Severek okuduğum, ince fikirlerine değer verdiğim ve biraz da cin fikirlilik olarak adlandırdığım gazeteci yazar Veysi Sarısözenin ziyareti de anlamlıdır.
HABER MERKEZİ
Dost düşman çok kişi konuk oldu dağlarımıza. Çok kişi geldi, gördü, izledi, anlamaya ve anlatmaya çalıştı. Anlamaya çalışır görünmesine rağmen en anlaşılmayacak olanı yazan da oldu, güzel ayrıntıları yakalayarak gerilla ruhundan anları resmedenler de. Gerillanın en temel özelliği olan insana güveni bir iki günlük yaşamın merkezine koyarak satır aralarını yaşamın merkezi olarak ele alan ve hakikati parçalayarak hakikat olmaktan çıkaranlar da oldu, bir küçük yaşam parçasından gerilla dünyasını anlamaya çalışanlar da.
Kimi zaman gerilla alanlarını ziyaret edenlerin yazılarını okurken, kendimi onların yerine koyarak dışarıdan bir göz olarak bakmaya ve onların gördüklerini görmeye çalıştım. Her topluluğun tarifini en güzel o topluluğun üyeleri yapar. Bu sözü, yaşamın içinde, kendi yaşamımızı gözlemlediğim kadar yaşamımızı gözlemleyenlerin kalemleri karşısında hissettiklerimden süzdüm.
Çok kişi geldi dağlarımıza, çok kişi konuğumuz oldu. Bize en yakın, bize en uzak da olsa, konuklarımızı en güzel şekilde karşılamaya çalıştık. Bunu tüm işleyişlerin uzağında bulunduğumuz toplumsallığın bir sonucu olarak yaşadık. Ilımlı görünen ve gülümseyerek soranlar kadar her sorunun üzerine bir şüphe yapıştıran aydınlar(!) da oldu, esir askerler de. Hepsine karşı gösterdiğimiz davranışlar, kendi yeni toplumsallığımızın insan anlayışı temelinde oldu. Çoğunda birbirimize davrandığımızdan daha anlayışlı, daha tamamlayıcı, daha kavratıcı olmaya da çalıştık. Bizim yaşamımızın bıraktığı etkileri yetersiz ya da yanlışlı bulsak da anlam vermeye çalıştık çünkü hepsinde bir anlama çabası görmeyi kendi yaratım perspektifimizin esası bildik. Böyle bakmaya çalıştık.
Bunlara rağmen gerilla alanlarına yapılan ziyaretlerde eksik olan şeyin duygu olduğunu söylemek zorundayım. Benimseyen, ılımlı yaklaşan, siyaset yapma amacında olan, gazetecilik anlayışı doğrultusunda ele alan veya başka sebeplerle ortaya koyabileceğimiz birçok amaçlı ziyaretçimiz oldu. Hepsi de bizler için özgürlük mücadelemizin gereği olan anlamlı ziyaretlerdir. Ama en pozitif amaçla da olsa görebildiğim kadarıyla duygu eksikliği gerillayı anlatmaya yetmiyor. Yetmediği gibi sevecenlik adına basitleştiriyor.
Bir iki somut örnekle düşünceme açıklık getirmeye çalışayım.
Kürdistanı ziyaret eden gazetecilerin her şeyden önce Kürdistanda ne yediklerini anlatmaları hep garibime gitmiştir. Latin Amerikayı işgale giden İspanyolların oradaki nimetleri anlatışlarına benzer duyumsamalar beni bulur böyle değerlendirmeleri okuduğumda. Amed’de hangi kebabın yendiği, Vanda kahvaltının nasıl olduğu örnekleri, nesnenin güzelliğini anlatarak öznenin iştahını kabartmayı amaçlamaktadır. Erkek egemenliğinin işgal zihniyetinin somutlaşmasının cazibe odakları yaratmasıdır bu. Beyne giden yolun mideden geçmesi sözü de bu durumu karşılar mı bilemiyorum. Bu bakış açısının kimi kadınlarda görülmesi daha acıdır. Bir anlamda, erkek dünyasında varolmak için bazı konularda aşık atmaya çalışmak olarak yorumluyorum.
