Kürdistan’da göç üzerine tarihsel analizlerle eğilen Göç Dosyası’nın bu bölümünde Başurê Kürdistan’da göç ve iskan politikası başlığı altında Başurê Kürdistan’da gelişen isyanlar ve mücadeleler ile geçen zamanda yaşanan zorla göçertme politikaları, İngiltere’nin başı çektiği ancak uluslararası işgalci güçlerin Başurê Kürdistan üzerinde uyguladıkları politikalar ve günümüze kadar gelen yansımalarını bulabileceksiniz.
HABER MERKEZİ
Başurê Kürdistan’da Göç ve İskan Politikası
Birinci Dünya savaşında yenik düşen Osmanlı İmparatorluğu, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalamış olduğu Mondros anlaşmasıyla teslimiyeti resmen kabul ederek savaştan geri çekilmiştir. Böylelikle Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyetindeki topraklar İtilaf (İngiltere, Fransa, İtalya) devletlerine bırakılmış olur. Zaten daha önceden İngiltere ve Fransa 16 Mayıs 1916 Kahire’de gizlice bir araya gelerek Sykes-Picot anlaşmasıyla bölgeyi kendi aralarında paylaşmışlardı. Bu fiili durum Irak’ın direk İngiltere hâkimiyetine bırakılmasıydı. İngiltere kukla bir yönetim yerine kendisi ülkeyi idare etmeye çalıştıysa da halkın şiddetli tepkisi karşısında geri adım atarak kukla bir hükümet ile işleri idare etmeyi kendi çıkarlarına daha yakın buldu. Böl-parçala ve yönet politikası çerçevesinde Irak idari yönetimi inşa edilirken, Irak halkının etnik ve mezhep bileşimi dikkate alınarak yapılmıştır. Irak halkının tahminen %60’ı dolayında Şii Arap, % 18 Kürt, %12 Sünni Arap ve diğer azınlıklardan, % 10 dolayında ise Türkmen, Asuri ve diğer etnik gruplardan oluşmaktaydı. İngiltere, Sünni azınlığı iktidarda tutarak çoğunluğu baskı altına alarak kendisine sürekli bir şekilde ihtiyaç duyacak bir idari yapı kurmuş oldu. 1921 Mart ayında Kahire’de yapılan kongrede Irak için krallık rejimi uygun görülür. İngilizler, Irak devletinin meşruiyetini ve içerden diğer mezhep ve etnik gruplardan gelebilecek olası tepkilerin önünü almak için Hz. Muhammet’in soyundan geldiğini iddia ettikleri Kral Faysal bin Hüseyin’i Irak’ın başına getirirler. Ayrıca bu yöntemle İngilizler hem Irak’a tamamen hakim olurken hem de Osmanlının ardından doğan halife boşluğunu bu şekilde doldurularak diğer İslam ülkelerine de etkilemeye çalışmışlardır. Ama aynı zamanda Sünni azınlığa dayanan bu hükümetin kendisi dışında dayanağının da olmadığının hesabını iyi yapmışlardır.
Irak’ın Türkiye sınırları uzun süre tartışma konusu olduktan sonra 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara’da, İngiltere ile Türkiye devleti arasında yapılan Ankara anlaşmasıyla netlik kazanır. Bu anlaşmayı Kürt halk önderi Abdullah Öcalan Kürt soykırımının başlangıcı olarak ele alır. Aynı şekilde Kürdistan tekrardan parçalanmış olur. Bu anlaşma, Kürt inkâr ve imha politikasının bölgesel ve uluslararası alanda fiili olarak hayata geçirilmesi anlamını taşıyordu.
İngilizlerin 1925’te Musul’u Irak’a dâhil edeceği netleşince Birleşmiş Milletler, Irak yönetiminden Kürtlerin haklarını verilmesini ister. Buna karşılık o zamanının Irak hükümeti BM’ye Kürtlerin tüm haklarının verileceği taahhüdünde bulunarak gerekli belgelere imza atar. Irak hükümeti böylelikle Kürtlerin bazı haklarını güvence altına almış oluyordu. Bunlardan biri Irak’ın resmi dili Arapça fakat başta Kürtçe ve diğer dillerin eğitim görme ve dili geliştirme olanakları tanınmıştı.
