BEHDİNAN
Kürdistan tarihinin ihanet ve işbirlikçilikle örülü olması, Kürt kültürel ve komünal değerlerinde müthiş bir deformasyonu yaratırken Apocu kültür bu anlamda yeni bir toplumsallığı yarattığı oranda yeni bir komünalite anlayışı da ortaya çıkarmıştır. Yoldaşlık ilişkileri yeni toplumsallığımızdır. Yoldaşların birbirleriyle ilişkileri, Kürt toplumsal yaşamında ölmeye yüz tutan komünal değerlerin yeniden ruh
kazanması kadar özgürlükçü yeni değerlerin yaşamsallaştırılması temelindedir. Yiğitlik ölçüleri yeniden yaratılmıştır. Arkadaşlık ölçüleri, kardeşlik ölçüleri, dostluk ölçüleri ve diğer tüm toplumsal ilişki biçimlerine getirilen ölçüler yeniden oluşturulmuştur. PKK ile dar, ahbap çavuş, bölgeci, soycu ya da dostluk adı altında gelişen ilişkilerin toplumsallaşma anlamında bir değer ifade etmediği görülmüştür. Yoldaşlık ilişkileri yeni toplumsallığın ölçülerini ortaya koyarken PKK kadroları kadar Apocu kültürden etkilenen tüm kesimlerde yeni bir hitap, yeni bir dil yaratmıştır. Bugün halkımızın büyük çoğunluğu birbirine Heval diye hitap etmektedir. Bacı, kardeş, anne teyze, amca vs. ünvanların da bir anlamı vardır ama Heval kelimesinin anlamı, Apocu kültürü kendinde toplayan bir devrimsel karakter taşımasından ve toplum bireylerinin yaşayacağı özgür ilişkileri anlatmasından kaynaklı olarak bambaşkadır.
Yoldaşlar birbirine güvenir, birbirini sever. Güven ve sevginin soyut kavramlar olmadığını, emekle, kendini ve birbirini yaratarak gerçekleşeceğine olan inancı gösterir. İnanıp güvendiği kadar destek verir. Yoldaşlık bir tamamlanma ilişkisidir. Kendindeki eksikliği almasını bilmenin mütevaziliği kadar fazlalığı vermesini bilmenin vericiliğini yaşamaktır. Apocu kültür bir yoldaşlık kültürüdür. Önderliğimiz buna “hakikat yoldaşlığı” dedi, “insan-ı kâmil” dedi.
Kendisini, tüm benliğiyle, ruhuyla ve bedeniyle, yoldaşıyla birlikte hissetme durumunun ortaya çıkması, yeni toplumsallık kararının keskinliğiyle bağlantılıdır. Klan toplumunda nasıl ki klanın dışına çıkmak ölümle eşdeğerse, tabu denen ahlaki yasaları uygulamamak yok olmakla eşdeğerse aynı şekilde yoldaşlarıyla olmamak ve yoldaşlarıyla birlikte yaşamanın özsel kurallarına göre yaşamamak da yokolmakla eşdeğer algılandığından yoldaşlık ilişkileri yeni toplumsallığın temeline yerleştirilmiştir. Apocu kültürün temelinde yeni toplumsallığın yoldaşlığı vardır.
Her şeyin en iyisini yoldaşı için isteme, görevlerin en zorunu kendisi üstlenerek yoldaşlığı yüceltme, fedakarlık olgusunun yeni anlamını da ortaya koymaktadır. Yaratılacak yenide, kendisinin yaratacağı değerlerin olması, her bireyin katacağı emekle yaratılan yenide kendini bulması ve bu yolla kendini yaratması gerçeği vardır. Yoldaşlık gerçeğinde birbirine destek olma, birbirini tamamlama vardır. Birbirine acıma, zavallı görme ya da benzer nesneleştiren ikilemlerin tuzağına düşmek yoktur. Eksik, zayıf ve yanlış olanı red, yeniyi yaratmanın temeline yerleşir. Çünkü yanlış olan düzeltilmezse yeni yapılamaz. Önderliğin zayıf insandan nefreti, zayıf durumun insana yakıştırmamasından kaynağını almaktadır. Bizde kimi zaman açığa çıkan ise acıma duygusudur. Apocular zavallı olamayacağı gibi yol arkadaşını da zavallı göremez. Bir insana acımak, bir devrimcinin devrimciliğinin bitmesidir. Devrimci kişi, zayıf olanı reddedemiyor ve yardıma ihtiyacı olana destek olamıyor, onu tamamlayamıyorsa, birlikte yan yana yürünecek bir yol arkadaşlığı yaratamıyorsa zaten devrimciliği bitmiştir.
