BEHDİNAN – Doğa, yaşama can vermenin arifesindeydi. Kar yığınları şimdi kendisini damla damla, ağır ağır tüketiyor. Güneşin sıcaklarına daha çok zaman var. Fakat doğa baharı hissetmişçesine, daha bir umutlu, daha bir coşkulu. Yeryüzü bahara bir gün daha yakın. Her geçen saniye, her geçen dakika, her geçen saat, bir adım dahan Kurumuş toprağa, yeşile durmayı özlemiş yapraksız meşe dallarına yeni yeni suyun yürümesi eli kulağındayken, bir adım daha yakınlaşıyor bütün evren bahara.
Kim bekler böylesine baharı? Kim susar nisan yağmurlarına bu denli? Konduların yakıt parasından kurtulmak isteyen mavi tulumlu işçileri mi? Yoksa beyaz bir mevsimin bütün ağırlığıyla abanıp yollarını kapattığı dağ köylüleri mi? Hangisi ölümüne isteyebilir karların eriyip toprağın yeşermesini? Ya da bu ülkede bir avuç mutlu yaşayan insan manzaralarının özlem duyduğu, Akdeniz sahillerinin düşlerini süslediği yüksek desibel ses düzenekleriyle kuşanmış eğlence merkezlerinin aşina insanları mı? Kim ister eceli öne alınmış bir baharı sabırsız bir beklentiyle yakalamayı? Yaşamın sonbaharına kurarak gövdesinin akrep ve yelkovanını ve patlamaya hazır saatli bir bombayı yüreğinin üzerinde, zulasında taşıyarak bahara kim koşar, kimler koşar? Hangimiz akıl edip hangimiz düşünmüşüzdür böyle bir şeyi? İşte bu yaşam ve insanlar dağların öte yüzünde soluklanan yaşamların, görmediğimiz, duymadığımız, ön yargılara kurban edilen dağ hikayelerinden bir buket çeşitleme…
Baharı, dağların çehresinin beyaz kostümlerinden sıyrılmasını amansızca ve anbean iple çeken; bir coğrafyanın ya da bu ülkenin kimliğini taşımadan, bu ülke için kendini ölüme hazırlayan insanların bilinmeyen yazgısı. Ne mavi tulumlu bir işçi, ne dağ köylüsü, ne de mutlu insanlar, bunu gönüllü yaşayöran, gülü dikeninden tutarak dağ rüzgarlarını soluyanlar olmalıydı bu insanlar.
Soğuk bir sonbahar günüydü. Avaşin’in kenarları buz tutmuş gibi, suyu yalayan rüzgarın şiddetli esintisi on rüzgarın birleşerek yapacağı etkiyi yapıyordu. Akan sanki suyun kendisi değil Çarçela ve Cilo’nun bütün rüzgarıydı. Bezelê eylemi kaç gün önce olmuştu. Eylem Türk basını tarafından çok gündem yapılmıştı. Ama Türk cephesinde yaptığı etkiyi burada görmek zordu.
Ben o zaman alana yeni gitmiştim. Basın çalışmaları için birkaç çekim yapacaktım. Soru sormadan, alışık olduğumuz biçimiyle cevaplarını yaşamın kendisinden almaya çalışmak en doğrusu olmalıydı. Çok kısa bir süre sonra meseleyi anladım. Bu taburdan bazı yoldaşlar şehit düşmüştü. Taburda çok kalıp, eylemde şehit düşen bir yoldaşın ismi çok geçiyordu. Savunma yerinden, saldırı yerine arkadaşları savunmak için gittiğinde şehit düşmüştü. Alana yakın bir yerde kardeşi de kaç yıl önce şehit düşmüştü. Bu eşsiz fedakarlığın yarattığı sonuç buradaki yoldaşları etkilemişti. Doğu Kürdistan’ın Bokan şehrinden gelen iki kardeşin aynı eyalette şehit olmasından etkilenmemek anormaldi. Bilmemenin getirdiği anormal durum içinde olan bendim. Adı anılan yoldaşın ismi Aras’tı. Onu tanıyanların onun üzerine uzun uzadıya yazı yazma imkanları yoktu. Onların gönlünde yeri vardı ama sözcüklere dönüştürmenin imkanı çok da yoktu. Savaş vardı ve daha kaç saat önce uçaklar iki yüz metre ötemizi vurmuşlardı. Arkadaşı uzun zamandır tanıyan, birlikte kalıp aynı zorluk ve coşkuyu paylaşmış bir yoldaştan Aras yoldaşı dinlemiştim. Not defterimi aldım ve fırsat bulduğumda kısa da olsa yazmaya karar verdim. Şöyle anlatıyorlardı silah arkadaşları Aras’ı;
