Bir yılda bin 750 ev yıkıldı, yıkım devam etti, ediyor. Sur’da çıkan çatışma ve yıkımdan dolayı göç etmek zorunda kalan yurttaşların net sayısı belirlenemezken, yaklaşık 40 bin insanın evinden göç ettirildiği belirtiliyor. İlçede çatışmalar bitmesine rağmen yıkım ve sıkıyönetim uygulamaları devam etti. Sur’un büyük bir kısmında zırhlı araçlar, polis kontrol noktaları yer alırken, ilçenin tamamı açık hava karakoluna dönüştürüldü.
HABER MERKEZİ – Diyarbakır’ın Sur ilçesinde Türk devletinin “Bayrak-12” adıyla sürdürdüğü saldırıların başında yer alan en yüksek rütbeli isim 7. Kolordu Komutanı Korgeneral İbrahim Yılmaz’dı. Kolordu Komutanı Yılmaz’dan sonra operasyonun askeri komutasında yer alan ikinci kişi ise kamuoyunun yakından tanıdığı ve Mardin’de 1993-1994 yıllarında 13 köylünün katledilmesinin faili olarak yargılanan Musa Çitil’di. Çitil, yargılandığı davada beraat ettirilerek Jandarma Genel Komutan Yardımcılığına kadar getirildi. Sonra da Sur’da başlatılan saldırıda görevlendirildi.
Karakolla çevrilen binalar
İlçede okul, yurt, otel gibi birçok yere el konularak karakola dönüştürüldü. Green Park Otel özel mülkiyet olmasına rağmen karargah olarak kullanıldı. Halit Bin Velit Öğrenci Yurdu’na ise Türk güçleri yerleştirildi. Birçok Aile Sağlık Merkezi ve okul boşaltılarak polis noktalarına çevrildi. Yine Sur’da 12 noktada “güvenlik kulübeleri” adı altında karakollar kuruldu.
Gece gündüz çatışmaların olduğu, patlamaların meydana geldiği ilçede 103 günde resmi rakamlara göre, 2 yüzbaşı ve 2 teğmenin de aralarında bulunduğu 53 asker, 17 polis ve 1 korucu olmak üzere toplam 71 devlet görevlisi öldü. En az 392’si asker, 128’i polis, 3’ü korucu olmak üzere toplam 523 devlet gücü de yaralandı.
Ailelere cenaze işkencesi
Bu süre zarfında aralarında YPS ve YPS-Jin üyelerine ait olanların da olduğu 90 kişi şehit düştü. Sur’da başlatılan kuşatmayı protesto eylemlerinde ise 11 kişi katledildi. YPS ve YPS-Jin üyelerinin cenazeleri günlerce sokak ortasında kaldı. Aileler günler süren açlık grevi ardından cenazeleri alabildi.
Abluka, adım adım işgal ve büyük bir yıkım eşliğinde bir avuç gencin direnişi devam ederken dışarıda yapılabilen şunlardı:
Beyaz Nöbet
Diyarbakır Tabip Odası, Diyarbakır Eczacı Odası, Diyarbakır Dişhekimleri Odası, Sağlık ve Sos- yal Hizmet Emekçileri Sendikası Diyarbakır Şubesi ve Mezopotamya Toplum ve Sağlık Derneği’nden (METSAD) oluşan Diyarbakır Sağlık Platformu temsilcilerinin, abluka altındaki mahallelerde sivil halkın sağlık ihtiyacının karşılanmasına izin verilmesi talebiyle, Büyükşehir Belediyesi önünde “Ölüme karşı yaşam, siyaha karşı beyaz duruş” sloganıyla başlattıkları “Beyaz nöbet” eylemi 24 Aralık 2015 Perşembe günü başladı, 51 gün devam etti.
Bu eylem sırasında, gerek eyleme katılan sağlık emekçilerine gerekse Başbakanlık tarafından yayınlanan genelgeye istinaden, sağlık emekçilerine karşı bir linç kampanyası başlatıldı.
