HABER MERKEZİ- Kadir Ali’nin kaleminden: “Gidin orada bize de yer yapın. Ama kolay ölmeyin”
BU PARTİ SİZ ARAPLARIN DA PARTİSİDİR
‘97 yılında, Temmuz’un yirmi üçünü, yirmi dördüne bağlayan gece Şam’a ulaşmıştık. Daha sonra Önderliğin şoförü olduğunu öğreneceğim bir arkadaş bizi almaya gelmişti. Grubumuz ikisi bayan, iki erkek arkadaştan oluşuyordu. Yanımızdaki eşyaları arabanın bagajına bırakıp, arabaya bindik.
Belli bir mesafe katettikten sonra araba, şehir dışında büyük bir demir kapının önünde durdu ve kapı kendiliğinden açılmaya başladı. Neresi olduğunu bilmediğimiz bu alana arabayla kapıdan içeri girdik. Bizi getiren arkadaş, “İşte geldik! Burası, Parti Merkez Okulu” dedi. Gecenin geç bir saatiydi ve herkes uyumuştu. Bizi yalnız bir arkadaş karşılamıştı. O arkadaşın da gece subayı olduğu söylendi. Çok heyecanlı olduğum için bir türlü Önderlik sahasına geldiğime inanamıyordum. Böyle bir şans kolay kolay kimsenin eline geçmez diye kafamdan geçirdim. Milyonlarca insanın görmeye can attığı o Büyük İnsanı görecek ve onun eğitiminde kalacağımı düşündükçe, heyecanım yüreğimin dayanamayacağı bir hal alıyordu.
Sabaha kadar uyuyamadım. Gözlerimi kapattığımda, Önderlikle görüşeceğim anı düşünmeden edemiyordum. Gözlerimi açtığımda da öyle. Bu heyecanlı bekleyişime tanıklık eden pencereden içeriye süzülen ay ışığıydı.
Partiye katılımımdan, o an alana gelişe kadar yaşadıklarım, bir bir gözlerimin önünden geçti. Katılırken Önder Apo’yu görebileceğimi tahmin etmiyordum. Ama şimdi Önderlik sahasındaydım. Henüz kendisini görmemiştim ama nasıl olsa artık Sahadaydım ve mutlaka görecektim. Ben bu düşüncelere dalmışken yavaş yavaş hava aydınlanmaya başlamıştı. Nöbetçi arkadaşlar “Rojbaş heval no” diye seslenerek herkesi uyandırmaya başladı.
Arkadaşlardan Önderliğin Akademide olmadığını, ama bir hafta içerisinde gelebileceğini öğrenmiştik.
Sabah eğitim başlamadan önce, bizim için askeri bir karşılama töreni yapıldı. Koordine arkadaş, dördümüzü içtimanın karşısına çıkararak bizleri tanıttı ve; “Bize söylemek isteğimiz bir şey var mı?” diye sordu.
Hepimiz çok heyecanlıydık. Bir de yüzlerce arkadaşın karşısında söyleyecek bir şey gelmiyordu aklımıza. Üç arkadaş aramızda anlaşarak konuşmayı aramızda en konuşkan olan diğer arkadaşa yükledik. Törendeki arkadaşlar, bu heyecanımızı görünce hafiften gülümsediler. Grup sözcüsü olarak seçtiğimiz arkadaş, sesine yansıyan bir heyecanla kısa bir konuma yapıp bizi kurtardı. Sözlerini bitirdikten sonra, arkadaşların hepsi alkışladı. Sonra sıranın başından başlayarak, sonuna kadar arkadaşlarla tek tek tokalaştık. İki yüzden fazla arkadaş vardı. Bu karşılama töreninden çok etkilendim. Bana moral vermişti. Yeni gelen tek bir arkadaş da olsa, Akademi öğrencileri onu törenle karşılıyorlardı. Sonra Kamelyaya geçip, eğitim düzeni alındı. Eğitim başlamadan önce yine biz yeni gelenler, birer birer kalkıp kendimizi tanıttık ve devreye katılım sözümüzü verdik. Artık bizlerde resmi olarak Önderliğin eğitim verdiği Parti Merkez Okulunun öğrencisi olmuştuk.
