğin ve aynı zamanda beslediğin anlamlılıklar bütünü, insanı metafiziğiyle insan yapan gerçekliktir. Dolayısıyla ideolojiden, kültürel var olma halinden kopuk bir kavrayış biçimi düşünülemez. Özcesi, tanımak, tanım yapmak, kavramak doğrudan kültürel var olma haliyle bağlantılıdır.
Özgürlük konusu bu ideolojik tutumdan bağımsız, ideoloji üstü bir kavram olarak ele alınamaz. Tarihsel, kültürel ama aynı zamanda güncel durumdan kopuk bir özgürlük anlayışı kişiyi varlık ömrüyle sınırlar. Toplumsal belleğin gücüyle kuşanmış, tarihe iz bırakma yetisinde olan, değişen, değişirken değiştirebilen insan varlığı ancak doğru bir özgürlük bilinciyle anlam kazanabilir. Bu arayışı sonsuz kılmak yola yar, evrene yaren olmak ütopyaları sınırsız kılmakla mümkündür.
Aryen Roni/PAJK Online