Zagrosta birlikte kaldık. Doğulu bir arkadaştı. Soran bölgesinden katılmıştı. 2003 yılında parti saflarına gelmişti. Dağda birçok alanda kalmıştı. Biz Xakurkê alanında tanıştık. Eğitimde aynı kampta kaldık. Hem örgütsel, hem yaşamsal, hem de askeri konularda eğitim gördük. Aras yoldaş genel yoldaşlar içinde göze çarpan bir duruşa sahipti. Yaşamdaki duruşu dikkat çekiciydi. Sorumlu bir şekilde yaşama yaklaşıyordu. Eğitime katılımı çok güçlüydü. Bir militanlık arayışı vardı. Önderliğin yaratmak istediği kişiliğe ulaşmak için sürekli bir arayış içindeydi. Heval Aras yetki peşinde koşmuyordu. Yaşamdaki en küçük şeylerden en büyük şeylere karşı aynı düzeyde, ciddiyetle yaklaşıyordu. Aras yoldaş genel arkadaşlar içinde her konuda danışılan, fikri alınan bir arkadaştı. Aynı taburda da birlikte kaldık. Taburdaki yoldaşlar yeniydi ve gerek örgütsel gerekse de yaşamsal tecrübeleri yoktu. Fakat Aras yoldaş her zaman onlara yardımcı oluyordu. Bunlardan kaynaklı yoldaşlar onu muhatap alıyorlardı.
Morallerde yoldaşlarını coşturmak için, onları etrafında topluyor çok çaba sarf ediyordu. 2007’de Herki’de aynı taburda kaldık. Partinin yıl dönümünü kutlamak için fazla imkanlarımız yoktu. Fakat Aras yoldaş kendi imkanlarıyla moral etkinliğini hazırladı ve yoldaşları buna kattı. Fener ışığında partinin kuruluş yıl dönümünü kutladık. Moral etkinliği imkansızlık içinde yapılmış olsa da yoldaşlar çok güzel zaman geçirmiş ve moral almışlardı. Yaşam Aras yoldaşın yanında anlamlıydı. Bunu da bize kavratmak için çok emek sar fediyordu. Bizim zayıflıklarımızla savaşıyordu. Bunu da yaşama anlam vermemiz için yapıyordu.
Herki alanında pratiğe geçtik. Aras yoldaş takım komutanıydı. Önderliğe ve şehit yoldaşlara layık olabilmek için çok çaba sar fediyordu. Gerilla taktiği üzerinde çok yoğunlaşıyordu. Aras yoldaşın kardeşi de bu alanda şehit düşmüştü. Bu onu yaşama karşı daha da bağlı kılıyordu. Bahar ayındaki yapılan bütün keşiflerde Aras yoldaş yerini aldı. Bu süreçte biz hem örgütsel hem de düşmanın yaptığı operasyonlardan kaynaklı zorlanıyorduk. Bu süreçte düşmana karşılık vermek gerekiyordu. Aras yoldaşın bu konularda sürekli bir yoğunlaşması vardı.
Bu dönemde düşman sadece askeri alanda yönelmiyordu. Bazı Kürt gençlerini kandırıp içimize ajan olarak göndererek yaşamsal anlamda da bir saldırı içindeydi. Bizim takımda da son yapılan düzenlemeler ile böyle bir iki şahsiyet gönderilmişti. Niyetlerini sinsi bir şekilde yansıtıyorlardı. Ancak içimizde belki de en fazla çekindikleri yoldaş Aras yoldaştı. Çünkü, Aras yoldaş düşünce ve duygularında çok netti. Aras yoldaşın yaşam ölçüleri çok keskindi. Bu şahıslar pratik başarı çıkmasın diye büyük sorun çıkartıyorlardı. Ama onları ilk fark eden, ortaya çıkaran Aras yoldaşımızdı. Çoğu kez bu şahıslar yaşamı karıştırmak istiyorlardı. Bunun için Aras yoldaşı kendilerine hedef yapmışlardı. Fakat Aras yoldaş onlar karşısında sürekli tavır sahibi oldu ve hiç yılmadı. Sadece düşmanın gönderdiği ajanlara karşı değil, içteki tasfiyeci kişiliklere karşı da çok fazla mücadele etti. Düşmana moral veren, düşman saldırılarına karışı açık kapı bırakan kişilikleri de kabul etmiyordu. Yanlış tarzdan kaynaklı bir düşman saldırısında yaralanan Aras yoldaş, birkaç yoldaş ile geçici bir süre tedavi amaçlı uygun bir yerde kaldı.