Önderliği görmemiz, bize çok uzun gelen bir hafta sonra, ancak gerçekleşebildi. Artık ortama alışmaya başlamıştık. Çok farklı bir ortamdı. Eksiksiz işleyen doğal bir sistem oturmuştu. Sabah kalkışla birlikte içtima alınıyor, hemen sonrasında bir saatlik spor yapılıyor ve ardından kahvaltıya geçiliyordu. Saat 7:30’da eğitim başlıyor, 11 den 1:30’a kadar ara veriliyor. 1:30’da tekrardan başlayıp 4’te bitiyordu. İki günde bir tekmil alınıyor ve akşamlar televizyon izleme ve bireysel çalışmalarla geçiyordu. Fakat ortama asıl hakim olan bu resmi işleyişi dışında, yaşamdaki doğal havaydı. Doğal bir işleyiş vardı. Herkesin gönülden katıldığı, monoton ve sıkıcı olmayan, ilişki ve tartışmaların çok sıcak olduğu, her şeyin paylaşıldığı bir ortamdı. Ben, o zaman “Sosyalist yaşam denen herhalde bu oluyor” diye düşünmüştüm. Adeta Ortadoğu’nun o sıcak çölünde yaşamın fışkırdığı serin bir vahaydı.
Yine bu coğrafyada ve çok geri olan dünyadaki egemen sistemin içinde bir özgür yaşam adacığı gibiydi. Bunu, Önderlik yaratmıştı. Dışarıda yaşanan zaman ve mekandan bağımsız olan burada, yeni bir yaşam yaratılmaktaydı. Bireyde ve düşüncede eski olan; düşmana, egemenlikli sisteme ait olan yıkılıyor; yeni olan, toplum için olan, eşitlik ve özgürlük adına olan inşa ediliyordu. Önderliğin inşa etmek istedikleri ile, bizim kişiliklerimizde eskiye ait olan özelliklerin mücadele alanıydı burası. Bu mücadele, öyle bir enerji açığa çıkarıyordu ki, Okul ortamı bir yaşam kaynağı kadar canlı, hareketli ve coşkulu bir alan haline geliyordu. Herkes, bu ölçüleri yakalamaya çalışıyor; ulaştığı düzeyi çevresiyle paylaşıyordu. Çevresindeki yetersizliklere müdahale ediyor, eleştiriyor ve böylece doğal bir denetim hakim oluyordu. Ben, bu ortamı, çevremi gözlemlemeye ve anlamaya çalışırken, bir hafta geçmişti. Ki sabah, beklediğimiz arabanın sesini duyduk. Evet sabırsızlıkla beklediğimiz an gelmişti!
Gelen Önder Apo idi. Öğle yemeğini birlikte yiyecektik.