23 Ağustos 1921 tarihinde krallık rejimi olarak ilan edilen Irak rejimi, 1950’li yıllara doğru gelindiğinde Kral Faysal’ın tutucu ve batı yanlısı politikalarına maruz kaldı. Buna karşı 1957 yılında ordu içinde Albay Abdülkerim Kasım önderliğinde örgütlenen Özgür Subaylar birliği, 14 Temmuz 1958 tarihinde hükümetçe planlanmış bir askeri hareketten yararlanıp askeri bir darbe yaparak krallık rejimini devirerek yerine Cumhuriyet ilan ettiler. Kasım, yeni Cumhuriyet’in rengini 27 Temmuz 1958 tarihinde geçici bir anayasa yaparak vermeye çalışır. Bu geçici anayasada şu değişikliği yapar; “Irak toplumu tüm yurttaşların tam bir işbirliği, hak ve özgürlüğü temeli üzerinde kuruludur. Bu ulus içinde Arapların ve Kürtlerin işbirliği esastır. Irak anayasası, ulusal hakları güvence altına almıştır” der. Ve ayrıca iki halkın eşitliği, yeni cumhuriyetin armasında da sembolize edilerek; bir Kürt hançeri Arap kılıcıyla çapraz resmedilir.
Yeni kurulan Kasım hükümeti, genel politik çizgisini de şu şekilde ortaya koyar: “Ulusal Birlik Cephesi, Irak’ın mevcudiyetinin bütün yurttaşların işbirliğine, onların haklarına saygı gösterilmesine, özgürlüklerinin korunmasına dayandığı görüşündedir. Ulusal Birlik Cephesi, bu hakların gerçekleşmesine yardımcı olacaktır” der.
Kürtler, Irak’taki Abdülkerim Kasım darbesinin en önemli müttefiki idiler. Darbeyle iktidara gelen Kasım, kısa zamanda kaleme alınan yeni anayasada Irak’ın asli unsurlarının Kürtlerden ve Araplardan oluştuğunu teyit etti. Albay Abdülkerim Kasım, Kürtlerle ilişkilerini sıcak tutmak ister. Bu amaçla 1947 yılından beri hapiste bulunan Şeyh Ahmed Barzani’yi serbest bırakır ve Moskova’da bulunan Mustafa Barzani’nin de Irak’a dönmesine izin verir.
Celal Talabani’nin kayınpederi ve dönemin KDP parti meclis üyesi ve sekreteri olan İbrahim Ahmet bu dönem için, Kürt Halkı Önderi Abdullah Öcalan ile 1995 yılında ulusal sorun, Kürt partilerinin geçmişi ve geleceği üzerinde yapılan tartışmalarda şunları ifade eder; “14 Temmuz Devrimi’nden sonra, Başurê Kürdistan halkı için bir fırsat ortaya çıkıyor. Fakat bu parça, bu tarihte kısa bir dönem içinde Kürt meselesini çözmediği gibi, daha da ağırlaştırıyor. 1961 Devrimi’nin başlamasıyla yarattığı hastalık sevaptan, oluşan isyanın kötülüğü ise iyiliklerden daha fazladır. Bunun nedeni önderliktir. Çok yanlış taktikler de vardır. Sonuçta Irak’ta diktatörlük egemen oldu. Kürt hareketi çok zayıfladı. Bu anlamda bütün Kürdistan’a da zarar verdi.” Abdülkerim Kasım döneminde Kürt hareketi, Kürt meselesi yalnız Güney’de değil diğer Kürdistan parçalarında da dönemin temel sorunlarından biri oldu diyen İbrahim Ahmet şunları ifade ediyor; “Bölgede ve dünyada temel sorunlardan biri olduğundan üzerinde durulması gerektiği ortaya çıktı. Hatta dünyada ve bölgede Irak ile ilişkileri olan devletlerin Irak’taki konsoloslukları, Kürt hareketi ile özgün ilgileniyorlardı. KDP’yi siyasi bir hareket olmanın yanı sıra, bir milletin temsilcisi olarak da görüyorlardı. Irak hükümeti ilk defa Irak topraklarının Arapların ve Kürtlerin olduğuna ilişkin itirafta bulundu. KDP’yi de bir Kürt siyasi partisi olarak kabul etti. Bunun üzerine Bağdat’ta, KDP’nin yayın organı olan Xebat isimli gazeteyi Abdülkerim Kasım döneminde çıkarmaya başladık. Bu organda, İran ve Türkiye’deki Kürtlerle ilgili yazılar açık ve özgür bir şekilde yazılıyordu.”