Buna benzer yaklaşımlar belli boyutta gerillaya yapılan ziyaretlerde de görülebiliyor. En iyisinden anlatışların bunlar da insan dercesine gelişmesini oldukça rahatsız edici bulduğumu belirtebilirim. Gördüğü gerillayla bozuk Türkçe konuşarak anlaşmaya çalışan gazeteciler kadar onların tüm olanaksızlıklara (!) rağmen yaşamın güzelliklerini anlatmaya kendilerini zorlamaları gerçekten dokunaklı. Ama ne yazık ki, gerilla anlamına, gerilla dünyasına ve gerilla yüreğine dokunmuyor. Kişi olarak egemen zihniyetten kurtulmayan aydın gerçeğine dokunmuş oluyor.
Gerillayı en güzel anlatacak olan gerilladır ama bu belirlemenin, gerilla olmayanların gerillayı anlatma haklarını ellerinden almadığını düşünüyorum. Bununla birlikte, anlatmak isteyenlerin öncelikle anlamaya çalışmasını önemsiyorum. Dağlarda gerilla edebiyatı var ve gerillalar kendilerini oluşturan anlamları, yaşamları, ilişkileri ve dünyaları gerilla edebiyatıyla tanımlıyorlar. Aslında bu çalışmalar bir gerilla sosyolojisi oluşturuyor. Özgürlük sosyolojisine ulaşmaya çalışan bir gerilla sosyolojisi en güzel ifadesini gerilla edebiyatında buluyor. Öncelikle gerilla edebiyatının gerillayı anlamak için önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda kendi halkımız ve tüm demokratik ulus halkları olmak üzere, yetersiz kaldığımızdan dolayı tüm halklara bir özür borçlu olduğumuzu belirtmek istiyorum. Bunca savaşın, mücadelenin ve yaşamın kendi doğal dili dışında simgesel bir dili de olmalı.
Severek okuduğum, ince fikirlerine değer verdiğim ve biraz da cin fikirlilik olarak adlandırdığım gazeteci yazar Veysi Sarısözenin ziyareti de anlamlıdır. Özgür topraklara atılan her adımın tarihsel anlamı ve değeri vardır. Ama gerillayı anlatan yazılarında bu cin fikirliliği bulamadığımı üzülerek belirtmek durumundayım. Gerillanın gözlemlenecek, anlatılacak ve yazılacak onca çok şeyi olmasına rağmen yazılanlar gerçek tanımımızı karşılamaya yetmemektedir. Kimlikler anlatılırken o kimliği oluşturan öğeler öncelikle anlatılır, ki bunlar belli oranda yazılara yansımış. Erkek egemenliğiyle mücadele, inşa çalışmalarımız, parasız yaşayışımız, doğal tedavi yöntemlerimiz ele alınmış. Bunun yanında görünenin ötesinde gerilla yaşamının ayrıntılarına girildiğinde sohbetler, yaşananlar, yazılanlar kanımca amacı karşılayacak pahada olmamış. Kişisel olarak beklentimin daha fazla olduğunu ve okuyucusu olan birçok arkadaşımın da bu beklentiyi yaşadığını belirtsem herhalde yanlış olmaz. Popüler yaklaşımların aydınlarımızı bunca etkilediğini görmek üzücüdür. En ilginç olan ve sıradan olmayan şeyleri bulup yazmaya çalışmak gerilla yaşamı için gerekli değildir. Gerilla yaşamının her anı, her ayrıntısı gerilla olmayanlar için ilginçtir zaten. Bundan olmalı sıradan olmayan şeyleri bulmaya çalıştıkça anlatım sıradanlaşmaktadır.
Dilzar DÎLOK