Öğle vaktini sabırsızlıkla beklerken diğer yandan da Önderlikle ilk karşılaşma anını hayal etmeye ve nasıl davranacağımı düşünmeye koyulmuştum. Kafamda bir türlü, net bir kurguya ulaşamıyordum. En son vazgeçip doğallığına bırakmaya karar verdim. Sanırım en doğrusunu yapmıştım. Derken öğle vakti gelivermişti. Koordine arkadaş, hazırlanmamızı söyledi. Evet o an gelmişti. Arkadaşların rahatlatıcı sözlerine ve tecrübelerini aktarmalarına karşın oldukça heyecanlıydım. Arkadaşlar, “Doğal olun. Önderliğin yanında herkes kendisini rahat hisseder. Önderlik insanın heyecanını adeta ondan alır” diyorlardı. Ama bu sözler neye yarar! Diğer üç arkadaş da en az benim kadar heyecanlıydılar. Biz Önderliğin kaldığı binanın kapısı önünde heyecan içinde beklerken koordine arkadaş bizi çağırdı. Giriş kapısından geçer geçmez, odanın içinden oldukça gür “Geldiniz mi” diyen bir ses duyduk. Ardından kapıda heybetli dik duruşuyla yaşamın öz kaynağı gibi parlayan ve anında tüm benliğimizi saran siyah gözlerinin ışıltısıyla Önder Apo karşımızdaydı. O an kafamdan geçen düşünceleri sanırım hiçbir zaman tarif edemem, ama o anki duyguları, o ruhsal havayı, Önderliğin her bakışını her fotoğrafını gördüğümde yaşayacaktım. O zamana kadar yaşamadığım, yabancısı olduğum duygulardı. Sanki o bakıştan bana geçen, yepyeni bir enerji, bir yaşam gücü vardı. O anın saatlerce, günlerce sürmesini isterdim. Bir baktım ki Önderliğin eli elimde, beni ileri çekip iki yanağımdan öperek selamlaştı. Tüm arkadaşlarla aynı şekilde selamlaştıktan sonra bizi oturma salonuna aldı. Geçip yerlerimize oturduk.
Sondan başlayarak tanışma sorularını sormaya başladı. Ben, üçüncü sıradaydım. Diğer arkadaşlarla konuşurken gözlerim ve tüm dikkatim Önderlikteydi. Sorularında, üslubunda, hatta ses tonunda o kadar samimi, tanıdık bir hava vardı ki; insana kendisini çok yakın, samimi bir arkadaşının yanındaymış gibi hissettiryordu. Hala heyecan devam etse de başta yaşadığımız panikten hiçbir eser kalmamıştı.. Çok doğal bir sohbet ortamı oluşmuştu. Sıra bana gelmişti. Gözlerimin içine baktı, o an elektrik çarpmış gibi oldum. Gözlerimi anında gözlerinden kaçırdım. Fakat rahattım. Kendi sesimi dinledim, beni şaşırtacak düzeyde sesim normal çıkıyordu. Kendimi kısaca tanıttım.
Nereli olduğumu sordu. Sonra
-Arap mısın? dedi. “Evet” dedim
Gülümseyerek; “Demek ki, sen de bizden etkilendin ve geldin. Peki bizimle yürüyebilecek misin? Bizim yaşamımız, mücadelemiz zordur” dedi.
Yürüme konusunda kararlı ve iddialı olduğumu söyledim.
–Şunun için söylüyorum; Sizin oradan katılanlar oldu, fakat zorlandılar. Çok iyi niyetliydiler, fakat bizim yaşam ve mücadele koşullarımız onlara zor geliyor, zorlanıyorlar” dedi ve devam etti:
–Sizlerin (Arapların) gelişini önemsiyoruz. Burada eğitim güçlü, doğru yaklaşırsan seni güçlendirir. Yaşamımızı da görürsün, tanırsın. Eğer iddialıysan, en onurlu yaşam bu yaşamdır. Halklarımız adına, devrim adına en onurlu yürüyüş, bu yürüyüştür. Bu parti, sizlerin, Arapların da partisidir. Gerisi size kalmış. Bak, devrimin önemli çalışmalarını burada, sizin topraklarınızda yürütüyoruz. ” dedi..
Ben de bu perspektif ve kararlılıkla eğitimden güçlü sonuç almaya çalışacağımı belirttim.
Daha sonra Önder Apo bizimle ortak sohbete devam etti. Geldiğimiz alana, siyasal sürece, yine Akademi’ye ilişkin birçok soru sordu ve bizim görüşlerimizi aldı. Bunu yaparken, bir yandan TV’den haberleri izliyor bir yandan da radyodan BBC’yi dinliyordu. Üç işi birlikte yapıyordu. Haber dinlemesine karşın, söylediğimiz hiçbir kelimeyi kaçırmıyordu. Çok şaşırmıştım. İki saate yakın bizimle konuştuktan sonra birlikte yemek yedik ve bize ayaküstü o günün son perspektiflerini verdi. “Her şey, size bağlı. Burada bir eğitim sistemi var. Almak isterseniz, sonuna kadar imkan var. Ve önünüz açık. Bunun dışında, kimseden bir şey beklemeyin. Belirleyici olan sizin yaklaşımınızdır” diyerek, bize başarılar diledikten sonra odadan ayrıldık. Çok rahatlamış ve çok büyük bir güç ve moral almıştım. Önderliğin sıcak, yoldaşça yaklaşımı ve verdiği perspektifler adeta beni büyülemişti.
Kendimi her zamankinden daha güçlü, iddialı ve moralli hissediyordum. Zayıflık ve eksikliklerimi aşma kararlılığım büyümüş devrimci iddiam güçlenmişti. Bundan sonra bizlere Önderliğin, partinin sunduğu bu büyük şansı iyi değerlendirmek, verilen emeğe hakkını vermek ve layık olmak düşüyordu.
Siz yaşadığınız sürece bilin ki beni de yaşatmış olacaksınız
Bahar’da başlayan devrenin son haftalarına denk gelmiştik. Bir sonraki devrenin öğrencileri olarak biz de derslere katılıyorduk. Yoğun bir çözümleme sürecinden sonra devreyi tamamlayan arkadaşlar, pratiğe yöneleceklerdi. Ortadoğu’nun sıcak bir yazını daha geride bırakırken, bir eğitim devresi de sonuçlanmıştı. Düzenlemeler yapılmış, ülkenin her tarafına gidecek gruplar hazırlanmıştı. Tüm arkadaşlarda büyük bir heyecan ve coşku vardı. Bir devreyi tamamlamış arkadaşların çoğu gidiyor, devrenin ortalarında veya sonlarında gelmiş olan bizler de bir sonraki devreye kalıyorduk. Ama kalacak olan bizler de en az gidecek arkadaşlar kadar heyecanlıydık. Herkes, bu atmosferin etkisindeydi. Son sohbetler, son voltalar, yoldaşça yapılan son nasihatler, başarı dilekleri ve umutlar; yine çekilen son hüzün, sevinç manzaralı hatıra fotoğrafları ve göz nuru el emeği yapılan bireysel defterlere yazdırılan birkaç cümlelik anı yazıları. Hepsi de ülke özlemi, zafer umudu ve fiziki ayrılığın buruk duygularını içeriyordu. Bütün bu duygular, iç içe geçmişti ve yoğundu. Herkes, aynı duyguları paylaşıyordu. O mekanda her şey paylaşılır. Tarifi zor, ortak bir ruh hali vardır. Herkes, birlikte sevinir, birlikte üzülür. Bir halkın tüm özgürlük duyguları, en üst düzeyde burada yaşanır. Tüm yürekler ülke ve özgürlük için atar. Çünkü ‘yaratılacak ülkenin ve özgürlüğün mimarının mekanıdır’ burası. Bunlar başta burada imar edilmekte ve ülkeye taşırılmaktatır. Adeta Arap çölünün ortasında, bir özgür ülke parçasıydı Akademi. Çevresinden ayrı bir mekanda ve zamanda yaşayan, bir ülke parçasıydı.
Önderliğin, bir önceki gece, geç saatte okula geldiğini, arabanın sesinden anlamıştık. Grupların artık çıkış yapacağı netleşmişti. Sabah saat 8:00 de, o yola çıkacak grup önde olmak üzere hepimiz, Kamelya’da yerimizi almıştık. Önderlik gelip, gidecek arkadaşlara genel bir çerçeve ve perspektif sunduktan sonra onları teker teker diyaloga kaldırıp, sözleşmelere başladı. Kalkan her arkadaş, önce kendisini tanıtıyor, kararlılık ve hazırlık düzeyini ortaya koyuyordu. Önderlik, bir-iki soru sorduktan sonra o arkadaşın düzeyine ve kişilik özelliklerine göre değerlendirip, güç veriyordu. Ve sözleşiyordu. Sözleşmeler bittikten sonra Önderlik, gidecek arkadaşlarla fotoğraflar çektirdi.