Haber Nöbeti
Sur ilçesindeki abluka esnasında basın emekçileri de bölgede çalışan meslektaşlarına destek olmak için bir nöbet eylemi başlattı. Birinci Haber Nöbeti Grubu, 3 Şubat’ta yola çıktı. Nöbet 8 hafta sürdü ve İstanbul, Ankara ve İzmir’den toplam 68 gazeteci katıldı. Bu gazeteciler yazdıkları haber ve izlenimleri, fotoğraf ve görüntülerini hükümet medyası ya da çok sıkı kontrol altındaki medya dışında mümkün olan en geniş yelpazede, yazılı, sesli ve görüntülü olarak yayınlattılar. Bu mecralarda Haber Nöbeti olmasa yapılmamış olacak 300’e yakın haber, izlenim, sesli ve görüntülü haber yer aldı. Bunun dışında çeşitli yayın organları tarafından eylemciler yüze yakın yazılı, sesli, görüntülü mülakat yapıldı. Kampanya, 8. haftayı da tamamladıktan sonra, 29 Mart günü tutuklu JİNHA muhabiri Beritan Canözer’in ilk duruşmasına kalabalık bir katılımla noktalandı.
Barış İnisiyatifleri
Ayşegül Devecioğlu, Bahri Bayram Belen, Dilek Gökçin, İbrahim Akın, Ferhat Tunç, Lale Mansur, Naci Sönmez, Nurcan Baysal, Türkan Uzun, Zeynep Tanbay, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD) şubeleri, Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası, Baro, Diyarbakır Sanayici ve İş İnsanları Derneği (DİSİAD), Diyarbakır Tabip Odası, KESK Şubeler Platformu, 24 Şubat’ta Şeyh Said Meydanı’nda bir basın açıklaması yaparak imza kampanyası başlattı. Kampanya 9 bin 506 kişi tarafından imzalandı. İmza kampanyasının çağrı metninde, “Sur’un üç ayrı mahallesinde on beşi, on yaşın altında bebek, çocuk ve yaralılar da dahil olmak üzere iki yüze yakın yurttaşımızın mahsur kaldığını biliyoruz. Bu mahallelerde, evlerde ve sokaklarda çok sayıda cenaze de bulunuyor. Yeni ölüler olmadan, bu işin insani koşullar altında çözüme ulaştırılması ve mahsur kalanların güvenli bir şekilde tahliye olabilmesi için sokağa çıkma yasağına yirmi dört saat süreyle ara verilmesini talep ediyoruz” denildi.
Koridor süreçleri
Sur ilçesinde sokağa çıkma yasakları devam ederken, abluka bölgesinde kalan siviller, HDP Milletvekilleri Sibel Yiğitalp ve Nursel Aydoğan’a telefonla ulaştı. Bunun üzerine vekiller, sivillerin sağlıklı biçimde tahliye edilmeleri için Diyarbakır Valiliği ile sürekli temaslarda bulundu. Bu süreçte kentte bulunan sanatçı, aydın ve sivil toplum örgütleri de heyet oluşturarak Diyarbakır Valiliği ile temaslarda bulundu. Bu temaslar neticesinde, Diyarbakır Valiliği’nin resmi internet sitesinden en az 4 kez güvenlik koridoru açtığını ilan etti.
- Birinci koridor: 17 Şubat’ta Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Mazlum Dolan, SMS mesajları gönderdi: “Durum kötü, bir bodrumdayız. Aileler ile birlikteyim çok yakında bir Cizre olayının benzeri olabilir. Çatışmalar çok şiddetli, olduğumuz yerler yoğun bir şekilde bombalanıyor havan ve tanklarla vuruluyor. ‘Havadan vuracağız hepinizi, öldüreceğiz’ anonsları yapılıyor. Kendinize iyi bakın, arkadaşlara selamlar…
Saat 14.57; Yaralılar var. Durumu ağır olanlar da var. Benim bulunduğum yerde 30 kişi. Diğer yerlerde de ortalama 200 kişi var. Bebekler, yaşlılar var. 4 aylık bebekler bile var. Şarj sorunu var.”