Bu dönemde Kürtler açısından Parti kurmak, hükümet olmak veya koalisyonlarda yer almak mümkündü. Gizli yürütülen KDP’nin faaliyetleri bu süreçten sonra resmileşti. Daha sonra Abdülkerim Kasım önderliğinde kurulan ulusal cephe içinde KDP’de yerini alır. Böylelikle resmen hükümette yer aldılar, kendilerine bakanlıklar verildi. Irak’taki bu gelişmelerden başta ABD, İsrail, İngiltere olmak üzere birçok Arap emir ve şeyhleri ayrıca Türk ve İran devletleri rahatsızdılar. Bunun için içerden ve dışardan Irak’taki yeni rejime müdahale ederek alt etmek istiyorlardı. Özelikle içerden bazı Arap ve Kürt aşiretleriyle yapılan görüşmeler, yine zamanın KDP lideri konumundaki şahsiyetlerle yapılan gizli görüşmeler sonucunda Kürtler lehine olan bu süreç tersine çevirilerek boşa çıkarılmıştır. Örneğin İbrahim Ahmet bu konuda şunları ifade eder; “Adı geçen devletler (İran, Türkiye ve Arap devletleri) o dönemde Kürtlere, Araplara ve Irak Cumhuriyeti’ne karşı komplo ve oyunlara girişmeye başladılar. Bu devletler içerde Kral Faysal döneminde çıkarları olan bazı Arap ve Kürt aşiretlerine dayanarak, meliklik rejimini geri getirmek istiyorlardı. Çünkü bu çevrelerin çıkarları A. Kerim Kasım tarafından yerine getirilmiyordu. Bu muhalefet, sömürgeci ülkelerin yanı sıra ABD tarafından da destekleniyordu. ABD, Kasım rejimine karşı Musul’dan başlayıp yavaş yavaş tüm Irak’ı kapsayacak bir darbe planladı. Böyle bir darbe hareketine başlamadan önce özellikle de Kürtlerle ilişkiye geçti. Ayrıca KDP ile ilişkiye geçip, “sizin partinizin Kasım’a karşı girişeceği hareketi maddi, manevi ve silahlı olarak destekleyeceğiz” dediler. Hatta bizden dost ve üyelerimizi Lübnan’a Ketayiplerin -gerici bir Lübnan Hıristiyan hareketi- yanına gönderip eğiteceklerini, bunları silahlandıracaklarını bile söylediler.”1961-62 yıllarına kadar bu süreç böyle devam etti. Daha sonra Irak hükümeti ile Kürtler arasında sorunlar çıktı ve nitekim savaş başladı.
8 Şubat 1963’te Abdülselam Arif komutasındaki ordunun gerçekleştirdiği darbe ile Baas Partisi iktidara gelir ve Abdülselam Arif devlet başkanı olur. Ama ömrü pek uzun olmaz çünkü 18 Kasım 1963’te Baas Partisi içindeki bölünmeden sonra yetkileri kısıtlanan Abdülselam Arif, ordunun desteği ile Baasçıları tasfiye eder. 17 Temmuz 1968’de Baas Partisi yeni bir darbe ile iktidarı tekrar ele geçirir ve Saddam Hüseyin’in akrabası olan General Hasan El-Bekr devlet başkanı olur. Bu süreçten sonrası Başurê Kürdistan için yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır. Koyu Arap milliyetçiliğinin şekillendiği dönemdi. Sadece Irak’ta değil, bölgede ve tüm Arap camiasında yükselen bir durumdu. Milliyetçiliğin yeni adı Baasçılıktı. Baas ideolojisinin Irak’ta iktidara gelmesinden sonra Kürtlere karşı uygulanan asimilasyon, göç ve demografik yapının değiştirilmesi çalışmaları planlı ve sistematik bir hal alır. Devlet memuru, askeriyede subay, devlet şirketlerinde çalışan olabilmek için öncelikle Baas partisinin bir üyesi olma zorunluluğu getirilmiştir. 1968 yılında “Irak Arap kimliğinin düzeltilmesi” adı altında çıkarılan bir yasa ile Fiili, Kakai, Goi, Ömeri, Harunî, Ezîdî Kürtlerin hepsinin kütüklerinde değişiklik yapılarak Arap milliyeti yazıldı. Çünkü Baas yasalarına göre Kürtler’in, Irak’ta hiçbir şekilde gayrimenkul, araba ya da mülkiyet edinme hakları söz konusu değildi. Bu hak ancak Arap olduğunda tanınırdı. Bu yasa ile Baas rejimi Kürtlerin Irak’ta azınlıkta olduğunu göstermeye çalışırken, uzun sürede ise Kürtleri tamamıyla asimile ederek Araplaştırmayı hedeflemiştir.