Öğleden sonra spor sahasında, askeri bir törenle arkadaşlarla vedalaştık. Önderlik önde, gidecek arkadaşlar da etrafında arabalara doğru ilerlerken bizler de peşlerine takıldık. Önderlik, son perspektifleri veriyor, arkadaşlarla sohbet ediyordu. Derken arabalara kadar geldik. Ayrılık zamanı gelmişti. Herkes nefesini tutmuş, Önderliğin söyleyeceklerini bekliyordu.
Önderlik, ilkin gökyüzüne, sonra yaprakları sararmakta olan ağaçlara baktı. Işıl ışıl parlayan gözleri, bir an çok derinlere daldı. Yüreğinin derinliklerinden gelen bir sesle;
-Daha dün gibi. Kemal’i (Pir) de böyle göndermiştik, dedi.
Sonra giden arkadaşlara dönerek;
-Sizi de ülkeyle buluşturuyoruz. Kürdistan topraklarına serpiştiriyoruz. Ama kolay ölmeyeceksiniz. Kendinizle bizden bir parça götürüyorsunuz. Siz yaşadığınız sürece bilin ki beni de yaşatmış olacaksınız, dedi ve arkadaşları bir bir arabaya bindirip vedalaşırken;
-Gidin orada bize de yer yapın. Ama kolay ölmeyin sözünü defalarca tekrarladı.
O anda, bizler donup kalmıştık. Birisi dokunsa ağlayacaktık Birçok arkadaş da ağlıyordu.
Böylesi bir an, ne kadar anlatılabilir bilemiyorum? Böyle yüce duygular, dünyanın herhangi bir yerinde yaşanmış mıdır? Böylesi yurt sevgisi, yoldaş sevgisi, şehide bağlılık..vb duygular, bu denli somut, bu denli yalın bir ifadeye kavuşmuş mudur? Orada bulunan iki yüze yakın arkadaşın, hepimizin gözleri, kulakları ve tüm duyuları bir noktaya; Önderliğe kilitlenmişti. Bir beden olmuş, aynı yürekte atıyorduk sanki.
Ve biz, yüzlercesi yaşanan anlardan sadece birine tanık olmuştuk. Fakat Önderlik, yirmi yıldır otuz bine yakın yoldaşını eğiterek, emeğin en yücesini onlara sunarak hazırlamış ve grup grup büyük bir umutla göndermişti. Bu anı, bu duyguları yüzlerce defa tazelemişti. Nasıl bir yürek, buna dayanabilir? Nasıl bir yürek ki, bir ülkeyi, bir halkı, hatta dünyayı, insanlığı ve binlerce yoldaşını içine sığdırıyor?. Onları, özgürleştirme tutkusunun ve emeğinin içinde büyüten; tüm sevinçlerini ve acılarını içine sığdıran bir yürek. Ve her grubun gidişi veya her şahadet haberi O’nun için yeni bir yemin ve anıya bağlılık anlamındadır. O anda ağlayan bir bayan arkadaşa;
-Siz göz yaşlarınızı çok ucuz döküyorsunuz, ama ben göz yaşlarımı içime akıtıyorum ve onları bir güce, mücadele gücüne dönüştürüyorum, derken bunu ifade etmişti aslında. Arabalar nizamiyeye doğru yol alırken, biz sesimizi ülkeye ulaştırmak istercesine; “Biji Serok Apo”, “Bi Can, Bi xwin Em Bi Terene Ey Serok” sloganlarını atıyorduk. Önderlik, adeta tüm ülkeyi ve yoldaşlarını selamlarcasına, iki eliyle arabaların arkasından el sallamaktaydı. O an ülke Önderlik, Önderlik ise ülke olmuş sanki.”