Bir insana acımak ile bir topluma acımak aynı şeydir. Şimdi bizi en çok öfkelendiren bir durum da sömürge halkların ya da devletlerin Kürdistan halkına acıması değil midir? Eğer bir topluma acınması kabullenilmezse bir bireye acımak da kabullenemez. Acımak, statik ve geri bir duygudur. Değişmez, değiştirmez. Yeniyi yaratmaya yönelmez. Ne oluştuğu ne de yöneldiği kişide bir akış, yenilenme ya da yaratım başlatabilir. Sadece hakim sistemin sahte vicdan söylemlerini tatmin edebilir ki bu da devrimciler için kabullenilmezdir.
Yine yoldaşının yanlışına öfke duyabilmek de Apocu kültürle birlikte gelişen bir ölçüdür. Düşmandaki yanlışlıklara öfke duymak düşmana yönelim getirebilir, onu değiştirmeye ya da alt etmeye yöneltir. Yoldaşın yanlışına öfke duymak ise yoldaşın yanlışını ortadan kaldırmaya, yanlışın yerine ise doğru olanı koymaya yönelimi getirir. Bu anlamda yoldaşının yanlışına öfke duymayanın, geri, eski ölçülerle korumacılık adında kayırma yaklaşımlarının yoldaşlar topluluğunu büyütmeyeceği, kesinlikle düşman anlayışların yaşamasına müsamaha göstermek olacağını bilmek gerekir.
Apocu kültürü oluşturan temel bir özellik de adanma gerçeğidir. Bu salt kendinden vazgeçiş anlamındaki bir çilecilik değildir. Adanma, kendini varetmek için sistemin dışına çıkma kararlılığını verme, bunun bedellerini göze alma ve kendini yeniyi yaratmaya adama olarak algılamalıdır. Bir lokma bir hırka felsefesi de salt çilecilik olarak algılandığından yeni toplumsal kültürümüz bazında üzerinde durulmayı gerektirmektedir. Ortaçağlardaki bilgelere atfedilen bu ilke ve çağımız itibariyle kişinin kendisinden uzaklaştırdığı, kaçındığı bir konu olmaktadır. Oysa bu düşüncenin kökeninde salt çilecilik yoktur. İnsan ve madde ilişkisini doğru ortaya koymak vardır. İnsanın kendisi dışındaki her şeyle ilişkisi aslında insanın yaşam anlayışını oluşturur. İnsan dinledikleri, duydukları, giydikleri, düşündükleri, düşledikleri, duyumsadıkları, gördükleri, dokundukları ve kokladıklarıyla, yedikleri ve içtikleriyle kendini oluşturmaktadır.
Bir lokma bir hırka felsefesinin kökeninde bilgelerin, kendilerini oluşturan gerçeğin içinden maddenin oranını en aza indirme çabası vardır. İnsanı insan yapan olguların maddeye oranının daha fazla olması, insanlaşma düzeyinin yüceliğiyle ilgilidir. Ayrıca insan emeğiyle üretilen maddeye doğru yaklaşım geliştirmek de bir amaç olmaktadır. Güncel anlamda dile getirirsek kapitalist modernitenin tüketim kültüründen kopmak anlamında bir ilkeye işaret etmektir. Çağın insanı düşürdüğü durum, insan madde ilişkisinde maddeyi özneleştirerek insanı nesneleştirerek, metalaştırarak insanı maddeden ibaret bir yığın haline getirmekle sonuçlanmıştır. Kapitalist modernitenin bugün ulaştığı düzey, metanın tanrılaşmasıdır. Reklamlar kutsal bir dine çağırır gibi insanları meta kulluğuna çağırır. Marks’ın dile getirdiği “Her şeyi eritip yok eden, aslında eritip kendine katan” kapitalist sistemden kopmak, maddelere de bir evren değeri olduğu anlayışıyla yaklaşmaktır. Kapitalizm hastalığı olan obezite bunun çarpıcı örneğidir. Maddeyle ilişkisinde maddeyi insanların, düşüncelerin, düşlerin ve diğer insanı insanlaştıran her şeyin önüne koymak, insanı maddeleştirir, bir madde yığınına çevirir. Apocu kültür, insan yaşamına böyle bir şeyi layık görmez. İnsanın bir değer olması, yarattıklarıyla ve kendinde yarattıklarıyladır.