Baas rejimi petrol ve yer altı kaynakları bakımından zengin olan Musul, Kerkük, Xaneqin, bölgelerine özel politika uyguladı. Öncelikle Irak devleti, petrol şirketinde çalışan tüm Kürtleri çıkardı. Daha sonra bu bölgelerde ikame eden Kürtleri ya Irak’ın daha içlerine ya da Kürdistan’ın Hewler, Süleymaniye ve Dohuk gibi yerlerine sürmeye başladı. Bunlar yerine koyu Arap milliyetçisi olan Sünni Arapları yerleştirmeye çalıştı. Bu bölgelere yerleştirilen her Arap ailesine ev, arazi ve ayrıca 10 bin dinar para verdiler. Topraklarından ve evlerinden çıkarılan Kürtlere ise şayet Basra, Bağdat yani Irak’ın daha içlerine gitmeyi tercih ederlerse devlet olarak eşyalarıyla birlikte onları taşıyabileceklerini ama Kürdistan’a gitmeyi tercih ederlerse eşyalarına da el konularak sürülmesi yöntemini izlemişlerdir. Böylelikle kendileri açısından stratejik gördükleri bölgeleri Kürtlerden temizleyerek Araplaştırmaya çalışmışlardır.
Bu tür uygulamalar sonucunda Kürdistan’da, Baas rejimine karşı direniş gelişince rejimin uygulamaları da giderek sertleşir. Bu dönemde rejim tarafından dağlık kesimde bulunan birçok Kürt köyü direnişe destek veriyor adı altında yakılıp yıkıldı. Yine birçok Kürt’te zorla Irak’ın içlerine doğru sürüldü. Bu konuyla ilgili alıntı yaşanılanları daha iyi ifade etmektedir: “1975 yılında Genel af ile İran’dan dönen Barzani Aşireti bölgesinden binlerce mültecilerinde bulunduğu bazı Kürtler Başurê Irak’ta ki düz ve ıssız bölgelere zorla yerleştirildiler. Taşındıktan sonra geleneksel çiftçiliklerini devam ettirmeye dahil hiçbir umutları kalmamıştı. “Hükümetin Kürtlere tahsis ettiği evler birbirlerinden yaklaşık 1 Km uzaktaydı” diyordu. Geri dönen bir mülteci.“ Bana burada oturmam ve artık burada çiftçilik yapmam gerektiğini söylediler. Ama orada çiftçilik yapamazdık her taraf çöldü.” Kasım 1975’te bir Iraklı görevli 50 bin Kürdün güneyde ki Nasiriye ve Divaniye bölgelerine sürgün edildiğini itiraf etmişti. Gerçek rakamlar bunlardan daha fazlaydı.”(65)
6 Mart 1975 tarihinde Irak ve İran arasında yapılan Cezayir anlaşması Kürtler açısından tam bir yıkım, katliam, sürgün ve Kürdistan demografik yapısının büyük bir bölümünün Irak rejimi tarafından değiştirilmesiydi. Irak ile İran arasındaki sorunlardan faydalanmak isteyen Molla Mustafa Barzani öncülüğündeki peşmerge güçleri, Irak rejimine karşı direnişe geçerken tamamıyla İran rejimine dayanarak bunu yapmak istedi. İran rejimi kendi öz güçlerine dayanmayan bu güçleri Irak rejimine karşı sonuna kadar kullandı. Bu süreç Cezayir anlaşmasına kadar devam etti. Cezayir anlaşmasıyla İran ve Irak rejimleri anlaşmaya varınca bu anlaşma gereği İran devleti, Molla Mustafa Barzani’ye verdiği desteği geri çeker. Molla Mustafa Barzani kimi kaynaklara göre 130 binden daha fazla peşmerge gücüne “İran bize yaptığı yardımı kesti ve dolayısıyla mücadele sona erdi, herkes kendi başının çaresine baksın” der. Böylelikle direniş dağılır. Bu süreci Kürtler “aş betal” olarak isimlendirirler. Molla Mustafa Barzani’nin kendisi İran şahı tarafından Amerika’ya gönderilirken peşmerge güçleri ve aileleri ortalıkta kalır.