Mazlum Dolan’dan gelen mesajların ardından 18 Şubat 2016 Perşembe günü, Özgür Hukukçular Derneği ve Mezopotamya Hukukçular Derneği tarafından Mazlum Dolan için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) “geçici tedbir” talebiyle başvuru yapıldı, ancak yapılan başvuru herhangi bir gerekçeye yer verilmeden reddedildi.
Amed’de oluşturulan heyet ile Diyarbakır Valiliği arasında 4,5 saat süren bir görüşme gerçekleştirildi. Bu görüşmenin ardından Valilik, 16.00 – 17.00 saatleri arasında koridor açacağını belirtti ve 19 Şubat 2016 Cuma günü 3’ü kadın 6 kişi çıkarıldı. Açılan koridorla abluka bölgesinden çıkarılanlar gazeteci Mazlum Dolan, ağır yaralı Fatma Ateş, eşi Fahri Ateş, kızları Fatma Ateş, Sinem Ateş ve Ekrem Karatay’dı. Ağır yaralı halde çıkarılan Fatma Ateş battaniyeyle taşındı fakat zamanında müdahale edilmediği için ambulans içinde yaşamını yitirdi. Fatma Ateş’i ambulansa taşıyan eşi Fahri Ateş, kızları Fatma Ateş, Sinem Ateş, gazeteci Mazlum Dolan ve Ekrem Karatay tahliye edilir edilmez gözaltına alındı ve 4 gün gözaltında tutulduktan sonra 23 Şubat 2016 Salı günü tutuklandılar.
- İkinci koridor: Abluka altındaki mahallelerde kalan sivillerden Reyhan Kavak Özbek, içinde bulundukları durumu cep telefonu ile fotoğraf ve video çekerek kayıt altına alıp görüntüleri internet ile basına ulaştırdı. 23 Şubat 2016 Salı günü izlenen görüntülerde Reyhan Kavak Özbek, yapılan saldırılar neticesinde camı çerçevesi kırılıp dökülmüş neredeyse harabeye dönüşmüş bir evdedir ve 2’si yaralı 6 çocukla birlikte beklemektedir. Bunun üzerine sivil toplum örgütlerinden oluşan heyetler ile Diyarbakır Valiliği arasında yapılan görüşmelerin ardından, Diyarbakır Valiliği tarafından resmi internet sitesinden saat 16.00’da çatışma bölgesinden çıkmak isteyen sivillerin tahliyeleri ile ilgili “gerekli kolaylığın sağlanacağı” duyuruldu.
- Üçüncü koridor: Sivil toplum örgütlerinden oluşan heyet ile Diyarbakır Valiliği arasında 24 Şubat’ta devam eden görüşmelerin ardından Diyarbakır Valiliği resmi internet sitesinde 15.30-17.00 saatleri arasında koridor açacağını duyurdu.
- Dördüncü koridor: Diyarbakır Valiliği, 26 Şubat 2016’da yaptığı açıklama ile 15.30-17.00 saatleri arasında son defaya mahsus olmak üzere sivillerin “Cumhuriyet İlköğretim Okulu bölgesinden operasyon bölgesi dışına tahliye edilebilmesi amacıyla her türlü kolaylık sağlanacaktır” açıklamasını yaptı. Fakat açıklamaya rağmen bildirilen saatler arasında ablukanın sürdüğü mahalleler yoğun bombardımana tutuldu, askeri araçlardan anons yapıldı. Dolayısıyla kimsenin evinden çıkamadığı mahalleliler tarafından akrabalarına telefonla iletilmiştir. Sur’da mahsur kalan sivillerden şimdiki HDP Amed Milletvekili Remziye Tosun, Dicle Haber Ajansı’na telefon ile bağlanarak, “Ne koridoru? Çocuklarımızı alıp bu mermilerin içine çıkma riskini göze almıyoruz. Heyet gelip bizi alırsa çıkarız. Yoksa burada ölürüz daha iyi. Yasak ve abluka kaldırılsın, öyle çıkarız, Sur’daki insanları sahipsiz bırakmayın” diye seslendi. Remziye Tosun, 27 Şubat’ta daha dramatik ve öfkeli ifadelerle seslendi.
