HABER MERKEZİ
Zagros yine süslemişti çocuklarını, başka bir bahara hazırlar gibi. Cîlo, Çarçêla ve Govendê… En az baharın yeşilliği kadar kışın beyazlığı da yakışmıştı onlara. Çarçêla nazlı bir genç kız gibiydi. Uzanan eteğini de Govendê eşlik ederek tutuyordu. Cîlo ise onlardan uzak olmanın acısını
çeker gibi boynunu bükmüş hüzne dalıyordu.
Zagroslarda kış mevsimi oldukça serttir. Özellikle yüksek yerlerinde bu daha çok belirgindir. Fakat o kış, yoğun bir kar yağışı vardı. Geçen yıllara göre oldukça fazlaydı. Her tarafı bembeyaz bir örtü sarmıştı. Karın, yaşamı felç ettiğini söylüyorlardı da ama bizim için pek de öyle değildi. Bazen bölükçe çıkıp soğuk savaşın tadını çıkarıyorduk. İki takım karşı karşıya geçti mi, artık kimse bizleri durduramıyordu. Seviyorduk karla oynamayı, yağmurun altında sırılsıklam yürümeyi. Doğanın bize bahşettiği her şeyi seviyorduk, aslında yaşamı seviyorduk. Ve tabi sevgimize doğa ana karşılık verip bizi kucaklıyordu. O da hissediyordu gerillanın onun bir parçası olduğunu. Ve anlıyordu gerillanın onun en vefalı çocukları olduğunu, unutmadıklarını…
Fakat bazı günlerde, hiç ummadığın bir anda doğanın öfkelendiği zamanlar da olur. Ve kimse o anla cezalandırılmak istemez sanırım. İşte o anlardan bir tanesi…
O gün akşama doğru herkes kampa girdikten sonra, bizim takımdan üç arkadaş planlama dahilinde benzin almaya gidecektik. Yer çok uzak değildi fakat çok kar yağdığı için engel oluşturuyordu. Artık dönüşümlü bir şekilde her arkadaş öncü olup yolu açıyorduk. Ben, Ronahî ve Nudem arkadaş bir yandan şaka yapıyor bir yandan da üşüyen ellerimizi birbirine vurarak ısıtmaya çalışıyorduk. Ronahî arkadaş takım komutanımızdı ve Kuzey hayalleriyle tanınıyordu. Her iki arkadaş da uzun bir zaman pratikte kalmış ve oldukça fedakar arkadaşlardı. Zorluklar insanı daha da güçlendirir ve yoldaşları birbirine daha da bağlar. Onun için bu yoldaşlarla beraber yaşamak insanı heyecanlandırıyor. Onlarla yaşama sarılıyor ve yaratılanların değerini çok daha iyi anlıyorsun. Ronahî arkadaş yolu açarken bile “heval, bir gün Kuzey’de de böyle yürüyeceğiz” diyordu. Ben ve Nudem arkadaş da ona gülüyor öte taraftan da “olur olur, merak etme heval, biz de bir gün o kutsal topraklara ayak basarız” diyerek, birbirimize umut vermeye çalışıyorduk.
Kış boyu gündemimizi oluşturan konulardan bir tanesiydi “Kuzey hayalleri”… Her özgürlük savaşçısının hayalidir aslında. Önderliğe, şehitlere cevap olmak ve onların yarattıklarına layık olmak için ön cephelerde pratik görmek, savaşmak… Gerilla yüreği işte, Kuzey’e yakınlaştıkça özgürlüğe daha bir yakın olduğumuzu hissederiz. O yüzden o umudu hep taşırız.