Barzani önderliğindeki hareketin teslimiyeti kesinleşince Irak Baas rejimi, 1977 yılında Cezayir anlaşmasında varılan anlaşma gereği Başur’ê Kürdistan’ın sınırları boyunca “güvenlik koridoru” adı altında derinliği kimi yerlerde 15 km, kimi yerlerde ise 30 km’yi bulan bir güvenlik hattı oluşturmaya başlar. Plan, Başur’ê Kürdistan’ın ve diğer Kürdistan’ın üç parçası(Batı, Doğu ve Kuzey) sınırları boyunca uygulandı. Irak rejimi olası bir direnişin önünü almak, İran ile ilişkilerin bozulma durumunda Kürtler üzerinden Irak’ın iç işlerine müdahalenin önüne geçmek, Kürtleri geçim kaynaklarından ve üretimden kopararak göbekten devlete bağlamak ve kendi denetim alanlarına çekerek uygulayacağı asimilasyon politikalarından sonuç almak için bu planı hayata geçirdi. Devletin gerekçesi ise Kürt köylerinin bulunduğu alanların çok dağlık ve dağınık olduğu, devlet olarak bu alanlara gerekli hizmeti -yol, su, okul ve elektrik- veremedikleri için Kürt köylerini ovalarda ve daha merkezi köylerde birleşmelerinin gerekliliği üzerineydi. Bu yapılırken boşaltılan köy ve ekim arazilerinin tümünün para karşılığı ne kadarsa Irak rejimi tarafından kendilerine ödenir. Kerkük ve Musul gibi petrol rezervlerin bulunduğu şehirlerden Kürtler zorla göç ettirilirken bırakın mülkiyetlerinin karşılığının ödenmesi eşyalarının alınmasına bile izin verilmez iken, Kürdistan’ın dağlık arazilerinde bulunan köylülere ev ve arazilerin karşılığının ödenmesi elbette politik bir yaklaşımdı. Böylelikle o mülkiyetlerin tamamı devlet hazinesinin malı oluyordu ve bir daha Kürtler isteseler bile dönemeyeceklerdi. Yani geri dönüşün tüm yolları ellerinden alınmış oluyordu. Bunun üzerine Xınere ve Lolan alanlarında bulunan köyler boşaltılarak Sideka ve Diyana şehirlerine yerleştirildiler. Böylelikle 500 ile 600 köy boşaltılmış oldu. Aynı yıllarda Rojava sınırında bulunan Şengal’de de bu politikalar geliştirildi. Şengal dağının etrafındaki köyler gelişen direnişlere destek verdikleri için, Irak rejimi bu alanlarda hâkimiyet kuramıyordu. Bunun üzerine rejim güçleri Şengal dağındaki tüm Ezîdî köylerini, susuz ve kurak bir ovada ismine mücemma’at dedikleri her birinin ortalama nüfusu 40-50 bin olduğu tahmin edilen 9 tane stratejik merkezi köyde bir araya getirdi. Böylelikle Ezîdîler hem üretimden koparılır hem de tamamıyla denetime alınarak sindirme ve asimilasyon politikalarının cenderesine alınmış olunur.
Bu konuyla ilgili aldığımız alıntı oldukça çarpıcıdır: “1977-1978’de 1975 tarihli Cezayir anlaşması uyarınca Irak, kuzey sınırlarında cordon sanitaire, güvenlik kuşağı oluşturmaya başladı. Irak ordusunun eski bir subayının Middleeast Watch’a verdiği bilgiye göre, bu güvenlik kuşağı önce Irak içerisinde 5 km’ye daha sonra 10 km’ye sonra 15 km’ye ve en son olarak 30 km’ye kadar genişletildi. Bundan en kötü etkilenen İran ile uzun bir dağ sınırı olan Süleymaniye vilayeti oldu. Birinci sınır temizleme dalgasında, büyük bölümü Süleymaniye’de olmak üzere yıkılan köylere dahil tahminlerde toplam sayı 500’e kadar çıkmaktadır. Yine resmi açıklamalar söz konusu rakamların en az ne kadar olduğu hakkında bir fikir vermektedir. Baas partisi gazetesi El-Thawra 1978 yazında sadece 2 ay içerisinde sınır bölgesinde 28 bin ailenin ( 200 bine kadar insan) sürüldüğünü yazdı. Sürgün edilenlerin söylediklerine göre toplanmak ve evlerini terk etmek için kendilerine 5 gün verildi ve bu süre dolduğunda ordunun yıkım ekipleri evlere girdiler.”(66)
Yarın: İran ve Irak Savaşında Kürtler / Enfal Operasyonları ve Kürtlere Uygulanan Soykırım
Göç Dosyası-Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi