HABER MERKEZİ –
Ankara, ilkbaharı karşılıyordu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve bir grup arkadaşı, kent merkezinden bir otobüse binip şehrin kuzeydoğusuna doğru yola çıktı.
Bir ormanlık arazinin yanına kurulmuş durakta indiler ve çam ağaçlarına doğru yürüdüler. Burası, bir mesire yeriydi; pikniğe gelen başka insanlar gibi onlar da bir ağacın altına oturdular.
Altı kişiydiler. Birbirlerini tanıyorlardı. Bu, ilk resmi toplantıları olacaktı. Konu, 12 Mart 1971’de yapılan darbeye karşı mücadele ve Kürdistan’da örgütlenme idi.
BİZ BİR GRUBUZ
Bu toplantı, 1973 yılının Newroz’unda, Öcalan tarafından düzenlendi ve PKK tarihinde bir dönüm noktasıydı.
Çubuk Barajı’ndaki bu toplantıda Öcalan, Kürt orijinli bir grup kurmanın ilk adımını atıyordu ama toplantının iki önemli eksiği vardı: Haki Karer ve Kemal Pir.
Onların grubu, Emek ile Bahçelievler semtleri arasında birlikte kalıyordu ve evleri hem bir okula hem de gizli örgütlenmenin merkezine dönüşmüştü.
Çubuk’taki toplantı, grup kurmanın belki ilk pratik adımıydı ama Öcalan, bu fikrin 1972’nin sonundan itibaren oluştuğunu söylüyor:
“Cezaevinde 6-7 ay kalmakla ben, gereken dersi çıkardım. Oradan Denizlerin idamını gördüğüm gibi daha önce Kızıldere’yi görmüştüm. Benim bir de o zaman Kürt sorunu üzerine biraz yoğunlaşmam vardı. THKP-C’nin kendini fazla yeniden örgütleyemeyeceğini de gördükten sonra, 72’nin sonu ve 73’ün başlangıcında, bir Kürt aydın grubunun Kürdistan’ın statüsüne dayalı bir çıkışının oldukça sonuç alıcı olacağını düşündüm. Çok zordu ama 73’ün başlangıcında gruplaşma kararını vermiştik ve bana göre o dönemin en kendine özgü, en ciddi adımlarından biri budur. Çok küçük bir gruplaşmayı, bahar aylarında, isim vermeden kurmaya çalıştık.”
Bu toplantıya katılanlardan biri olan Ali Haydar Kaytan, yıllar sonra o günü şöyle anlatacaktı:
“Başkan tek tek bireylerle yaptığı sohbetlerini bu kez daha sistemli ve kapsamlı bir biçimde aktardı. Söylediği şu oldu: ‘Biz bir grubuz ve bundan sonra bir grup olarak hareket edeceğiz.’”
APOCULAR BÜYÜYOR
Tarih, 1974’tü ve Apocular artık bir gruptu. Türkiyeli sol örgütler de onları artık bir grup olarak görüyordu.
Grup fikrinin tohumları 1972’nin sonlarında atılmış ve fikir, 1973 yılının baharından itibaren filiz vermeye başlamıştı. 1975 yılına gelindiğinde ise artık grubun temel kadroları bir araya gelmişti. Bu dönemin çekirdek kadrosu, Haki Karer, Kemal Pir, Ali Haydar Kaytan, Mehmet Hayri Durmuş, Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mazlum Doğan, Mustafa Karasu ve Rıza Altun’dan oluşuyordu.
Ankara’da, 1975 yılının sonlarında, sayıları fazla olmasa da nitelikleri itibariyle öncülüğü üstlenme yeteneğine sahip bir grup yaratılmıştı ve bu, bir soruyu gündeme getiriyordu: Bu Apocu gruplaşmanın benzerini Kürdistan’ın hangi kentlerinde yaratabiliriz? Grubu Kürdistan’a taşıyabilir miyiz?
DİKMEN TOPLANTISI: KÜRDİSTAN KARARI
Apocular, Çubuk’tan sonra dönüm noktası mahiyetindeki bir diğer toplantıyı, 1975 yılının sonbaharında yaptı. Mekân, Dikmen’di. Toplantının konusu, bugünden bakıldığında anlaşılacaktır ki, Kürdistan’ın geleceğiydi.
Toplantının yaklaşık 25 katılımcısı vardı. En önemli karar, Kürdistan’a dönüş oldu. Apocuların Kürdistan yolculuğu, böylece başlayacaktı.
Yıllar sonra Mustafa Karasu, bu çekirdek grubun dönemin diğer Kürt örgütlerinden de oldukça farklı olduğunu anlatacaktı. “Kürt hareketleri içinde ilk defa emekçi sınıfa dayanan hareket biz olduk” diyen Karasu, şunu ekleyecekti: “Diğer bütün Kürt örgütlerinin liderlerinin ve ileri kadrolarının yüzde 90’ı ağa çocuğuydu ve bu örgütler de orta tabakanın hareketleriydi. Bizim grubun üyelerinin ise hepsi yoksuldu.”
Karasu’nun söylediğinin sağlamasını, bu dönemde PKK’nin en örgütlü olduğu şehirlere ve mahallelere bakarak da görmek mümkün.
Dönemin öne çıkan çalışma bölgeleri, Antep, Urfa, Amed, Dersim, Elazığ, Bingöl, Ağrı, Kars ve Mardin’di.
Haki Karer, “yorganını sırtlayıp” Adana ve İskenderun’a gitmişti. Mazlum Doğan, Mehmet Hayri Durmuş, Duran Kalkan ve Ali Haydar Kaytan, Kürdistan seferine koyuldu. Antep’e ise iki kişi gitti: Kemal Pir ve Cemil Bayık.
KEMAL PİR VE CEMİL BAYIK
Antep, giderek Apocuların en önemli çalışma alanı oldu; çünkü Maraş, Adıyaman, Urfa ve kısmen Malatya’ya yönelik devrimci çalışmalar da buradan yürütülüyordu. Kent, Apocular için bir üslenme alanı gibiydi.
Antep’te birlikte çalışan Cemil Bayık ve Kemal Pir, birbirleriyle daha Apocu olmalarından önce tanışmıştı. Cemil Bayık’ı Öcalan ve Apocu hareket ile tanıştıran da arkadaşı Kemal Pir’di.
Cemil Bayık, o günleri şu cümlelerle anlatıyordu:
“Kemal Pir’le birlikte Ankara Üniversitesi Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde öğrenciydik. Faşistlerle çıkan bir kavgada birbirimizi tanıdık, arkadaş olduk; birbirimize bağlandık ve inandık. Arkadaşlığımız başladığında ben Apocu değildim ama devrimciydim. Kemal Pir’le de devrimci bir arkadaşlık kurduk; sosyalizme ve devrime birlikte inandık.”
O günlerde Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi, nam-ı diğer DTCF, MHP’lilerle, faşistlerle doludur. Cemil Bayık, “Kemal Pir’le faşizme karşı mücadelede de hep omuz omuza durduk” diyor ve hemen ardından ekliyor: “Faşistlere karşı mücadelede Kemal Pir’in emeği, etkisi, öncülüğü, heyecanı ve coşkusu, çok önemli bir rol oynadı.”
Kemal Pir, bugün KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı olarak görev yapan yoldaşı Cemil Bayık’ın hayatında bir dönüm noktasının mimarıydı. Cemil Bayık, eski dostunu ve yoldaşını minnettarlıkla anıyor ve şunları söylüyor:
“Beni Başkan Apo’yla, Apocu grupla tanıştıran, Kemal Pir oldu; mücadele çizgimi, yaşam çizgimi değiştirdi. Beni böyle bir devrimci örgütle tanıştırdığı için ona bir kez daha teşekkür ediyorum. Benim devrimciliğimde, Apocu olmamda, PKK’li olmamda Kemal Pir’in büyük katkısı vardır. Düşünün, Karadenizli bir arkadaştı ama bu Türk arkadaşımız beni Kürt hareketiyle, grubuyla tanıştırdı. Ben de Önder Apo ile tanışır tanışmaz hemen grubun aktif üyesi oldum.”
ANTEP VE URFA
Cemil Bayık, “Kemal Pir’le birbirimizden çok şey öğrendik” diyor ve aralarında hem bir “yaşam birliğinin” hem de bir “mücadele birliğinin” oluştuğunu belirtiyor. Antep ve Urfa günlerini ise şu sözlerle anlatıyor:
“Antep ve Urfa, Apocu mücadelenin 1975 sonrasında en fazla geliştiği yerlerdi. Adıyaman ve Maraş gibi yerlerde Apocu grubun gelişmesi açısından da Antep ve Urfa, bir üslenme alanı gibiydi.
Kemal Pir’in Antep ve Urfa’da devrimci mücadelenin gelişmesinde çok büyük katkıları oldu. Sadece bu da değil, Apocu hareketin karakterinin oluşmasında Kemal Pir’in rolü belirleyicidir. Eğer bir Apocu kişilik, bir Apocu ruh ortaya çıktıysa, bunun yaratıcısı kuşkusuz Önder Apo’dur ama onu toplumsallaştıran ve büyük oranda gençliğe yansıtan ise Kemal Pir’dir. Bu yönüyle Kemal Pir, Önder Apo’nun mücadelesine de en büyük katkıyı sunan arkadaşımız oldu.”
KARAYILAN’I DA ÖRGÜTLEDİ
Kemal Pir, o şehirden diğerine gezip örgütlenirken, bugün Halk Savunma Merkezi Karargâh Komutanı olarak görev yapan yoldaşı Murat Karayılan’la da karşılaştı. Karayılan’ı Apoculara örgütleyen de Kemal Pir oldu.
Karayılan, Kemal Pir ile ilk defa, Urfa’nın Birecik ilçesinde, 1976 yılının Şubat’ında, devrimcilerin gelip gittiği bir dernekte karşılaştığını anlatıyor.
Kemal Pir, o sırada Türk solundan bir grupla tartışma hâlinde.
Karayılan, henüz kim olduğunu bilmediği bu kişiyi büyük bir merak ve ilgi ile izlemeye başlıyor; gördüklerini yıllar sonra şöyle anlatıyor:
“Türk solundan olan sözcü, ‘Ayrı örgütlenmeye gerek yoktur! Tüm sosyalistler bir çatıda örgütlenmelidir. Türkiye’de sosyalist devrim gerçekleşince Kürt halkı da özgürleşecek’ diyordu. Kemal Pir yoldaş yanıt verdi ve, ‘Kürt halkının Türkiye devrimini bekleme mecburiyeti yoktur. Katmerli ve yok edici bir sömürgeciliğe maruz kalan Kürt halkının varlığı ve özgürlüğü, ancak Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu’nun orduyu Kürdistan’dan söküp atmasıyla mümkün olacaktır’ dedi. Şahsen bu belirleme, benim için çok çarpıcıydı, derinden etkiledi. Bu dakikadan sonra da zaten hareketin sempatizanı haline geldim.”
ÖLÇÜYÜ O GELİŞTİRDİ
Kemal Pir’le birlikte Antep’te çalışma yürütenlerden bir diğeri de, bugün KCK Yürütme Konseyi Üyesi olarak görev yapan yoldaşı Mustafa Karasu’dur.
Kemal Pir’le uzun süre aynı evde de kalan Karasu, “O hepimiz için coşku ve moral kaynağıydı” diyor ve devam ediyor:
“Büyük bir devrimciydi. Onunla yan yana yürümek, oturmak, aynı odada nefes almak; devrimci heyecanı, iradeyi, coşkuyu, kararlılığı keskinleştirmek demekti. Onun bizim mücadelemizde de, devrimci kişiliğimizde de büyük etkisi olmuştur. Bizi etkilemiştir.
Kemal’in ruhu, Antep’te bir devrimci heyecan yaratmıştı. Antep’teki Apoculukta, devrimci militanlık ölçülerinin gelişmesinde Kemal’in büyük rolü oldu. Bunu özellikle vurgulamak gerekiyor.
Kemal’in etkisinde, onun etrafında önemli bir gençlik grubu vardı. Bu gençler, onun etkisiyle Apocu olmuştu. Hepsiyle ilgilenirdi, birlikte eylem yapardı. Sadece Antep de değil, nereden geçse devrimci rüzgar estirirdi, heyecan yaratırdı. Kemal’in geçip de etkilemediği insan, mahalle yoktur; bir yerden geçmişse, mutlaka orayı bir şekilde etkilemiştir.”
TUZLUÇAYIR GÜNLERİ
Apocular, 1976 yılının sonuna gelindiğinde, her geçen gün daha da gelişen mücadelelerini koordine etmek, Kürdistan’daki gelişmeleri ve örgütsel durumu tartışmak üzere bir merkezi toplantıya ihtiyaç duydu.
Karasu, her alandan delegeler seçilen bu toplantı için Antep’ten de Kemal Pir, Haki Karer ve ‘Gözlüklü Ali’ olarak anılan bir başkası ile kendisi de dahil dört kişinin seçildiğini anlatıyor. Toplantı, Ankara’da gerçekleştiriliyor.
Mustafa Karasu, anlatıyor:
“Tuzluçayır’da bir evimiz vardı, oraya doğru gidiyorduk. Ben ve Kemal önden yürüyorduk, arkadan da Haki ve Gözlüklü Ali. Aramızda takriben 60 metre vardı. NATO yolundan Tuzluçayır’a doğru. Evimiz, Tekmezar’daydı. Bir süre sonra baktık ki arkadaşlar görünmüyor ama bazı sesler geliyor. Arkamızı döndük, sesin olduğu yöne ilerledik: Haki ve Gözlüklü Ali var, arkalarında gençler var. Biz gidince Kemal arkadaşı tanıdılar, ‘Kemal Abi’ diyerek sarıldılar.
Kemal, ‘Nedir, ne oldu?’ diye sordu. Haki arkadaş, ‘Bunlar yolumuzu kesti, hatta ‘Siz kimsiniz’ deyip silah dayadılar’ diye anlattı.
Gençler önlerini kesmiş, ‘Nereye gidiyorsunuz’ demiş; Haki de onlara, ‘Ben bir vatandaşım, yoldan geçiyorum’ diye yanıt vermiş. Meğer ama gençler onlara, ‘Devrimci misiniz, ülkücü müsünüz’ diye soruyormuş. Haki biraz çıkışmış, ‘Ne soruyorsunuz, ne işiniz var’ demiş.
Gençler tabii öğrenmek istiyor çünkü Haki ile Gözlüklü Ali’nin önünü kestikleri yer, Tuzluçayır’da faşistlerin yeri olarak bilinen Akdere denilen nokta. Faşistler de buraya zaman zaman gelirdi, onlar da nöbet tutuyordu. Buralar, mahallenin faşistlere karşı korunmaya çalışıldığı yerlerdi ve gençler de sürekli devriye geziyordu. Haki arkadaşla da karşılaşınca bu amaçla kimsiniz, nereye gidiyorsunuz diye soruyorlar. Saat de geç; 10, 11 civarı.
Çevirip sorguladıklarının Kemal’in arkadaşları olduğunu öğrendiklerinde gençlerin gözleri parladı. Özür dilediler. Kemal arkadaş, ‘Özür dilemeyin, görevinizi yapıyorsunuz’ dedi. Orada bir süre daha kalıp ayrıldık.
Bu olaydan sonra yalnız ikimiz, Kemal ve ben, yakındaki bir mezrada bulunan bir eve gittik. Eve en fazla 60-70 metre mesafede bir komşu köylümüzün de evi vardı, ismi Şêxo’ydu. Buradaki evi de bize onlar bulmuştu. Şêxo, TRT Elmadağ’da çalışıyordu. Geldiğimizi duyunca, ‘Hoşgeldiniz’ demeye geldi. O dönemde devrimci çalışmada boş sohbetler yoktu; her sohbet hemen siyasi tartışmaya dönerdi.
Benim köylü, CHP’liydi. Ona mevcut iktidarı ve Kürdistan’daki durumu anlatıyordum. Ben ne desem ‘Boştur’ diyor! Onu da Kürt sorununa duyarlı hale getirmeye çalışıyorduk ama köylüm, sürekli, ‘Bunlar boş şeyler, olmaz, kendinizi de harcıyorsunuz, sonuç alamazsınız’ diyordu.
Kemal ileride oturmuş, bizi dinliyordu. Ben ne desem köylümün hayır dediğini görünce, ‘Hele siz bir durun, bir de biz abimizle tartışalım’ dedi.
Bir saat kadar tartıştılar. Kemal konuştukça benim köylü yumuşuyordu. Kemal, kendini gerçekten de dinletti. Benim köylü sonunda, ‘Siz devrim için yürüyün, kömürlüğümde Ebu Müslüm’ün baltası var, ben de onu da alıp peşinizden devrim yürüyüşüne katılacağım’ dedi. Kemal onu böyle etkiledi. Buna biz de şaşırdık. O da Alevi bir Kürt’tü ve Alevilerde Ebu Müslüm, değer verilen bir insandı. Ebu Müslüm’ün baltasıyla devrimde yer alma sözünü vermesi ilginçti. O güne kadar devrime inanmayan biriydi, Kemal Pir’den etkilenip böyle bir söz verdi. Bu anı hiç unutmam.”
SURUÇ
Kemal Pir’in bu dönemde uğramadan bırakmadığı yerlerden biri de Suruç’tur. Burası, onun en fazla çalıştığı, emek verdiği yerlerden de biri. Antep ile Urfa arasında mekik dokurken her seferinde Suruç’a uğrar; oradaki gençlerle ilgilenir, tartışır; Karasu’nun anlattığına göreyse, gittiği her yerde olduğu gibi Suruç’a da onun devrimci ruhu ve hareketliliği, eylemci karakteri yansır.
Karasu, “Suruçlular Kemal Pir’le bir araya geldiklerinde devrimin birkaç gün içinde gerçekleşebileceğini sandıklarını, kısa sürede büyük eylemlerin başlayabileceğini hissettiklerini anlatıyorlardı; onun herkeste bir devrimci ruh ve heyecan oluşturduğunu söyleyerek aslında Kemal Pir’in karakterini ortaya koyuyorlardı” diyor.
İLK YAKALANMALAR
O günlerde Mustafa Karasu’yu ve diğer yoldaşlarını bu düzeyde etkileyen Kemal Pir, sadece halkın değil, devletin de dikkatini çekiyordu. Kontrgerillanın yakın takibi, 1977’den itibaren iyice belirgin oldu.
Kemal Pir ilk kez Ankara’da, 3 Haziran 1977’de, bir komplo sonucu yakalandı; üzerinde silahı da vardı.
Önce Ankara, ardından ise Ordu’daki Ulubey Cezaevi’ne konulan Kemal Pir, sonuncusundan kısa sürede kaçmayı başardı ve görevlerinin başına döndü.
Pir’in ikinci yakalanması, Maraş’a bağlı Pazarcık’ta olacaktı: 8 Aralık 1978’de yakalandığında üzerinde sahte kimlik vardı. Polis, onun kim olduğunu elbette biliyordu ama buna rağmen Kemal Pir, ismini bile kabul etmedi. Ağır işkencelere maruz kaldığı bugünlerde, inandırıcılığını hayatı ile güçlendireceği şu cümleyi kuracaktı: “Düşman kendini, bize her türlü işkenceyi yapmakta ve en kutsal değerlere saldırmakta özgür görüyor ama biz devrimciler de direnmekte özgürüz ve düşmanı bir saat daha uğraştırmak için bile olsa adımı dahi kabul etmeyeceğim.”
İşkenceli sorgular ardından Kemal Pir, bu kez de Adana Cezaevi’ne götürüldü. Pir, burayı bir okula dönüştürecek, verdiği seminerler ve yürüttüğü eğitim çalışmalarıyla ulusal kurtuluş bilincini birçok tutsağa aşılayacaktı. Hele de o kuruluş günlerinde bu çalışma, tarihsel kıymete sahipti.
Ismet Kayhan’ı Kaleminden….
devam edecek