Aralarında bir bebek ve 4 çocuk ile birlikte bir de epilepsi hastasının bulunduğu 14 kişi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru yapıldı.
4 Mart günü aralarında yaralıların da bulunduğu 32 kişi ambulanslara ulaşmak üzereyken, üzerlerine ateş açıldı, Yunus Süslü adlı bir sivil yaralandı ve daha sonra yaşamını yitirdi. Tahliye edilen sivillerden Bahattin Erkaplan, Hülya Erkaplan (hamile), M. Can Arslan, Aynur Arslan (35) serbest bırakıldı; çocuklardan Aynur Arslan’ın çocukları Gülistan Arslan (10), Rojda Asrlan (7), Muaz Arslan (6), Özgür Arslan (4), Remziye Tosun’un çocuğu Şevin (10), Cengiz ve Emine Abiş’in çocuğu Talat Abiş (7) SHÇEK’e gönderildi. Hülya Erdoğan, Fatma Kaya ve Seda Arslan (Elif Su Arslan (4 aylık bebek), adli kontrolle serbest bırakılırken; Reyhan Kavak, Remziye Tosun (2 yaşındaki kızı Beritan Tosun da yanındadır), Cengiz Abiş, Emine Abiş, Seniha Sürer, Mervan Çoban, İhsan Biter, Mehmet Salih Pasin, İhsan Karatay, Mesut Aygül, Mehmet Çoreşoğlu, M. Can Alpaydıncı, Bedri Oğuz, Ümit Özkan, Deniz Ataş, Mehmet Şah Pervane ‘örgüt üyeliği’ ve ‘Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek’ gerekçesi ile sevk edildikleri mahkemece tutuklandılar.
Operasyon bitti, açıklaması
Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, yaptığı açıklamayla, Sur’daki bütün evlere girildiğini ve operasyonel faaliyetlerin 9 Mart 2016 Çarşamba günü saat 16.00’dan itibaren sona erdiğini belirterek, arama tarama faaliyetlerinin ve sokağa çıkma yasağının bir süre daha devam edeceğini bildirdi. Açıklamanın yapıldığı gün askeri saldırı devam etti.
Açıklama sonrası infazlar
HDP Amed Milletvekillerine 13 Mart sabahı telefon ile ulaşan Dilber Bozkurt adlı yurttaş, ablukanın olduğu bölgede bir odada 3’ü yaralı 7 kişi mahsur kaldıklarını, bulundukları binanın etrafında iş makinelerinin çalıştığını aktararak, “Eğer bugün de kepçeler çalışırsa, enkazın altında kalacağız. Belki sadece 5 dakikamız kaldı” dedi. Hemen ardından odada mahsur kalanların isimlerini verdikten sonra, “Bir şey olduğunda bilginiz olsun, bilin ki infaz edilmişlerdir” ifadesini kullandı. 14 Mart’ta cenazeleri Elazığ Adli Tıp Kurumu’na götürüldü, 15 Mart’ta ise aileleri tarafından teşhis edildiler.
30 Mart’ta ilçeden 7 cenaze daha çıkarıldı ve Antep’teki Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Bu cenazelerden teşhis edilen Seyda Cegerxwin Özbek’in cenazesinin çıkarıldığı tarih olan 30 Mart’tan birkaç gün önce Sur dışında gözaltına alındığı ve Sur’a götürülüp infaz edildiği ailenin Adli Tıp Kurumu’ndan aldığı otopsi raporu ile belgelendi.
Hafriyatla cenazeler
Sur ilçesindeki abluka başladıktan yaklaşık 2 ay sonra ilçeden kamyonlarla hafriyat taşınmaya başlandı. Şehrin hafriyat alanına değil, usulsüz bir şekilde Dicle Üniversitesi’nin arazisine döküldü. Dökülen hafriyatın etrafı, resmi ve sivil birçok araçla çevrildi ve alana kimse yaklaştırılmadı. Ayrıca hafriyatın döküldüğü alandan dumanlar çıkması, dökülen hafriyatın yakıldığını da gösteriyordu. Dicle Üniversitesi arazisine dökülen hafriyat arasında 6 Nisan günü bir kadına ait olduğu belirtilen cenaze bulundu.
