HABER MERKEZİ –
Senin ile en çok sevdiğimiz oyundu saklambaç oynamak ben saklandığımda sen beni bir türlü bulamazdın her yeri arardın fakat yine de beni bulamazdın. Hatırlıyor musun? Yine bir gün sen yanıma gelmiştin ve çocukluk masum oyunlarımızdan olan saklambacı oyladık senle ve tabi ki ben yine en iyi yere saklandım. Aslında senin öylece beni araman o kadar hoşuma gidiyordu ki sessizce beni arama çabalarını seyrediyordum ve yine sonuçsuz kalıyordu çünkü yoldaşım her zaman ki gibi sen yine beni bulamadın. Dur ama unuttuğumu sanma sakın ne deliydik biz seninle çocukken adeta ayrılmaz ikiz kardeşler gibiydik değil mi? Yine dalmışken oyunumuza seni bir kere o kadar sinirli gördüm ki evet tabi ki de bana kızmıştın sana beni bulma şansı vermiyorum diye tabi ben buna gülmüş sen ise kıvırcık deyip saçımın ucundan çekmiştin. Fakat o kadar duygusal ve narindi ki yüreğin hemen gelip sarılıp birde yanağımdan öpmüştün.
Peki ya şimdi yoldaşım şimdi ne oluyor biliyor musun? Ben seni arıyorum ve sen beni buluyorsun bu sefer arayan benim ve bulan sen zafer senin yaşasın der dediğini duyar gibiyim. Nasılda masunca savuruyorsun gülüşünü bu sefer bulanın sen olma mutluluğunu yaşar gibisin adeta. Ne kadar yakışıyor sana ağız dolusu gülmek bir bilsen ben hep adına anlam veremezdim küçükken neden bir erkek adı diye. Fakat sen bir dünyaydın bunun farkında değildim ben sen cihandın yani dünya. Çocukken ne kadar da saf, temiz, masum, umutlu geliyordu her şey bize bir pamuk şekeri ile en mutlu biz olabiliyorduk değil mi? Sonra yavaş yavaş tanıştık zulmün yüzü ile ve çocukluk oyunlarımız sona ermişti çünkü biz çocuk olmanın bile yasaklanmış olduğu gri bir kentin çocuklarıydık. Küle dönüştürülmek istenen bir yasak ülkenin esmer tenli masum çocukları çocukluğu elinden alınmış çocuklar olduk biz. Belki de ondan dolayı bu kadar çok seviyorduk çocukken saklambacı saklanacak kuytu sessiz bir yer arıyorduk zulüm uğramasın istiyorduk bizim şehrimize belki de bulamazlar sanıyorduk bizi. Yüzümüz ne kadar da umutluydu çocukken coşkuluydu sonra ülkemizin cellatları ile tanıştık yavaş yavaş bizi tümden karanlığa hapis etmeye yeminli cellatlarla. Başkasının ülkesinde yasaklı kelimelerimiz ile konuşmak ne kadar da zor geliyor bize çünkü adı çoktan konuşmuştu başkasının ülkesi, başkasının dili, bayrağı yani biz çoktan başka olmuştuk. Aslında başkalarının cennet sandığı cehenneminde biz yoktuk ve en acısı da biz hiç olmamıştık doğmamıştık. Peki o zaman biz kimdik? Neydik biz? Biz nasıl var olduk? Bu kadar hayat, can, ruh bu kadar yürek kime aitti? Eğer gerçekten yoksa bu atan yürek sesleri, tıpkı bir coşkun bahar gibi yeniden yeşeren umutlar kime aitti? Evet yoldaşım bunlar henüz küçük bedenlerin gördüğü her yüze sorduğu sorulardı bunlar bizim hep içimizi kemiren sorularımızdı. Senle oyun oynarken birden soru yumağında bulmuştuk kendimizi artık oyun çok uzağımızdaydı bizim neden diye son bulan ne kadar da çok sorularımız vardı. Ülkemizde düşlerimiz ellerimizden o kadar acımasız bir şekilde alınmıştı ki halbuki düşlerimiz yaşamdı, aşktı, inançtı düşlerimiz bizim.
‘‘Şehit Sıti Jiyan arkadaşın anısına’’
Zeynep Asya’ı Kaleminden….