Aras yoldaş burada bile yanındaki arkadaşlara yardımcı oluyor, yaralı olduğunu unutuyordu. Aras yoldaş yaralandıktan sonra Xakurkê alanına yeni savaşçı kampına eğitim vermek için geçti. Bir devre eğitimden sonra bir takım yeni savaşçı alarak tekrar eski taburuna gelmişti. Tabura geldiği zaman Bezelê eyleminin olacağını duymuştu. Aras yoldaş daha yeni gelmesine karşılık kendi dayatması ile eyleme katıldı. Bu eylemde Aras yoldaş şehit düştü.
Savaşta gözü kara bir saldırı ruhuna sahipti. Yoldaşlar ona çok değer veriyorlardı. Bu yoldaşın direnişi ve saldırı ruhu arkadaşlar üzerinde çok etki yaptı. Fedakarlık anlamında da en öndeydi. Aras yoldaş tecrübe sahibiydi. Kürdistan için mücadele veriyorum iddiasında olan birçok örgütte kalmıştı. Savaşa bu örgütlerde de katılmıştı. Aras yoldaş bu örgütler için bazen derdi ki: Ben çok kaynaktan su içtim fakat en son suyunu içtiğim kaynak beni beyin ve kalpte sağlığa kavuşturdu bu da PKK kaynağıdır. Aras yoldaş uzun bir süreyi alan özgürlük arayışı içinde: ben kendimi PKK de buldum. PKK’de tanıdım der.
Aras yoldaş bir grup arkadaşla birlikte, Şıker tepesine saldırıya gitmişti, düşman bu tepenin düşmemesi için çok tedbir almıştı. Aras yoldaş öndeki arkadaşları kurtarmak için saldırı yerine gidiyor. Burada tellere takılıyor. Yaralı düşüyor. Bu haliyle bile düşman ile sonuna kadar çatışıyor. En son düşmanın eline geçmemek için, bombayı kendinde patlatarak şehit düşüyor. Kısa bir anlatımla bu pratik ve yaşam kesintisinde anlatılamayanların daha çok olduğu ve asıl yaşamın bu anlatılamayanlarda gizli olduğunu bilmekteyiz. Avaşin suyu gibi coşkun akan bir yaşamın birkaç yazı cümlesi ile anlatılamayacağını bilsek de, sadece yazma acemiliğimizi ele verdiğimizi de bilmekteyiz. Ama şehit yoldaşlarımıza dair sadece kelimelik de olsa bir anlamı kim ne kadar anlayabiliyorsa anlatmalı ve halkımıza mal etmeliyiz.
Direnişçiler, namı diğer gerillalar. Bu ülkede doğmuş, bu ülkede okula gitmiş, bu ülkede çalışmış, yine bu ülkede dili yasaklanmış, bu ülkede köyleri boşaltılıp yakılmış, insansızlaştırılan bir coğrafyanın asi çocukları. Bir ülkenin geleceğini yüreğinde taşıyanlar onlar. İşte bu ülkenin unutulmuş, unutulmak, unutturulmak istenen çocukları. Bu coğrafyada, bu topraklar üzerinde gülmüş, ağlamış, sevdalanmış, acı çekmiş, yürekleri hasretin ellerinde ufalanmış, ele avuca sığmayan haylazlar. Bir yangından, yok sayılan bir coğrafyanın yağmasından geriye kalan ne varsa, göstermekten utanmadıkları yüreklerine doldurup var olmanın umudunu bir kez daha dağlara taşıyanlar. Ataları gibi, onlar da zor zamanların vefalı dostları dağlara sığınanlar. Peki ya şimdi? Dağların bile avutamadığı, öfkelerini dindirmeyen bir şeydi yaşadıkları. Gözlerini kırpmadan uğruna ölecekleri önderleri, liderleri, bir halkın belki de son umudu esir düşmüştü. Son umut, Mudanya açıklarında tutuluydu şimdi. Ve bir de dağların umudu vardı. Her şeye rağmen ayakta kalabilen bir umut. Son umudu besleyen dağ suları gibi Mudanya açıklarına doğru akan umutları vardı bu toprakların. Bu toprakların acıları, hüzünleri, yok sayılan dilleri, inkar edilen kimlikleri, yakılmış dağ köyleri, esir düşmüş bir önderi, kendi yurdunda mülteci olan insanları ve dağları mekan tutan barışa hasret çocukları vardı. Bu toprakların, son sözü daha söylenmemiş dağ öyküleri vardı.
Kod adı: Aras Dersim
Gerçek adı ve soyadı: Tahir Yara
Doğum tarihi ve yeri: 1979 / Bokan-Urmiye
Katılım tarihi: 2003 / Hacı Ümran
Ana adı: Fatma
Baba adı: Rahmetulah
Şahadet tarihi ve yeri: 3 Ekim 2008, Şemdinli, Hakkari