Acil kamulaştırma süreci
Türk Bakanlar Kurulu’nca 21 Mart 2016’da 7714 parselden 6292 parsel için, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27. Maddesi’ne göre, kamulaştırma kararı alındı. Bu kararla, Suriçi’nde bulunan parsellerin yüzde 82’si kamulaştırılacak. Geriye kalan yüzde 18’lik kısmın büyük bölümü ise TOKİ (Toplu Konut İdaresi) ile Maliye Hazinesi mülkiyetinde bulunan parsellerdi ve bunun sonucu olarak da Suriçi’nin tamamı kamu mülkiyetine geçmiş olacaktı.
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nün Koruma Kurulu’nun 145. toplantısında sunulan Sur ilçesinin kamulaştırılmasına ilişkin 6 madde, 25 Mart’ta onaylandı. Ayrıca toplantı sırasında taleplere eklenen Sur’a 12 karakol yapımı ve dar sokakların yıkılarak genişletilmesi de kurul onayından geçti.
‘Acele kamulaştırma’ kararına karşı İHD, Baro, Mezopotamya Hukukçular Derneği (MHD), Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD), Sosyal Haklar Derneği, Büyükşehir Belediyesi ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Yerel Yönetimler Komisyonu’nun da aralarında bulunduğu kurumlar bir hukuk komisyonu oluşturarak, mülkiyet hakkı ve yaşam alanlarının korunmasına ilişkin hukuksal başvurularda bulundu.
Bu kararla birlikte bir yıl içerisinde Sur’un 15 mahallesinde toplam 368 alandaki 6 bin 300 parseli kamulaştırıldı, sağlam kalan binalar da iş makineleriyle yıkıldı.
Karakollar ve noktalar
Türk Bakanlar Kurulu’nun 4 Nisan 2016 günü aldığı ve 11 Nisan 2016 günü Resmi Gazete’de yayımlanan kararıyla Emniyet Genel Müdürlüğü’nce polis güvenlik noktası yapımı amacıyla Bağlar ve Kayapınar ilçelerinde 3 noktada belirlenen taşınmazların acele kamulaştırılması yapıldı.
Zorla göç ettirildiler
Bir yılda bin 750 ev yıkıldı, yıkım devam etti, ediyor. Sur’da çıkan çatışma ve yıkımdan dolayı göç etmek zorunda kalan yurttaşların net sayısı belirlenemezken, yaklaşık 40 bin insanın evinden göç ettirildiği belirtiliyor. İlçede çatışmalar bitmesine rağmen yıkım ve sıkıyönetim uygulamaları devam etti. Sur’un büyük bir kısmında zırhlı araçlar, polis kontrol noktaları yer alırken, ilçenin tamamı açık hava karakoluna dönüştürüldü.
Cenazelere işkence
Sur’da bedenlere yapılan işkencenin korkunç boyutları sergilendi. Ölü bedenin aylarca yerde kalması ve kimi zaman hayvanlar tarafından parçalanması, kafalarının, bacaklarının ya da belli uzuvlarının koparılması ve/veya kesilmesi gibi beden bütünlüklerinin bozulması, ölü bedene çok sayıda kurşun sıkılması, soyulup teşhir edilmesi, zırhlı araçların arkasına bağlanarak sürüklenmesi, zırhlı araçlarla ölü ve/veya yaralı bedenlerin üzerinden geçilmesi gibi uygulamaların yapıldığı ortaya çıktı. Çekwar Çubuk ve Fatma Ateş örneklerindeki gibi, yaralıların hastaneye kaldırılması engellendi. Ölü bedenlere işkence yapılması, kamusal alanda soyularak fotoğraflarının çekilip yayınlanması, cenazelerin ailelere aylarca (3 ayı aşkın) verilmemesi ve yaralıların has taneye götürülmesinin engellenmesi, aile üyeleri, görgü tanıkları ve cenazeleri yıkayanların anlatılarıyla ortaya çıktı.
Kaynak: Yeni Özgür Politika