Soğuk bir akşamda, sıcak sohbetin verdiği moralle patikayı açtıktan sonra benzin bidonlarını doldurup tekrar geri döndük. O kadar sert bir rüzgâr esiyordu ki, sanki doğa bir şeylere kızmış, hırsını bizden almaya çalışıyordu. Biraz ilerledikten sonra hava daha da sertleşmeye başladı ve bu defa karla beraber esiyor, topladığı sert kar tanelerini suratımıza vuruyordu. Her adımımızda yüzümüze vuran bu öfkenin nedenini anlamaya çalışıyordum. Yine doğa anayı kızdıracak ne yaptı bu insanlar diye düşünürken, kendimi bir anda yerde buldum. Kalkmaya çalışırken ayağım kaydı ve tekrar düştüm. Bu defa kendime gülmeye başladım. Ronahî ve Nudem arkadaş bana tuhaf tuhaf bakıyor ve bu yersiz gülüşüme anlam vermek istiyor gibiydiler. Bu defa Nudem elini uzatıp yardım etmek isteyince o da bidonuyla beraber üzerime düştü. Gerçekten kötü bir düşüş olmasına rağmen çok da komik bir görüntü ortaya çıkmıştı. Hava o kadar kötü olmasına rağmen ona aldırmadan gülüyorduk. Biraz daha kalıp gülseydik eğer, Ronahî arkadaşın bize müdahale edeceğini tahmin edip tekrar düşmeden kalkmayı başardık. Kampa girmeden önce bidonları boşaltmamız gerekiyordu. İki arkadaş bidonlarını boşalttıktan sonra sıra bana geldi. Tam o sırada büyük bir gürültüyle karın üzerimize doğru geldiğini hissettik. O sırada onlara seslenip koşmalarını, beni beklememelerini haykırıyordum. Onlar da benim yanlarına yetişmemi istiyorlardı. Ne onlar gidebildi ne de ben gidebildim yanlarına. Bu manzara karşısında bir anda 2011 yılında Dola Kokê’de çığda şehit düşen kadın arkadaşları anımsadım. Onlar da belki ölüme yaklaşırken bu duyguları yaşamışlardı. Belki de yaşanan mevsimin bu anlamsız öfkesine aldırmamış, veda edercesine, birbirlerine gülümseyerek ayrılmışlardı. Tam da kadınlar gününde sekiz yoldaşımızı vermiştik doğa anaya.
Gelen sert bir rüzgarın bir tokat gibi yüzüme vurmasıyla kendime geldim. Rüzgara karşı koyup, başımı kaldırarak iki arkadaşın iyi olduklarını görmek istedim. Onları yamaçta zor da olsa seçebildim. İkisi birbirine sarılmış bir şekilde, esen rüzgara karşı sağlam durmaya gayret ediyorlardı. İkisinin beraber olduğunu görmek beni oldukça sevindirmişti. O an yoldaşlığın anlamını kelimelerle anlatamam, sadece karşımda duran manzara ve yaşadıklarımız her şeyi anlatıyordu.
Bazen kelimeler, yaşananlar karşısında kıyafetsiz kalır ve utanırcasına susarlar. Onları layıkıyla anlatamamanın boşluğunu yaşarlar. Yaşamımızda çoğu şey öyle değil midir? Bazı kavramların yaşanmadan tam anlaşılmadığını yaşadıkça anlamadık mı? Şimdi bizden daha iyi kim anlatabilir hakikati, kim gerçek yoldaşlığı tarif edebilir ve kimler yaşam uğruna ölümlere gidildiğini bizden daha iyi anlayabilir? Ölümle karşı karşıya gelmenin nasıl bir duygu olduğunu bir gerilladan daha iyi kim yaşayabilir? Ve her şey bittikten sonra yaşanılanlara rağmen, sırf o yoldaşlarının yüzlerindeki tebessümü görmek için kim acıları komediye çevirir? O yüzden burada anıları yaşamak bile yeterlidir. Zaten insana kalan güzel şeylerden bir tanesi de anılardır.
Anılar yaşamımızda derin izler bırakan olaylardır. Yaşadığımız müddetçe yakamıza yapışır ve zamanı geldiğinde hesap isterler. Sen de içinde birikmiş özlemle bedelini ödersin. Ama her şeye rağmen “iyi ki burada, bu yoldaşlarla yaşadım” dersin. Ve o anları hatırladıkça yüzünde anlamlı bir tebessüm beliriverir. Yüreğinde ise eskiye olan özlem…
Biraz zaman geçtikten sonra karla karışık esen rüzgârın hafiflediğini hissettik. Çığ olmadığına ne kadar sevinmiştik. Hemen harekete geçip arkadaşların yanına gittim ve onlara tekrar kavuşmanın sevinciyle ikisine sarıldım. O kopmaz bağlarımızı yaratan büyü de neydi öyle? Yürekten yüreğe tüm güzel duyguları hissettiren ve tüm renklilikleri bir araya getiren şey bir mucizeden başka ne olabilir ki! Dünyanın neresinde görülmüştür böylesine bir bağlılık… “Yoldaş” kelimesini kulağımıza ve yüreğimize fısıldayan özgürlük gizemine, ancak bağlılığımızı daha da güçlendirerek layık çıkabiliriz.
Ronahi arkadaşın “heval, hadi bir an önce gidelim” demesiyle hızlı bir şekilde kampa girdik. Kamptakiler bizi oldukça merak etmişlerdi. Biz de onları telaşlandırmamak için olayı anlatmadık. Sadece olayın komik yanlarını aktarıp onların gülüşlerini izledik. Arkadaşlara yaşadıklarımızı anlatıp onları güldürmeyi başarmanın keyfini yaşadık. Böylelikle anılar listesine bir anı eklenmiş ve akıllarda güzel gülüşler yerini almıştı.